Oniki İmam, Ondört Masum-u Pak, Onyedi Kemerbest

Oniki İmam, Ondört Masum-u Pak, Onyedi Kemerbest2018-12-08T22:40:56+01:00

Aleviler, Hz. Muhammed’in ölümünden sonra Müslümanlara liderlik ve rehberlik yapması gereken kişinin Ehlibeyt soyundan olmaları gerektiğini düşünüyordu. Bunu da kanıt olarak Kuran-ı Kerim’in Ahzap Suresi 33. Ayetini kanıt olarak gösteriyordu.

Bu Ayet : “Ey Ehlibeyt Allah sizden her türlü pisliği, suçu gidermek ve sizi tertemiz bir hale getirmek diler.” Bu Ayetin anlamı, Ehlibeytin doğuştan arı olduğu bu anlamda da imamlığın Ehlibeytin soyundan gelen kişilerin hakkı olduğudur diye yorumlar. Bilindiği gibi Ehlibeyt, Peygamberin ailesidir, soyudur. Peygamberin soyu da, yani Ehlibeyt Hz. Ali kanalıyla devam etmektedir. Dolayısıyla önderlik (halifelik) Hz. Ali ve çocuklarının hakkıydı.

Ama maalesef başta Hz. Ali olmak üzere bütün soyu büyük zulümler gördü. Ve on ikinci İmam Mehdi’nin dışında diğerleri genellikle zehirlenerek şehit edildiler. Hiç biri vadesiyle hakka yürümemiştir.

On iki İmamların Alevilikte çok büyük bir anlamı vardır. Aleviler ibadetlerinde on iki İmamlara bağlılıklarını dile Afbeeldingsresultaat voor oniki imamlargetirir. Kısacası 12 imamlar bütün olarak Aleviliğin temel yapı taşlarındandır.

On iki İmamların isimleri sırasıyla:

  1. Hz. Ali
  2. İmam Hasan
  3. İmam Hüseyin
  4. Zeynel Abidin
  5. Muhammed Bakır
  6. Caf-er Sadık
  7. Musa-i Kazım
  8. Ali Rıza
  9. Muhammed Taki
  10. Ali Naki
  11. Hasan Askeri
  12. Muhammed Mehdi

Alevilerde On İki İmamların Anlam ve Önemi

12 İmam Aleviler için saygın, değerli ve kutsaldır. Alevilerin on iki imam anlayışı Şia ve Sünni bakış açısından farklıdır. Sünnilerin bakış açısı Abbasi ve Emevi Hükümdarlığı sırasında çok baskı gördüğü için biraz bozulmuştur. On İki İmamlara (ve Ehlibeyte) klasik Sünni bakış açısı ilk etapta olumlu olurken, hemen ardından Muaviye ve diğer Ehlibeyt, On İki İmamlar karşıtı kişilere övgüler beraberinde gelir. Şialar da Alevilerin Ehlibeyt ve 12 İmamı tam anlamadıkları ve yaşamadıkları iddiasındadır.

Aleviler için Ehlibeyt ve 12 İmam bir bütündür. Alevileri için 12 İmam inanç ve itikat anlamında velayet makamının temsilcileri ve her türlü kirden arınmış masumluğu kanıtlanmış kişilerdir.

Cemlerde okunan duazlarda; Cemlerde söylenen ve 12 İmam adlarının geçtiği deyişlerdir. Bu deyişlerde ayrıca On İki İmamın yanı sıra başta Hz. Peygamber, Hz. Ali Sözleri ve Hacı Bektaş Veli olmak üzere Alevi büyüklerinin adları geçer. On İki İmamlara sevgi, bağlılık yer alır.

Bütün duazlarda ve gülbanklarda da Ehlibeyt ile beraber On İki İmamların isimleri zikredilir.

Pir Sultan Abdal’ın (bu eser ile ilgili rivayetlerde Kul Himmet’in de olabileceği belirtilmektedir) dizeleri bu gerçekliği anlatıyor:

Seher vakti Şah kervanı gidiyor
Onun katarından ayırma bizi
Kanberi önünde katar ediyor
Onun katarından ayırma bizi
Muhammet Ali’dir cihan evveli
Bir Arap geliyor eli develi
Rum’u irşat etti Bektaş-ı Veli
Onun katarından ayırma bizi
Gül kokusu Muhammet’in teridir

Ah ettikçe karlı dağlar eritir
Hatice, Fatma Hakk’ın yâridir
Onun katarından ayırma bizi
Cebrail hem kanadını açınca
Rahmet suyun yeryüzüne saçınca
Hasani Hüseyin curasından içince
Onun katarından ayırma bizi
İmam Zeynel bekler zindan içini
Umarım bağışlar mücrim suçunu

Bakır, Cafer yükletince göçünü
Onun katarından ayırma bizi
Kazım Musa, Rıza Hakk’ın nurudur
Taki, Naki, Askeri, Mehdi sırrıdır
Selman’ın yerinde deste gülüdür
Onun katarından ayırma bizi
Pir Sultan Abdalım Mehdi nic’oldu
On İki İmamların tahtı nic’oldu
Pirin eşiğine giden hacı oldu
Onun katarından ayırma bizi

Ehlibeyt ne anlama geliyor ve kimlerden oluşuyor?

Anlam olarak Ehlibeyt kelimesinden Hz. Muhammed (s.a.v.) ve ailesinin kastedildiği konusunda birçok Şii ve Sünni âlimi ittifak etmiştir.  Bu aile Hz. Muhammed, Hz. Ali, Hz. Fatma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’den oluşmaktadır.

Alevi inancının temelini Ehlibeyt sevgisi ve bağlılığı oluşturuyor. Ehlibeyt ’in kutsallığı ve masumluğu Kuran’da şöyle geçiyor:

”Ey Ehlibeyt, Tanrı sizi her türlü kirden arındırdı ve sizin tertemiz kalmanızı diler”. -Ahzab suresi 33. Ayet-

Yine Peygamberin Ehlibeyt için birçok sahih hadis rivayet etmiştir. İşte bu hadislerden bir kaçı:

Meşhur Sakaleyn Hadisinde kendisinden sonra iki değerli emanet bıraktığını, bu iki emanetin Kur’an ve Ehl-i Beyt’i olduğunu açıklamış ve Müslümanların bu iki emanete sahip çıktığı müddetçe asla sapkınlığa düşmeyeceğini belirtmişti.

“Kuran ve Ehlibeyt ikizdir”.

