Al- Kummi’ye (Al-Makalat, s.55-60, 63) göre, 8.yüzyılın ikinci yarısında Küfe’de gelişip ortaya çıkan Şii-Gulat’tan (aşırı Şiiler, yani proto-Aleviler, Batıniler) Mukhammisa’nın (Pendatistler-Beşçiler, yani Ehlibeyt olarak tanınan Muhammed, Ali, Fatima, Hasan ve Hüseyin’i Tanrının yeryüzünde mazharları olduğuna inananlar.) bir çeşidi olan ve Ulyai ya de Albailer gibi, İmam Cafer Sadık tarafından reddedildiği söylenenen Küfeli aşırı Şii Başşer al-Şairi’nin izleyicileridir. Mukhammisa öğretisi, Nusayri inançlarının temelini oluşturur. Ancak, Louis Massignon’un geniş araştırmalarından çıkan sonuç ise, hem İsmaililerin hem de Nusayrilerin Hattabilerin mirasçıları olduğu yolundadır. Şehristani’de belirtilen Mufaddali’lerle olan ilişkisi de bunu göstermektedir.
Onuncu İmam Alaliyyün Naki’ye (827-868) yakınlığı ve onu izlediği bilinen Muhammed b. Nusayri’den (Ö.883) adını almıştır Nusayri Aleviliği. Onlarda Ali Tanrılık makamında, Muhammed onun Peygamberi, Salman ise ikisi arasında kapıdır. Ali mana (ilk ve gerçek anlam), Muhammed ism (bu gerçeğin adı), Salman bab (açıklayıcı gerçeğe götüren kapı) olarak nitelendirilir. Bu üçlem Nusayri Alevilerde Ayn-Mim-Sin (A-M-S) başlangıç harfleriyle ifade edilip kutsanır. (Farhad Daftary, The Isma’ilis, Their history and doctrines, s.100-101, Dipnt. 53,54).
En eski Nusayri metinleri olarak bilinen Kitab al-Haft (Yedi Kitap), 12.yüzyılın ilk yarısında, Suriyedeki kalelerinde, İsmaililerin Mustali koluna bağlı Tayyibi’lere yenilip onların aralarına karışmış Nusayri’lerden kalmadır. Bu yapıt, Mufaddal al-Sayrafi’ye (ya da Umar al-Cufi) atfedilen yapıtlardan en tanınmışı olan “Kitab al-haft wa’l-Azilla”dır. İmam Cafer’in batıni görüşlerini yansıtmaktadır. Hattabilerin bir kolu olan bunlar da Caferi, Ehlibeyt soyundan ve yaşayan İmam olarak tanrısallaştırıyorlardı.
Aynı şekilde 8.yüzyılda, İmam Bakır ve Cafer çevresindeki ilk heterodoks İslam (proto-Alevi) yorumcusu Abul Hattab ve çevresi tarafından, İmam Bakır’ın konuşmalarından oluşturulmuş Umm’ul-Kitab’ta Salman al Farisi’nin Salsal sıfatıyla Cebrail’in yeryüzündeki Hicab’ı (örtüsü), Ali ile Muhammed arasında Bab (kapı) olarak gösterilmesi, İsmaili Aleviliğinin olduğu kadar Nusayri Aleviliğinin de inanç temellerinin Hattabilere dayandığını açıklamaktadır. (Elbetteki tüm kümeleşme ve türevleriyle birlikte Heterodoks İslam olarak Alevilik, başlarda belirttiğimiz gibi, Halife Osman (644-656) döneminde Sabailikle başlamaktadır.) Burada sözünü ettiğimiz kitaplar Alevi inanç ve felsefesinin en eski iki yazılı kaynağıdır. Kitab al-Haft ‘ın, Nusayri Alevi dostlarımızın ellerinde bulunduğundan eminiz. Elyazmalarını şeyhler saklayıp göstermemiş olsalar da, bu kitabın 1970’de Beyrut’ta ikinci baskısının yapıldığını biliyoruz. Umm’ul-Kitab’ın ise 10.yüzyıl Pahlavi Farsçasıyla yazılmış kopyaları, iki büyük İsmaili ve Şii-Sufizm uzmanı tarafından tarihi ve içeriği açıklığa kavuşturulmuş, yorumlanmıştır. (Ummu’l Kitab’ı, sitemizde görüldüğü gibi, birkaç yılı alan çalışma ve incelemeden sonra bir uzmana çevirterek yorum ve açıklamalarla 2009 yılında yayınladık.İ.K.)
