Alevi edebiyatında çok önemli bir yere sahip olan Kul Himmet, yedi büyük ozandan birisidir. Kul Himmet 16. yüzyıl ozanlarındandır. Kimi araştırmalara göre ise 16. yüzyılın sonlarıyla, 17. yüzyılın ilk yarısında (Ana Britanicca; İlgili Madde) yaşamıştır. Yaşamı hakkında çok fazla kaynak bulunmamaktadır.

Kul Himmet, Tokat’ın Almus İlçesi’ne bağlı Varsıl (bugünkü adı Görümlü) köyündendir. Ozan bu köyde doğmuş ve burada ölmüştür. Mezarı da bu köyde bulunmaktadır. Bugün halen Kul Himmet’in soyundan gelen insanlar bu köyde yaşamaktadırlar.

Kul Himmet, yaşadığı dönemde Anadolu’yu baştanbaşa dolaşmış ve Anadolu insanının yaşamını yakından gözlemlemiştir. Yaşadığı dönemde, Anadolu’da yaşanan siyasal ve toplumsal olaylara karşı duyarlı olmuş ve birçok siyasal olaylara karışmıştır. Şiirleri, görüşleri ve düşünceleriyle, Anadolu halkını etkilemiş ve onlara önderlik yapmıştır.

Kul Himmet, Pir Sultan Abdal’ın mürididir. Ozan, Pir Sultan’a özüyle bağlanmış, Pir Sultan’ı önder ve Pir görmüş ve ondan çok etkilenmiştir. Kul Himmet, Pir Sultan’ın vermiş olduğu toplumsal savaşımda, her zaman onun yanında olmuştur. Pir Sultan’ın, Hızır Paşa tarafından (1590 yılında ?) astırılmasından sonra, onun kavgasını sürdürmüş ve düşüncelerinden ödün vermeden, kendi öz benliğini korumuştur. Bundan dolayı da, Alevi ozanları arasında çok önemli bir değere ulaşmıştır. Özellikle coşkulu şiirleri ve yürekli davranışlarıyla yaşadığı dönemin önderlerinden biri olmuştur.

Kul Himmet, Hacı Bektaş Veli’nin dergâhına gelmiş, orada bir süre hizmette bulunmuş ve burada dervişlik yapmıştır.(Şimşek Mehmet; Age; Sayfa: 161).

Kul Himmet, neden “Kul” mahlasını kullanmıştır? Bu sorunun net bir yanıtı bulunmamaktadır. Kul, Bâtıni anlamda, mürşidine, pir’ine, bağlılık demektir. Günlük dildeki anlamı ise, bir başkasının egemenliğine girmiş, kendisine yabancılaşmış, edilgen ve bağımlı olan insan demektir. Ama buradaki “kul” anlamı, tamamen, üstadına, pirine bağlılığı ifade etmektedir. Gönül bağıyla bağlılık demektir. Burada “zoraki ve çıkar ilişkisine dayanan, bir bağı ve anlayışı değil, bir öğretinin, bir inancın yürütülmesine ve yayılmasına dönük, hizmet etme anlayışını ortaya koymaktadır. Zaten Kul Himmet, Hacı Bektaş Veli’nin dergâhın da gönüllü olarak çalışmış ve bilinciyle, birikimiyle o dergâha hizmet etmiştir. Kendisi bağımlı değil, bağlı olan yani düşünsel ve inançsal anlamda beslenen ve besleyen bir anlayışı sergilemektedir. Burdaki “kul” vurgusu, mürşide duyulan sevginin ve saygının belirtisini yansıtan bir söylemdir.

Kul Himmet’in şiirleri incelendiğinde O’nun Şah Tahmasp (Şah İsmail’in oğlu 1514– 1576) ve Şah Abbas (1557–1628) dönemlerinde yaşadığı söylenebilir. Kul Himmet’in şiirlerine 1608 yılında yazılan “Menakıbü’l – Esrar Behçetü’l – Ahrar” (gönüldeki, bilinçteki, gizli öykülerin (gizli bilgilerin) özgürce açığa vurulması anlamında), (bu eser, Buyruk” adıyla da tanınır) adlı kitapta rastlanması, ozanın yaşadığı çağı aydınlatması bakımından önemlidir. Buna göre Kul Himmet’in 1600’lü yıllarda yaşadığı ortaya çıkmaktadır.

Deli gönül Şah Abbas’ı arzular

Her andıkça azalarım sızılar (Cahit Öztelli, Pir Sultan’ın Dostları, Özgür. Yay. 1984 S. 39)

Yeriş İmam Abbas, cenab-ı âlim

Onlardan gayrı kimim var benim (Öztelli, age, s. 39)

Öztelli, söz konusu kitabında, Kul Himmet’in, şiirlerinde hem Şah Tahmasb (1514-1576)’tan, hem de Şah Abbas (1571-1628)’tan söz ettiğini söyleyerek, Kul Himmet’in her iki Şah döneminde de yaşadığını söylemiştir. (Öztelli, age, s. 39)

Yukarıdaki dizelere baktığımızda, Öztelli’nin tespitinin yerinde olduğunu görüyoruz. Bu gerçeklik üzerinden hareketle, Kul Himmet’in 1550’li yıllarda doğmuş olabileceğini söyleyebiliriz. Pir Sultan Abdal’ın asılmasından sonra büyük acılar içinde kalan Kul Himmet, Şah Abbas’tan yardım beklediğini ve Şah Abbas’ın gelip kendilerini kurtarmasını istediği bu dizelerden anlaşılmaktadır. Şah Abbas, 1587 tarihinde yönetime gelmiş ve 1628 yılında ölmüştür. Bu durumda Kul Himmet’in bu tarihlerde hayatta olduğu görülmektedir. Pir Sultan Abdal’ın da, bu tarihten (1587 yılı ve sonrası) sonra asıldığını söyleyebiliriz.

Aleviler, her iki Şah’ı da saygıyla anmışlardır. Yavuz Selim ve sonrasında, Anadolu’da yapılan baskılar ve saldırılar sonucu büyük kıyımlar yaşandı. Birçok insan, yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda kaldılar. Büyük bir yoksulluk ve çaresizlik içinde bulunan halk, bir kurtarıcı arıyorlardı. Onlara elini Şah İsmail uzattı. Bu dost eli nedeniyle de, Anadolu’daki Aleviler, (o dönem Kızılbaşlar deniyordu) Safeviler’e bağlandı. Bu tarihlerde (yaklaşık, 1500-1630 yılları arası), gerek Şah İsmail, gerek Şah Tahmasb ve gerekse Şah Abbas, Aleviler için kurtarıcı olarak görülmüşlerdir.

Kul Himmet’im, mürit idim Dehmen’e

Özüm ulaştırdım, Sahip Zaman‘a

İradet getürdüm şah Tahmasb Han’a

Hüseyni’yiz, Mevali’yiz ne dersin (Öztelli, age, s. 37)

Yukarıdaki dizelerde, Kul Himmet’in, Şah Abbas‘ı, sahip zaman, yani zamanın (dönemin) sahibi, döneme etki eden, insanlara güven veren ve insanlığı kurtaracak olan bir kişi olduğunu söylemektedir.

Kul Himmet Dehmen’e mürit olduğunu da belirtmektedir. Mürit, bir pire, mürşide bağlanmak, onun söylemlerini uygulamak ve onun yolundan gitmektir. Dehmen sözcüğü, o dönem Alevileri tarafından Şah Tahmasb’a verilen isimdi. Ozan, bu dizelerde, Şah Tahmasb’ın yolundan gittiğini, Şah Abbas’a bağlı olduğunu belirtmektedir. Kul Himmet, Hz. Hüseyin’den yanayız, ezilen, hor görülen, dışlanan insanların yanındayız demektedir. Mevali, bir anlamda, o dönem Arap olmayan Müslümanlara verilen isimdi. Bir anlamda da, Hz. Ali’ye bağlı olanlar demekti. Diğer bir anlamda da “köle alıp-satan zenginler” demektir. Ozan, bu sözcüğü ilk iki anlamda da kullanmış olabilir. Ama “Mevali “ sözcüğünü daha çok ikinci anlamda (yani Hz. Ali’ye ve onun çocuklarına) kullanmış olması akla daha uygun düşmektedir.