Ehl-i Beyt Mektebinin Büyük muhaddislerinden olan Şeyh Saduk, İmâm Cafer Sâdık’tan o da babalarından şöyle nakleder: “Hz. Ali’den Peygamber’in ‘Ben aranızda iki emanet bırakıyorum’ hadisinde geçen yakın akrabalarından maksat kimlerdir diye sorulunca Hz. Ali: ‘Ben, Hasan ve Hüseyin ve dokuz İmamlardır ki onların dokuzuncusu Hz. Mehdi’dir. Bunlar Kur’an’dan Kur’ân da bunlardan ayrılamaz..’ diye buyurmuştur.” (Uyun-u Ahbar-ir Rıza, C.1, S.46)

Ehl-i Beyt’ten maksadın sadece Peygamber, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin olduğunu Ehl-i Sünnet’in de birçok büyük şahsiyeti itiraf etmektedir.

Ashaptan Aişe, Ümm-ü Seleme, Enes bin Malik de bu görüşü teyit etmektedirler. Bizce temel kaynaklara müracaat eden insaf sahibi bir insan için, Ehl-i Beyt’ten maksadın Peygamber, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin olduğunda şüphesi kalmaz. Ama ne yazık ki bunun gibi kesin olan birçok gerçek, tarihte sürekli bazıları tarafından hasıraltı edilmeğe çalışılmıştır.

Ehl-i Beyt İmâmları, Hz Ali, Hz. Hasan, Hz Hüseyin, Hz İmâm Zeyn’ül Abidin, Hz. İmâm Muhammed Bâkır, Hz İmâm Cafer Sâdık, Hz. İmâm Musa Kazım, Hz. İmâm Muhammed Taki, Hz İmâm Ali Naki, Hz. İmâm Hasan Askeri ve Hz. İmâm Mehdi’dir. İlk üç İmâm’ın (Hz Ali, Hz. Hasan ve Hz Hüseyin’in) imâm ve Ehl-i Beyt’ten oldukları yukarıda bazılarına işaret ettiğimiz deliller ışığında sabittir. Diğer İmâmlar ise Hz. Hüseyn’in soyundan gelen -yukarıda isimleri anılan- dokuz İmâmdır. Bunların Ehl-i Beyt’ten oluşları ve İmâm oldukları, hem önceki İmâmların açık vasiyetleri ve hem de Peygamber’den gelen birçok sahih hadisle sabittir.

Her kes İmâm olamaz; çünkü Ehl-i Beyt mektebine göre, imâmet makamı Allah tarafından verilen ilahi bir makamdır. Bu konu ise hem Kur’ân ve hadisler ışığında ve hem de akli kesin delillerle ispatlanmıştır. Allah hepimizi dininin gerçek öğretilerini bulmak ve onu yaşamak ve yaşatmak için samimice çaba gösteren kullarından eylesin!

Hz. Ali

Hz. Ali, Miladi takvime göre 21 Mart 598 yılında Mekke’de Kâbe’de doğmuştur. 24 Ocak 661 tarihinde ise, İbn Mülcem adlı hain tarafından zehirli bir kılıçla şehit edilmiştir.

Hz. Ali Peygamberimizin amcaoğludur. Ayrıca Hz. Peygamberin damadıdır da, dolaysıyla Peygamber soyunun sürdürücüsüdür.

622 de Medine’ye göçten Hz. Muhammed’in 632 yılında Hakka yürümesine kadar geçen süreçte yine Hz. Muhammed’in en yakınında olan kişidir. Hz. peygamberin yanında, onun eğitimi ile büyümüştür. İslamiyet’i kabul eden ilk erkek kişidir. Savaşlarda, barışta ve her türlü çalışmada Hz. Peygamberin her zaman en yakınında olan kişidir.

Hz. Muhammed Hak’ka yürüdüğünde Hz. Ali 34 yaşındadır.

34 yıl boyunca neredeyse her an o yüce peygamberle olan Hz. Ali, Hz. Peygamberin son nefes verişinde yine yanındaydı. Hz. Muhammed’in eğitim ve terbiyesi ile büyüyen Hz. Ali, Hz. Muhammed’in peygamberliğini açıklamasından sonra ona ilk inanan (eşinden sonra) kişi olarak son nefesine kadar Hz. Peygamberin yanında onunla beraber oldu.

Hz. Muhammed 610 yılında peygamberliğini açıklayarak aydınlatma çalışmalarına başlıyor. Hz. Ali bu sıralarda 11-12 yaşlarındadır. Daha çocuk yaşında Hz. Muhammed’e ve onun tebliğ etmiş olduğu dine ikrar veriyor. Bu ilk dönemlerden Hicrete kadarki süreç oldukça zorlu ve yıpratıcı geçiyor. Yaklaşık 12-13 yıl süren aydınlatma ve yeni dini tanıtma çalışmaları sonucunda Mekke’de ki putperestler Hz. Muhammed’e ve ona bağlı ilk Müslümanlara yoğun baskılar uyguluyorlar. Bunun sonucunda 622 yılında Hz. Muhammed ve onun tebliğ etmiş olduğu dine inananlar Hicret ediyorlar, yani Mekke’den daha güvenli ve sağlam olan Medine şehrine göç ediyorlar.

Hz. Ali bütün bu süreçlerde Hz. Muhammed ile beraber olan, evinde kalan onun en yakınında olan kişidir. Hz. Ali’nin çocukluğu ve gençliği Hz. Muhammed’in eğitim, denetim ve terbiyesinde gerçekleşiyor.

Hz. Muhammed, Hakka yürümeden önce kendisinden sonra Hz. Ali’nin halife olduğunu en açık şekilde Veda Haccında binlerce kişinin huzurunda dile getirmiş olmasına rağmen, Onun hakka yürümesinden kısa bir zaman sonra, daha defin işlemleri yapılmadan bir oldu, bittiye getirilerek Ebubekir halife ilan edildi. İşte bu süreçten itibaren Hz. Ali’nin suskunluğu başlıyor.

Savaş meydanın da hiç yenilmemiştir. Bilgelikte, yiğitlikte, cesurlukta, fedakarlıkta üstüne insan yoktur. Hz. Ali, sadece yaşadığı süre içerisin de değil, onu takip eden yüzyıllarda da zalimin korkusu, mazlumun dostu olmayı sürdürmüştür. Nitekim Hz. Ali’de dâhil, (İmam Mehdinin dışında) İmamların hepsi şehit edilmiştir. Hiç birisi vadesiyle hakka yürümemiştir. Bu süreçten günümüze kadar sayısız acılar yaşandı. Bu sürece dair anlatılacak çok şey var ve bunlar dün olmuş gibi güncelliğini koruyor.