Aşağıda, hakkında geniş bilgi sunacağımız kitabın uygulayıcısı Abul Hattab b. Muhammed’dir. Yani İmam Bakır’ın hizmetinde bulunmuş, İmam Cafer’in “Benim bilgimin kasketisin. Kendimizi ve sırrımızı sana emanet ediyorum.” dediği kişidir. Cafer’in oğlu İmam İsmailin de öğretmeni, manevi babasıdır. Abul Hattab’ın bu aile ile ilişkisi, Muhammed’in kendi ev halkından, yani Ehlibeyt’ten saydığı Salman-ı Farisi’yle olan yakınlığıyla aynıdır. Diğer yandan Nusayri’nin İmam Naki ve oğlu Hasan ül-Askeri ilişkileri de aynı yakınlık derecesindedir. İmamlara açılan kapıdır (Bab) Nusayri b. Muhammed. Bu kitaplardaki birçok bilgi ve kavramlar, İmam Cafer Sadık Buyruğu, Hacı Bektaş Veli’nin Makalat’ı, Kaygusuz Abdal’ın risaleleri, Şah Hatayi, Pir Sultan, Kul Himmet vb. Alevi-Bektaşi ozanlarının nefeslerinde, deyişlerinde yansımaktadır. Hacı Bektaş Veli, 13.yydan beri Anadolu’da ve Balkanlarda yaşayan Alevi-Bektaşiler için nasıl Kutb’ul Evliya, yani veliler ulusu ve serçeşme ise, Muhammed bin Nusayri de, 9.yydan beri Kilikya bölgesinde (Adana, Mersin, İskenderun, Tarsus, Antakya) ve Suriye’de, Lübnan’da yaşayan Arap Aleviler için (Bünyamin de İran’daki Ahl-al Hakk’çı (Kürt) Aleviler için aynı makamdadır.) aynıdır. Hepsi de Ali donunda, İmam donunda yeniden dünyaya gelmiş ya da İmam’ı gözleriyle görüp onun Hücceti olmuş velilerdir. Zamanının yaşayan imamlarıdır ve tanrısal parçayı taşıdıklarına inanılır. Cemlerde okunan gülbengler ve duaların sonunda, Hünkar Hacı Bektaş Veli’den dilekler, muratlar istenip yardım beklenmesi neyi gösteriyor? Alevilik inancında velilik makamı tanrısal makamdır; veli sözcük anlamıyla da tanrının dostu, arkadaşı demektir. Veliden istenen yardım, rahmet tanrıdan istenmiştir. Alevilikte tanrının insanlaşması, insan-tanrı birliğinin, ya da tanrının nesnelleşmesidir bu.
Nusayri-Druzi Karşılaştırılması İnanç Felsefeleri Üzerine
On birinci yüzyıldan itibaren Nusayrilik, Fatımi halifesi al-Hakim’i (996-1021) al-Akl-al kulli, yani yaratıcı evrensel akıl ve son makam olarak tanrısallaştıran ve daha sonra Akl-ı Kulli’nin Hamza’da vücut bulduğuna inanan Druzi (ya da Drusi, gazetelerde yazıldığı gibi Dürzi değil) öğretisiyle karşılıklı etkileşim içerisine girmiş. Temelde kendisi de Hattabiliğe dayanan ve Heterodoks İslam’ın (Aleviliğin) bir kolu olarak Druziliğin, Nusayrilikle düşünce ve inanç yapılanmaları ve ritüllerinin büyük çapta benzeşim göstermesi çok doğaldır. Çünkü yüzyıllarca aynı bölgelerde yaşamakta ve aynı dili (Arapça) konuşmaktalar.