Çoğunlukla, Kul Himmet’in şiirleriyle, Kul Himmet Üstadım’ın şiirleri birbirleriye karıştırılır. Oysa, ikisi aynı kişi değildir. Araştırmacı İbrahim Aslanoğlu bu iki ozanın farklı kişiler olduğunu şiirlerinden örnekleme yöntemiyle kesin olarak belirlemiştir. Kul Himmet Üstadım, Kul Himmeti önder, usta bir ozan olarak görmüş ve kendisi de bu mahlası (Üstadım’ı ekleyerek) kullanmıştır. Kul Himmet Üstadım (1779–1844) Sivas’ın Divriği İlçesi’ne bağlı Karageben köyünde doğup, orada ölmüştür. Oysa Kul Himmet’in 1500’lü yılların son çeyreğiyle, 1600’lü yılların ilk çeyreğinde yaşadığı sanılmaktadır. Bu ozanın Kul Himmet’le hiçbir ilgisi yoktur. Kul Himmet 1628 yılında öldüğüne göre, aralarında 151 yıl gibi bir fark vardır. Kul Himmet Tokat’lı, Kul Himmet Üstadım ise Sivas/Divriğilidir. Buna karşın bu iki ozanı aynı kişiymiş gibi gösterenlerde bulunmaktadır.

Kul Himmet’in yaşadığı yüzyılda, dünyada ve Osmanlı İmparatorluğu’nda çok önemli toplumsal olaylar yaşanmaktaydı. 1600’lü yıllarda Avrupa’da büyük toplumsal dönüşümler oluşmaktaydı. O yıllarda, Avrupa’da Kapitalizm, hızlı bir ivme kazanarak, feodalizmi tasfiye etmeye başlamış, toplumu dönüştürecek önemli teknik araç ve gereçlerde büyük buluşlar yapılmıştır. Diğer yandan gelişen Avrupa Kapitalizmi, yeni sömürgelerini yaratmış ve bu ülkeler hızla zenginleşmeye başlamıştır. Osmanlı ise, uyguladığı yanlış ekonomik ve toplumsal uygulamalar sonucunda gelişen Avrupa karşısında gerilemeye başlamıştır. Bu durum, Osmanlı yönetimini zor durumda bırakmış ve daha çok ekonomik kaynaklı olan bu zorlukları aşmak için, yönetim, çareyi halkı daha çok sömürmekte bulmuştur. Zaten çok zor koşullarda yaşayan Anadolu halkı, Osmanlı’nın bu hantal, üretimsiz ve kapalı ekonomik uygulamaları sonucunda büyük acılar ve ızdırap içindedirler. Halk yoksul ve çaresidir. Ama Osmanlı da halkı daha çok sömürmek için kararlıdır. Osmanlı, büyük ve hantal ordusunu ve hanedanını doyurabilmek için, sürekli üreten köylünün ürününe el koymuştur. Bu durum yani, Osmanlı ile Halk arasındaki ekonomik bölüşüm kavgası büyük isyanların, ayaklanmaların nedeni olmuştur. Osmanlının, her döneminde, büyüklü- küçüklü Halk ayaklanmaları ve isyanlar hep olagelmiştir. Bu olaylar Pir Sultan ve onun dervişi olan Kul Himmet döneminde (15. Ve 16 yüzyıllarda) de çok yoğun olarak yaşanmıştır. (Metin Turan, Ozanlık Gelenekleri ve Türk Saz Şiiri; 3.Bas; Ürün Yay, 1997).

“Kul Himmet’in iyi bir öğrenim gördüğü, çağının eğitim ve öğretim bilgileriyle donandığını şiirlerinden anlıyoruz.” (Cahit Öztelli, Pir Sultan’ın Dostları, Özgür Yay. 1984, S. 15)

Kul Himmet, bu dönemde yaşadığı toplumsal duyarlılıkları, düşünsel birikimleri ve kültürel yaşanmışlıkları dile getiren önemli şiirler yazmıştır. Dili akıcı bir Türkçedir. Dizeleri İnsanda duygu yoğunluğu yaratır. Sözleri anlamlı, bilgi yükleyen ve düşünce üreten bir yapıdadır. İletileri, barış, dostluk, zenginlik ve insanca yaşamı içerir. Kul Himmet bu yönüyle ulu bir ozandır. Şiirlerinde tasavvuf ve bâtıni değerler çok önemli yer tutar.

Kul Himmet, kendisinden sonra yaşayan ozanlar üzerinde de büyük etkiler bırakmıştır. Ürettiği eserlerle insanların belleğinde hep yaşamış ve yaşatılmıştır. Özellikle Alevi-Bektaşi öğretisine yapmış olduğu katkı dolayısıyla, bu kesim tarafından çok saygın bir yer kazanmıştır. Kendisi, Hatayi’nin ve Pir Sultan Abdal’ın etkisinde kalmıştır. Alevi-Bektaşi edebiyatında çok önemli bir yere sahiptir.

Niyaz kılın Pir Sultan’a,

Pir’ime Her kul dayanır mı, böyle zulüme?

Zayıf Yusuf, melhem etsin yarama

Göremedim Pir’imi, dertliyim dertli… (Öztelli, age, s. 22)

Yukarıdaki dizelerden de anlaşılacağı gibi, Kul Himmet, Pir Sultan’a gönülden bağlı birisidir. Kendisini, O’nun hizmetine sunmuş ve onun düşünsel gıdasını benimsemiş ve bunları yaşatmaya çalışan bir insandır. Pir Sultan’ın asılması nedeniyle, özünde duymuş olduğu acıyı, kederi ve üzüntüyü dizelerine yansıtmıştır. Cahit Öztelli de söz konusu kitapta, Zayıf Yusuf’un kim olduğu bilinmemektedir diyor. Ozan burada “Zayıf Yusuf, melhem etsin yarama” derken, bu insanın o dönemde, önemli ve etkili bir insan olduğunu ortaya koymaktadır. Bu kişinin, Kul Himmet’e ve Pir Sultan Abdal’a yakın olduğu ortadadır. Ozan, Pir Sultan Abdal’ı yitirmenin vermiş olduğu sonsuz elemi özünde yaşamakta olduğunu bu dizelerde ortaya koymaktadır.

Kul Himmet, tasavvuf bilgisi, bâtıni yorumu ve güçlü vurgulamalarıyla çok önemli bir ozandır. Alevilik öğretisini şiirlerinde yoğun bir şekilde işlemiştir. Alevilik öğretisinin Tanrıİnsan anlayışına, şiirlerinde geniş bir şekilde yer vermiştir. Ozan, şiirlerini yalnız tasavvuf üzerine oturtmamış ve farklı konularda da ürünler vermiştir. Bundan dolayı da birçok farklı kesim tarafından şiirleri dillendirilmiştir. Halk tarafından, birçok şiirleri ağızdan ağıza türkü formunda seslendirilmiştir. Kendisinden sonra gelen ozan ve sanatçılar tarafından birçok şiiri müzik eşliğinde okunmuştur.

Kul Himmet’in şiirleri, Alevi-Bektaşi müziğinde, deyiş olarak cemlerde, sohbetlerde, muhabbetlerde seslendirilmektedir. Şiirleri televizyon ve radyolarda türkü olarak okunmaktadır.