Hz. Ali’nin şahadeti İslam tarihinde kanlı bir dönemin başlangıcı olmuştur. O tarihten bu yana, başta Hz. Ali’nin soyu olmak üzere, Hz. Ali’yi sevenler onun yolunda yürümek isteyenler insanlık tarihinde rastlanmamış katliamlara, baskılara maruz kaldılar.

Ve aradan 1400 yıl geçmesine rağmen, hâlâ Hz. Ali’nin yolunu tutanlara, yani Alevilere baskılar devam ediyor.

Hz. Ali’nin kişiliğini, mücadelesini, olguları ve olayları ele alış tarzını, insan ve doğa ilişkilerini anlatmak yüzlerce cildi kapsayacak bir çalışmadır.

Sıffin Savaşı

657 yılında Hz. Ali’nin ordusuyla Muaviye’nin ordusu arasında Sıffin (Suriye) adlı bölgede meydana gelen savaşın adıdır.

Sıffin savaşı, Aleviler için birçok yönüyle incelenmeye değer önemli bir tarihsel olaydır.

Bazı kaynaklara göre aylarca sürmüş olan ve binlerle ifade edilen insanın yaşamına mal olan bu savaşta Hz. Ali, savaşın olmaması için çok caba harcamıştır. Ancak ne yazık ki Muaviye savaş dışında bir seçenek bırakmamıştır. Savaş seçeneği dışında başka bir seçenek kalmayınca Hz. Ali zorunlu olarak savaşa girmiştir. Aslında Hz. Ali’nin yaptığı savaşların hepsi bu temeldedir. Meşru müdafaa diyebileceğimiz hakkını ve hukukunu korumak için, yaşamını ve değerlerini sahiplenmek için zorunlu olarak savaşmıştır Hz. Ali’nin savaşları ganimet ve yayılmacılık temelinde değildir. Varlığını koruma ve değerlerini sahiplenmek maksadıyla verilmiş olan mücadeledir.

Sonuç itibariyle savaş Hz. Ali’den yana dönünce Muaviye ve yardımcıları hile yoluna başvurdular. Mızraklarının ucuna Kurandan ayetler takarak Hz. Ali’nin ordusundan şüphe ve tereddüt uyandırdılar. Bunun sonucunda Hz. Ali taraftarı bazı kimseler Kuran ayetlerine karşı savaşmayacaklarını olayın Hakemler eşliğinde çözülmesi gerektiğini Hz. Ali’ye dayattılar ( Hz. Ali meşhur ben Kuranı Natıkım/konuşan Kuranım sözünü bu esnada dile getirmiştir). Hz. Ali bunun bir hile olduğunu, işin sonuna varıldığını ve fitnenin yok olmasına çok az kaldığını söylediyse de ne yazık ki Hz. Ali yanlısı olduğunu iddia eden bazı gruplar bunu dinlemediler. Sonuçta hilelerle hakemler olayı Muaviye’nin lehine çevirmeye çalıştılar. İşin ilginci Hz. Ali’yi hakem olayına razı etmek için savaş meydanında geri çekilen ve ısrarla hakemlerin devreye girmesini savunanlar, sonradan Hz. Ali’nin önceden söyleyip de dinletemediği Muaviye’nin hileleri ortaya çıkınca bu defada Hz. Ali’ye hakem olayını kabul ettiği için düşmanlık gösterdiler.

Bu ne yaptığını bilmez grup Hariciler olarak tarih sahnesine böylece çıkmış oldular ve daha sonra Nehrevan Savaşında Hz. Ali’ye karşı savaştılar.

İmam Hasan

İkinci imam olan İmam Hasan, 624 yılında Medine’de doğdu. İmam Hasan, bilincinde olduğu ağır sorumluluğunun gereğini yerine getiriyor, insanları aydınlatmaya devam ediyordu. Gününü, dünya malına tamah göstermez, kendi nefsini terbiye ve eğitimle geçiren İmam Hasan’ın varlığı Muaviye için tehlikeydi.

Muaviye’nin sadık hizmetkârlarından Mervan, bu planın uygulayıcısıydı. Mervan, İmam Hasan’ın eşi Cude’yi çeşitli vaatler vererek – ki bunlar arasında onu Muaviye’nin sarayına gelin edeceğini söylüyordu.- Bunun sonucunda Cude haini İmam Hasan’ın yemeğine zehir koymak suretiyle onu şehit etti. Cude’nin başına gelenlerde ders vericidir. Rivayet edilir ki, Muaviye Cude için şöyle demiştir: “kendi eşini, İmam Hasan gibi munis bir adamı öldüren birisinin bize gereği yok.” Bunun sonucunda Cude, Mervan tarafından boğularak öldürülüyordu.

İmam Hüseyin

İmam Hüseyin, milâdî takvime göre, 625 (626) Medine’de doğmuştur. 10 Ekim 680’de Kerbela ’da şehit edilmiştir. İmam Hüseyin, Hz. Muhammed’in torunudur. Birinci imam Hz. Ali’nin oğlu ve aynı zamanda üçüncü imamdır.

İmam Hüseyin, yaşantısıyla, davranışlarıyla, cesaretiyle sadece İslâm âleminde değil, bütün insanlık için görkemli bir abidedir.

İmam Hüseyin mazlumdur. Aynı zamanda tüm mazlumların temsilcisi, savunucusudur. Göbekleri haramla dolmuş olan, beyinleri yalana ve üçkâğıtçılığa programlanmış olan, nefesleri kin ve kibir ile heba olanların karşısında olandır İmam Hüseyin…

İmam Hüseyin, mazlumluğunu yaşamıyla ortaya koymuş, kendi şahsında bütün mazlumların nasıl bir tavır almaları gerektiğini her çağın mazlumlarına göstermiştir.

Hırsı, kıskançlığı, iktidarı, kibri, haksızlığı, bencilliği esas alanlar İmam Hüseyin’i sevmezler. Ona gözyaşı dökmez onu zerre kadar dahi anlamaya çalışmazlar. Zaten bunu yapsalar mideleri helal kazançla kazanılmış rızklarla doyurulur, nefeslerini güzel sözler söyleyerek verirler, duygularında ve düşüncelerinde insanın yaşamına anlam katacak olan değerler barındırırlar.

Zamanın değişmiş olması, teknolojik ve bilimsel gelişmelerin akıl almaz derecede ilerlemiş olmaları aslında insan soyunun özündeki bazı yanlışları ortadan kaldırmıyor.

O gün İmam Hüseyin’in şahadetini öğrenip saçlarını başlarını yolanların duygu ve zihin yapıları ne ise, günümüzde de İmam Hüseyin’i ağıtlarla, mersiyelerle Muharrem ayında ananların durumu aynıdır.

