10 Aralık 2020
Almanya’da Kuzey Ren-Vestfalya Eyaleti Parlamentosu, Aleviliği bir inanç grubu, Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu’na (AABF) kamu kurumu statüsü veren kararı oy birliğiyle onadı. Karar geniş haklar sağlıyor.
Almanya’nın Kuzey Ren-Vestfalya Eyaleti Parlamentosu, bir süre önce gündeme getirilen Aleviliğin en üst seviyede bir inanç grubu olarak tanıdı.
Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu’na (AABF) da bir kamu kurumu statüsü verildi. İlgili kararlar bugün yapılan toplantıda oy birliğiyle onadı.
Görüş veren Alevi temsilcileri, alınacak kararın Alevi tarihinde bir ilk olacağını söylemişti.
Independent Türkçe’den Ali Kemal Erdem’in haberine göre, Türkiye saatiyle sabah 11.30, Almanya saatiyle 13.30’da gerçekleşen toplantının ardından alınan kararla ilgili AABF Genel Başkanı Hüseyin Mat, açıklamada bulundu.
Aynı zamanda Avrupa Aleviler Konfederasyonu Eşit Başkanı olarak da görev yapan Mat, alınan kararların geniş haklar sağladığını söyledi.
“KİLİSELER HANGİ HAKLARA SAHİPSE BİZ DE ONLARA SAHİP OLDUK”
Parlamentonda grubu bulunan bütün partilerin oy birliği ile statüye onay verdiğini belirten Mat, alınan kararın Aleviler adına getirileriyle ilgili şunları ifade etti:
Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu, yaklaşık 30 yıl önce bir dernek olarak kuruldu. Ardından Almanya’da Aleviler kendine özgü bir inanç topluluğu olarak kabul edildi. Bugün de Aleviler, Almanya’da bir inanç topluluğunun alabileceği en üst statü olan kamu tüzel kişilik statüsünü elde etti. Bunun üzerinde bir hak görünmüyor. Bu hak ile Almanya’da bir kamu kurumu olduk. Devlet ile göz hizasındayız. Daha bağımsız ve daha özgür faaliyetlerimiz olacak. Almanya’da kiliseler hangi haklara ve yetkilere sahipse biz de o haklara sahip olduk.
Bu hakkın Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu’na verildiğini ve böylece Alman devleti nezdinde federasyonun bir nevi ülkedeki Alevilerin temsilcisi olarak kabul edildiğini kaydeden Mat, “Bir kamu kurumu gibi olduk. Kiliseler diyelim ki hastane ve çocuk yuvası açıyorlar, üniversite kurabiliyorlar. Biz de o haklara sahip olduk. Kapsamlı bir karar, birçok hakkı içeriyor” diye konuştu.
Vardıkları sonuçtan dolayı gururlu olduklarını belirten Mat, duygularını şöyle aktardı:
60 yıl önce buraya işçi olarak geldik. Gurbet diye geldiğimiz bu ülke vatanımız oldu. Bu yeni vatanımızda haklarımızın, özgürlüğümüzün, inancımızın, yolumuzun kabul edilmesi ve aynı zamanda bunların Anayasal güvenceye alınmasından dolayı mutluyuz. Bu ülkenin parçası olmaktan gurur duyuyoruz.
“KARAR EMSAL NİTELİĞİNDE”
Alınan kararın emsal niteliğinde olduğunu söyleyen Mat, “Önümüzdeki aydan itibaren diğer eyaletlerin de aynı hakları kabul etmesi için müracaatlara başlayacağız. Bu noktada bir sorun görünmüyor. Aynı hakları onlar da kabul edecektir” ifadelerini kullandı.
“AYNI HAKLAR, TÜRKİYE’DEKİ ALEVİLERE DE VERİLMELİ”
Söz konusu gelişmenin öncesinde veya sonrasında Türk makamlardan bilgi almak veya tebrik amaçlı kendilerine dönüş olmadığını söyleyen Mat, “Bizi tebrik etmelerini değil, aynı hakların Türkiye’de yaşayan Aleviler için de benzer kararlar alınmasını ve hakların verilmesini talep ediyoruz” diyerek sözlerini tamamladı.
Kaynak: https://tele1.com.tr/alevilik-almanyada-en-ust-seviyede-inanc-grubu-olarak-tanindi-284989/
8-9 Şubat 2020
Avusturya Alevi Birlikleri Federasyonu ve Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu’nun birlikte düzenledikleri 1. Avrupa Alevi Kurultayı, Viyana’da 8-9 Şubat tarihlerinde gerçekleştirilecek. İnançsal, akademik ve kurumsal boyutlarda ele alınacak kurultaya çok sayıda Alevi kurum temsilcisi, araştırmacı, akademisyen ve Alevi-Bektaşi Anası, Dedesi, Babası katılacak.
Avusturya’nın Başkenti Viyana’da 8-9 Şubat tarihlerinde 1. Avrupa Alevi Kurultayı yapılacak.
Avusturya Alevi Birlikleri Federasyonu ile Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu’nun birlikte düzenleyecekleri kurultaya, Avrupa ve Türkiye’den çok sayıda Alevi kurum temsilcisi, araştırmacı, akademisyen ve Alevi- Bektaşi Anası, Dedesi, Babası katılacak.
ALEVİLİĞİN KENDİNE ÖZGÜ BİR İNANÇ OLARAK TANINMASI
Avusturya Alevi Birlikleri Federasyonu Genel Başkanı Özgür Turak, 8-9 Şubat tarihlerinde Viyana’da toplancak 1.Avrupa Alevi Kurultayı’na ilişkin yaptığı kısa yazılı açıklamada şunları kaydetti:
‘‘Avrupa genelinde, 17’den fazla ülkede yaklaşık 1.5 milyon Alevi yaşamaktadır. Bu ülkelerden 6 tanesi Aleviliği kendine özgü bir inanç olarak tanımış durumdadır. Din, vicdan ve inanç özgürlüğünün laiklik ilkesi doğrultusunda sağlanması, Alevilerin eşit yurttaşlık, eşit haklar talebi ve Anayasal güvence altına alınması doğrultusunda, hukuki, siyasi, diplomatik ve demokratik boyutta mücadelesinin önemi ortadadır.
Türkiye’de ve Avrupa’da, Aleviliğin kendine özgü bir inanç olarak tanınması ve kalıcı çözümlerin sağlanması amacıyla, Başkent Viyana’da Avusturya Alevi Birlikleri Federasyonu öncülüğünde ve Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu birlikteliği ile ‘İnançsal, akademik ve kurumsal boyutlarda ele alınacak bir Alevi Kurultayı’ düzenliyoruz. Avrupa ve Türkiye çapında, Alevi inanç önderleri, akademisyenler ve kurum temsilcileri, Avusturya’nın Başkenti Viyana’da bir arada olacağız.”
22 Mayıs 2013
Avusturya’daki Alevi yurttaşlarımız, büyük uğraşlar sonucu Aleviliği inanç statüsüne getirdiler. Okullarında Alevilik dersleri veriliyor ve dini günleri resmi tatil sayılıyor. Bu süreç içinde sorunlar da yaşamışlar. Alevi Derneği’ne üye olanların fişleneceği iddialarından tutun, dernekte islam dersi verildiğine dair iftiralar onları durduramadı. Artık onlar üniversitelerde Alevi hocalar yetiştirebiliyorlar. Bu zorlu süreci, Avusturya Alevi İslam İnanç Toplumu üyeleri Zöhre Doğan, Bahar Arslan ve Nurgül Erol anlattı.
-Alevilik’in inanç olarak Avusturya’da kabul edilmesi nasıl gerçekleşti, anlatır mısınız?
Zöhre Doğan: İlk başvuruyu Viyana Derneği yaptı. Orada Sünni İslam 1928’den beri resmen tanınıyordu. Viyana Derneği’ndeki Aleviler, inançlarını tanıtmak amacıyla başka derneklerden fikir aldılar. 2009’da 12 dernekle resmen başvuruldu. İlk başvuru reddedildi.
-Gerekçesi neydi?
Nurgül Erol: Eksik belgeler var, denildi. 11 Aralık 2010’da Alevilik, Avusturya’da resmen tanındı ama inanç toplumu olabilmemiz için bir kaç prosedürü yerine getirmemiz lazımdı. Bizlere tanıdıkları 1,5 sene boyunca Alevilerin yaşadığı yerleri tek tek belirledik ve form doldurttuk. 18 bin Alevi’nin beyan formunu Anayasa Mahkemesi’ne ve Din İşleri Dairesi’ne teslim ettik. Formlar tekrar incelendi. 22 Mayıs 2013’te Avusturya bizi Alevi inanç toplumu ilan etti.
-Ne gibi haklar tanındı?
Z. Doğan Cem evlerimiz, dedelerimiz ve kültür merkezlerimiz diğer dinlerle aynı statüye getirildi. Aleviler için önemli olan dört tarih, resmi tatil ilan edildi. Kurban bayramının ilk günü, aşure günü, Hızır oruçları ve Hz. Ali’nin doğduğu gün. İnanç hanelerimize İslam değil de Alevi yazılabiliyor artık.
Bahar Arslan:Önceden Alevi canlarımız cenazelerini Avusturya’da defnetmek istiyorsa, orada bulunan Sünni mezarlığına defnetmek zorundaydı. Bu yüzden oradaki İslam Merkezi’ne gidip, müsade alıyorduk. Cenazemiz, acımız bir yana bir de İslam Merkezi’nin kapısında bekliyorduk, onlardan Müslüman olduğumuza dair izin almak için. Şimdi ise Sünni mezarlığının karşısında Alevi mezarlığı var, artık bize de bir yer ayrıldı.
-Mezarlıkları neden ayırmak istediniz?
Z. Doğan: Ayırmak istemedik. Sünni islam teşkilatı kendi mezarlığına bizi kabul etmedi.
-Neden?
B. Arslan: Cenazeyi kendi adetlerine göre kaldırmak istediler, biz bunu kabul etmedik.
-Siz cenazeyi götürdüğünüzde zorla imam getirildi mi?
N. Erol: Evet. Bizim adetlerimize göre ölen kişinin yakını, cenaze yıkandıktan sonra, bir tas helallik suyu döker. Buna müsade etmediler. Gözlerimle şahit oldum, namahremdir dediler.
-Avusturya’da 18 bin Alevi’ye nasıl ulaştınız?
Z. Doğan: 80 bin Alevi’nin Avusturya’da yaşadığı tahmin ediliyor. Derneklerimizdeki yöneticiler, tek tek Alevi ailelerin evlerine giderek amacımızı anlattılar. Bu çalışmayı duyan Aleviler derneğimize başvurup, bizim hazırladığımız bilgi beyan formunu doldurdular.
B. Arslan:Çalışmalarımıza engel olmak isteyenler tarafından “Bu formları doldurarak fişleniyorsunuz, Türkiye’ye giriş yaptığınız zaman, gözaltına alınacaksınız veya konsolosluklara adınız verilecek” gibi bir çok yalan uyduruldu. Bilinçli insanlarımız yılmadı. Hep birlikte çalışarak 18 binden fazla imza topladık.
-İmzalamayanların sayısı da az değil…
Z. Doğan: Evet, ama çocuk okula gittiğinde, “Ben din dersine girmeyeceğim, Alevi’yim derse müdür zaten derneğimize yönlendiriyor”.
-Öyleyse eğitimle ilgili uygulamalara da gelelim; neler yapılıyor?
