2024, 22 Eylül
21-22 Eylül 2024 tarihlerinde Fransa’nın Strasbourg kentinde gerçekleşen Avrupa Alevi Çalıştayı, Avrupa ve Türkiye’den geniş bir katılımla tamamlandı.
Çalıştaya Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu’na (AABK) bağlı Alevi kurum yöneticileri, inanç önderleri, Avrupa Alevi Kadınlar Birliği (AAKB), Avrupa Alevi Gençler Birliği (AAGB), AABK İnanç, Yol – Erkân Kurulu, Ocak, Sürek ve topluluk temsilcileri, medya temsilcileri, sanatçılar ve akademisyenler katılım sağladı. Ayrıca, Türkiye’den Alevi Bektaşi Federasyonu (ABF), Alevi Kültür Dernekleri (AKD), Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSAKD), Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı (HBVAKV), Türkiye Alevi Federasyonu (TAF) ve Kıbrıs Alevi Kültür Merkezi başkanları da çalıştayda hazır bulundu.
İki günlük çalıştayın ardından yayınlanan sonuç bildirgesinde şu ifadelere yer verildi:
“Avrupa Alevi hareketi, kuruluşundan bu yana neredeyse yarım yüzyıldır büyümeye ve kendini yenilemeye devam etmektedir. Çağın ihtiyaçlarına uygun çalışma yöntemleri geliştiren hareket, örgütlendiği ülkelerde devletler tarafından tanınan bir kurum olmayı başarmıştır. Bu başarılarla rotasını sürekli ileriye taşıyan Avrupa Alevi hareketi, 35. yılını coşkuyla kutlamaktadır. Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu (AABK), 35 yıldır maruz kaldığı tüm saldırılara ve haksızlıklara karşı direnişini kararlılıkla sürdürmüş ve ilkeleri doğrultusunda mücadelesini büyüterek devam ettirmiştir.
Bu süreç, Alevi toplumunun dayanışma ve örgütlenme gücünü bir kez daha göstermiş, aynı zamanda Avrupa’daki Alevi topluluklarının, Alevilik inancının ve kültürünün yaşatılması konusundaki kararlılıklarını ortaya koymuştur.
35 Yılın Değerlendirmesi ve Ufuktaki Tehlikeler, Çözümler
Konfederasyonumuz, gerçekleştirdiği çalıştayda son 35 yılın kapsamlı bir değerlendirmesini yapmış, mevcut toplumsal dinamikler ışığında karşı karşıya olduğumuz tehlikeleri tespit etmiştir. Bu olası tehlikeleri fırsata dönüştürecek stratejik çalışmaları belirleyerek, gelecek döneme dair bir yol haritası oluşturmuştur.
Çalıştay kapsamında Kadın, Gençlik, İnanç, Eğitim, Medya, Diplomasi, Aleviler ve Siyaset gibi önemli başlıklar üzerine sunumlar yapılmış; bu alanlarda faaliyet gösteren örgütlerimizin temsilcileri, toplumsal sorunlarımızı masaya yatırarak çözüm odaklı tartışmalar gerçekleştirmiştir. Çalıştayın sonucunda, geleceğe yönelik kritik ve yönlendirici kararlar alınmıştır.
“Sonuç Bildirgesi, stratejik bir rehber niteliğinde”
İki gün süren yoğun çalışmalar ve analizler sonucunda hazırlanan sonuç bildirgesi, örgütümüzün geleceği için stratejik bir rehber niteliğinde kabul edilmiştir. Bu rehber, ilerleyen süreçte toplumsal sorunların çözümünde yol gösterici olacaktır.
21-22 Eylül Avrupa Alevi Çalıştayı Sonuç Bildirgesi
1- Birlik ve Beraberlik Vurgusu: Alevi toplumu olarak birlik ve beraberliğimizin her zamankinden daha güçlü olması gerektiği vurgulanmıştır. Avrupa genelinde daha kapsayıcı, demokratik ve katılımcı bir örgütlenme modeli benimsenmiş, bu modelin tüm Alevi toplumunu kucaklayacak şekilde uygulanacağı teyit edilmiştir.
2- İnanç ve Kimlik: Alevilik kendine özgü bir inançtır. Alevi inancının ve kimliğinin korunması, geliştirilmesi ve gelecek kuşaklara aktarılması, Alevi örgütlenmesinin en temel önceliklerinden biri olarak belirlenmiştir. İnanç, Yol-Erkân kurullarımız başta Avrupa ve Türkiye olmak üzere; tüm dünya Alevi, Bektaşi kurullarıyla çalıştay ve benzeri çalışmalar yapacaktır.