Kul Himmet’in şiirlerinde, derin bir felsefi söylem olduğu hemen görülür. Şiirleri akıcı ve halk tarafından anlaşılır duru bir yapıya sahiptir. Hece ölçüsüyle şiirler yazan Kul Himmet, geleneksel şiir kalıplarını kullanmış, bu konuda ürettiği eselerler, kullandığı söz dizimlerinin birbirleriyle bütünselliği ve ahengi onun günümüze kadar yaşamasını sağlamıştır.

Kul Himmet’e göre, Tanrı insan suretinde kendini açığa vurmuştur. Hz. Ali Tanrı’nın suretini taşıyan bir ulu insandır. Diğer bir anlamda ozana göre, Tanrı, Hz. Ali’nin suretinde kendini açığa çıkarmıştır. Tanrı, insandan ayrı değildir. Ozana göre, tanrısal görüntü, Hz. Ali’de açık bir şekilde ortaya konmuştur. Hz. Ali, en olgun, en yetkin insandır. Bilgili, yiğit, paylaşımcı, adaletli ve dayanışmacı yanıyla Hz. Ali, tanrısal özellikleri yansıtan bir insandı.

Kul Himmet, toplumda ve insan ilişkilerinde sevgi anlayışını öne çıkarmıştır. Sevgi, insan olmanın en temel öğesidir. Sevgi olmadan, yaşama anlam katmak olanaksızıdır. Sevgi, aynı zamanda tanrısal bir değer taşır. Tanrı’ya yaklaşmak, Tanrı’yı yüceltmek için sevgi her zaman öne çıkarılması gereken bir değerdir. Sevgi olmadan, kardeşlik, dostluk, dayanışma, özgürlük, adalet vb. gibi değerleri yaşamın pratiğinde uygulamak olanaksızdır. Bu anlamda, Kul Himmet, sevgiyi her zaman öne çıkaran bir ozan olmuştur.

Kul Himmet’in, toplumu ve insanları uyarıcı şiirleri de bulunmaktadır. İnsanın kendisini bilmesi, kendi değerlerini başka insanların değerlerinden üstün görmemesi, her insanın değerine saygı göstermesi gerektiğini söyleyen Kul Himmet, her zaman toplumsal değerleri de savunmuştur. Şiirlerinde içtenlik, ahenk ve duyarlılık belirgin bir şekilde görülmektedir. Görüşlerinde samimi ve insanlara karşı içtendir.

Kul Himmet, toplumda barışı dile getirmiş, insan ilişkilerinin düzenli ve güven üzerine oturtulması gerektiğini söylemiş ve insanların eğitilip olgunlaşmasını savunmuştur. Ozanın, bu konuda birçok eserleri vardır.

ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLERLE DÜNYA GÖRÜŞÜ

Yüz yirmi dört bin peygamber evveli

Kurulmadan şu dünyanın temeli

Ay, gün yayılmadan evveli Mağrip’ten,

Maşrık’a doğan nur nedir? (Erdoğan Çınar; Aleviliğin Gizli Tarihi; Çiviyazıları Yay. 5. baskı 2006 Sayfa; 78) 

Kul Himmet bu dizelerde, Alevi-Bektaşi insancındaki evren ve varlık algısını dile getirmiştir. Dünyada hiçbir şey yokken, daha biyolojik anlamda yaşam bulunmuyorken, güneş, yıldız, ay, dağ, tep, ağaç vs. var olmamışken, doğudan, batıya enerji vardı. Yani, var oluşu gerçekleştirecek olan görünür evren, var olmadan önce, gizil konumda, yani potansiyel olarak bulunuyordu. Gizil yani örtülü, görünmeyen, gerçek olarak kendini açığa çıkarmamış olan görünmeyen evren, görünür olmadan önce de vardı. Ama onu, görecek boyutta bir bilinç bulunmadığından, o Batın (gizli) bir konumdaydı. Ama hiçbir şey sonsuzca aynı konumda bulunamaz. Çünkü her şey kendi karşıtına dönüşür. Var oluşun en temel yasası budur. Tohum ağaca, ağaç meyveye, meyve tohuma dönüşür ve döngü sonsuzca var olur. Ağacın, meyveye, meyvenin tohuma dönüşmesinin özünde bu yasa vardır. Maddenin oluşumunun özünde de bu olgu vardır. Bu aslında neden-sonuç ilişkisidir. Her neden bir sonucu doğururken, her sonuç da bir nedenin bitmez tükenmez devinimiyle meydana gelir. Nedenin doğurduğu devinime biz eylem diyoruz. Eylemsiz ve hareketsiz bir “şey” anlamsız ve değersizdir. Böyle bir evren modeli üretimsiz ve yaratımsızdır. Oysa her şeyin temelinde üretim vardır. Üretmeyen, yenilenmeyen, yerinde duran, aynı kalan hiçbir şey yoktur.

Madem ki her şey nedensellikler sonucunda var oluyor. Nedenselliği var eden şey nedir? Yani ilk neden nedir? Bu sorunun belki felsefi açıklaması olabilir. Ama bilimsel bir yanıtı bugünkü bilimsel aşamada net olarak verilememektedir. Bunun felsefi açıklaması ise herkesin dünya görüşüne göre farklıdır.

İdealist felsefecilere göre ilk neden “Tanrı”dır. Materyalist felsefecilere göre ise ilk neden diye bir şey söz konusu değildir. Çünkü evren yaratılmamıştır. Sonsuzca vardır. İlk neden değil, nedenler vardır. Olgular, olaylar, değişimler bulunur. Her şeyin nedeni “eylem”dir. Eylemin nedeni de karşıtların varlığıdır. Evrende ne olursa olsun her şey karşıtına döner. İşte şeylerin karşıtına yönelmesinde, gösterdiği devinime eylem denir.

Doğada, eylem sonsuzdur. Sonsuzluk, sonsuz sonların var olmasından oluşur. Bu da aslında her şeyin bir sonunun bulunduğunu, ama yok olmadığını göstermektedir. Çünkü yok da vardır. Bizim yok oldu dediğimiz bir şey, aslında başka bir oluşumu gerçekleştiren şeydir. Biz duyu organlarımızla her şeyi algılayamayız. Çünkü insan beyni her boyutu algılayamaz. Biz beynimizin algılayamadığı boyutu “yok” sanıyoruz. Örneğin “elektriği” ancak sonucuyla algılıyoruz. Ya ışık veriyor ya da ısıtıyor. Ama onu duyu organlarımızla algılayamıyoruz. Peki, elektrik yok mu? Elektrik var tabii ki. O maddenin görünmeyen yanıdır. Onu biz düşüncede açığa çıkarıyoruz. Sonuçlarıyla düşüncemize taşıyoruz. Onun gerçekliğine düşüncede ulaşıyoruz. Neden ve sonuç ilişkini kurarak, gizil konumda ki nesneyi (olguyu), aklımızla açığa çıkarıyoruz.

Ozanımız, yukarıdaki dizelerde, o günün düşünsel yapısı içinde, bu gerçekleri açıklamaya çalışıyor. Yani olayları, Bâtıni bir algıyla yorumluyor ve evrensel var oluşu kendi bakışıyla açıklamaya çalışıyor. Ozana göre her şey, her şeyden çıkmıştır. Var edici güç ise “enerjidir”.