N. Erol: Avusturya’nın Innsburck Üniversitesi’nin katkılarıyla on beş Alevi canımız Alevilik dersi vermek üzere yetiştirildi. Bütün maddi giderlerini Avusturya Hükümeti karşıladı. Burada inanç dersleri Alevi dedelerimiz, teorik dersleri de üniversitenin profesörü tarafından verildi. Aleviler için önemli olan muharrem ayı oruçlarının üçüncü günü ilk ders Innsbruck’da dört öğrenciyle başlatıldı.
-Derslerin verilmesi için belirli koşullar var mı?
B. Arslan: En az üç öğrenciyle başlaması lazım. İkinci derste 30 öğrenciyle dersimizi tamamladık. Umut ediyoruz ki ileride 100 öğrencimiz olsun.
Z. Doğan: Veliler duyarlı olmalı. Çocuklarını bu derse kayıt etmeleri lazım ki, biz bu hizmeti verebilelim.
– Şimdilik sadece Tirol’de mi var?
Z. Doğan: Evet. Şimdi Viyana’da da başlatıldı. Gelecek eğitim yılında da Foralberg’de başlayacağız.
B. Arslan: Bazı Alevi canlarımıza “Sakın o Alevi Derneği’ne çocuklarınızı göndermeyin, orada islam dersi veriyorlar” denilmiş. İtimat etmesinler, öyle bir şey yok.
– Avusturya’da Alevilik resmi din olarak tanındıktan sonra diğer ülkelerden gelip sizden görüş alan oldu mu?
N. Erol: Evet. Alevilik, İsviçre ve Almanya’da bölge bölge tanındı. İsviçre’de ilk tanındıkları zaman bizden Avusturya Anayasa Mahkemesi’ne verdiğimiz tüzükleri istediler. Yaptığımız çalışmaları incelediler. Alevilere örnek olduğumuz için gurur duyuyoruz. Kendi ülkemizde alamadığımız hakları aldık. Umarım Türkiye’ye örnek oluruz.
Nermin Geyik – Cumhuriyet
Kaynakça:
http://www.arguvanhaber.com/dunya/avusturyada-alevilik-artik-resmi-inanc-h2836.html
11 Mayıs 2013
“Devletli değil, toplumsal barış” başlığı altında toplanan 3. Büyük Alevi Kurultayı Ankara’da yapıldı.
Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı öncülüğünde üçüncüsü düzenlenen Alevi Kurultayı Ankara’da yapıldı.
Anadolu Gösteri Merkezi’nde saat 9.30’da başlayan kurultay, “Devletli değil, toplumsal barış” başlığı altında toplandı.
Cem töreninin ardından kürsüye çıkan Ercan Geçmez konuşmasında, Alevilerin özellikle anayasa ve barış sürecinde dışlandıklarını belirtti. Başbakanın ataması ile kurulan “akil insanlar” komisyonunda yer alan, Alevilerin çürük elması olarak nitelendirdiği İzzettin Doğan’a sert tepki gösteren Geçmez’in konuşması sık sık sloganlarla desteklendi. Alevilerin, “İslam dini” vurgusunu hiçbir zaman kabullenmeyeceğini belirten Geçmez, “Biz her zaman barıştan yanayız ama bizim anladığımız barış bu değildir.” diyerek sözlerini sürdürdü.
Ercan Geçmez’in ardından kürsüye çıkan Alevi Kültür Dernekleri Genel Başkanı Doğan Demir, sözlerine Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde hayatını kaybedenleri anarak başladı. Demir, kurultayda Alevilerin yol haritasını çıkardıklarını ancak bu yol haritasının sadece Alevi kesiminin değil Türkiye’deki 75 milyon insanın yol haritası olması için uğraşacaklarını kaydetti. Anayasa ve barış sürecinde Alevilerin sözlerini daha gür söyleyeceklerini belirten Demir, mecliste bulunan dört partinin hazırladığı anayasa taslağında Alevilerin aradıklarını bulamadıklarını belirtti. Konuşmasında sık sık Suriye’deki emperyalist saldırganlığa değinen Demir, “Seçilmiş padişahlığa hayır” diyerek konuşmasını bitirdi.
Daha sonra söz alan Avrupa Alevi Dernekleri Konfederasyonu Başkanı Turgut Öken, konuşmasına Alevileri oy deposu olarak gören partilerin kurultaya desteğinin az olmasını eleştirerek başladı. Öken’in, “Burada Çorum’da, Sivas’ta yanımızda direnen devrimci partilerin temsilcileri var.” sözleri alkışlarla karşılandı. Alevilere yönelik şiddeti eleştiren Öken, “Galiba böyle giderse 4. Kurultay’da can güvenliğimizi konuşmak zorunda kalacağız. Bu yüzyılın yezidi Tayyip Erdoğan Alevileri yok etmeye kararlıdır.” diyerek, son dönemde Alevilere yönelen saldırılarla iktidar arasındaki bağlantıya dikkat çekti. Öken, “Tabii ki özgürlük olacak, ama bu özgürlük siyasal islamla olmayacak.” dedi. Öken konuşmasını Suriye halkına dayanışma mesajı göndererek sonlandırdı.
Anayasa tartışmaları, barış süreci ve ‘İslam birliği’ vurgusuyla birlikte, Suriye’de yaşanan gelişmelerin kurultayın genel havasına hakim olduğu dikkat çekti.
Bdp’nin meclise sunduğu ‘Aleviler devletin hizmetlerinden eşit yararlansın’ önerisine Chp’nin “Hele bir düşünelim bakalım” yaklaşımının ciddi bir tepki doğurduğu görüldü.
Ayrıca, kurultayda Maraş’a bir cemevi yapımına başlandığı haberi verildi.
Hacı Bektaş Veli Okmeydanı Semah ekibinin düzenlediği Semah gösterisinin ardından kurultay sona erdi.
III. BÜYÜK ALEVİ KURULTAYI SONUÇ BİLDİRGESİ
Barış arzusu ve umuduyla izlediğimiz bir süreçten geçiyoruz. Ne mutlu ki eller tetikten çekildi, ne mutlu ki ölüm haberleri gelmiyor dağlardan ve şehirlerden. Kimileri barış koydu bu sürecin adını, kimileri müzakere dedi, kimileri ateşkes, kimine göre çözümdü, kimine göre teslimiyet ve hatta ihanet, kimine göre artık zamanı gelmişti, kimine göre zamanı geçmişti de biz farkında değildik. Herkes bu süreci kendi meşrebince ya bağrına bastı ya da aşina olduğumuz bir nefrete reddetti.
Demokratik Alevi Hareketinin bileşenleri olarak bizler de, bu sürece dair söyleyecek sözümüz var diyerek bir araya geldik.
Bu coğrafyanın Kürtler, Ermeniler, Aleviler, Süryaniler, Çingeneler, Ezidiler gibi adları saymakla bitmeyen zulüm görmüş kadim halkları her seslerini yükselttiklerinde, kimlik siyaseti yapmakla suçlandılar. Oysa kimlik siyaseti yapanlar, bu halkları yalnızca kendileri üzerine söz söylemeye zorlayan, birbirleri üzerine ve birbirleriyle konuşmaktan men eden muktedirlerin ta kendisidir. Çünkü diğerlerini görmeyen, salt kendisiyle meşgul olan her siyaset bir benlik üretir. Benlik siyaseti, kimlik siyasetidir. Bizi benlik üzerinden kimlik siyasetinin çukuruna düşürerek orada hapsetmek istiyorlar. Kimlik siyasetinin Alevi Hareketinin hapishanesi haline gelmesine izin vermemekte kararlı olan bizler, barışın salt devlet eliyle ve devletin istediği kadar değil, halkların iradesi ve sözüyle başarılacağına olan inancımızı ve bu nedenle de barış sürecinin tam göbeğinde yer aldığımızdan hiç şüphe duymadığımızı beyan ediyoruz.
Bu başta olmak üzere öncelikle, barış süreci karşısında kaygılı bir bekleyiş ve atalet içinde olan herkesi, dikkatlerini iktidarın adımlarına çevirmeye, attığı her adıma müdahale etmeye hazır olmaya, barışı tek başına AKP’ye teslim etmemeye ve AKP’nin, süreci konjonktürel çıkarları uğruna istismar etmesine karşı uyanık olmaya çağırıyoruz. Bundan önceki çatışma sürecinde bedeli nasıl hep beraber ödediysek barış sürecini de hep beraber yürüteceğiz. Barış süreci kendinden menkul bir varlık değildir, ancak bizim varlığımızla ete kemiğe bürünür. Barış AKP hükümetinin kerameti kendinden menkul el çabukluklarıyla tesis edilebilecek bir şey değildir.
Bugün iktidarın süreci bir şirket zihniyetiyle ve istihbari bir operasyon gibi yönettiği aşikârdır. Bu durumu da, hedeflerini dikte ederek ülkenin dört bir yanına yolladığı akil adamlar üzerinden bir toplumsal uzlaşma süreci olarak pazarlamaktadır. Alevi toplumunu manipüle etmek üzere görevlendirilenlerin tarihi de, belleklerimizde dün gibi tazedir. Daha düne kadar Fethullah Gülen adlı şahsın Alevilere dönük, Kürtlere dönük nefret kusan yazıları ve sözleri gün gibi ortadayken, bu kişiyi filozofluk payesiyle donatan, bu nefreti ondan ödünç alıp bir de Alevilere hoşgörü gömleğiyle pazarlamaya kalkışan, Alevilerin öz örgütlenmelerini iktidarlara ihbar etmekten geri durmayan, bu örgütlerin yaptığı mitingleri terörizm, bu mitinglere katılanları Kürt teröristi sayan, Alevilerin ayinlerini de kurduğu diyanet taklidi kurullarla yozlaştırmaya çalışan, Alevilere, sosyalistlere yönelik katliamlarda elinin kana bulandığından kimsenin kuşku duymadığı şahsiyetleri ayinlere sokan ve postta dizinin dibine oturtan, en son olarak da Fethullah Gülen’le geliştirdiği ortak cami-cemevi-aşevi projesini övünçle ilan eden İzzettin Doğan, akil adamlığa bihakkın layıktır! Kürtlere, Ermenilere, Alevilere, ez cümle kendisinden gayrı kim varsa, herkese düşman olan ve can güvenliklerini tehlikeye sokmak üzere hedef gösteren Yeni Akit gazetesinin yayın yönetmeni ve yazarları da akil adamlığa o kadar layıktır. Layıktır, çünkü bu isimlerin seslendiği bir taban varsa eğer, düne kadar Kürt ve Alevi düşmanlığına yönelttikleri bu tabanı, şimdi Kürt dostu olmaya da ancak onlar ikna edebilir.
Barışa dair ortak bir irade oluşturmak üzere 3. Büyük Alevi Kurultayı’nda bir araya gelen bizler, yukarıda saydığımız zihniyetlerle ve bu zihniyetleri saygın kılmaya çalışan payandalarıyla yollarımızı kesin olarak ayırdığımızı beyan ederiz.
AKP iktidarının ve onun güdümündeki kalem efendilerinin daha şimdiden faturayı Alevilere kesmeye hazırlandıkları da aşikârdır. On yıllara yayılan bir deneyimi geride bırakmış büyük bir hareketin bileşenleri olarak bizler; Alevilerin terörle ilişkilendirilmesi gayretlerinin, barış sürecini baltalamaya çalışanların PKK içindeki Alevi gruplar olduğu iddialarının, Suriye eksenli olarak geliştirilen Alevi nefretinin Kürt ekseniyle birleştirilmesinin, Paris cinayeti kurbanlarının ve PKK’nın kimi üst düzey isimlerinin Alevi kökenli oluşlarının birden bire öne çıkarılmasının anlamını kavrayacak kadar irfan sahibiyiz.