Pir Sultan’ım eydür tutar demânın
Dostunun dostuyuz biz hânedânın
Du çesmi değil mi Şah-ı Merdânın
Erenler hünkârı İmam Hüseyin

İmam Hüseyin’e gözyaşı dökmek, onun için ağıtlar ver mersiyeler okumak cümle mazlumların, haksızlığa uğramışların, zalimlerin rüzgârlarından dalları kırılmış olan cümle varlıklara gözyaşı dökmektir.

İmam Hüseyin, Hakkın ve hakkaniyetin temsilcisidir. Ona ağlamak bütün mazlum ve mahzunlara ağlamaktır. İmam Hüseyin’e ağlamak, zalim ve kötü olan lanetlemek, haklı ve mazlumu yüceltmektir. Ne mutlu mazlumların safında yer alıp zalimi lanetleyenlere.

İmam Hüseyin, böylesi bir çağda ya dedesinin, babasının ve abisinin yolunda gidecekti, yani Hak yolunu bütün zorluklarına rağmen taviz vermeden savunacaktı, ya da müşriklerin temsilcisi Yezid’e boyun eğip, biat edecekti.

Kerbela Olayı

İmam Hüseyin, Emevi iktidarının halkı baskı ve zulüm altında inlettiği bu dönemde Küfe kentindeki halktan bir davet aldı. Bu davette Küfeliler artık Yezid’in zulmünden bıktıklarını ve kendisini önder (Halife) olarak kabul ettiklerini belirtiyorlardı. İmam Hüseyin insanları dolayısıyla Küfelileri iyi tanıyordu. Ve giderse başına neler geleceğini biliyordu. Bütün bunlara rağmen İmam Hüseyin kendisine bağlı ailesi ve bir grupla Küfe şehrine doğru yola çıktı.

İmam Hüseyin`in yola çıktığını haber alır almaz hemen planlara başlayan Yezid, onu durdurmanın ve kendisine biat ettirmenin yollarını aradı. Yezid binlerce kişilik bir orduyla Kerbelâ çölünde İmam Hüseyin’e pusu kurdu. Ordunun komutanları, İmam Hüseyin’e Yezid’e biat ettiğini beyan etmesini istediler. İmam Hüseyin Yezid’e boyun eğmekten ve onun kanlı zulüm iktidarını tanımaktansa şehit olmayı yeğlediğini kararlılıkla Yezid’in gözlerini para hırsı bürümüş askerlerine ve korkup sözlerinin arkasında durmayan Küfelilere haykırdı. Bundan sonrası dünyanın gördüğü en haksız savaşlardan biriydi. Bir tarafta İslâmın peygamberinin torunu, diğer tarafta kanlı iktidarın temsilcileri. İmam Hüseyin’in gücü 72 kişiydi. Yezid’in askerleri ise binlerce.

İmam Hüseyin ve arkadaşları şerefli bir şekilde Yezid’in askerlerine karşı direndiler.

İmam Hüseyin aldığı onlarca kılıç ve ok darbesi sonucu yaralı düştü. Yezid’in askerleri vahşete doymuyordu. Ve Yezid’in komutanlarından Şimr İmam Hüseyin`in mübarek başını keserek bir tepsi içinde Şam’daki sarayında Yezid’e sundu. Daha sonra sevgili imamın başı Şam sokaklarında gezdirildi.

İmam Hüseyin sadece yaşantısıyla değil, şahadetiyle bütün insanlığa bir mesaj vermiştir. İmam Hüseyin bir semboldür. Yiğitliğin, fedakârlığın, mazlum olmanın sembolü. İmam Hüseyin, verdiği mesajda sonu ne olursa olsun asla ama asla Yezid’e, dolayısıyla zalime ve onun zulmüne boyun eğmeyeceğini bütün dünyaya şahadetiyle kanıtlamıştır. İnsanlık var oldukça İmam Hüseyin var olacaktır.

İmam Hüseyin Gönüllerin Sultanıdır

Birçok kere belirtildiği gibi Hz. Hüseyin, tıpkı dedesi, babası, annesi, abisi gibi komple, dört dörtlük bir insandır. Elbette İmam Hüseyin peygamber değildir. Ancak İmam Hüseyin, yaşamın bütün anlamına sahiptir. Yani güneşten tutalım yıldızlara kadar, dağlardan tutalım nehirlere, çöllere kadar; insan ilişkilerine, insanın maddi-manevi yapısına kadar her şeye hâkim ve vakıftı. Söylediği her söz, attığı her adım belli bir bilincin, hesabın, asaletin, geleceğin, ideal insanın protipine göreydi. Aynı asalet, yiğitlik, bilinç ve ideal insan olma Hz. Ali içinde geçerlidir. Zaten İmam Hüseyin bütün bu zincirin halkası gibi tamamlayıcıdır. Hz. Peygamberden ve Hz. Ali’de vücut bulan değerlerin temsilcisiydi. Bazıları İmam Hüseyin’in bütünlüğünü göremiyorlar. Hz. Hüseyin’i sadece Kerbela da ki şehadetiyle biliyorlar. Bu eksik bir yaklaşımdır. Kerbela hadisesi İmam Hüseyin’in yaşamındaki doruk noktasıdır. Ancak Kerbela’dan öncesi de var. Bu öncesinden de İmam Hüseyin’in yaşamı yine en ideal olanıdır.

İmam Hüseyin, Kerbela öncesi ve Kerbela olayı sırasındaki tutarlılığıyla bir bütündür. Tutarlılık, çok kimsenin yaşamında anlamı olmayan bir kavramdır, fakat Hz. Ali ve Hz. Hüseyin gibi yüce şahsiyetlerin yaşamı bu kavram üzerine şekillenmiştir. Bu yüce şahsiyetler sözle-davranışı, teori ile pratiği bütünleştiren şahsiyetlerdir. Bu konuda Kerbela şehidi İmam Hüseyin’in bütün insanlığa hitap eden şu sözleri iyi birer kanıttır.

Şöyle sesleniyor İmam Hüseyin insanlığa: “Şereflice ölmek, şerefsizce, onursuzca yaşamaktan iyidir.”

Yine saygıdeğer İmam dünya malına tapan, yaşamını maddi çıkar üstüne kuranları zavallı ve ahmak olarak görüyor. Bu tür kişileri köle olarak nitelendiriyor ve gerçek manada özgürlüğün yolunu gösteriyor. “Günesin üzerine doğduğu her şey tüm dünya ve onda bulunanlar, ondaki deniz ve kara, dağ ve çöl, Allah’ı dost edinen ve ilahi yüceliği idrak eden, Allah’ın hakkını tanıyan marifet ehli olan birinin yanında bir gölge gibidir. Dünyaya ve ondakilere değer vermeyen bir özgür insan yok mudur?”