Nice yüz bin yıllar kandilde durdum

Atanın belinden anadan geldim (Erdoğan Çınar; age; sayfa 80)

Ozan, bu dizelerde madde ve karşıt maddenin bilincinde olduğunu açıkça dile getirmiştir. Bizim algıladığımız maddi dünyanın dışında, algılayamadığımız ama gerçekten var olan karşıt madde de bulunmaktadır. Düşünce ve duygu boyutumuz bunu algılayamamaktadır. Biz buna, Bâtıni görüş diyerek, gizemci bir anlayışla bu karşıt maddeye, düşünceyle ulaşmaya çalışıyoruz. Bizim algıladığımız madde, aslında karşıt maddenin; karşıtına dönüşmesinin bir sonucudur. Madde, karşıt maddeye dönüşürken, karşıt madde de “madde”ye dönüşmektedir. Ama özünde her şey enerjidir. Ozan da, biz bedensel olarak dünyaya gelmeden önce nice bin yıllar kandilde, (gökyüzünde, yıldızın, galaksinin, güneşin, evrensel bütünlüğün içinde) “örtük” bir konumda bulunuyorduk. Orada bizi var edecek konuma geldiğimizde, açığa çıktık diyor. Her şeyin bir nedeni var. Bizim nedenimiz de annemiz ve babamızdır. Bir çocuğun dünyaya gelmesi, babasının ve annesinin karşıtlığında gizlidir. Bu iki karşıt güç ( sperm+yumurta) birleşerek gizli konumda bulunan cenin kendini var kılar. Bu her şeyde böyledir. Ozan, bu evrensel gerçekliği dile getiriyor.

Gâhî bulut olup göğe ağarsın

Gâhî yağmur olup yere yağarsın

Ay mısın gün müsün gökten doğarsın

Ilgıt ılgıt esen yel Hacı Bektaş (İsmet Zeki Eyupoğlu; Alevi-Bektaşi Edebiyatı; Der Yay.1991 sayfa 175)

Burada ozan, Hacı Bektaş Veli’ye olan sevgisini dile getiriyor. Ona olan sevgisini, var olan tüm maddelerle özdeşleştirerek, onu dirimselleştiriyor. Bulutun yağmura, yağmurun tekrar buluta dönüşmesini diyalektik bir olgu olarak sunuyor. Bulut yağmur, yağmur buluttur. Bulutun oluşması için güneş ışınları ve rüzgâr gerekiyor. Çünkü her şey birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Birbirinden kopuk hiçbir şey yoktur. İşte her şeyin, her şeye bağlı olması evrensel bir ilke olarak, tüm şeylere bütünlük olgusu sağlıyor. Bir, bütündür, bütün “bir”dir. Biri olmadan diğeri olmaz. Su olmasa, insan olur muydu? Işık ve ısı olmasaydı yediğimiz besinler olur muydu? Her şey her şeyin nedeniyken, aynı zamanda karşı nedenidir de. Hacı Bektaş Veli, bu bütünselliğin içinde, her zaman var olacaktır. O, bilinçlerimizi aydınlattığı sürece “kültürel kimlik” olara, bütünsel varlığın içinde, yani havada, suda, bulutta, yağmurda vs. her şeyin bulunmasıyla da “varlık” olarak aramızdadır. Bu gerçeği gören bilinç ancak bu olguyu kavrar. Bâtınilik, düşüncede gerçek olana erişmektir. Çünkü tüm oluşu dirimsel (maddesel) yönden anlamak olası değildir.

Gel berü, gel berü iman edersen

Gelme hakkın değil, güman edersen

Sırrın tercemandır iyan edersen

Zira halk içinde sırdır muhabbet. (İsmet Zeki Eyupoğlu; age; sayfa 176)

Ozan, yol öğretisinin çok önemli ve üstün değerler taşıyan düşünceler ve görüşler içerdiğini belirterek, bu görüşlere kaygıyla, korkuyla, endişeyle ve şüpheyle bakanlar bu yola girmesinler diyor. Çünkü Bâtıni görüşler ve düşünceler her yerde açıklanamaz. Gizlilik taşır. Her insan bu görüşleri anlayamaz. Söylenenleri anlayamayanlar öyle bir an gelir ki, onu söyleyene zarar verebilirler. Dolayısıyla da hem bu görüşleri açıklayan, hem de bu görüşleri savunan insanlara zarar gelebilir. Bunun için bu yolu seçenler, bu görüşleri her yerde açıkça dile getirmemeliler. Sır saklayan insanlar olmalı. Çünkü bu görüşler herkese açıklanamayan görüşlerdir. Bundan dolayı da herkesin içinde Bâtıni özellik taşıyan sohbetler edilmez. Alevilik “sırlarla” dolu bir inanç ve öğretidir. Bundan dolayı da simgeler ve sembollerle, bazı iletiler sunar. Bu sembole ve simgelerle verilmek istene iletileri herkes anlayamaz. Bunun içinde gizlilik gerekmektedir. Ozan, bu konuya vurgu yapmaktadır.

Mümin yola gelir yoldaşım gibi

Halimden bilirse kardaşım gibi

Müminin gönlü ibrişim gibi

Dolaştırma çözemezsin divane (Atilla Özkırımlı; Türk Edebiyatı Tarihi. 2. Cilt. S. 833)

Ozan, eğer inanan birisi benim inandığım ve savunduğum yola, yoldaşım gibi gelirse, beni anlarsa, görüşlerime değer verirse, görüşlerimi ve düşüncelerimi bilir ve beni bu durumdan dolayı dışlamazsa, kardeş gibi beni benimserse, dünya görüşümü hoş görürse o mümin de olsa yani inançlı bir sofu da olsa gelsin diyor. Ama ozan, mümin dostuna güven duymuyor. Onun  davranışlarını bir ipliğe benzetiyor. İplik nasıl ki dolaştığı zaman bir karmaşalık yaratıyorsa; ozana göre müminler de böyle karmaşık görüşler içinde olabiliyorlar. Ozan, böyle karmaşık ve güven vermeyen, kendi felsefesini suçlayan, ön yargıyla yok sayan bir mümine güven duyamayacağını belirtiyor ve asla müminin bu davranışını çözemeyeceğini söylüyor. Böyle bir davranışın boşuna bir çaba olduğunu dile getiriyor.

Kul Himmet’im eydür, Kırklar’a beli

Dilim methini söyler, aslımız deli

Evveli Muhammet, ahiri Ali

Ben Ali’den gayri bir er görmedim.( Hüseyin İlhan; Alevilik İnanç ve Kültür; Barış Mat.2005 sayfa; 46) 

Kul Himmet, kırklar ceminde bulunan ermişlere bağlı olduğunu, onların görüşlerini kabullendiğini açıklıyor. Sözleriyle bu ermişleri sürekli övdüğünü, onların görüş ve düşüncelerini başkalarına da aktardığını belirtiyor. Aslında bu görüşler öyle herkese açıklanacak türden görüşler değildir. Bunu açıklamak için ya çok cesur olmak ya da “deli” olmak gerekir diyor. Bizim önderimiz önce Muhammet, sonra ise Ali’dir. Ama ben Ali’den başka bir yiğit görmedim diyor. Hz.Ali’nin, yiğit, kahraman, cesur ve korkusuz olduğunu belirtiyor.