Bununla birlikte, Alevileri barışın önündeki engel olarak işaretleyen tüm bu girişimler Alevi toplumu içinde büyük bir kitleyi sessizlik ve kaygıya sürüklemektedir. Abdullah Öcalan’ın 2013 Nevroz’unda okunan mesajındaki İslam Kardeşliği vurgusunun bu kaygıyı daha da derinleştirdiği açıktır. Öte yandan, barış sürecinde Alevilerin dikkatini doğrudan ve yalnızca bu vurguya çeken ve buradan tarihsel bir ittifakı, Osmanlı-Kürt Sünni ittifakını, İdris-i Bitlis’i nezdinde gündeme getirip Türkiye Cumhuriyeti’ni Osmanlı’yla, Öcalan’ı İdris-i Bitlisi’yle özdeşleştiren bu yaklaşım da bütün hızıyla bilindik devlet zihniyetine teslim olmaktadır. Bugün devlet nasıl Sünniliğe vurgu yaparak Kürt hareketini kavramak istiyorsa, 1514 ittifakını sürekli hatırlatanlar da devletin çıkarlarına uyacak şekilde Kürt Hareketini ve Kürt toplulukları Sünniliğin hanesine yazmaktadırlar. AKP iktidarının barış sürecini domine ederek toplumsal tabana kapatma girişimlerine katkı yapmaktan öteye gitmeyen bu yaklaşıma karşı beyan ederiz ki; Kürt sorunu aynı zamanda Alevi sorunudur, Alevi sorunu aynı zamanda Kürt sorunudur. Çünkü vicdanını yitirmemiş her Alevi, Kürdün Kürtlüğünden ötürü eza gördüğü her yerde bir Kürt’tür. Ve aynı Alevi bilir ki, demokratik reflekslerle şekillenmiş her Kürt, bir Alevinin Aleviliğinden ötürü eza gördüğü yerde, kuşkusuz bir Alevi olacaktır. Yetmiş iki millete bir nazarla bakma düsturumuzu kendilerine göre yontup biçenler bilmelidir ki, yetmiş iki milleti bir nazarla gören göz, halklar arasına sınırlar çizen devletin gözü değildir; bizatihi dervişin, abdalın, meczubun, seyidin, pirin, mürşidin, talibin gözüdür.
Bu nedenledir ki biz, hiç kimsenin kendini ve başkalarını iktidarın aynasından görme lüksünün olmadığı bir eşikte bulunduğumuzun farkındayız. Bu farkındalıkla, barış sürecinin önümüze koyduğu bir imkânı işaretlemek istiyoruz: On yıllardır süren bir şiddet döngüsünün çatışmasızlığa vardığı bu eşikte, birlikte ve barış içinde yaşamayı arzulayan halklar olarak, en yalın halimizle yüzümüzü kendimize ve birbirimize dönmek zamanıdır.
Bu başta olmak üzere; Kürt Hareketi, sınırları daima egemenlerce belirlenmiş bir İslam kardeşliği vurgusuna hapsolmadan, hiçbir ezbere takılıp kalmadan, yeni bir Alevilik inşasına girişmeksizin; Alevilik, inanç ve azınlık sorunu üzerine konuşabilmelidir. Demokratik Alevi Hareketinin bileşeni olduğu iddiasını taşıyanlar da, Kürt sorununa ve Kürt halkına karşı geleneksel düşmanlık ve milliyetçi reflekslerle arasına kesin bir mesafe koymalıdır.
Kimliklerimizin, barışı muktedirlerin eline ve diline terk eden bir hapishaneye dönüşmesini engellemenin yegâne yolu, iktidar şebekesinin zehrinden arınarak kendi dilimize dönmemizdir. Bundandır ki çağrımızı, Aleviliğin diliyle ve Alevice yapıyoruz:
Eğer haklar eşitse, halklar kardeştir. Eğer haklar eşitse, yaşananın adı barıştır. Kardeşlik ve barışın yolu, eşitlikten geçer. Toplumsal barış ve eşitlik ancak toplumsal uzlaşı temelinde yapılmış demokratik ve eşitlikçi bir anayasayla sağlanabilir. Biz Aleviler, bu toprakların eşitsizliğe mahkûm edilmiş cümle kadim halkları gibi, yüzyıllardır ölüyoruz, öldürülüyoruz. Artık yiğitlik, şehitlik ve kahramanlık üzerinden ölümü değil; dostluk ve barış üzerinden yaşamı kutsamanın zamanı gelmiştir. Hüdai’nin de dediği gibi, “ölüm ölür biz ölmeyiz”. Eğer ölümü öldüremezsek, cesetlerimizi kaldıracak kadar dahi var olamayacağız. Şimdi ölümü öldürmenin vaktidir gayrı ve ölümümüz nasıl bu coğrafyanın kadim ötekileriyle birlikte olduysa, dirimimiz de öylece birlikte olacak! Soğuk bir politik aklın labirentlerinde değil, gerilimli, tutkulu bir aklın vicdanıyla, aşk ile… 12 Mayıs 2013
HACI BEKTAŞ VELİ ANADOLU KÜLTÜR VAKFI
ALEVİ KÜLTÜR DERNEKLERİ
HUBYAR SULTAN ALEVİ KÜLTÜR DERNEĞİ
AVRUPA ALEVİ BİRLİKLERİ KONFEDERASYONU
15 Ocak 2012
Anadolu Gösteri ve Kongre Merkezi’nde “Anayasa’yı beklerken Aleviler” başlığıyla gerçekleştirilen 2. Büyük Alevi Kurultayı’nın açılışında konuşan Geçmez, Alevilerin acılarını dile getirerek kendilerini ifade edebildiklerini, bunu paylaşanların acılarını da kendi acıları olarak gördüklerini belirtti. Alevi derneklerinin yöneticileriyle Alevi dedelerinden oluşan bir heyetin 18 Ocak Çarşamba günü Uludere’ye taziye ziyaretinde bulunacağını hatırlatan Geçmez, “Uludere’de katledilen 34 can da bugün aramızdadır, bunu bilesiniz” diyerek konuşmasına başladı.
Büyük Alevi Kurultayı’nı bütün Alevi derneklerini davet ederek gerçekleştirdiklerini söyleyen Geçmez, kurultayın yılda bir defa “Alevilerin sesi” olduğunu kaydetti.
Yeni anayasa konusunda çalışmalar yaptıklarını kaydeden Geçmez, yapılan çalıştaylarda Alevilerin sorunları ve çözüm önerilerini içeren bir rapor sunduklarını ve hükümetin bu konuda atacağı adımları beklemeye başladıklarını ancak çalıştayların “Alevilere hakaret noktasına varan sözcüklerle dolu bir raporla sonuçlandığını” savundu.
Geçmez, şöyle konuştu: “Biz Diyanet İşleri Başkanlığı kaldırılsın dediğimizde ’Dinden ne istiyorsunuz’ diyenler, bununla yetinmiyorlar. Biz ’Zorunlu din dersleri zorunlu olmaktan çıksın’ dediğimizde bununla da yetinmiyorlar. Herkesi Sünni ve Türk olmaya mahkum ediyorlar. Olmayacağız. Olmayacağız çünkü biz bu ülkenin Türkü, Kürdü, Lazı, Çerkezi, Ermenisiyiz. Bir cümle 72 milletiz.
Bizim inancımızı tarif etmeye kalkışanlara söyleyecek tek sözümüz vardır, o nefret dilinden vazgeçin. O nefret dili elbet bir gün sizi de vuracaktır.
Alevileri inançlarından ötürü horlayanlar, Alevi çocuklarına zorla din dersi öğretenler, Alevi dedelerini üfürükçü olarak tarif edenler, bilsinler ki, görsünler ki biz Aleviyiz, Kızılbaşız. Bu bizim yolumuzdur, gururumuz, adımızdır.” Meclisin, Dersim olayından dolayı özür dilemesi gerektiğini savunan Geçmez, “Başka parlamentolardan özür ya da hakça kararlar beklerken bunun da göz ardı edilmemesi gerekir” dedi.
Yeni anayasa sürecini ve gerçekten halkın katıldığı bir anayasayı önemsediklerini belirten Geçmez, seçim barajının Mecliste çoğunluğun temsili açısından bir engel olduğunu, böyle bir seçim sistemiyle yapılacak anayasanın da meşruluğunu baştan kaybettiğini savundu.
Geçmez, “Biz bu anayasadan önce beklerdik ki cemevleri bir kanunla hemen düzeltilebilsin. Yapılmadı, yapılmıyor, yapılmak istenmiyor. Bizi hakir görenler bugün meydanlarda ’Biz bu ülkeye sivil anayasa, demokrasi getireceğiz’ diye bağırıyorlar” dedi.
Geçmez, Hacı Bektaş Anadolu Kültür Vakfı tarafından geçen hafta İstanbul’da gerçekleştirilen sempozyumun sonucu olarak hazırlanan “Anayasayı Beklerken; Anayasa Değiştirmek Üstüne Değerlendirmeler” başlıklı raporun ilgililere sunulacağını kaydetti.
Açılışta konuşan Hacı Bektaş Veli Dergahı Postnişi Velieddin Hürrem Ulusoy da Alevi toplumunun karşı karşıya kaldığı sorunları sıralayarak, çözüm önerilerini sundu. Alevi inancından sapmalar yaşandığını, asimile olmaya başladıklarını söyleyen Ulusoy, Alevi inancını gençlere aktarmak için projeler üretmek ve birlik olmak gerektiğini vurguladı.
Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu Genel Başkanı Turgut Öker de yaşadıkları ülkelerde o ülkeleri oluşturan toplulukların bütün haklara sahip olduklarını işaret ederek, “Almanlar, Fransızlar gibi her alanda eşit haklara sahipken, kimse bize ’Daha dün geldiniz bu topraklara, bizimle eşit hakları nasıl elde ediyorsunuz?’ sorusu sormazken, bin yıllardır yaşadığımız bu topraklarda biz Aleviler hiçbir anayasal güvenceye sahip olmamamız bizi utandırmakta” diye konuştu.
-Sonuç bildirgesi-
TBMM’de hakikat ve yüzleşme komisyonları kurulması ve suça iştirak edenlerin mutlaka yargılanması istenen bildirgede, Hrant Dink davası, Sivas davası gibi devam eden davaların zaman aşımına uğramasına izin verilmemesi gerekliliğine yer verildi.
Bildirgede, şunlar kaydedildi:
“Zamanımızın önemli bir sorunu olan kayıplarımız için derhal bir kayıpları araştırma komisyonu kurulmalı. Hali hazırda içinde bulunduğumuz günlerde hakim olan savaş diline son verilmeli, tutuklamalar ve gözaltıların, ev, parti, medya kuruluşları, sivil toplum örgütlerinin binalarına yönelik ve bütün mekanları terörize eden baskınlarla tamamlanan, artık apaçık askeri bir teknik olarak kullanımına son verilmelidir.
Düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğünü düzenleyen bütün hukuksal mevzuat ivedilikle tartışma gündemine alınmalı ve demokratik, özgürlükçü olacağı sıklıkla iddia edilen yeni anayasanın ruhuna uygun ön adımlar atılmalıdır.”
-Kurultaydan notlar-
Kurultaya, CHP’nin Tunceli milletvekilleri Kamer Genç ve Hüseyin Aygün, Adana Milletvekili Ali Demirçalı, Hatay milletvekilleri Mehmet Ali Ediboğlu, Refik Eryılmaz ve Hasan Akgöl, KESK Genel Sekreteri İsmail Hakkı Tombul, Suriye Alevi toplumunun temsilcileri, bazı siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarının yöneticileri, yurt içi ve dışından çok sayıda Alevi örgütü temsilcisiyle çeşitli illerden gelen vatandaşlar katıldı.