Gerçekten var mı böyle özgür insanlar? Ya da insanların çoğunluğu maddenin, geçici heveslerin, iktidarın, hırsın, gücün köleleri değiller mi? Herkes o mutlak sonla (ölümle) karşılaşacağını bildiği halde neden kölelikte ısrar ediyor bazılarımız? Oysaki ömür çok kısadır. 70-80 yılın uzunluğu nedir ki? Bir nefes almak kadar kısa değil mi 70-80 yıl? Ne acıdır ki insanlar kendilerini kandırıp duruyorlar. Burada elbette her şeyden el etek çekelim manası çıkmasın. Nitekim İmam Hüseyin’de böyle bir yaşamın sahibi olmamıştır.

Ancak ısrarla vurgulanması gereken, maddiyat için diğer bir çok güzelliğin feda edilmemesi gerektiğidir. Madde olsun. Ama madde insan yaşamını kolaylaştıran olsun. Eğer madde köle ediyorsa insanı bu karşı olunması gerekendir. İnsan maddenin emrinde değil, madde insanın emrinde olmalıdır. Madde amaç değil, araç olmalıdır. Yazık ki Saygıdeğer İmamın sözleri böylesi insanlar içindir.

Hz. Hüseyin sözlerine şöyle devam ediyor:“…Kendinizi satmayınız. Hür, özgür insanlar olunuz, kendini satan satıcılardan olmayınız”. İmam Hüseyin ‘kendinizi satmayınız’ diyor.

Yazık ki insanlar öyle tamahkâr ve madde perestler ki bedenleri ile birlikte ruhlarını da satıyorlar. Değer yargıları, sevgileri, dostları, aşkları kısacası her şeylerini maddi hesaplar belirliyor. Daha doğrusu maddi kazanç hesaplarının sonucu bütün bunlar oluşuyor. Oysaki değerler, ahlak, dostluk, paylaşım maddi hesaplar sonucu şekillenemez. Şekilleniyorsa bu artık başka bir şeydir. Dostluk sahtekarlıktır, riyadır, ahlak ahlaksızlıktır, hainliktir, değerler anlamsızdır… Böylesi insanların yönlendirdiği bir toplulukta İmam Hüseyin’in göklere ulaşan ama duymak, bilmek, görmek istemeyen insanlara ulaşmayan gür sesi yankılanmaya devam edecektir. Ta ki insanlar duyana, bilene, görene kadar

“Şerefli, onurlu, anlamlı bir şekilde yaşayın, maddenin kölesi olmayın.”

İmam Zeynel Abidin

Dördüncü imam olan Zeynel Abidin, 659 yılında Medine’de doğmuştur. Şehadet tarihi hakkında çeşitli rivayetler vardır. Kesin olan İmam Zeynel Abidin’in zehirletilerek şehit edildiğidir.

İmam Zeynel Abidin, her daim kinden, kibirden, kirlilikten kaçınmıştır. Kendilerine söven birisine; “Eğer ben dediğin gibiysem, Allah’ın beni yargılamasını dilerim. Ama dediğin gibi değilsem, dilerim Allah seni bağışlasın” demişti.

“Yol gösterici olmayan insanlar, ahmak ve faydasızdır.”

“Zararlı yemeklerden sakınan insanın, sonu ateş olan günahlardan sakınmamasına hayret ederim.”

“Durmadan gülüp duran insanın, gafilliğine veya aklının az olduğuna hükmedebilirsiniz.”

“İnsanlara düşmanlık etmekten uzak dur.”

“İnsanların meclisi, insanı düzeltmeye doğru götürür.”

“Müminin mümin kardeşinin yüzüne sevgi ve muhabbet ile bakması, ibadettir.”

İmam Zeynel Abidin, Kerbela şehidi olan babası İmam Hüseyin’in yolunda gitti yaşamı boyunca.

Kerbela katliamı sırasında ağır hasta olan Zeynel Abidin, İmam Hüseyin’in kendisine ait kutsal emanetleri vermesiyle daha da önem kazanmıştı. Yezid ordusunun komutanı Şimr her ne kadar Zeynel Abidin’i öldürmek istemiş ise de başta halası Hz. Zeynep’in çabası olmak üzere kurtulmuştur.

İmam Zeynel Abidin, her daim için fikirleri ve hareketleri ile örnek bir kişi oldu. Düşmanlarının bile takdirini kazanacak kadar yardımsever, alçakgönüllü, bilgili, cesur bir şahsiyettir Zeynel Abidin.

İmam Zeynel Abidin, her daim fakirlere, ihtiyacı olanlara yardım ediyordu. Fakat bu yardımı alanlar mahcup olmasın, kendisini yanlış anlamasınlar diye geceleri yüzüne nikap sürerek, kim olduğunu söylemeden yapardı. Fakirler bu cömert insanın kim olduğunu hep merak etmişler ama bir türlü öğrenememişlerdi. Ta ki Zeynel Abidin şehit edilene kadar… Çünkü Zeynel Abidin’in şehadetinden sonra kimse kapılarını çalmadı ve böylece onlar da kendilerine yardım edenin Zeynel Abidin olduğunu öğrenmiş oldular. Dolayısıyla o kutsal İmam, Hak için yapıyordu yaptıklarını, gösteriş için değil. Bu haliyle de hâlâ insanlığa örnek olmayı sürdürüyor Zeynel Abidin.

İmam Muhammed Bakır

Beşinci imam olan İmam Muhammed Bakır, 676 yılında doğdu. 733 yılında ise şehit edildi. Beşinci imam Muhammed Bakır, dördüncü imam Zeynel Abidin’in oğludur. İmam Muhammed Bakır diğer imamlar gibi, yüzlerce kişiyi eğitmiş, onlara doğru yolu göstermiş, ilim, irfan öğretmiştir. Bunların en bilineni Azam Ebu Hanife’dir.

Beşinci imam Muhammed Bakır, bilgelikte çağının en üstünüydü. Zaten Bakır adı da bilimde, bilgide en derinleşen, yoğunlaşan bilgiyi kavrayan manasındadır. İşte bu insanlığa yol gösteren bilgilerden bir küçük örnek:

“Rızkın gerileyince bil ki kusurundadır.”

“Bir kimsenin kalbine kibir girerse, illa aklında az veya çok eksiklik var demektir.”

Oğlu altıncı imam Caferi Sadık’a şöyle nasihat etmiştir:

“Hiçbir hayrı, doğruyu küçümseme.”

“Hiçbir günahı küçümseme.”

“Allah evliyasını da insanlar içinde gizlemiştir. Hiçbir insanı küçümseme, hor görme. Belki o küçümsediğin kul, hakkın velisi olabilir.”