Gerçekten de “kırklar tasarımı” Alevi-Bektaşi öğretisinin gerek doğasal ve gerekse toplumsal diyalektiğinin simgesel bir anlatımı ve göstergesidir. Alevi- Bektaşi öğretisi bu tasarımla “ete- kemiğe büründürülmüş ve insanlığın görüşüne sunulmuştur. Burada, kırk kişinin aynı şeyleri yaşaması, kırk bedenin bir bedene indirgenmesi, aynı anda aynı duyguları ve aynı acıları paylaşması vs. görüşüyle toplumsal anlamda insanların bütünselliği, birliği, kardeşliği, hoş görülüğü, dostluğu, kardeşliği ve eşitliği savunulmuştur. Bu Alevi-Bektaşi felsefesinde ve inancında varmak veya gerçekleştirmek istediği toplumsal modelin prototipidir (küçük bir örneğidir.) Diğer bir anlamda, bu toplantıya, peygamberlik vs. gibi üstünlük belirten sıfatlarla girilemeyeceğini, nefsin, kibirin, büyüklük belirten davranışların, burada geçerli olamayacağı yönünde bir iletisi vardır. Kırklar Cem’i, oraya katılanları, aynı değerde, aynı ölçüde gören, eşit değerlerle buluşturan bir anlayışı ortaya koymaktadır. Bu anlamda, Kırklar Cem’i, dünyada ve toplumlarda, bütün insanları aynı değerde, eşit ve aynı ölçülerde görmek gerektiğini belirten simgesel bir duruşu ve“etik” davranışı simgeler. Ayrıca, içilen bir damla üzüm şerbetiyle kendilerinden geçerek “semah” a durmak, devinmek ve aynı eksende dönmek de, kozmik bir ileti sunmaktadır. Bu ileti “evrenim dönüşünün” simgesel anlatımıdır. Kul Himmet de, evrenin döngü içinde bulunduğunu, her parçanın bütünden geldiğini ve yine her parçanın da bütüne döneceğini, insanın evrenin özünü kendi benliğinde ve özünde taşıdığını, Tanrı’nın insan yüzünde göründüğünü belirtip, Hz. Ali’nin Tanrısal niteliklere sahip olduğunu vs. anlatmaktadır. Bu durumda “kırklar cemi” düşünsel ve söylencesel bir tasarımdır. Ozan, bu tür görüşleri ham ve olgunlaşmamış bir insana, anlatılamayacağını da belirtiyor.

Bu varlığa sebep oldu dilek

Yerle gök, Arş, Ferş, İns, Melek

On iki burçdur, dokuz çarh-ı felek

Perğârda dönüp oynayan nedir. (Buyruk; Çeviren; Mehmet Yaman sayfa; 114)

Ozan, bunca varlığın nasıl oluştuğunu sorguluyor. Her şeye bir nedensellik yüklüyor. Tanrı gizli ve kendisine yabancıyken, kendi varlığının bilincinden uzaktayken, bilinmek ve görünmek ve kendi gerçekliğini açığa çıkarmak istedi. Bu istek sonucunda evren oluştur. Tüm gök cisimleri, en yüksek gök katı, yeryüzü, insan, melek, bitkiler, hayvanlar, yıldızlar, on iki takımyıldızı, gökyüzünde belirli eksenlerde dönen dokuz yıldız veya gezegen vs. her şey Tanrı’nın özünden fışkırıp var olmuşlardır. Gökyüzündeki cisimler bir pergelin çizdiği yörünge gibi, gökyüzünde dönmektedirler. Evrende bulunan her şey dönmektedir. Kul Himmet, bu görüşleri dillendirmektedir. Burada “devriye” kuramı anlatılmaktadır. Her şey Tanrı’dan geldi, Tanrı’ya dönecektir. Tanrıda çıkış ve aşamalar şeklinde yükseliş ve yeniden gelinen ana kaynağa dönüş, sonsuzca devam edecek olan bu döngü… Evrensel gerçek budur.

Bu şiir on bir dörtlükten oluşmuştur. Ben buraya iki dörtlüğünü alıyorum. Bu şiirde Kul Himmet kendi dünya görüşünü yansıtıyor:

Zahit bu demeyi inkâr eyleme 

Ya niçin çağırır, insan hu deyu

Hu demenin aslı nedendir söyle

Gel edelim sana beyan hu deyu

Evvel ahiri bu Allahu Ekber

Cemali nurdan doğdu bu gevher

Muhammet Mustafa, İmam Haydar

Oldu bu gevherden Keyvan hu deyu (Bektaşilik Ve Edebiyatı; Besim Atalay; Ant. Yay.2.baskı. 1991; Sayfa; 101,102) 

Kul Himmet yukarıdaki dizelerde, Tanrı’nın yüceliğini, olgunluğunu ve yetkinliğini anlatarak, “hu” demenin anlamının bilinmesi gerektiğini vurguluyor. Ama ozan, bilgisiz ve kendi özünü kavrayamamış, kendisine yabancı olan Zahit’in (ibadet eden kaba sofu), Tanrısal gerçeklikten uzak olduğunu söylüyor. Tanrı’yı kendi özünde bulmayı bilmeyen kişiyi, gerçeği öğretmeye çağırıyor. Hû sözcüğü Arapça, dilimize girmiş, Tanrı anlamında bir sözcüktür. İbadet sırasında Tanrı adını anmak için söylenir. Tanrı adı, bilince taşınır. Bu sözcükle, Tanrı’nın, yetkinliği, ululuğu ortaya konulur.

İkinci dörtlükte ozan, her şeyin öncesinde ve sonrasında Allah vardır diyor. Her şey Allah’la başlar, Allah’a döner. Her şeyin Allah’ın ışığından veya enerjisinden var olduğunu belirten ozan, tüm şeylerin enerji olduğunu, var olan tüm şeylerin, cevherlerin bu enerjiden oluştuğunu söylüyor. Ozan, Hz. Muhammed’in ve Hz. Ali’nin de özlerinde, bu cevheri taşıdıklarını, en küçük maddeden en büyük maddeye kadar var olan tüm maddelerin, yani küçücük bir tozdan, yıldızlarlara kadar her maddenin, tanrısal cevherden meydana geldiğini anlatmaktadır. Kul Himmet, üstatlarından aldığı öğretiyle, burada panteist bir anlayışı sergilemektedir. Var olan her şeyin, Tanrı’dan oluştuğunu veya her şeyin Tanrı’yı yansıttığını dile getiriyor.

Ezel meclisinde, kırklar ceminde

Muhammed nuruna bezendi

Ali Kırklar ile bile Ayin-i Cem’de

Bu aşkın sırrına özendi Ali (Besim Atalay; age; sayfa; 103)

Kul Himmet, bu dizelerde Hz. Ali’nin Kırklar Cem’indeki, işlevini anlatıyor. Kırklar Cem’i; kırk kişilik evliyanın veya ermişin aynı anda, tek beden olarak Tanrı’nın varlığına ulaşmalarını anlatan sembolik bir anlatımdır. Kırklar Cemi, Hz. Ali’nin başkanlığında yapılmıştır. Buna göre, Hz. Muhammet oraya Peygamber sıfatıyla değil, halktan biri olarak daha sonra katılmıştır. Burada, birisinin duyduğu acıyı herkes duymuş, birisinin içtiği suyu, şerbeti herkes içmiş, birisinin yaşadığı duyguyu herkes aynı anda duymuştur. Buradaki mitolojik anlatımda, Hz. Ali, batıni anlamda, kendisini aşmış, Tanrı’yla birleşmiş, tanrısal olana varmış ve Hak’kı bilmiş ve en olgun aşamaya ulaşmıştır. Yani nurlanmış, ışıklanmıştır. Kul Himmet, Kırklar Cem’inde Hz. Ali’nin bu niteliklerini dile getirerek, Hz. Muhammet’teki ışığın Ali’de de görüldüğünü, bu durumun “kırklar ceminde” gerçekleştiğini söylemiş ve bu gizemi (Hakk’a ulaşan, kendisinin Hak’tan geldiğini gören) Hz. Ali’nin çözdüğünü belirtmiştir.

Hu deyip birliğe kuruldu erkân

Hakikate sürüldü dem ile devran

Semaha kalktılar cümle aşikan

Kırk kere meydanı, dolandı Ali (Besim Atalay; age. Sayfa; 104)

Kul Himmet, bu dizelerde yine “Kırklar Cemi”n de kurulan gönül birliğinden söz ederek, orada yolun(Aleviliğin) özünün, esasının yaşandığını, gerçeğe bu toplantıda ulaşıldığını, dem içerek (şerbet) gerçeğin(Hakk’ın) çevresinde dönüldüğünü, bu dönüşü semah ile gerçekleştirdiklerini, semahı aşkla, tutkuyla, bağlılıkla yaptıklarını ve bulundukları mekânı, alanı kırk kez dolandıklarını belirtiyor. Semah Alevi-Bektaşi öğretisinde, evrenin döndüğünün simgesel olarak yansıtılmasıdır. Başka bir anlamda ise, Hak’ın gerçekliğine ulaşmak, o gerçekliği gönülde duyumsamaktır.