Hamza ve İsmail b. Muhammed al-Tamimi tarafından altı kitap halinde düzenlenmiş Druzi yazıları Nusayriler için de kutsaldır. Rasail al-Hikma (Akıl-hikmet, bilgelik kitapları) ya da al-Hikma, al-Sharifa adını taşıyan bu kitaplar inanç önderleri Şeyhlerin tekelindedir. Okumayanlar, kitapların nerede olduğunu ve doğal olarak içeriğini de bilmezler. Okuyanlar ise, nerede olduğunu değil, ama gerektiği kadarını sadece yola girecek olanlara anlatırlar. Çünkü bu kutsal yazılar aynı zamanda kutsal sırlarıdır. İnanç yapılanmasında toplum iki sınıfa ayrılır: Birincisi inanç ve tapınma gerçeklerinin içine, yani inandıkları gerçeklere götüren yola girmiş olanlar, yani Ukkal (akıllılar, bilgin kişiler anlamında). İkincisi ise, yola girmemiş ve kutsal yazıları okumalarına izin verilmeyen toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan “bilgisizler” anlamındaki Cuhhal (Cahil’in çoğulu) kesim. Her yetişkin Druzi ve Nusayri, önemli bir hazırlık ve duruşmadan sonra yola girebilir. Yola girince, inançsal yaşamı sıkı bir biçimde sürdürmek zorundadır. Akıllılar arasında daha fazla bilgi sahibi olanlara, topluluk içerisinde Şeyhler olarak, özel yetkiler verilmiştir. Onlar zamanlarının çoğunu, kutsal yazılardaki yola girecek olanlara ruhsal rehberliği gösteren, ayrıca topluluğun her türlü inançsal görev ve törenlerini yönetecek bilgileri içeren bölümlerini kopya etmekle geçirirler.
Ölüm ötesi ve Evren üzerinde kapsamlı öğretilere sahibolan Druziler ve Nusayriler, Tenasuh’a (Ruh göçü) inanırlar. Onlara göre, varoluşta ruhların belirli (tesbit edilmiş) bir sayısı vardır ve bütün ruhlar ölümden sonra derhal başka insanların vücutlarında yeniden dünyaya gelirler. Ancak Nusayriler Tenasuh inancında Druzilerden ayrılırlar. Nusayri Alevilere göre, günahkar kişilerin ruhları, diriliş dönüşümünü hayvan vücutlarında dünyaya gelerek tamamlar. (Farhad Daftary, agy, s.200)
Batılıların metempsychosis sözcüğüyle karşıladıkları tenasuh, Nusayri Alevilerinde çok önemli bir inançsal dogmadır: Her inanan kişi, Ali’nin yönettiği gökyüzünde, yıldızlar arasındaki alacağı yere ulaşmadan önce tam yedi kere beden değiştirir, ruhsal dönüşüm yaşar. Eğer ayıplanmaya layıksa, kabahatlarının bedelini ödemesi tamamlanıncaya kadar bir Müslüman ya da Hristiyan olarak yeniden doğar. Ali’ye tapınmamış inançsızlar ise çeşitli hayvanlar biçiminde tekrar hayata döner…
Bu ruhsal dönüşümü, Alevi-Bektaşi ozanlarının büyük çoğunluğu yazdıkları ‘devriye’ türü şiirlerinde işlemişlerdir. Ozanlardan birinin şiirinde geçen “Yedi kere dünya doldu boşaldı” dizesinde vurgulanan da bu don değişimleri olmalıdır. Öyleki bir çeşit, maddenin yokolmadığı, biçim değiştirdiği ilkesinin mistik yanılsaması ya da yansıtılmasıdır. Ruhsal dönüşüm ya da ruhun ölümden sonra başka bir vücutta geri döndüğü öğretisi, öbür dünya ve cennet-cehennem kavramlarını yadsır. Yani ruhların öbür dünyada ödüllendirilmesi ve cezalandırılması, büyük yargılama günü diye birşey yoktur, anlamına gelir. Zaten Heterodoks İslamın (Aleviliğin) bütün kollarında Ortodoksizmin yargılama günü, cenneti ve cehennemi nesnel dünyaya taşınmış ve burada olduğuna inanılmaktadır. Değişik biçimlerdeki toplu tapınmalarında, yola giriş törenlerinde bu yargılamalar, ödül ve cezalandırılma sonuçlarıyla herzaman yaşanır. Ruhların, insan ve hayvan vücutlarında dünyaya dönüşleri de ödüllendirme ve cezalandırmanın bir diğer dünyasal versiyonudur.