Kurultay, Adıyaman İhtiyar Semah Ekibi’nin semahıyla başladı. Açılış konuşmalarının ardından katılımcıların yeni anayasa yapım sürecine ilişkin görüşleri dinlendi. Kurultay, sonuç bildirgesinin okunmasının ardından sona erdi.
Sonuç bildirgesinin okunduğu sırada CHP Denizli Milletvekili İlhan Cihaner de salona gelerek bildirgeyi dinledi.
16 Ocak 2011
Hacıbektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı’nın öncülüğünde gerçekleştirilen Büyük Alevi Kurultayı’na Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu Bileşenleri ve Bağlı Kurumları ,Türkiye Alevi Bektaşi Federasyonu Bileşenleri( Pir Sultan Abdal Kültür Dernekleri, Alevi Kültür Dernekleri) ve Bağlı Kurumları başta olmak üzere, Türkiye’den ve değişik ülkelerden çok sayıda Alevi örgütü katıldı. Kurultaya çeşitli sivil toplum örgütleri,köy-yöre dernekleri,federasyonları ve siyasi parti temsilcileri de katılım sağladı. Kurultaya Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner ve Alevi Çalıştaylarının koordinatörü Necdet Subaşı da katıldı.
Kurultaya 300 den fazla Alevi kurumu ve 4 binden fazla kişi katıldı.
Ankara’da düzenlenen Büyük Alevi Kurultayı’ndan önümüzde 6 Mart 2011’de İzmir’de Alevi mitingi düzenlenmesi kararı çıktı. Daha önce Ankara ve İstanbul’da iki büyük mitinge imza atan Aleviler ayrıca Nisan ayında İstanbul’da “Aleviler ve Anayasa” adlı bir sempozyum düzenleyecek.
Büyük Alevi Kurultayı’nın Sonuç Bildirgesi
Alevi dernekleri tarafından düzenlenen Büyük Alevi Kurultayı’nın Sonuç Bildirgesi’nde Alevi vatandaşların istekleri açıklanarak hükümete “Alevilere yönelik politikaların ve uygulamaların takipçisi olacağız” mesajı verildi. Hükümetin Alevi Açılımı kapsamında düzenlediği Çalıştay’ın da sonuç raporunun bir an önce açıklanması istenildi. Ankara’da iki gün süreyle devam eden Büyük Alevi Kurultayı’nın ikinci gününde hazırlanan sonuç bildirgesinde Alevi vatandaşların beklentileri bir kez daha yinelendi. Bugüne kadar birçok kişi ve kurumun Alevilerin sorunlarını tespit etmek ve çözüm getirmek iddiasıyla yola çıktığının vurgulandığı sonuç bildirgesinde kimsenin Alevilere ve Alevi kurumlarına samimiyetle kulak vermediği vurgulandı. ‘Alevilerin haklarını Alevilere teslim edenlerin kurultayı’ olarak adlandırılan Kurultayda Dünya Alevi Kurultayı’nın gerçekleştirilmesi hedefi vurgulanırken, “Kurultayımız toplumsal eşitsizliğin arttığı mahalle baskısının yaygınlaştığı siyasette gerilimin ve çatışmanın yaşandığı sanatın değil politikacıların ucubeleştiği, Türkiye’nin huzursuzluğa mutsuzluğa ve kutuplaştırılmalara maruz kaldığı bir ortamda toplanmıştır. Bunun bilincinde olan aleviler, aynı zamanda Türkiye’de, siyasal İslamcı hegemonyanın, gerek kamusal alanda, gerek özel alanda, cemaatler ve AKP iktidarının işbirliği ile kurduğu sosyal ve politik baskı mekanizmalarını, farklı olanları mağdur haline getirdiğine tanık olmaktadır” denildi.
Bildirgede temel isteklerin barınma, sağlık ve eğitim hakkının kamusal bir hizmet olarak görülmesi ve ücretsiz, nitelikli ve herkese eşit olarak sunulması olduğu vurgulanırken, şu ifadelere yer verildi: “Ülkemizde Aleviler tarih boyunca yoğun baskı ve ayrımcılığa maruz bırakılmış ve katliamların, sürgünlerin hedefi olmuşlardır. Koçgiri, Dersim, Maraş, Çorum, Malatya, Sivas Ümraniye ve Gazi katliamlarının utancıyla yüzleşilmesi ve Alevilerin acılarının paylaşılması Türkiye’de yurttaşların farklılıklarına rağmen barış içinde bir arada yaşamalarının gereğiyken resmi ağızlardan katliamları onaylayan seslerin yükselmesi, Alevilerin acılarını gün geçtikçe daha da derinleştirmektedir. Aleviler yakın tarihte Sivas’ta yakıldıklarında dönemin başbakanı bu eylemi gerçekleştirenlerin burnunun dahi kanamadığını övünçle ilan edebilmiştir. Ne acıdır ki, katliamı gerçekleştirenlerin avukatlığına soyunan bir şahıs daha sonra bu ülkenin adalet bakanı olmuştur. Öte yandan Alevilerin sorunlarını çözme iddiasıyla çalıştay düzenleyen mevcut hükümet, adı Alevi katliamlarına karışmış bir şahsı Alevilerin sorunlarını tartışmak üzere çalıştaya davet etme cüretinde de bulunmuştur. Bu da yetmezmiş gibi ülkenin bugünkü başbakanı, 1980 yılında büyük bir Alevi katliamına sahne olmuş olan Çorum’da gerçekleştirilen bir mitingde, fetvalarıyla Alevi katliamlarını kutsamış olan şeyhülislam Ebu Suud’un adını Çorum’un gururu diye anabilmiştir. Başbakanın Alevilere yönelik açık nefret ifade eden bu söylemi, geride bıraktığımız anayasa referandumu öncesinde yaptığı konuşmalarda doruk noktasına çıkmıştır. Bu konuşmalardan birinde başbakan, Siirt’te okuduğu şiir nedeniyle aldığı hapis cezasının Yargıtay’ın Alevi hakimlerin bulunduğu bir dairesi tarafından onandığını ileri sürmüştür. Ülkenin başbakanının dahi Alevilere yönelik söylemlerinde ortaya çıkan ve Alevileri toplumun diğer kesimleri karşısında açık hedef haline getiren bu tutum, çeşitli topluluklara yönelik olarak yaratılan ve yeniden üretilen kin ve nefret duygularının, kardeşlik ve hoşgörü gibi içi doldurulamayan afakî kavramlarla ortadan kaldırılamayacağını gözler önüne sermektedir.”
‘Alevi Çalıştayı Sonuç Raporu açıklansın’
Alevilerin istekleri Bildirgede şu şekilde sıralandı: “Ötekileştirilen tüm diğer gruplarla birlikte Alevileri de hedef alan nefret suçları yasal müeyyidelere bağlanmalıdır.
Türkiye toplumunun utancı olarak görülmesi gereken tüm Alevi katliamlarıyla yüzleşilmeli ve bu bağlamda; Madımak Oteli utanç müzesi yapılmalıdır. Zamanaşımına uğratılan Maraş, Çorum ve Sivas katliamlarının dosyaları yeniden açılmalı ve failleri ortaya çıkarılmalıdır. Dersim katliamıyla ilgili devlet arşivleri kamuoyunun bilgisine sunulmalı, Seyit Rıza’nın mezarının yeri açıklanmalı ve mezar Seyit Rıza’nın ailesine teslim edilmelidir. Aleviliği siyasal amaçlar çerçevesinde yeniden tanımlama ve inşa etme girişimlerine son verilmelidir. Eğitim, öğretim başta olmak üzere tüm kamu hizmeti alanlarında ve bürokraside Alevilere yönelik ayrımcılık iddiaları, hukuk devleti ilkesine inanan tüm yurttaşların adalet duygusunu tatmin edecek biçimde soruşturularak aydınlatılmalıdır. Zorunlu din dersleri kaldırılmalıdır. Diyanet İşleri Başkanlığı kaldırılmalıdır. Cemevleri ibadethane olarak kabul edilmelidir.
Alevi köylerine zorla cami yapılmasına son verilmeli, şimdiye kadar yapılmış bulunan camiler kaldırılmalı veya köy halkının talepleri ve ihtiyaçları doğrultusunda cemevine dönüştürülmek üzere mimari yapı ve donatılarında gerekli değişikler yapılmalıdır. Hacı Bektaş Dergâhı, dergâhın gerçek sahipleri olan Alevilere teslim edilmelidir. Keza, Karacaahmet ve Şahkulu gibi, ancak kira karşılığı kullanılabilen dergahlarda Alevilere teslim edilmelidir. Alevilerin kutsal mekânlarına yönelik yağmaya son verilmelidir. Abdal Musa türbesinin yanı başında taş ocağı yapılmasına müsaade eden yapım ruhsatı iptal edilmelidir. Munzur vadisine, Alevilerin kutsal mekânlarının yok olmasına yol açacak biçimde yapılması planlanan barajların yapımı durdurulmalıdır. Antakya ve çevresinde yaşayan Alevilerin, kutsal günü sayılan ‘Gadiri Hum’ resmi tatil olarak kabul edilmelidir. Toplumun önemli bir kesiminde Alevilere karşı içselleştirilmiş bir nefret ve önyargının bulunduğu kesindir. Bu nefret ve önyargılar, kuşaktan kuşağa aktarılmaya devam etmektedir. Tam da bu nedenle, sıraladığımız tüm taleplerimize temel teşkil eden ayrımcılık tek başına bir yasa ve hukuk sorunu değildir. Öte yandan söz konusu nefret ve önyargılar yalnızca Alevilere yönelik de değildir. Bu anlamda Alevilerin sorunları, farklılıklarıyla hakim inanç ve anlayışların dışında kalan ve ayrımcılığa uğrayan tüm grupların sorunudur. Hükümet zorunlu din derslerini dayatmak yerine eğitim müfredatının içeriğini ayrımcılığa karşı farkındalık yaratacak biçimde şekillendirmelidir.
Alevilerin talepleri açık ve nettir. Talepleri dinlemek ve karşılamak iddiasıyla Alevi açılımına girişen hükümet, Alevi Çalıştayı adı altında düzenlediği toplantıların tutanaklarını ve sonuç raporunu bir an önce kamuoyuna açıklamalıdır. Bugün burada Büyük Alevi Kurultayı’nda bir araya gelen biz Aleviler, bundan sonra gerçekleştireceğimiz kurultaylarla da AKP iktidarının ve genel olarak da iktidarların Alevilere yönelik politika ve uygulamalarının takipçisi olacağımızı beyan ederiz.”
12 Mart 1995
90’lı yıllar, çoğu kesim tarafından Cumhuriyet tarihinin en karanlık dönemlerinden biri olarak kabul edilir. 1980 darbesi sonrası sindirilen halk, 90’larda ise devlet içerisindeki illegal örgütlerin yaptığı faili meçhul olaylarla sindirilmeye çalışıldı. 1995 yılı ise Mehmet Ali Birand’ın deyimiyle ‘korkunun yılıydı’. 12 Mart 1995 günü ise Gazi Mahallesi’ne giren, kimlikleri hala belirlenemeyen bir taksiden 3 kahvehane ve bir pastahaneye açılan ateş sonucu üç gün sürecek kanlı olaylar başladı.