Var bir pire eriş serseri gezme

Gözet gözün önün yolundan azma 

Değme bir dükkâna yükünü çözme

Bunda çok bezirgân işi kalmadı (Türk Edebiyatı Tarihi; Cilt 2. İnkılâp Kitapları; Atilla Özkırımlı, 2004. Sayfa; 833) 

Ozan bu dizelerde cahillikten, banallıktan, görgüsüzlükten ve nefisten kurtulmanın yolunu, yöntemini açıklamaya çalışıyor. İnsanın hamlıktan kurtulması, kendini yetiştirip olgunlaşması için, kendi bilgisiyle yetinmemesi gerektiğini söyleyen Kul Himmet; her konuda hiçbir bilgi tam olarak bilinemez demiştir. Ozan, hiçbir insan tek başına ham bilgiyle kendini aşamaz, onun için kişi her zaman bir pire, bir mürşide yani bir eğiticiye, bir öğreticiye gitmesi onun bilgisinden, becerisinden yararlanması gerekir demektedir. Kişi kendi ham bilgisiyle davranır ve kendisini eğitecek bir mürşide başvurmazsa, her an kötülüğe, değersizliğe, insan dışılığa kayması olasıdır. Ozan, kişinin kendisini aşması için bilgili, olgun bir insana gitmesi gerektiğini, tam tersi durumunda yani kendisini bir pire veya bir mürşide yönlendirmezse, yanlış ve bilgisiz kişiler elinde çok daha kötü bir konuma düşebilir diyerek, aslında dünyada olgun, bilgili, doğru yol gösterici insanların çok ta fazla olmadığını belirtmektedir. AleviBektaşilik öğretisi, insanı temel alır ve insanı kötülüklerden uzaklaştırmanın temel söylemlerini ve maddi olgularını yaratmaya çalışır. İnsanı kötülüğe sevk eden, her türlü olumsuzluktan uzaklaştıracak yol ve yöntemlerini açıklar. Mürşit ve pir gibi önder insanlar, kişileri eğiterek onları olgunlaştırır ve insani değerlerle buluşmasını sağlayacak değerlerle donanmasını sağlar. Eğitim, insanın yeteneklerini öne çıkarır. Kul Himmet’in de yaptığı budur. Çünkü Kul Himmet’in şiirlerinde didaktik yön çok öne çıkar.

Sen de varıp elin kuyusun kazma

Kuyuya düşersin, yolundan azma

Barış hasmın ile küsülü gezme

Yüzü kara götürürler divana (Özkırımlı; age.)

Kul Himmet, toplumsal gerçeği, insan gerçeğiyle birleştiren, insan davranışının toplumsal olgu ve olaylardan soyutlanamayacağı gerçeğini sezinlemiş bir ozandır. Ozan bu dizelerde, bir insanın kötü davranışlar, istenmeyen hareketler içine girmesini örnek alarak, aynı davranışlar sergilemesini doğru bulmamaktadır. Bu tür davranışlar içinde bulanan insanın, yanlış bir yönteme başvuracağını ve bunun da yanlış çözümler yaratacağını vurgulamaktadır. Bu tür yöntemlere girişen kişilerin, gün gelir kendileri de zor durumda kalabilirler demektedir. İnsan hiçbir zaman, başka insanlarla dargınlıklarını uzun süre sürdürmemelidirler. Çünkü yaşamda her insan hata yapabilir. Yanlış ve doğru her ikisi de aynı değerde gerçektir ve bunlar birbirlerini mütemadiyen var kılarlar. Biri diğerine sürekli dönüşür. O halde bu değerler sürekli birbirine dönüşüyorsa, o zaman dargınlığı sürekli kılmanın bir yararı ve gerçekliği de olamaz. Bu durumu yaratan, dargınlığı sürekli duruma getiren kişi süreç içinde kendisi de toplum tarafından sorgulanır. Onun için barışa, dostluğa, güvene yani olumlu olana yönelmek toplumsal barış anlamında da bir zorunluluktur. Ozan bu dizelerde toplumsal barışın, bireylerin iyi davranışından doğacağını dile getirmektedir.

Bir sözüm vardır tutana

Er odur Hak’tan utana

Kul olmuşuz Pir Sultan’a

Eşiği de kıblegâhtır

Yukarıdaki dizelerden de anlaşılacağı gibi, Kul Himmet, Pir Sultan Abdal’ın mürididir. Mürit bir kişinin kendi özünü, düşünce kalıplarını, yaşama, insana, Tanrı’ya ve doğaya bakışını kendi iradesi dışında bağlı olduğu kişinin iradesiyle bakmasıdır. Mürit kendisini, mürşidine bağlar. Mürşit, bilen, eğiten, öğreten, kendisini her an aşan insandır. Mürşit bilimin kutbudur. Yani merkezidir. Kul Himmet, kendine mürşit olarak Pir Sultan Abdal’ı seçmiştir. Kul Himmet’e göre, Pir Sultan Abdal, yiğit, korkusuz ve mert insandır. Onun yiğitliği karşısında, ona söz söyleyen utanmalıdır. Kul Himmet, Pir Sultan’ın evini kıblegâh olarak görmüştür. Yani ozan, yönünü, özünü, bilincini, ibadetini Pir Sultan’a çevirmiştir. Kul Himmet, Pir Sultan’la kaynaşmış, O’nunla pişmiş ve O’nunla dolmuştur. Pir Sultan Abdal’ın yaşadığı tüm zorlukları görmüş, O’na destek olmuş, O’nunla birlikte aynı savaşımın içinde yer almıştır.

Bir zaman turapta yattım 

Türlü çiçeklerden bittim

Arı ile çok bal yaptım

Ballarım Ali çağırır

Bu dizelerde Kul Himmet; turapta yattığını söylüyor. Turap; ayağının toprağı olmak, kulu, kölesi konumuna gelmek anlamındadır. Turap, olgunluğun, kendini aşmanın, kendi özünü pişirmenin adıdır. Turap olan kişi olgunlaşmış insandır. Turap olmak, var olana güç vermektir. Çünkü turap, Alevi tasavvufunda Hakikat aşamasının en üst noktasında bulunur. Bu da toprakla özdeşleştirilir. Çünkü toprak, örtendir. Her türlü olumsuzluğu içine alıp, onu olgunlaştıran ve kendine katıp o olumsuzluğu yok edendir, saklayandır, gizleyendir. Toprak üretendir, var olana can verendir. Ozan da burada türap olup çiçeklerde de var olduğunu, çiçeklere can verdiğini söylemektedir. Panteist bir anlayışla çiçek ve toprağın farklı şeyler olmadığını anlatmaktadır. Çiçek topraktan, arı çiçekten, insan baldan beslenir. Bunlar birbirleriyle bağıntıları içinde bulunmaktadırlar. Biri diğerinin dışında değildir. Mademki her şey birbirinin içinde, o halde ben de bunlardan biriyim diyen ozan, kendi turaplığını da (bu bilgilere ulaşmasını da) Hz. Ali’ye bağlamaktadır. Ozan, tüm varlığı Hz. Ali’yle özdeş kılmakta ve O’nu yüceltmektedir. Hz. Ali’nin yiğit, mert, paylaşımcı, sevgi dolu ve gönül insanı olduğunu bildirmektedir.