11.yüzyılın ikinci yarısı ve 12.yüzyılın ilk çeyreğinde yaşamış Şafii-Sünni yazar Abdul Kerim el-Şehristani, İshakilerle birlikte ele aldığı Nusayriler hakkında verdiği bilgiler de dikkat çekicidir: “Kurucularının adlarıyla anılan ve onların öğretilerini savunan topluluklardır, diyor; her ikisi de Peygamber ailesinin bireylerini tanrısallık kavramı içerisinde değerlendirirler.”
Bu değerlendirmeyi, yani Ehlibeytten herbirini tanrı olarak görmelerini; ruhların dönüşümüne, ölümden sonra bir bedenden diğerine geçerek yeni cisimlenmelerle ortaya çıktıkları ve yeni bedensel biçim kazandıkları inancına bağlamaktadır. Daha da önemlisi, Cebrailin insan donunda Peygambere görüldüğüne, yani bazı insanların kişiliğinde görünüm alanına çıktığına inanılmasıyla da ilişki kuruyor.
“Ancak bu bedensel ortaya çıkıştan büyük kötülük de doğabililir” diye karşı düşüncesini açıklıyor Şehristani: “ O zaman, insan biçimine girmiş olan Şeytandır. Nusayriler ve İshakiler bu değişim ve dönüşümleri, Tanrının bir bedende biçimlenip, cisimlenerek görünüm alanına çıkışı olarak algılamışlardır. Onlara göre Tanrı, Peygamberden sonra Ali ve imamlık makamındaki çocuklarının biçiminde görünür. Onların ağzıyla konuşur, onların elleriyle dokunur… Tanrısal sırların batıni yorumlarını ilgilendiren herşeyde, Ulu Tanrıdan doğrudan geçen tanrısal yardımcılığın (d’une assistance divine) başrolünü daima Ali oynar.”
Ayrıca Şafii yazarın doğal olarak karşı çıktığı, Nusayrilerin tanrının gözle göründüğünü, (yorumlayarak) çıkardıkları Muhammed’in hadisini de veriyor: “Gerçekten Peygamber, ‘vicdanlar dahilinde yanıt verecek yalnızca Ulu Tanrı olduğu halde, ben görünenler üzerine yemin ederim.(Je juge sur ce qui est apparent, tandis que Dieu est le seul a répondre a l’intérieur des conciences)’ demiştir. Ancak onlar, Peygamberin sadece puta tapanlarla savaşırken zorunlu olarak söylediği bu sözden çıkan sonucu görüyorlar…Ayrıca Ali’yi, Muhammed’e şu tebliği verdiğini ileri sürerek, İsa ile karşılaştırmaktadırlar: ‘Eğer, insanların İsa konusunda yaptıkları yanlışlara düşmelerini görmekten çekinmeseydim, senin üzerine bazı niyetler tutacaktım” (Al-Shahristani, (Fransızca’ya çev: Jean Claude Vadet), Kitab al-Milal, Les Dissdences De L’Islam (İslam’da Fikir Ayrılıkları), Paris-1984, s.308)
Baştan belirtmeliydik ki Nusayrilik, Ali tanrısallığına bağlı olarak ilk kez Sabailikle ortaya çıkan Heterodoks İslamın (Aleviliğin), en az değişime uğramış ve 1350 yıllık batıni öze en fazla sadık kalmış koludur. Ancak yine belirtmek gerekir ki, tarih boyu inacının felsefesini, kurum ve ilkelerini kendi topluluğunun bir kesimine (Cuhal, yola girmemiş olanlar) bile açıklamamayı ‘Sır saklama’ kutsal yaptırımına bağlamış. Çok kere yaşadıkları topraklara egemen olan baskıcı Ortodoks inançlı (Şii-Sünni,Hristiyan) toplum ve yönetimlere takıyye ile uyum sağlamaya gitmiştir. Belki de bugün Suriye ve Türkiye’de yaşayan Arap halklarından 3 milyona yakın Nusayri Alevisi, böylesi bir inanç siyasetiyle varlığını sürdürebilmiştir.