1. Olayların başlangıcı
2. 13 Mart ile beraber artan şiddet
3. Özlem Tunç
4. Davanın kara kutusu: Hanefi Avcı
5. Askerin mahalleye girmesi
6. Ümraniye’ye sıçrayan olaylar
7. Dönemin siyasi aktörleri
9. Sonuç
Kaynakça:
https://onedio.com/haber/20-yilinda-hala-aralanamayan-sir-perdesi-gazi-mahallesi-469432
2 Temmuz 1993
Madımak Oteli’ne sığınmış yüzlerce kişi, pencerelerden saldırganların oteli yakmaya çalıştığını izlemekte, korku içinde beklemektedir. Saldırganlar, can almadan ayrılmayacak gibidir. Karanlık çökmüş, elektrikler de kesilmiştir. Alevler, otelin giriş ve alt katlarını sarmaya başlamıştır. Sivas İtfaiyesi gecikmeli de olsa yangın yerine gelmiş, ancak saldırganlar itfaiyenin çalışmasını engeller. Hortumlar kesilir, arabaların lastiklerinin havası boşaltılır.
Pir Sultan Abdal Şenlikleri
Pir Sultan Abdal, 16. yüzyılda Sivas’ın Banaz Köyü’nde yaşamıştır. Osmanlı yönetiminin baskısına karşı halkı örgütleyerek, halkın diliyle ve sazıyla halk kültürünü yaşatan bir ozandır. Fakat Anadolu halkını Osmanlı yönetimine karşı ayaklanmaya çağırdığı ve bu ayaklanmaya öncülük ettiği için Sivas valisi Hızır Paşa’nın emriyle tutuklanmış ve asılmıştır. Bununla yetinmeyen Osmanlı yönetimi, Pir Sultan Abdal’ı tarihten tamamen silmek için deyişlerini ve şiirlerini yasaklamıştır. Tüm baskılara karşın halk, 400 yıldan beri Pir Sultan Abdal’ın deyişlerini, şiirlerini sözlü olarak kuşaktan kuşağa aktararak bugünlere getirmiştir.
1976’da Banaz Köyü’nde ‘Pir Sultan Abdal’ derneği kurulur ve her yıl Pir Sultan Abdal etkinlikleri düzenlenmektedir. Eylül 1980’de gerçekleşen askeri darbeyle, diğer dernekler gibi bu dernek de kapatılır. Daha sonra 1988’de Ankara’da Pir Sultan Abdal Kültür Derneği kurulur. Eskiden olduğu gibi, Banaz Köyü’nde her yıl Pir Sultan Abdal Etkinlikleri düzenlenmeye de başlanır.
Pir Sultan Abdal Etkinliklerinin dördüncüsü 1-4 Temmuz 1993’te düzenlenecektir. Pir Sultan Abdal, demokrasi ve özgürlük yanlısı olan herkese mal olmuş bir simgedir. Bu yüzden Pir Sultan Abdal Kültür Derneği yöneticileri, çeşitli demokratik kitle örgütlerine, yazarlara, ozanlara, sanatçılara çağrı yaparlar.
Davet mektubu şöyledir:
Sayın Başkan ve Yönetim Kurulunun Değerli Üyeleri; Önce bir hususun altını sevinerek çizmek gerekiyor. Hepimizin mutlulukla izlediği bir örgütlenme sürecini birlikte yaşıyoruz. Bu süreci başlatma şansının bizlere ve bizim kuşaklarımıza nasip olması, kuşkusuz ayrı bir onur nedeni olarak kabul edilmelidir. Tarih, ulusumuzun ve yaşamsal donanımımız olan kültürümüzün asimile edilerek Araplaştırılmasına ve sonuç olarak da yok edilmesine karşı gösterilen direncin örnekleriyle doludur. Bunlardan en önemlisi kuşkusuz Atatürk’ün uluslaşma, laikleşme ve çağdaşlaşma çabalarıdır. Bunun yanında Alevi yurttaşların Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde dinsel gericiliğe, din devletine, dinin siyasete ve kişisel çıkarlara alet edilmesine karşı verdiği mücadelenin sayısız örnekleri de tarihi birer gerçek olarak ortadadır. Bunlardan en çarpıcı örnek de Pir Sultan Abdal’dır.
Çağdaş ve ilerici bir yaklaşım örgütlülüğün önemli bir kilometre taşı olan dernek ve vakıflarımızın giderek amacına daha uygun işlevleri üstleneceğine inancımız tamdır. Evrensel yanları bugüne dek fazla yansımayan Alevi kültür ve folklorunun, ulusumuzun tümüne ve insanlığa kazandırılması konusundaki çabalarımızı tarih kuşkusuz tespit edecek ve değerlendirecektir.
Canlar,
Bilindiği gibi, Kültür Bakanlığı güzel Anadolumuzun evrensel isimleri adına kültür şenlikleri düzenliyor. Ancak siyasi iktidarın bu kapsamda ünlü düşünür Hacı Bektaş Veli adına düzenlenen şenliklerde Alevi felsefesinin özünü saptırmaya çalıştığını, onu siyasi araç yaptığını hepimiz üzülerek izliyoruz. Bunun en somut ve çarpıcı örneği, ANAP döneminin Ülkücü Kültür Bakanı Namık Kemal Zeybek’tir. Zeybek’in o ünlü konuşmasında, Hacı Bektaş Veli’nin Ahmet Yesevi tarikatına bağlı olduğunu, ondan feyz aldığını kanıtlamak için büyük çaba sarf ettiği hala hatırlardadır.
Hacı Bektaş Veli, Pir Sultan Abdal, Abdal Musa ve benzeri halk önderleri adına düzenlenen şenlikler, bizler için mihenk taşlarıdır. Bu şenlikler, Anadolu kültürünün gün ışığına çıktığı, yaşadığı, ete kemiğe büründüğü, renklendiği, insanları etkilediği ve kitleselleştirdiği devinimlerdir. Bu şenliklerin siyasi amaçla kullanılmasına asla izin vermemeli, onlara sahip çıkmalı ve özünün korunmasına gerekli özeni göstermeliyiz. Bunu sağlamak için de ev sahipliğini biz yapmalıyız, şenlikleri bizler yönetmeliyiz.
Pir Sultan Abdal Kültür Şenlikleri’ne sürekli ev sahipliği yapan derneğimizin Yönetim Kurulu, yukarıda bilgilerinize sunulan özet görüşlerden yola çıkarak, farklı bir yol ve yöntemi önermekte, ev sahipliğini de bölüşmek istemektedir. Bu şenliklerde kültürümüz, en anlamlı şekilde ortaya konmalı, bizler tarafından dikkatle izlenmeli ve konuklara keyifli bir ortam sunulmalıdır. Basının, TV’nin şenlikleri takip etmesi sağlanmalı ve bu yoldan şenliğe katılamayan yurttaşlarımıza da ulaşılmalıdır. Laiklik ve demokrasi konusundaki çabalarımızın kitleselliğe dönüşmesine ve kamuoyuna mal olmasına bu şenlikler büyük katkı sağlamalıdır. Bu nedenle yazımız ekinde sunulan Şenlik Programı’nda sıralanan etkinliklerin, dernek ve vakıflarımız arasında paylaştırılması düşünülmektedir. Örneğin; bir kuruluşumuz semah ekibi ile katılarak katkıda bulunacaksa, bir başka kuruluşumuz gazetecileri, panelistleri, sanatçıları veya TV ekibini götürmeyi, bunlara araç sağlamayı, konaklama için yer ayırmayı vb… görevleri üstlenerek katılabilirler.
Sevgili Canlar; Bu mektubumuz yurt içi ve yurt dışında olmak üzere yaklaşık olarak elli kuruma gönderilecektir. Pek doğal olarak, özellikle yurt dışındaki kuruluşlarımızın organizasyon içerisinde aktif bir görev almaları ve yerine getirmeleri çok zor görünmektedir. Bu kuruluşlarımızdan bütçeleri ölçüsünde, sembolik de olsa bu organizasyona katkı beklediğimizi belirtmek istiyoruz. Ancak bu kuruluşlarımızın yönetici ve üyeleri, tatillerini şenlik tarihine denk getirir ve konuğumuz olurlarsa, hem şenliğimizi onurlandırırlar, hem de bizi mutlu kılarlar. Şenlik düzenlenmesine aktif veya maddi olarak katkıda bulunacak kuruluşlar, uygun görecekleri bir ismi de tespit ederek Şenlik Komitesi’ne önereceklerdir.
Pir Sultan Abdal Kültür Şenlikleri’ne maddi veya manevi olarak katılmayı düşünenlerin ve Şenlik Komitesi Üyeleri’nin isimleri, dergimizin 7. sayısında ilan edilecektir.
Önerilerimize olumlu yaklaşım gösteren kuruluşlarımızın değişiklik öneri veya düşünceleri varsa, onları en geç 15 Mayıs 1993 tarihine kadar bize bildirmelerini rica ederiz. 22. 04. 1993
Saygılarımızla…
Rıza Aydoğmuş Murtaza DEMİR
Gen. Bşk. Yrd. Genel Başkan
Çok sayıda örgüt, yüzlerce yazar, ozan, sanatçı, semah ve tiyatro ekibi derneğin çağrısına olumlu yanıt verir. Kültür Bakanlığı ve Sivas Valiliği de mali katkı yanında, konaklama ve ağırlama konusunda da katkıda bulunulacağı bildirilir.
30 Haziran 1993 tarihinde, ozanlar, yazarlar ve sanatçılardan oluşan yüzlerce kişi otobüslerle Sivas’a gelir. Sivas halkı, konuklarını karşılar.
1 Temmuz günü etkinlikler coşkuyla başlar
Sivas Kültür Merkezi’nin konferans salonunu dolduran kalabalığı yoğun bir program beklemektedir.Saygı duruşu, açılış konuşması ve sonrasında Yazar Aziz Nesin konuşur. Öğleden sonra kitap ve fotoğraf sergilerinin açılışı yapılır. Yazarların oturduğu masaların önünde uzun kuyruklar oluşur. Pir Sultan Abdal Etkinliklerinin birinci günü halkın yoğun ilgisiyle sonlanır.
Etkinliklerin 2. gününde fotoğraf ve kitap sergilerine gösterilen ilgi sürer. Salonun dışında insanlar ellerindeki kitapları imzalatmak ve yazarlarla sohbet edebilmek için beklerler.
Saat 14:00’de Sivas Kültür Merkezi’nde Arif Sağ’ın konseri başlamıştır. Sonrasında ‘Medya ve Emperyalizm’ paneli yapılacaktır. Hasan Uysal’ın yöneteceği panele, Sami Karaören, Raif Türk, Şükrü Günbulut, Mustafa Yalçıner ve Soner Doğan da panelist olarak katılacaktır. Kültür Merkezi’nde 1500 kadar izleyici bulunmaktadır.
Bu etkinlikler sürerken, bazı cami önlerinde insanlar toplanmaya başlamıştır…
Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’nin Sivas’taki etkinliklerine yönelik saldırı, anlık bir tepki değildir. Aksine planlı bir hazırlık süreci sonrası saldırının başlatıldığı olaylardan sonra ortaya çıkmıştır. Irkçı-şeriatçı örgütler, çevre illerdeki deneyimli militanlarını Sivas’a taşımışlar ve katliamla sonuçlanan olayları başlatmak için uğraşmışlardır. Sivas halkının dini duygularını tahrik amacıyla bildiri dağıtılmış ve camilerde dar kadrolu toplantılar yapılmıştır.