Kul Himmet, bu dizelerde turap kavramıyla olgun insanı tanımlamaktadır. Alevi tasavvufunda olgun insan, yaratanla bir olmuş insandır. Tanrı, ancak olgun insanda görünüş alanına çıkar. Bu kişi de Hz. Ali’dir. Kul Himmet, bu söylemlerinde, Hz. Ali’nin Hak’la Hak olduğunu ve dolayısıyla Hak’ı yansıttığını belirtmektedir.

Bektaş-ı Veli’nin yolun bilmeyen

Gündüzü karanlık gece sayılır

Evlad-ı Âli’ye biat etmeyen

Zümresi münafık pice sayılır

KUL HİMMET’im bu manaya erenler

Zamanında imanını bulanlar

Hazret-i Hünkâr’ı mürşit bilenler

Bir niyazı yüz bin hoca sayılır

Kul Himmet, diğer Alevi-Bektaşi ozanlar gibi, Hacı Bektaş Veli’yi önder gören ve onun yolunu sürdüren, öğretilerine, görüşlerine bağlı olan bir ozandır. Hacı Bektaş Veli, gerek söylencesel yaşamı ve gerek savunduğu düşünceleri ve gerekse ileriye sürdüğü görüşleriyle bir veli, bir derviş, bir mürşit ve bir önder olmayı hak kazanmış önemli bir düşün insanı ve Anadolu Erenidir. Hacı Bektaş Veli’nin en önemli görüşü, insanı her şeyin merkezine koyması ve insan sevgisini en üst noktada görmesidir. Hacı Bektaş Veli, imge Tanrı anlayışı yerine, doğayla ve insanla bütünleşmiş bir Tanrı anlayışını savunmuştur. Her şeyin ölçüsünde “insan“aranmalıdır ilkesini düşüncesinin özünü oluşturmuştur. Tanrı’yı insanın gönlüne taşımış ve sevgiyi öne çıkarmıştır. Aklı ve bilimi insanı gerçeğe taşıyacak olan en önemli yöntem olarak görmüştür. Dünya malına çok fazla değer vermeyen, paylaşımı, eşitliği ve sevgiyi öne alan bir toplumsal modelin savunucu olmuştur. Hacı Bektaş Veli, “sevgi” anlayışını yalnızca “insana” değil, dünyada var olan tüm canlılara karşı da gösterilmesi gerektiğini belirtmiştir. Hacı Bektaş’ın kucağına “Aslanla+Ceylan” yan yanadır. Hacı Bektaş, kadını asla ikinci bir konumda görmemiş, o kadınla+erkeği bir bütün olarak görmüştür. Sanata değer vermiş, sazı ve sözü önemsemiştir.

Hacı Bektaşi Veli, görüş ve düşüncelerinde, doğruluğu, iyiliği, güzelliği, umudu, yardımlaşmayı, eşitliği, hoşgörüyü vs. gibi insanı mutlu edecek ve topluma huzur ve barış getirecek olan bir öğretinin temsilcisi olmuştur. O bir bilge, bir “kâmil insan”dır. Zaten Bektaşilik, toplumsal kurtuluşu “kâmil insan” tasarımıyla açıklamıştır. Bu anlayışta, insanın olgunlaşması önemlidir. İnsanın olgunlaşması ise, insanın kendisini aşması ve gerçekliğin farkına varmasıyla, bütünselliği kavramasıyla söz konusudur. Bu da ancak insanın nefsini eğitmesi ve tinini aydınlatmasıyla olur. İnsanın olgunlaşması için dört kapı, kırk makamı öğrenmesi ve bu makamları aşması gerekir.

Dört kapı

  • Şeriat kapısı, bu aşama, bedensel varoluş, düşünce de gerilik ve hamlık aşamasıdır. İşlenmemiş kaba durumdur.
  • Tarikat kapısı, bu aşama, kendisine bir yol edinmeyi, bilgiye ve bilmeye yönelmeyi amaçlayarak bir hedefi seçme aşamasıdır. Yol diliyle söylenirse, kişinin, yolu öğrenmeye yönelmesi, yola girmesidir. Bu aşamada ki kişinin, düşüncesini, becerisini ve bilgisini arttırmak isteği vardır. Yavaş yavaş hamlıktan ve bilgisizlikten çıkmaktadır.
  • Marifet aşaması, bu aşamada kişi, hedefte ilerlemiş, yol bilgisine ulaşmış, bilgi açlığını ve becerisini geliştirmiştir. Hamlıktan ve çiylikten kurtulmuştur.
  • Hakikat kapısı, artık burada kişi kendisini aşmış, nefsini yenmiş ve olgunlaşmıştır. Gerçeğin farkına varmış ve bütünselliği kavramıştır. Hacı Bektaş Veli’nin düşünce yapısında, Tanrı’yla insan ayrı değildir. Tanrı, tüm evreni kapsar. Her şey Tanrı’nın özünde mevcuttur ve her şey Tanrı’nın yansımasıdır. Tanrı’yla doğayı ve dolayısıyla insanı ayırmak, ham bir görüştür. Bütünselliği kavrayamamaktır. Her şeyi görüntüye, zahiri olana indirgemek, gizil konumdaki nesneyi algılayamamak, insanı yanlışa götürür. Oysa görünen nesne ne kadar gerçekse, görünmeyen nesne de o kadar gerçektir. Görünmeyen nesne, düşüncede kavranır. Bu da bilinci gerektirir.

Kul Himmet, dizelerinde bu gerçekliği anlatmaya çalışmıştır. Hacı Bektaş’ın felsefesini bilmeyen kişinin, aydınlık düşünceden uzak olacağını, çünkü bu felsefenin insanlara ışık saldığını, insanları aydınlattığını belirtmektedir. Hacı Bektaş Veli, Hz. Ali’nin yolunu sürdüren ünlü bir velidir. Bir aydınlanmacıdır. Bunu anlamayanları eleştiren Kul Himmet, Hacı Bektaş’ın düşünce yapısını, insanlığı kurtaracak bir yol olarak görmektedir. Bu görüşünü ikinci dörtlükte açıkça dile getirmiştir. Hacı Bektaş Veli’nin düşüncesini öğrenenlerin, onun görüşüne değer verenlerin, o düşünceleri savunanların “hacca” gitmesine gerek yoktur demektedir.

Bulut oldum göğe ağdım

Yağmur olup yere yağdım

Coşkun coşkun ben kaynadım

Sellerim Ali çağırır (Öztelli, age, s. 80)

Ozan, yukarıdaki dizelerinde, diyalektik bir algıyla, doğasal dönüşümü ortaya koymuştur. Bulut buhardan, gazdan oluşur. Buhar gökyüzünde hava akımlarıyla buluşur. Hava akımlarının etkisiyle buluta dönüşür. Bulut içinde yoğunlaşan su buharı, yağmur olarak dünyaya düşer, yere yağmur olarak yağar. Yağan yağmur deryaya akar. Deryada güneşin etkisiyle yeniden buharlaşır (yani kaynar, coşar) ve yeniden göğe akar. Bu döngü sonsuzca sürer. Ozan, yere yağan, akan, deryaya dökülen, göğe çıkan ve sonra da yer düşüp, sel olup deryaya dökülen su bile Hz. Ali’yi andığını söylemektedir.