Nusayri öğretilerinin felsefi ayrıntıları, Ali inancının temel ilkeleri ve tapınma kurumları Kitab al-Macmu isimli anonim kitapta toplanmıştır. Yüzyılın başında R. Dussaud tarafından, “Nusayrilerin Dini ve Tarihi” (Histoire et Religion de Nosairis, Paris-1900) başlığı altında Fransızca’ya çevrilmiş olan bu kitaptan bazı bilgiler geçerek, şimdi Nusayri Aleviliğini daha yakından tanıyalım:
“Nusayriler tıpkı İsmaililer gibi zaman boyutunu, her biri kendi tanrısal mazharına (görünüm alanına çıkmış bir tanrıya) sahip yedi devreye bölerler. (Bu, Harran Sabenlerinin inanç öğretisini andırır; bu öğretide yaratıcı, özünde tektir fakat bedenler içinde nesnellik kazanmalarıyla artmış ve bu vücutlar dünyayı yöneten yedi gezegen olmuştur.) İsmaili ve Druzilere göre, her dönüşüm içinde yeni dinin emanet edildiği natık (konuşan, bildiren, tebliğci) olarak bir peygamber gözükür. Natık, birincisi esas (temel, asıl) olan yedi kişilik içinde artış gösterir. Esaslar, İsmaili ve Druziler arasında (Ali dışında) natıklar’a oranla daha aşağı derecede görülür. Nusayrilerde ise esaslar( Abel, Seth, Joseph, Joshus, Asaph, Peter-Shemaun ve Ali), natıklar’dan (Adem, Nuh, Yakub, Musa, Süleyman, İsa ve Muhammed) daha üst derecede sayılırlar. Yedinci devrin (dönüşümün) esas’ı Ali, tanrılaşmış ve İsa için verilen “söz-kelime (logos)”yi çağrıştıran, Ma’na (anlam, düşünce) sıfatını taşımaktadır.”
“Ali İbn Abu Talib doğurularak dünyaya gelmedi: O tek ve ölümsüzdür, bütün zamanlarda mevcuttu. Onun özü nurdur, ışıktır; yıldızlar parıltısını ondan alır. O, nurların nurudur. Bütün sıfatlardan münezzeh ve yardımcılardan yoksun olan o kayaları parçalar, denizleri geri çeker ve işleri olayları yönlendirir. İmparatorlukları yıkan da odur. O gizlidir, kapalı değil, yani tanrısal özünün doğası gereği gizlidir, ama bir örtü altında değildir. O düşüncedir, ma’na’dır. Ali, konutu (mesken) ve örtüsü (hicab) olan, İsm diye çağırdığı Muhammed’i yarattı. Muhammed dönüşünde, onun nurunun nurundan Salman-ı Farisi’yi yarattı ve onu Ali’ye açılan kapı (bab) yaptı. Ona propagandasını emanet etti.” (Kitab al-Majmu, Fr.Çeviri: René Dussaud, Histoire et Religion de Nosairis, Paris, 1900, s.162 vd.)