“Dünyayı gözünde küçük gören, benim gözümde büyük görünür.”

“Allah’a en sevimli gelen şey, dua edilerek kendisinden bir şeyin istenilmesidir.”

“İster rahatta, ister sıkıntıda olsun her daim Allah’ı zikretmeli.”

“İlmi ilim sahibinden öğreniniz. Alimler size ilim öğrettiği gibi, siz de diğer insanlara öğretiniz.”

“Kendisinde mevcut olan bir kusuru başkasında arayan ve kendi işlemekte olduğu ayıbı başkasına yapmasını söyleyen kimse ne kadar hatalıdır.”

“Dünya uykuda gördüğün rüyaya benzer. Uyandığın vakit hiçbir şey kalmamıştır.”

İmam Cafer-i Sadık

Altıncı İmam Olan Caferi Sadık, 699’da Medine’de dünyaya geldi. Babası beşinci İmam Muhammed Bakırdır. İmam Caferi Sadık, tarihin en önemli dönemlerinden biri olan Emevi saltanatının çöküşü ve Abbasi saltanatının başlaması döneminde yaşadı. Altıncı imam Caferi Sadık, öğretmenliğinin yanı sıra ahlâklı kişiliği ile kendisiyle tanışan insanları etkiliyordu. Onunla tanışan, onun derslerine, sohbetlerine katılan bir çok insan onun etkisinde kalmış, bilgisinden, davranışlarından etkilenmiştir.

Tabi ki bu insanlığı güzelliğe davet eden sevgili imam saltanat sahiplerinin hoşuna gitmiyordu. Saltanat sahipleri onu sık sık taciz edip, baskılar uyguluyorlardı. Sonunda onu zehirletip şehit ettiler (766).

İmam Musa-i Kâzım

Yedinci imam olan Musa Kazım, 745 yılında doğmuştur ve 799 yılında zindanda zehirletilerek şehit edilmiştir. Altıncı imam Caferi Sadık’ın oğlu olan yedinci imam Musai Kazım, yaşamı boyunca çok ağır zulümler gördü. Musai Kazım, Ehlibeyt ‘in nurlu yolunu bütün zulümlere, sapmalara karşın layıkıyla temsil etti. Yedinci imam Musa Kazım, ataları gibi geceleri tek tek fakirlerin, yardıma muhtaçların evlerini ziyaret eder, onlara gereken yardımı yapardı. Tıpkı ataları gibi bunları kendini tanıtmadan, kibirlenmeden yapardı.

Emevi saltanatı yıkılıp yerine Abbasiler geçince, Ehlibeyt ve taraftarları rahat edeceklerini sandılar. Kısa bir süre geçmeden Abbasiler de Emevileri aratmayacak zalimliklere başvurdular. Abbasi yöneticilerinin korkusu halkın Ehlibeyt evlatlarını yönetimde görmek istemesiydi. Kaldı ki; Abbasiler Ehlibeyt taraftarları sayesinde iktidar olmuşlardı. İktidarlarını başta Ebu Müslim Horasani olmak üzere, Ehlibeyt önderlerine borçluydular. Çünkü Emevi saltanatını yıkan en önemli darbeyi vuran büyük Alevi önderlerinden olan Ebu Müslim Horasani’dir. Ama ne acıdır ki; Abbasiler başta Ebu Müslim olmak üzere birçok kişiyi katlettiler.

“Akıllı kimse, isteğine uygun olsa bile yalan söylemez.”

“Zamandan ve ehlinden öğüt al. Çünkü zaman hem kısadır, hem de uzun. Dünyanın geleceği geçmişine benzer; öyleyse ondan ibret al.”

“Bütün insanlar yıldızları görür; ama yıldızların rotası ve dönüş yerlerini bilenden başkası onlara bakıp kendi yolunu bulamaz. Böylece sizler de hikmet öğreniyorsunuz, ama onunla amel edenlerden başkası hidayete erişemez.”

“İnsanlar hikmet hususunda iki kısımdır: Biri onu diliyle iyice açıklar ve ameliyle de tasdik eder; diğeri ise diliyle onu iyice ortaya koyarken kötü ameliyle onu zayi eder.”

“Hayâ imandan kaynaklanır; iman da cennettendir. Çirkin söz ise haksızlıktan kaynaklanır, haksızlık ise cehennemdendir.”

“Bedenin aydınlanması göze bağlıdır. Göz aydın olursa bedenin hepsi aydın olur. Ruhun aydınlanması da akla bağlıdır; kul akıllı olursa Rabbini tanır ve Rabbini tanıdığında da dinini öğrenir; Rabbini tanımazsa dini de kalmaz. Bedenin ancak ruh ile ayakta kalması gibi din de ancak halis niyetle kalıcı olur. Halis niyet de ancak akıl ışığıyla sebat bulur.”

“Ziraat yumuşak yerde yapılır; kayanın üzerinde değil. Hikmet de mütevazi kalpte yerleşir ve hayatını sürdürür; kibir kalpte değil. Allah, tevazuyu aklın, kibiri de cehaletin nişanı kılmıştır. Allah, tevazu etmeyeni alçaltır, tevazu edeni ise yüceltir.”

“Yaşantı ancak iki kişi için hayırlıdır: Dinleyip anlayana ve konuşan âlime.”

“Dostlarına karşı kibirlenmekten ve onlara ilmin ile övünmekten sakın. Zira böyle yaparsan Allah sana gazap eder. Allah’ın gazabından sonra da artık ne dünyanın sana faydası olur ve ne de ahiretinin. Dünya hayatında, oturduğu ev kendisine ait olmayan ve her an için göç etmeyi bekleyen kimse gibi ol.”

“Akıllı adam, sevilmeyecek bir iş yaptığında Allah’tan utanmalı ve Allah ona bazı nimetler tahsis ettiğinde de başkalarını onda ortak kılmalıdır.”

“Allah kime üç şeyi ikram ederse, ona lütfetmiştir: Heva ve hevesinin hakkından gelecek akıl, cehaletini yenecek ilim, fakirlik korkusuna yetecek zenginlik.”

“Çok gam, ihtiyarlık getirir.”

“Acelecilik, cehaletin ta kendisidir.”

“Emaneti eda etmek ve doğruluk, rızık getirir. Hıyanet ve yalan, fakirlik ve nifak doğurur.”

İmam Ali Rıza

Sekizinci imam Ali Rıza 770 yılında doğmuştur. 818 yılında diğer imamların yolunda olduğu için, toplumun yanlışa küfre sapmasını engellediği için, haksızlıklara karşı olduğu için şehit edilmiştir. Sekizinci imam Ali Rıza ecdatlarının aydınlık yolunu insanlığa sunmak için çalıştı yaşamı boyunca. İmam Ali Rıza diğer imamların bıraktığı yerden göreve devam etti.