Kıldan köprü yaratmışsın

Ne hoş hayıra batmışsın

Şöyle tasannu tutmuşsun

Kulun nice geçsin ondan (Öztelli, age, S. 102)

Ozan, Tanrı tarafından yargılayarak, insanların tartıma alınması ve tartım sonucuna göre, suçları ağır basanların, cezalandırılarak, “kıl köprüsünden” geçirilmesini İronik bir dille eleştirmektedir. Bu durumun “Tanrısal” sıfatlara uygun düşmediğini ve insanları akıl almayacak bir nesne üzerinden geçirerek, hiç de ululuğuna denk düşmeyecek bir davranış içine giren bir Tanrı anlayışını doğru bulmamaktadır. Ozan, bu tür söylemlerin hoş olmadığını da belirtmektedir. Tanrı’nın tasannu içinde olmayacağını da belirtmiştir. Tasannu, yapmacık, gerçek olmayanı daha güzel gösterme, çekici kılma ve kandırma anlamına gelmektedir. Bu da bir tuzaktır. Yarattığı varlığa “tuzak kuram” bir Tanrı olabilir mi? Doğal ki olamaz. Böylesi sıfatları “Tanrı”ya yüklemek, onun büyüklüğüne uymamaktadır. Ozan, burada “kader” anlayışına gönderme yaparak, insanlara hem günah işleten, hem de ceza veren bir anlayışın Tanrı kavramına uygun düşmediğini, Tanrı’nın insanları kandırmayacağını söyleyerek, insanların dünyadaki olaylara karşı gösterdiği davranışlardan dolayı, yüce bir varlığın onu kıldan da ince bir köprüden geçirmesi Tanrısallıkla bağdaşmaz demektedir. Bu tür düşüncelerin insan kaynaklı olduğunu vurgulamak istemektedir.

Cennet er zatıdır, cehennem sıfat

Hırsın, nefsin öldür, bulasın necat

Edep üstat durur, ilim hakikat

Öğrenegör Hakk’ın zanaatıdır. (Öztelli, age, s. 113)

Cennet, yiğitlerin, mertlerin, göstermiş olduğu kişilikli ve iyilik yapıcı eylemlerin bir yansımasıdır. İnsanlığa yararlı olan, insanı mutlu eden her şey “Cennet” tanımının içine girer. Cehennem ise, insanların göstermiş olduğu, insanlık dışı, kötülük üretici ve mutsuz kılıcı her davranışa yüklenilen özelliklerdir. Bir insanın nefsini yenmesi, hırsına egemen olması, özünü insani değerlerle donatması ve tehlike yaratacak davranışlardan uzak kalması gerekmektedir. Ozan, güzel davranışlar Cennet, tehlikeli ve kötü davranışlar ise cehennemi temsil eder demektedir. Edep, yani güzel ahlaklı, toplumsal kurallara uyum, namuslu davranış, yanlışlardan kaçınma, utanma duygusu, nezaket, adaletli olma, vs. gibi davranışlar insanı yüceltir ve toplumu yaşanılır kılar. Edep bu değerleri içerir. Bilim de bu gerçekleri ortaya koyan, insanlara gerçekleri gösteren yoldur, en önemli yöntemdir. Kul Himmet, tüm bu güzel değerler, Tanrı’nın özellikleridir, Tanrı, bu güzel sıfatlarla yücedir ve böyle alınmalıdır demektedir.

Olur olmaz yerde, çok sır verilmez

Cümle bir sıfattır, kâmil bilinmez

Her akan sulardan abdest alınmaz

Yuvarlanıp akan selde nemiz var. (Öztelli, age, s. 149)

Kul Himmet, yukarıdaki dizelerde, Alevi-Bektaşiler, olur-olmaz yerde gelişi güzel konuşmamalıdır diyor. Alevilik-Bektaşilik, birçok öğretisini sırlar üzerine kurmuştur ve simgelerle, sembollerle, söz konusu görüş ve düşüncelerini geleceğe taşımış ve bu yöntemle, evrensel görüşlerini yaşatmaya çalışmış ve çalışmaktadır. Bazı bilgiler, sıfatlar biçimiyle anlatılır. Nitelikler ve özellikler öne çıkar ve söz konusu bu nitelikler ve özellikler, bazı önemli kimliklere yüklenir. Bu kimlikler kâmil insanlardır. Akan her su temiz değildir diyen ozan, arınmış ve paklanmış olmak, en temel olandır, bundan dolayı da o akan suyun içinde neler var onu bilmemiz gerektiğini söylüyor.

Gâh gelir gülşende gökten görünür

Gâh gelir isimde dilden görünür

Gâh vücuda girer sultan görünür

Âşıkta türlü türlü fendi var. (Öztelli, age, S. 154)

Ozan, burada devriyeyi anlatmaktadır. Varlığı oluşturan enerjinin (ruhun) değişik görünümlerle dünyaya geldiğini söylemektedir. Bu anlamda, enerji, bazen gül bahçesinde, gökyüzünde, bir isimde, bir dilde, bir konuşmada, bir bedende sultanda (yönetici); bazen yoksul, bazen de zengin vs. şeklinde görünür diyerek, ruhun ölümsüzlüğünü vurgulamaktadır. Varlığı dönüştüren temel gücün aşk olduğunu da belirten ozan, aşkı, hareket ettirici güç olarak görmüştür.

Hakk’ın gevherinde arşın yüzünde

Andan hâsıl oldu, Güruh-i Naci

Hak verdi bir evlad dünya yemişi

Verince tatlıdır, alınca acı. (Öztelli, age, s. 172)

Kul Himmet, yukarıdaki dizelerde, her varlığın Hakk’tan geldiğini belirterek, insan da var olmadan önce, Hakk’ın özünde, potansiyel olarak bulunmaktaydı demektedir. Ana kaynak, gerçek cevher (enerji) Hakk’tır. Hakk, açığa çıkmadan önce Tanrı’ydı. Tanrı, görünmeyen, ancak duyumsanan, varlığı hissedilendir. Başlangıçta, Arş’ın, yani göğün en üst katında bulunan cevher, yani vara edici güç veya Tanrı, evreni anında var etti. Evren, görünür evrene çıkmadan önce de “Güruh-i Naci” orada mevcuttu. Evren, açığa çıktığında, yani karşıt maddeden, maddeye dönüştüğünde, özünde potansiyel olarak bulunan “Güruh-i Naci” (burada insan anlamındadır) koşullar oluştuğunda, yani evrimsel sürecin bir aşamasında, insan” olarak ortaya çıktı.

Güruh-u Naci, sözcük olarak: Güruh=Topluluklar, Naci=Kurtulmuş anlamlarına gelmektedir. Bu durumda “”Güruh-u Naci”, “Kurtulmuş Topluluklar” anlamındadır. Ama buradaki anlamı, tüm varlıklar içinde seçilmiş ve akıl varlığı olarak ortaya çıkmış “insan” anlamındadır. Ozan, bir insanın doğmasını, dünyaya gelmesini tatlı bir olay; ölmesini, dünyadan sonsuzca yok olmasını, yani ölümü ise acı olay olarak değerlendirmiştir.

Kul Himmet de diğer yedi ulu ozan gibi, gerek didaktik ve gerekse lirik şiirler üretmiştir. İnandığı değerleri yaşamı boyunca savunmuş ve Alevi-Bektaşi öğretisini yaymaya çalışmıştır. Şiirlerinde sorgulayıcı, araştırıcı, eğitici ve öğretici bir yöntem uygulamıştır. Kendisinden önce yaşamış olan ozanlardan etkilenmiştir. Kul Himmet, en çok Pir Sultan Abdal’dan etkilenmiştir.  Ozan, yaşadığı dönemin toplumsal olayları karşısında da duyarlı olmuştur.

Kul Himmet’in birçok şiiri, gerek Cem’lerde, gerek semahlarda, türkü formunda farklı sanatçılar, ozanlar ve zakirler tarafından okunmuştur.

Kul Himmet, ürettiği eserlerle ölümsüzleşmiş ve günümüzde de canlı bir şekilde yaşamaktadır. Onun kültürel canı, başka canlarda yaşam bulmakta ve bilinçlerde, belleklerde, imgelerde yaşatılmaktadır.

Süleyman Zaman