Nusayrilik, Ortodoks İslamın kelime-i şehadet formülünü, ‘Ali İbn Abu Talib’ten başka tanrı olmadığına şehadet ederim (Eşhedü enne la ilahe illa Ali İbn Abu Talib)’ biçimine sokmuştur. Dussaud, Ali al-A’la (yücenin yücesi, en yüce) ile eski Yunanlıların Adonis adını verdikleri eski Fenike tanrısının Elyum (en yüce) sıfatı arasında bir karışım olabileceğini varsaymaktadır. Ona göre Nusayriliğin Ali (ma’na, gökyüzü), Muhammed (İsm, güneş), Salman (hicab, ay) Tanrısal Üçlüsü, Hrıstiyanlık Üçlüsünden daha eski Suriye-Fenike kültleri, özellikle Palmyra tanrılarını anımsatır; gök tanrısı Ba’al Shamain, güneş tanrısı Malakbel, ay tanrısı Aglibol… Nusayriliğin yola giriş törenlerinde tanrısal üçlü Ayn, Mim, Sin başharfleriyle temsil edilir… Kitab al-Macmu’ya göre Muhammed’in yarattığı ‘kıyaslanamaz eşsizler’ olan Beşler devirlerinde dünyayı yaratan beş gezegendir. Nusayriler akıllı ruhları olmayan kadınların ölümsüzlüğüne inanmazlar. İçki kullanmanın caiz olduğuna inanırlar. Yola giriş törenlerinde şarap önemli rol oynar. Bu arada belirtmek gerekir ki, yola girmemiş Nusayriler arasında Khodhr (Hıdır-İlyas, Hızır) da yola girmişler arasında Ali’nin olduğu kadar benzersiz mükemmellikte bir tanrısal addır.
Ayrıca Nusayriler de kendi aralarında dörde ayrılıyorlar: Yabancı etkilere açık ve kendi dışındakilerle en fazla ilişkisi olan (adlarını Ali’nin el-Haydar (arslan) sıfatından alan) Haydariler, Şamaliler, Kalaziler ve Gaybiler. Şamaliler, gökle aynılaştırdıkları tanrı Ali’nin, Muhammed’i temsil eden güneşin içinde oturduğunu (sarayının güneşte olduğunu) ileri sürerler. Yukarıda belirttiğimiz gibi bu inanç eski Palmyra tanrısı Ba’al Shamaim’i (Grekler bu tanrıyı Helios (Güneş) adıyla anmışlardır) çağrıştırmaktadır.
Şamaliler, güneşle aynılaştırılmış ve ışık aracılığıyla Ali ile birleşmiş, fakat görünüm alanına ayrı çıkan Muhammed’e tapınmaları daha fazla ayrıntılanır. Kalaziler ya da Kamerilere göre de ay, Ali’nin sürekli oturma yeridir; şiirlerle ve şarapla kutlarlar. Saf şarap içerek, kendi mecazi söylemleri içinde ay ile çok yakın dostluğa ulaşırlar. Bazı yazarlar bu ay inancında da eski Suriye ay tanrıçası Astarte’nin izleri olduğunu ileri sürerler. Kalaziliğin kurucusu Şeyh Muhammed İbn Kalazi’dir
Dördüncü grup olan Gaybiler ise, tanrı Ali ile görünüm alanına çıktığı, sonra da gözden kaybolduğuna inanırlar. Şimdiki zaman da gayib (görünmez) dönemidir. Böylece onlar Tanrıyı (Ali), görünmezliğinden dolayı, diğerlerinde olduğu gibi gökyüzü ile, havayla aynılaştırmaktadırlar.*
İsmail Kaygusuz
* Nusayriler hakkında bilgi veren eski ve yeni bazı kaynaklar
1-Al-Nawbakhtı, al-Firak,s.78;
2-Al-Kummi, al-Makalat, s.100-101;
3-Al-Askari, al-Makalat, s.15
4- Al-Majmu, Çeviren: René Dussaud, Histoire et Religion de Nosairis, Paris-1900
5- René Basset, “Nusayris” ERE Vol.3, s.417-419
6- Louis Massignon, “Bibliographie Nusayri”, s. 913-922; “Nusayris” EI Vol. 3, s.963-967: “Les Nusayris”, L’Elaboration de l’Islam, s. 109-114.
7- Heinz Halm, Die Islamisch Gnosis, Munich-1982, s.284-285
8- W. Kadi, Alawi, EIR Vol. 1, s.804-806
9- R. Dusssau, Histoire et Religion de Nosairis, Paris-1900’
Kaynakça
http://ismailkaygusuz.com/index.php/makalelerim/arastirma-inceleme-makaleleri/422-422
/sö