Sekizinci imam Ali Rıza Abbasi döneminde yaşadı. Abbasi halifesi Harun Reşid kendisinden sonra devlet yönetimini iki oğlu arasında paylaştırdı. Bu oğullardan Memun Ehlibeyt yanlısıydı. İmam Ali Rıza’yı hilafete veliaht atadı. Bu durum Abbasi ileri gelenleri tarafından isyana sebep oldu. Memun İmam Ali Rıza’yı yanına alarak isyanı bastırmak için yola koyuldu. Bu yolculuk sırasında İmam Ali Rıza yediği yiyeceklere zehir konulması sebebiyle şehit düştü.

“Mü’min, kendisinde üç haslet olmadıkça Mü’min olmaz: Rabbinden bir hikmet, Peygamber’inden bir hikmet ve imamından bir hikmet. Rabbinden olan hikmet, sırrı gizlemektir. Peygamber’inden olan hikmet, halkla iyi geçinmektir. İmamından olan hikmet de sıkıntı ve zorluklarda sabırlı olmaktır.”

“Nimet sahibi olan kimse, ailesine huzurlu bir geçim sağlamalıdır.”

“Susmak, hikmet kapılarından bir kapıdır. Boş yere konuşmamak, muhabbet kazandırdığı gibi her hayrın da kılavuzudur.”

“Boş işler, boş sözleri gerektirir.”

“Büyük kardeş baba yerindedir.”

“Adil insan, sahip olduklarından gaflete düşmeyen kimsedir.”

“Sözünü ettiğin kimse hazırsa künyesini, hazır değilse ismini zikret.”

“Herkesin dostu onun aklıdır; düşmanı ise cehaletidir.”

“İnsanlara muhabbet beslemek aklın yarısıdır.”

İmam Muhammed Taki

Dokuzuncu imam olan İmam Muhammed Taki, 811 yılında doğmuştur. 835 yılında ise şehit edilmiştir. İmam Muhammed Taki, genç yaşına rağmen büyük bilgi sahibiydi. Onun bilgisini kıskananların başında devrin kadısı Yahya geliyordu. Kadı Yahya, dokuzuncu imam Muhammed Taki’yi toplum içinde küçük düşürmek, ona gösterilen sevgiyi, ilgiyi kırmak için toplantılar tertiplerdi. Bu toplantılarda Muhammed Taki, bilgisiyle adeta orada bulunanları büyülerdi.

Dokuzuncu İmam Muhammed Taki, kendi ecdadlarının yolundan gitti. Ve bu yol uğruna şehit edildi.

Bir gün bir şahıs seyyid olduğunu yani Hz. Ali soyundan olduğunu söylemişti. Kendi aralarında bundan nasıl emin olacakları tartışması yapıldı. Ve sonunda İmam Muhammed Taki’ye sorulmasına karar verildi. İmam Muhammed Taki de, bunu bilmenin ancak bir yolu olduğunu bu yolun da, seyyid olduğu iddiasında bulunan kişinin aslanlara görünmesi olduğudur. Eğer aslanlar o kişiye dokunmazsa, o kişi seyyiddir. Bunu duyan şahıs hemen seyyid olmadığını itiraf etti. Kuşku sahipleri ise bu defa Muhammed Taki’yi denemeye karar verdiler.

Aslanların kafesine konulan dokuzuncu imam Muhammed Taki’ye aslanların saldırması bir yana aksine onlar gelip imamın önünde kedi durumuna geldiler.

“İlim bir hazine, susmak ve sormak ise onun anahtarıdır.”

“Halk, başındaki insanların düzelmesi ile düzelir. ”

“Söven sövülür, kızan belaya çatar.”

“Fırsatlar bir ganimettir.”

İmam Ali Naki

Onuncu imam Ali Naki, 829 yılında doğmuştur. 868 yılında şehit edilmiştir. İmam Ali Naki’de diğer imamlar gibi yaşamı boyunca bu yolun gereklerini yerine getirmek için çalıştı. Ehlibeyt belki dünyevi anlamda İslamiyet’e yöneticilik yapmadı. Ama İslamiyet’in inanç yönünü belirleyen ve İslamiyet’in aydınlık yolunun insanlar tarafından bu kadar kabullenilmesinde Ehlibeyt önderdir. Çünkü Emevi ve Abbasi halifeleri, yönetimde oldukları tarih boyunca hep zevk u sefa için çabaladılar. İstisnalar kaideyi bozmuyor. Dünya malına tamah gösteren, kendini dünyevi zevklerin yerine getirilmesi için yaşatan bu kanlı saltanat sahipleri, her daim karşılarında Ehlibeyt’in ulu şahsiyetlerini buluyorlardı. Bu yöneticilerin çoğunluğu iktidar mücadelesi için çok kötü hâllerde öldürüldüler.

İşte bu saltanat sahiplerinden olan Abbasi halifesi Müttevekil, onuncu imam Ali Naki’yi küçük düşürmek için sarayına çağırdı. Aslında çağırma değil, emirdi. İmam Ali Naki saraya gitti. Bu sırada zevk alemlerine dalmış olan Müttevekil, İmam Ali Naki’ye içecek ikram etti. İmam Ali Naki bunu kabul etmedi. O güne değin kimse halifeyi reddetmemişti. Halife bu defa şiir oku dedi. İmam Ali Naki şiirde yetersiz olduğunu söyledi. Halife Müttevekil bağırarak okumasını emretti.

Onuncu İmam Ali Naki, tarihe geçen şu mısraları okudu:

“İnsanlar korunmak için dağ tepelerine tırmandılar
Yiğit kişilerdi ama o tepeler sağlamadı onlara yenildiler
Yüceldiler sonra düşürüldüler çukurlara yerleştiler
Ne de kötü yerlerdi onların yerleştikleri yerler
Gömülüp gittiler sonra da bir feryat eden bağırdı artlarından
Nerede bilezikler, nerede taht-taç, nerede süsler-püsler?
Hani vaktiyle nazlarla, nimetlerle perdelenirdi o yüzler
Mezar, bu soruya açık seçik cevap veriyor ve diyor ki;
Şimdi o yüzlerde kurtlar oynaşmada
Kurtlara yem olmuş o yüzler
Nice zaman yediler, içtiler, geçindiler
Şimdi ise dünya onları yer içer
Nice zaman evlerde barındılar, oturup mutlandılar
Şimdi ise evlerden de ayrıldılar, ehilden ayalden de geçip gittiler
Bunca zaman hazineler yığdılar, mallar biriktirdiler
Derken mallarını mülklerini düşmanlarına dağıttılar, bittiler.
Evleri bomboş, içindekilerse mezarlarında yatıyorlar.”