Saldırı ve katliamdan iki gün önce dağıtılan bildirilerden biri şöyle:
Müslüman Kamuoyuna,
Bismillâhirrahmânirrahim, Peygamber, mü’minlere kendi canlarından ileridir. Onun hanımları da mü’minlerin analarıdır.” (Ahzâb:6)
Mü’minlere öz canlarından daha ileri olan Allah Resûlü (S.A.V.)’ne ve O’nun temiz zevcelerine, Allah’ın beytine (Kâbe’ye) ve kitab’ı Kur’an’a alçakça küfredilmekte ve mü’minlerin izzet ve namuslarına saldırılmaktadır.
Dünyanın bazı bölgelerinde şeytan ve onun yandaşları olan emperyalist kâfirler, dinimize ve mukaddes değerlerimize dil uzatmaktadırlar. Bunun başını ise satılmış, mürted Salman Rüşdi köpeği çekmektedir.
Bu şeytanî oyunlara karşı, izzetli ve duyarlı Müslümanlar yiğitçe mücadele ortaya koyarak, bu uğurda canlarını feda etmekten çekinmemişlerdir.
Bu iğrenç oyunların bir uzantısı olarak ülkemizde de; AYDINLIK gazetesi denilen bir paçavrada, mel’un Rüşdi’nin figüranlığına soyunan, dünya emperyalizminin gönüllü uşağı Aziz Nesin, aynı şekilde, Kur’an’ın korunmuşluğuna dil uzatmış, Hazret-i Peygamber (S.A.V.)’in aile hayatını (hâşâ) bir genelev ortamına benzetmiş ve ümmetin anaları olan hanımlarına (hâşâ) fahişe deme cür’etinde bulunmuştur. Bu olay, dünyanın değişik yerlerinde kâfir devletler tarafından dahi kabul görmezken, basımına müsaade edilmezken, ne yazık ki laik ve ikiyüzlü T.C. Devleti tarafından yayımlanmasına izin verilmiş, ayrıca bunu kabullenmeyip protesto eden izzetli Müslümanlar, devletin polis ve jandarması tarafından coplanmış, kurşunlanmış, bir kısmı da hapishanelere atılmıştır.
Salman Rüşdi köpeği Müslümanlar’ın çok az olduğu kâfir bir ülkede korkudan sokağa çıkmaya bile cesaret edemezken, onun yerli uşağı Aziz Nesin köpeği, yanında kendisiyle beraber bir ekiple birlikte, şehrimiz Valisi tarafından davet edilip, şehirde adeta Müslümanlar’la alay edercesine gezebilmektedir
Kâfirler şunu iyi bilmeli ki:
İslâmın Peygamberi’ni ve kitab’ın izzetini korumak için, bu uğurda verilecek canlarımız vardır.
Gün, Müslümanlığımızın gereğini yerine getirme günüdür.
Gün, Allah (C.C.)’ın vahyi Kur’an-ı Kerim’e, Allah’ın meleklerine, Allah’ın Resûlü Hz. Muhammed (S.A.V.)’e, O’nun ailesine ve ashabına yöneltilen çirkin küfürlerin hesabının sorulması günüdür.
İman edenler, Allah yolunda savaşırlar. Kâfirler de tağut yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarıyla savaşın. Çünkü şeytanın hilesi zayıftır.’ ( Nisa:76)
Galip gelecek olanlar, şüphesiz ki Allah taraftarı olanlardır.
Saldırı ve katliam gecesi 1 Temmuz akşamı da başka bir bildiri evlere dağıtılır:
Halkımıza Çağrı;
Müslüman halkın yaşadığı bu ülkede, İslam için binlerce şehit verilmiş bu topraklarda, bir kesim tarafından, ‘basın özgürlüğü, düşünce hürriyeti’ adı altında, Müslümanların kutsal değerlerine sözlü veya yazılı olarak kimse saldıramaz.
Biz Müslümanlar, canımız pahasına da olsa, bu değerlerimizi korumakta kararlıyız.
Müslüman halkımızdan bu konularda duyarlı olup, İslamın değer yargılarını alaya alanlara izin vermemelerini, ne pahasına olursa olsun bunu engellemeyi dini bir görev olarak bilmelerini, bu alçaklar karşısında susulduğunda, yarın mahşerde Allah’a nasıl hesap vereceğimizi düşünmelerini istiyoruz.
‘Müminlerin, Peygamberi kendi nefislerinden çok sevmeyi gerekir. O’nun eşleri, onların anneleridir…’ ( Ahzâb Suresi, Ayet: 6)
‘Ve kâfirlerin hesapları varsa, Allah’ın da bir hesabı vardır. Allah hesabı çabuk görendir.’ ( Enfal Suresi, Ayet : 30)
‘Kâfirler istemese de, Allah nurunu tamamlayacaktır.’ ( Saff Suresi , Ayet:8)
Not: Bu yazıyı okuyan, Allah rızası için çoğaltarak dağıtsın.
Etkinliklerin ikinci günü, Sivas’taki sağ eğilimli yerel basında (Hürdoğan, Bizim Sivas, Hakikat, Anadolu, Yeni Ülke, Taraf) da halkı tahrik edici başlıklarla bezenmiş haberler çıkmıştır.
2 Temmuz Cuma günü, saat 13.30’da saldırı başlatıldı
Değişik camilerden akın akın insan, şenlik yapılan Kültür Merkezinin önünde toplandılar. ‘Sivas laiklere mezar olacak, Cumhuriyet Sivas’ta kuruldu, Sivas’ta yıkılacak, Şeriat gelecek, batıl zail olacak’ sloganları atarak, taş ve sopalarla Kültür Merkezindeki 1500 kişinin üzerine saldırdılar. Direnişle karşılaşınca geri çekilmek zorunda kaldılar. Bu arada Kültür Merkezi boşaltıldı. Saldırıya uğrayanlar güvenli bölgelere gönderildi. Ancak yeni grupların gelmesiyle saldırganların sayısı on bine yaklaşmıştı. Gözlerini kan bürümüş kalabalık, isteğine ulaşamamanın verdiği hırsla Kültür Merkezi’nden Valiliğe yöneldi.
Valilik önünde toplanan binlerce saldırgan, ‘Şerefsiz vali istifa, Sivas size mezar olacak, Şeriat gelecek, zulüm bitecek, Yaşasın şeriat, Muhammed’in ordusu kafirlerin korkusu, Yaşasın Hizbullah, kahrolsun laiklik, şeriat isteriz’ sloganlarıyla binayı taşa tuttular.
Saldırganların sayısı giderek 15 bine yaklaşmıştı. Şeriat istemlerini ve sloganlarını haykırarak konukların kaldığı Madımak Oteli’ne yöneldiler. Otelde, kent dışından gelmiş ve çoğunluğu yazar, ozan ve sanatçı yaklaşık 150 kişi bulunuyordu. Saldırıdan kaçıp, güvenli gördükleri otele gelen insanlar, toplanan kalabalığı görünce tedirgin oldular. Otelin önünde az sayıda polis vardı ve saldırganlara, ‘Dağılın, yapmayın’ demekten öte bir müdahalede bulunacak gibi görünmüyorlardı.
Sivas Valisi’ni, Emniyet Müdürünü ve diğer yetkilileri arayarak önlemlerin artırılmasını istediler. Bununla da yetinmediler, telefonla Ankara’da bulunan Başbakanı, Başbakan Yardımcısını, İçişleri Bakanı’nı, parti liderlerini ve milletvekillerini aradılar. Oteldekiler arasında olan halk ozanı, 1987-1991 dönemi SHP milletvekilli Arif Sağ da, telefon başından ayrılmıyor, Ankara’da SHP milletvekili Cevdet Selvi’yi, Bakan Seyfi Oktay’ı, İstanbul eski belediye başkanı Nurettin Sözen’i arayarak saldırının korkunçluğunu anlatıyor, bir an önce önlem alınmasını istiyordu. Otelde bulunan Aziz Nesin de Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü ve Çalışma Bakanı Mehmet Moğoltay’la görüşerek can güvenliklerinin sağlanmasını istedi. Ulaşılan her yetkili, ‘Korkmayın, her türlü önlem alınmıştır.’ yanıtını veriyorlardı.
Sivas Valisi Ahmet Karabilgin de saat 14.30’da Başbakanı ve İçişleri Bakanı’nı telefonla arayarak bilgi vermiştir. Saldırının giderek bir katliama dönüşeceğini gören Sivas Valisi, çok tedirgin olur ve Ankara’yla telefon irtibatını hiç kesmez. Saat 14.40’da yeniden İçişleri Bakanı’nı ve müsteşarını arar, saldırının artık bir katliama dönüşmekte olduğunu bildirir. Vali yine de rahatlayamaz. Saat 18.45’te Başbakanı ve İçişleri Bakanı’nı tekrar arar ve mutlaka yardım edilmesi gerektiğini bildirir. Çevre illerden de yardım istenmektedir.
Sivas Valisi’nin bunca çabalarının ve görüşmelerinin sonucu, Tokat Emniyet Müdürlüğü’nden 20 polis; Kayseri Emniyet Müdürlüğü’nden 31 Polis, Jandarma Komutanlığı’ndan 20 Jandarma olmak üzere 71 güvenlik görevlisi gelmiştir. Sivas Tugay Komutanı 6 bin kişilik asker mevcudundan yalnızca 30-40 acemi er göndermiştir. Askerler saldırganların arkasında bir yerde nöbet tutarcasına bekletilir.
Madımak Oteli’ne sığınmış yüzlerce kişi, pencerelerden saldırganların oteli yakmaya çalıştığını izlemekte, korku içinde beklemektedir. Saldırganlar, can almadan ayrılmayacak gibidir. Karanlık çökmüş, elektrikler de kesilmiştir. Saldırganlardan kimileri, otelin önündeki arabaları ters çevirerek ateşe vermekte, kimisi de bidonlarla benzin taşıyarak otelin içine atmaktadır. Alevler, otelin giriş ve alt katlarını sarmaya başlamıştır. Sivas İtfaiyesi gecikmeli de olsa yangın yerine gelmiş, ancak saldırganlar itfaiyenin çalışmasını engeller. Hortumlar kesilir, arabaların lastiklerinin havası boşaltılır.
Yangın oteli tamamen sarar. 8 saattir kurtarılmayı bekleyenlerin umudu tükenmeye başlamıştır. Artık ölümün çok yakınında olduklarını biliyor ve ondan kurtulmanın yollarını arıyorlardı. Yangın bütün oteli sarmıştır. Cinnet halindeki kalabalık, ölüm haberlerini beklemektedir.
Madımak Oteli’nde 35 can yakılarak katledilmiştir. 51 kişi de kendi olanaklarıyla ağır yaralarla kurtulabilmişlerdir. Çatıya çıkarak yardım isteyenler arasında Aziz Nesin ve Lütfü Kaleli de vardı.
Aziz Nesin ve Lütfü Kaleli itfaiye merdivenlerinden inerlerken, Sivas Belediye Meclisi Üyesi Cafer Erçakmak ile bazı belediye görevlileri saldırıya geçtiler. Aziz Nesin ve Lütfü Kaleli, itfaiyenin merdivenlerinden aşağıya atıldılar. Başından yaralanan Aziz Nesin ve Lütfü Kaleli’yi linç edilmekten araya giren polisler kurtardı. Yaralılar ambulansla değil polis arabalarıyla Tıp Fakültesi Hastanesine götürüldü.
Devlet yetkilileri ne dedi?
Korkunç durum, Başbakana, İçişleri Bakanı’na defalarca bildirildiği halde herhangi bir yardım gelmedi ve önlem alınmadı. 35 insan yakılarak feci şekilde katledildi. Böyle bir ortamda Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel; ‘Halkla güvenlik güçlerini karşı karşıya getirmeyiniz’ diyerek ilgilileri uyarıyordu. Cumhurbaşkanının ‘halk’tan kastettiği oteli kuşatan saldırgan kalabalıktı.