İmam Hasan Askeri

On birinci imam Hasan Askeri 846 yılında doğmuştur. 874 yılında ise şehit edilmiştir.

On ikinci imam Muhammed Mehdi 869 yılında doğdu. On ikinci imam Muhammed Mehdi’nin doğacağı, hadislerle daha önceleri söylenmişti. Bunun farkında olan Abbasiler, İmam Hasan Askeri’yi sürekli gözetim altında tuttular. İmam Muhammed Mehdi bu sebeplerden dolayı gizlenmek zorunda kaldı. Buna “Gaybet-i Suğra” yani küçük gizleniş, kaybolunuş denir. Bu sürenin ne kadar olduğu bilinmiyor. İmam Muhammed Mehdi, bu süre zarfında sadece ashabıyla konuşur. İkinci gizlilik ve kayboluş dönemi ise günümüze dek sürmektedir. Buna “Gaybet-i Kübra” yani büyük gizleniş denir. Bu inanca göre on ikinci imam Muhammed Mehdi, haksızlıklara, kötülüklere, zalimliklere karşı ortaya çıkacaktır.

İmam Muhammed Mehdi

On ikinci imam Muhammed Mehdi 869 yılında doğdu. On ikinci imam Muhammed Mehdi’nin doğacağı, hadislerle daha önceleri söylenmişti.

İslam tarihinde sadece Aleviler için değil, Ehli Sünnet cemaati için de en çok tartışılan konuların başında Mehdilik konusu gelir. Nitekim tarih boyunca ve günümüzde de birçok kişi Mehdilik iddiasında bulunuyor.

Alevilikteki Mehdilik inancı, bir inanç esasisidir. On İki İmamların sonuncusu olan ve şu an Gaybet-i Kübra olarak anlaşılan, yani büyük kayıp döneminde bulunan İmam Mehdi elbette zamanın sahibi olarak (Sahib-i Zaman) zuhur edecek, meydana gelecek insanlığın Hak inancına tabi olup hakikati bulmasını sağlayacaktır.

Zamanın sahibi olarak haksızlıkların giderilmesini, insanlığın bolluk ve bereket içinde, refah ve huzur içerisinde, barış ve kardeşlik içerisinde yaşamasını sağlayacaktır.

Ondört Masum-u Pak kimlerdir?

Henüz çocuk yaşta iken zalimce katledilen ondört çocuğun adıdır. Onlar masumluğun, saflığın sembolüdürler. Ondört Masum-u Pak, Alevi toplumu için masumiyetin temsilcileri olmaları ile günlük yaşam içinde dahi anılırlar. Ehlibeyt ve Oniki İmamlar’ın evlatlarıdırlar.

Ondört Masum-u Pakların isimleri ve şehadetleri:

  1. Muhammed Ekber: Hz. Ali’nin oğludur. Henüz 40 günlük iken Hz. Ali’yi Ebubekir’e biat ettirmek için evine baskın düzenleyen Ömer’in adamı olan Tahir tarafından kapı Hz. Fatma’nın üzerine devrilir. Bu esnada Fatma Ana’nın kucağında bulunan Ekber kapı altında ezilerek şehit olur.
  2. Abdullah: Hz. Hasan’ın oğludur. Yedi yaşında iken Muaviye’nin adamlarından Talha bin Amir tarafından şehit edilir.
  3. Abdullah: Hz. Hüseyin’in oğludur. İki yaşında iken Kerbela ‘da Erzak Dımışki tarafından şehit edilir.
  4. Kasım: Hz. Hüseyin’in oğludur. Üç yaşında iken Kerbela ‘da Hezime Kahl tarafından şehit edilir.
  5. Ali Asgar: Kerbela kıyımında bir yaşındaydı. Babası Hz. Hüseyin tarafından su verilmesi için Yezid ’in askerlerine gösterilir. Bu esnada İbni Sadi’nin emriyle Harmele adında bir okçu tarafından şehit edilir.
  6. Kasım: Zeynel Abidin’in oğludur. Üç yaşında iken Bekir İbni Ur tarafından şehit edilmiştir.
  7. Ali Eftan: Beşinci İmam Muhammed Bakır’ın oğludur. Altı yaşında şehit edilir.
  8. Abdullah: Altıncı imam Cafer Sadık’ın oğludur. Üç yaşında İbni Mercan tarafından şehit edilir.
  9. Yahya Hadi: Altıncı imam Cafer Sadık’ın oğludur. Üç yaşındayken Abbasi hükümdarının huzurunda şehit edilir.
  10. Salih: Yedinci imam Musa Kazım’ın oğludur. Dört yaşında iken şehit edilir.
  11. Tayyip: Yedinci imam Musa Kazım’ın oğludur. Yedi yaşında iken şehit edilir.
  12. Cafer Tahir: Dokuzuncu imam Muhammed Taki’nin oğludur. Dört yaşında iken şehit edilir.
  13. Cafer: Onuncu imam Ali Naki’nin oğludur. Bir yaşında iken şehit edilir.
  14. Kasım: On birinci imam Hasan Askeri’nin oğludur. Bir yaşında iken şehit edilir.

Not: On dört Masum-i Pak deyimi  aynı zamanda Hz. Muhammed, Hz. Fatma ve On İki İmamlar için de kullanılıyor.

Onyedi Kemerbest kimlerdir?

Onyedi Kemerbest; Hz. Muhammed’e, Hz. Ali’ye, Ehlibeyte bağlı kırklar meclisinin üyeleri arasında bulunan, Hz. Ali tarafından kemerleri bağlanmış olan on yedi önderdir. On yedi Kemerbest ’in çoğu Ehlibeyt yolu için şehit olmuştur.

Onyedi Kemerbest ‘in adları:

  1. Selmani Farisi
  2. Ammar bin Yaser
  3. Malik Eşter bin Haris
  4. Muhammed bin Ebubekir
  5. Veysel Karani
  6. Abuzer Gaffari
  7. Harrim bin Haris
  8. Abdullah bin Yedi-Hazai
  9. Abdullah bin Adiel
  10. Abu el Hişam
  11. Haris Şeyhani
  12. Haşim bin Utbe
  13. Muhammed bin Abu Hazika
  14. Kamber hazretleri
  15. Murtefi bin Vezza
  16. Said bin Kays
  17. Abdullah bin Abbas

İlgili Bağlantı

https://www.sozunenguzeli.com/guzel-sozler/12-imam/.html

/sö

Go to Top