Başbakan Tansu Çiller ise, ‘Çok şükür, otel dışındaki halkımız bir zarar görmemiştir’ diyebiliyordu.
Ülkenin iç asayişinden sorumlu bir yetkilisi, İçişleri Bakanı Mehmet Gazioğlu, otele yapılan saldırıyı, ‘Aziz Nesin’in halkın inançlarına karşı bilinen tahrikleriyle halk galeyana gelerek tepki göstermiştir’ şeklinde yorumlayarak saldırganları mazur göstermiştir.
20 Yıl Önce Gazetelerde ‘Madımak’
3 Temmuz 1993 Gazeteleri:
Hürriyet: Sivas’ta Aziz Nesin isyanı
‘Olaylar nasıl gelişti’ başlığı altında şöyle deniyordu: ‘Pir Sultan Abdal etkinlikleri için Sivas’a gelen Aziz Nesin’in ‘Bin yılık Kur’an’a neden inanayım. Bu yüzden Müslüman değilim’ şeklindeki sözleri yerel basında abartılı bir şekilde yayınlanınca kentte büyük bir tepki oluştu.’
Sabah: Alevi-Sünni çatışması yok
Haber şöyle başlıyordu: ‘Pir Sultan Kültür ve Sanat etkinlikleri için Sivas’a gelen Aziz Nesin’in bir gün önce yaptığı konuşmada ‘Kur’an’ın devri bitmiştir’ demesi tahriklerin gerekçesi oldu. Cuma namazından çıkan bazı gruplar ‘Kur’an’a uzanan eller kırılsın’ diye slogan atıp yürüyüşe geçerek Vilayet önünde toplandılar.’
Milliyet: Olay konuşma
Baş sayfadaki bir kutuda şöyle deniyordu: ‘Aziz Nesin olaylara yol açan bir gün önceki konuşmasında Türk milletinin yüzde altmışının aptal, tamamının da korkak olduğunu söylemişti.’
Türkiye Gazetesi: Aziz Nesin’in ‘1400 yıl önce yazılan Kuran geçersizdir’ sözleri halkı galeyana getirdi… Sivas’ta fitne: 35 ölü
Pir Sultan Abdal şenlikleri için gittiği Sivas’taki konuşmasında İslamiyet’e ağır hakaretler yağdıran Aziz Nesin’i binlerce kişi şiddetle protesto etti.
İHA’dan Ünsal Karabulut imzalı haberde şöyle deniyordu: ‘Pir Sultan Abdal Şenlikleri için Sivas’a gelen Aziz Nesin yaptığı konuşmadan İslamiyet’e hakaret edince Sivas karıştı. Olaylarda 35 kişi hayatını kaybederken 14’ü güvenlik görevlisi olmak üzere 60 kişi de yaralandı. Olaylara sebep olan Aziz Nesin güvenlik kuvvetleri tarafından bilinmeyen bir yere götürüldü.’
Meydan: Aziz Nesin’in konuşması halkı galeyana getirdi; Sivas’ta ayaklanma: 40 ölü.
Meydan’ın haberinde ise şöyle deniyordu: ‘Yazar Aziz Nesin’in Pir Sultan Abdal kültür etkinliklerinde yaptığı konuşmada ‘Ben dinsizim’ demesinden sonra galeyana gelen on bin kişi kültür merkezini taşa tuttu ve Nesin’in kaldığı Madımak Oteli’ni ateşe verdi. Yanan otelde 40 kişi dumandan zehirlenerek ölürken çıkan olaylarda dördü polis 145 kişi yaralandı.’
Özgür Gündem: Devlet gözetiminde katliam: 40 ölü
Haberde şöyle deniyordu: ‘Sivas’ta gerek gösterilerin başladığı sırada, gerekse gelişerek saldırı ve kundaklamaya dönüştüğü sırada devlet güçlerinin olaya gerekli ve yeterli müdahaleyi yapmadığı görüldü.’
4 Temmuz 1993 Gazeteleri:
Sabah: Tahrik… İhmal… İşte Sivas gerçeği
Haber, ‘Sivas gerçeği’ madde madde sayılarak başlıyordu. Birinci madde şöyleydi: ‘Rencide eden konuşma… Aziz Nesin’in Perşembe günü yaptığı dikkatsiz konuşma herkesi rencide etti. Hem Sünniler hem aleviler Nesin’in konuşmasını ‘saygısızlık’ olarak algıladı.
Sabah’ta Mehmet Barlas köşesinde ‘Laikliği, kitlelerin öfkesine sürmeyelim!’ başlıklı yazısında şöyle diyordu: Aydın olmak ve laik olmak inançlara saygısız olmak veya inanç sahiplerini küçümsemek değildir.
Gene Sabah’ta Cengiz Çandar ise ‘Sivas Faciası : Provokasyon ve Gaflet’ başlıklı yazısında şöyle diyordu: ‘Devletin vurdumduymazlığı ve aczi ‘birey’in provokatörlüğü olgusunu ortadan kaldırmaz… ‘Türk milletinin yüzde altmışından fazlasının aptal olduğu’ kanaatini her yerde tekrarlayan Aziz Nesin’in bu saptamasında doğru bir husus var: Eğer seksenine dayanmış Aziz Nesin bunak değilse, Türk milletinin bir aptal ferdi.
Türkiye Gazetesi: Başbakan: Tahrik var
Tansu Çiller, Sivas’ta 35 kişinin ölümüyle neticelenen olayların, Aziz Nesin’in tahrik edici konuşmasından kaynaklandığını söyledi.
Meydan: Vurun şu kafire!
35 kişinin ölümüyle sonuçlanan katliamdan canını zor kurtaran yazar Aziz Nesin, Sivas Belediye Başkanı tarafından halka linç ettirilmek istendi.
Tercüman: İyi ki Sivas’a gitmişim
Manşetin üstü: Aziz Nesin olaylardan üzüntü duymadığını ve kahraman olmayı hedeflediğini ortaya koydu
Tercüman başyazının başlığı: ‘Şeytan Aziz’
Yazıda şöyle deniyordu: ‘Aziz Nesin hafızasını yitirmiş olmalı ki akıl almaz görüş ve düşünceler öne sürerek Türk toplumunu manevi anlamda yaralayabilme gayreti içinde çırpınıp durmaktadır.’
Olay, rejime yönelik ve arkasında ırkçı-şeriatçı örgütlerin bulunduğu siyasal bir gelişme şeklinde ele alınmadı. Hukuki süreç bu yönde işletilmedi. Böylece, 35 kişinin katledilmesine, 60 kişinin ağır yaralanmasına, onlarca arabanın yakılmasına neden olan katliamın düzenleyicileri olan ırkçı-şeriatçı örgütler ve katliamda kusuru bulunan sorumlular ortaya çıkarılmadı.
TBMM’nin olayla ilgili kurduğu Araştırma Komisyonuna ifade veren çeşitli görevlilerin anlatımları da ilginç bilgilerle yüklüdür.
O günlerde Sivas Emniyet Müdürü olan Doğukan Öner:
‘… Bu Perşembe günü de, Aziz Nesin Buriciye Medresesine gitmiş, Buriciye Medresesinde öğleye kadar kitap imzalamış, o akşama kadar belirli yerlerde gezmiş. O akşam çıkıp Madımak Oteli’ne gitmiş. Gece saat 21.00’de bir tek siyasi şubemizin korumasıyla birlikte yanında 8 kişi ile Madımak Oteli’nden çıkmışlar, Atatürk Caddesinden inmiş aşağıya; orada Sarayhan Restorantı var; Sarayhan Restorantına yaya gitmişler. Orada içki içtikten sonra da yine yaya olarak aynı ekiple o şekilde gitmişler. Yani ben şunu arz etmek istiyorum, yani olay bir tek Aziz Nesin’e yönelik olan bir hadise değildir.’
‘… Bu işte kesin provokasyon vardır. Bu işte kesin dışarıdan gelme birtakım güçler vardır. İlk defa camiye gittiğim zaman o caminin ön tarafında belirli birtakım gruplar vardı… Ben o grupları Madımak önünde görmedim…’
Mehmet Yıldız (Sivas Emniyet Asayiş Müdürü):
‘Heykel getirildi, topluluğun önüne atıldı. Atılınca gerçekten insanlar artık çok çılgınca hareket ediyorlardı. Dişleriyle dahi ısıranları gördük, kafasını vuranları gördük… Paşa Camisi’nden anons edilince, diyelim ki 200 kişi pankart astı. Amerikan Bayrağını yaktılar…’
Millet Partisi İl Başkanı:
‘Paşa Camisinde namaz bitmişti, bir kısım imamı beklemeden namaz biter bitmez dışarıda bir gürültü patırdı oldu… Amerikan Bayrağının yakılışını bizzat gördüm. Pankartı da cami duvarında asılı olarak gördük.’
Dr. Hüseyin Polat (Tabibler Odası Başkanı):
‘Öncelikle bu saldırı devlete karşı yapıldı. Laik Cumhuriyete ve Atatürk’e karşı yapıldı. Belediye Başkanı ‘Gazanız mübarek olsun’ diyerek manevi destek verdi.’
Mehmet Talay (Kültür Bakanlığı Sivas İl Müdürü):
‘Aziz Nesin Sivas’a ilk kez gelmedi. Aziz Nesin bundan yedi, sekiz ay veya bir sene kadar önce kitap imza gününe gelmişti. Sonra Aziz Nesin’in konuştuğu gün Perşembe günü, olaylar 24 saat sonra çıkıyor. Tepki olarak olsaydı aynı gün tepki olurdu…’
Şakir Şeker (ANAP İl Başkanı):
‘Caminin içinden insanlar çıkmaya başladığı anda, 20 veya 25 kişilik namazla hiç alakası olmayan ve namaz kılmayan bir grup, bahçede namaz kılan yere gelir ve bunlar bir pankart açarlar, arkasından da bir Amerikan Bayrağı ateşe verilir…’
Devlet Güvenlik Mahkemesi kararına göre; Sivas katliamı davasının 22 sanığı hakkında 15’er yıl, 3 sanığı hakkında 10’ar yıl, 54 sanığı hakkında 3’er yıl, 6 sanığı hakkında 2’şer yıl hapis cezası, 37 sanığı hakkında da beraat kararı verildi.
DGM’nin kararında katliamı gerçekleştiren faşist (ırkçı-şeriatçı) örgütlerden söz edilmediği gibi, katliam Cumhuriyete ve laikliğe karşı bir eylem olarak da değerlendirilmemiştir. Ama bir suçlu gerekliydi ve o da bulunmuştu: Aziz Nesin. Üstelik bu hiç de yeni bir şey değildi; devletin yetkilileri, siyasi iktidarın sözcüleri, emniyet yetkilileri ve savcılar da, Sivas katliamının örgütlü bir hareket olmadığını, Aziz Nesin’in tahrikiyle ortaya çıkmış bir tepkinin sonucu olduğunu, olayın ilk gününde açıklamışlardı.
2013 yılında Madımak davasında hukuk skandalı
Katliamın ardından 2 Temmuz 1993’te gözaltına alınıp 16 Temmuz 1993’te tutuklanan Murat Sonkur, Eren Ceylan ve Murat Karataş hakkında 20 Temmuz 1993’te dava açıldı. 1994’te serbest bırakılan sanıklar bir daha bulunamadı. Kapatılan Ankara 1 Nolu DGM, sanıklarla ilgili ilk kararını 26 Aralık 1994’te verdi. DGM, Sonkur’u 3 yıl, Karataş ve Ceylan’ı ise 15’er yıl hapse mahkum etti.
Katliamın ardından geçen 20 yılda bu zanlılar yakalanamamıştır.
Sivas davası sanığı Karataş hakkındaki dava, kaçak yaşadığı Belçika kanunlarına göre 2008′de zaman aşımına girdi. Ama Adalet Bakanlığı bunu beş yıl sonra hatırladı. Karataş’ın iadesi artık mümkün değil.
Kaynakça
https://indigodergisi.com/2013/07/sivas-93-madimak-katliami/
19 Aralık 1978
19 Aralık gecesi saat 21:00’de bir Ülkücünün, Çiçek sinemasına yerleştirdiği tahrip gücü düşük bir bomba; katliama giden olaylar zincirinin ilk adımını oluşturdu. Türkoğlu ilçesinden gelen bir grup faşist militan “Kanımız Aksa da Zafer İslam’ın” ve “Müslüman Türkiye” sloganlarıyla seyirci kitlesini “coşturarak” Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) il binasına saldırttılar.
Bombanın patlamasından hemen sonra, Ülkücü Gençlik Derneği (ÜGD) Kahramanmaraş şube başkanı Mehmet Leblebici ve 2. Başkan Mustafa Kanlıdere‘nin talimatlarıyla bombayı attığı iddia edilen Ökkeş Kenger Ankara’ya ÜGD’ye telefon ederek “yardım” talebinde bulundu.
“Bir Alevi öldüren beş kez hacca gider”
Ertesi gün Alevilerin oturduğu bir kıraathane bombalandı; 21 Aralık’ta iki Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği (Töb-Der) üyesi bir öğretmen öldürüldü. 22 Aralık günü, bu iki öğretmenin cenazesini taşıyan kalabalığa, faşistlerin “komünistlerin, Alevilerin cenaze namazı kılınmaz” diyerek tahrik ettikleri kalabalık saldırdı. Bağlarbaşı camii imamı Mustafa Yıldız cuma vaazında şu “öğütleri” vermişti:
“Oruç tutmak namaz kılmakla hacı olunmaz, bir Alevi öldüren beş sefer hacca gitmiş gibi sevap kazanır; bütün din kardeşlerimiz hükümete ve komünistlere, dinsizlere karşı ayaklanmalıdır; çevremizde bulunan Alevileri ve CHP’li Sünni imansızları temizleyeceğiz.”
Kalabalık dağılıp cenazeler ortada kalırken; güvenlik güçlerinin müdahalesiyle karşılaşmayan saldırgan kitle kent çarşısına yürüyerek Alevilere ve CHP’lilere ait işyerlerini tahrip etti. Çatışmalarda 3 insan öldürüldü.
22 Aralık gecesi faşistler Sünni mahallelerinde “ertesi gün solcu Alevilerin silahlı saldırı yapacağını” anlatarak, bu kitlesel biçimde silahlanılmasını sağladılar. 23 Aralık’ta Kahramanmaraş’taki olaylar karşılıklı çatışma boyutunu tamamen yitirerek, bütün solculara ve Alevilere dönük bir kıyama dönüştü.
24 Aralık’ta ilan edilen sokağa çıkma yasağına, yalnızca, kendi can güvenliklerini bile sağlayamayan güvenlik kuvvetleri uydular. Günden güne tırmanan gerginliğe ve valiliğin 21 Aralık’tan beri yinelediği taleplerine rağmen kente askeri güç gönderilmemişti. Saldırıların polis kuvvetlerine yönelmesi üzerine, “polis-halk çatışmasını önleme” gerekçesiyle 23 Aralık sabahı kentteki bütün polisler de görev dışı bırakıldı. Bu koşullarda 24 Aralık günü, faşistlerin çevre köy ve ilçelerden getirdiği silâhlı grupların takviyesiyle, kıyam insanlık dışı boyutlar kazandı.
Resmi rakamlara göre olaylarda 111 kişi öldü
“Komünistleri bırakmayın, Allah yoluna kesin, Sütçü İmam aşkına vurun”, “Bugün cihad günüdür, bir Alevi öldüren cennete gider”, “Alevileri öldürelim, memleketten temizleyelim”, “Alevileri öldürün, şahit kalmasın” diye bağıran faşist ajitatörlerin sürüklediği kalabalıklar Alevilerin yaşadığı Yörükselim, Yenimahalle, Serintepe, Mağaralı, Karamaraş mahallelerine saldırdılar. Bu mahalleler taranıp, bombalanıp, kundaklandıktan sonra muhasara altına alındı. Ölülerin taşınması, yaralıların hastanelere götürülmesi engellendi, hastaneler kuşatıldı; insanlar kadın, çocuk, hamile, yaşlı, hasta, yaralı ayrımı yapılmadan öldürüldü. Faşistlerin “Aleviler dinsiz ve sünnetsizdir” provokasyonuyla gözleri kararan saldırganlar, insanların pantolonlarını indirip sünnetli olup olmadıklarına baktılar. Alevi mahallelerinin yanı sıra, Sünni mahallelerinde de önceden işaretlenmiş Alevi evlerine baskınlar yapıldı.
Kıyımda saldırılanlara haykırılan sözler, faşist hareketin seferber ettiği kitleleri “gerçek” iktidarın bu hareketi desteklediğine inandırdığını gösteriyordu: “Hükümetiniz gelsin sizi kurtarsın”, “Bizim liderimiz içimizde, sizinki nerede, Ecevit gelsin sizi kurtarsın”, “Türkeş burada, Ecevit nerede”, “Git Karaoğlanınızı çağır gelsin, size yardım etsin, bizim Türkeş’imiz yanımızda”, “Vali, İçişleri bakanı Maraş’ı terketsin”.
Ancak 25 Aralık akşamı tamamen yatışan saldırılarda, resmen saptanabilen ölü sayısı 111’di. Yüzlerce kişi yaralanmış, aralarında CHP, Türkiye İşçi Partisi (TİP), Türkiye Komünist Partisi (TKP), Töb-Der, Polis Memurları Dayanışma Derneği (Pol-Der) binalarının ve Sağlık Müdürlüğü’nün bulunduğu 210 ev ve 70 işyeri yakılıp yıkılmıştı. Katliamın ardından, binlerce Alevi Kahramanmaraş’ı kaçarcasına terk etti. CHP milletvekili Oğuz Söğütlü Kahramanmaraş’ta yaşananların açık soykırımdan başka bir şey olmadığını, Alevi nüfusun yüzde 80’inin kenti terk ettiğini söyledi.
Milliyetçi Cephe (MC) partileri, olayların “büyümesini” ülkede ve Kahramanmaraş’ta sıkıyönetim ilanında gecikilmesine bağlayarak CHP iktidarını suçladılar. Faşist hareket, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk‘ün Ocak 1979’da Kahramanmaraş milletvekili ve senatörleriyle yaptığı özel toplantıda Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) milletvekili Mehmet Yusuf Özbaş‘ın sözlerinde yansıdığı gibi, olayların “1971 öncesinde Elbistan’da Nurhak dağlarında başlayan olayların devamı olduğunu” savunmakta; Ecevit hükümetinin “tahrikçi” olduğunu, hükümet değişmedikçe tahriklerin devam edeceğini söyleyerek böylesi olayların da süreceğini ima etmekteydi.
RFI: Olaylarda CIA’in rolü var
MHP yöneticilerinden Nevzat Kösoğlu parlamentodaki konuşmasında olaylardan “Maraş’ın bazı mahalle ve köylerinde mezhep ayrılıklarına dayandırdıktan hakimiyetlerini pekiştirmek üzere çekişme halinde olan -özellikle Maocu gruptan- komünist fraksiyonları” sorumlu gösteriyordu. Kösoğlu, olayları hassas bölge olduğu bilinen Maraş’ta solcu öğretmenlerin cenazesine izin verilmesi ve cenazede “bilinen komünist sloganların yanı sıra, dini tahkir ve tezyif edici sloganların bağırılması”yla açıklarken adeta katliamı meşrulaştırıcı bir dil kullanıyordu.
Faşist harekete açık destek veren Tercüman yazarlarından Ahmet Kabaklı Kahramanmaraş olaylarını “milletin CHP’ye tepkisi” olarak yorumlarken; neredeyse selamlayan, kutlayan bir üslupla insanların gaddarca öldürüldüğü katliamı “binicisini beğenmeyen asil bir kısrağın şahlanışı”na benzetmişti.
Radio France Internationale (RFI) 27 Aralık’taki yayınında Kahramanmaraş olaylarında “yabancı gizli servislerin, özellikle ABD Merkezi Haber Alma Teşkilatı CIA’in rolü”ne değindi. BBC ise şu yorumu yapmaktaydı:
“Kahramanmaraş olayları, Pakistan, Afganistan ve İran’dan sonra belki de kaos ve belirsizlik içine düşme sırasının Türkiye’ye geldiğini gösteriyor. Başbakan Bülent Ecevit de dahil olmak üzere, giderek artan sayıda kişi, bir iç savaş tehlikesine dikkati çekiyorlar.”
Kahramanmaraş olaylarının “kovuşturulması”, faşist hareketin iç savaş stratejisi ile ilintisi üzerinde durulmadan, “sağ-sol çatışması” çerçevesinde ele alındı ve tek tek “eylemciler” araştırıldı. Dönemin bölge sıkıyönetim komutanı Tuğgeneral Tayyar Aygur‘un, “Kahramanmaraş Toplumsal olayları” davasının bir numaralı sanığı Kenger’le görüşmesinde söyledikleri, bu durumun özeti niteliğindedir:
“Oğlum, bu hadiseler sizin boyunuzu aşar, bunu biz de biliyoruz. Soldan her şey elimizde. Silahlar, mermiler, dokümanlar… Hepsini yakaladık. Hatta Ermeni Garbis adında birinin olduğunu tespit ettik. Eğer bu şahıs ölenler arasında değilse, yakında bir vilayetin daha başını yakabilir. İnşallah ölen yedi sünnetsizden birisi budur. Bunları biliyoruz…Peki, bu sağdaki çarıklı Mehmet ağayı kim sokağa döktü, biz bunu arıyoruz.”
Faşizm tırmanışını sıkıyönetim altında sürdürüyor
1979’a CHP iktidarının Kahramanmaraş katliamının ardından 13 ilde ilan ettiği sıkıyönetimle girildi. Böylece, faşist hareket, 1978 boyunca giderek sesini yükselterek talep ettiği sıkıyönetime erişmişti. Fakat sıkıyönetim, hem MHP üst kademelerinde umulan nitelikte bir ittifakı, işbirliğini üretecek gibi görünmüyordu; hem de siyasal atmosfer MHP açısından oldukça elverişsizdi.
Kahramanmaraş katliamı, Malatya, Elazığ, Sivas, Niğde-Aksaray olaylarıyla karşılaştırılmayacak sonuçlara yol açmıştı. Hem yüzü aşkın insanın ölümü, hem de anti-Alevi saldırılarda sergilenen vahşet ve kıyıcılık, genel kamuoyunda büyük bir dehşet yaratmıştı. Doğan büyük toplumsal tepki, somut yasal bağlantılar saptansa da saptanmasa da, geniş kitleler nezdinde bu olayın sorumlusu olduğu açık olan faşist harekete yöneliyordu. (BÇ)
* Bu metin Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi‘nin 7. cildinden derlendi.
Kaynakça
https://m.bianet.org/bianet/siyaset/111379-maras-katliaminda-neler-olmustu