3- Alevi Kadın Hareketi: Alevi toplumunda kadınların daha güçlü ve etkin bir şekilde yer alabilmeleri için kadın hak mücadelesinin desteklenmesi kararlaştırılmıştır. Bu doğrultuda, toplumsal cinsiyet eşitliğinin kurumsal ve kamusal düzeyde sağlanması ve kadın haklarının korunması konusunda daha etkin çalışmalar yapılacak, kadınların karar alma mekanizmalarında eşit temsiliyeti sağlanacaktır.
4- Alevi Gençlik Hareketi: Alevi gençliğinin örgüt içinde daha aktif rol alabilmesi, temsiliyetinin arttırılması için tüzük ve çalışma programlarında gerekli düzenlemelerin yapılması kararlaştırılmıştır. Gençlerin düşünceleri ve önerileri, geleceğe yönelik stratejilerin oluşturulmasında temel unsurlar olarak kabul edilmiştir. Bu bağlamda gençliğe; eğitim, kültür ve siyaset alanlarında daha fazla fırsat tanınacaktır.
5- Eğitim, Kültür ve Sanat: İbadethanemiz olan cemevlerimizi; aynı zamanda kültür ve sanat, eğitim, dayanışma ve yardımlaşma merkezlerine dönüştüreceğiz. Yaşamın her alanına dokunabilmek için çalışma programları, konseptler hazırlanacak; cemevlerimize üye kazandırmak amacıyla faaliyet alanlarımız genişletilecektir. Avrupa’da hayata geçmiş olan Alevilik derslerinin, üniversitelerdeki kürsülerin korunması ve bu kazanımların büyütülmesi için gerekli çalışmalar arttırılacaktır. Eğitim kurumlarını cemaat ve tarikatlara teslim eden, eğitimi aklın ve bilimin dışına çıkaran; tekçi, inkarcı, ırkçı, cinsiyetçi ve gerici eğitim politikalarına, ÇEDES gibi projelere ve en önemlisi Türkiye Yüzyılı Maarif modeli adı verilen müfredata karşı Türkiye’de sürdürülen mücadeleye destek artarak devam edecektir.
6- Alevi Medyası: Yayın organlarımız olan Alevilerin Sesi Dergisi, Yol TV, Yol Haber Portalı ve sosyal medya hesaplarının teknik ve içerik açıdan güçlendirilmesi; görünürlüğünün, okunurluğunun ve kurumsallığının arttırılması kararlaştırılmıştır. Bu amaçla tüm Alevi medya kuruluşlarıyla ortak çalıştaylar yaparak güç birliğine gidilecek ve Dünya Alevi Haber Ajansı kurulacaktır.
7- Siyaset ve Aleviler: Alevilerin bağımsızlık çizgisine sahip çıkarak siyasi arenada daha etkili bir şekilde temsil edilmesi için yeni stratejiler geliştirilmiştir. Alevi toplumunun ulusal ve uluslararası platformlarda daha aktif yer alması, haklarının savunulması ve siyasi katılımın artırılması için çalışmalar yürütülecektir. Bu süreçte demokratik değerler, laiklik ve eşit yurttaşlık mücadelesi ana ekseni oluşturacaktır.
8- Diplomasi: Uzun yıllardır altyapısı hazırlanan ve açılışı gerçekleştirilen Diplomasi ve Uluslararası İlişkiler Temsilciliği’nin çalışmalarına güçlü bir biçimde başlanacaktır. Avrupa Parlamentosu, Avrupa Konseyi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve ulusal parlamentolarla yakın çalışma içerisinde olunacaktır. Uluslararası alanda Alevi toplumunun sesi olmak ve tüm ezilen, haksızlığa uğrayan halkların, inançların haklarını savunmak asli görevimiz olacaktır. Türkiye’de Alevilere ve mazlumlara yönelik hak ihlallerinin dünya kamuoyuna duyurulması ve bu haksızlıklara karşı mücadele etme noktasında sorumluluk alınacaktır.
9- Toplumsal Dayanışma: Avrupa’daki sivil toplum kuruluşları, parlamentolar, yerel yönetimler ve toplumsal gruplarla iş birlikleri güçlendirilerek, toplumsal dayanışma ağları genişletilecektir. Özellikle toplumsal sorunlar karşısında ortak mücadele yöntemleri geliştirilecektir.
10- Yükselen Irkçılık: Avrupa’daki tüm ırkçı ve gerici faaliyetlere karşı kararlılıkla mücadele edilecektir. Bu anlamda siyasi partiler, sendikalar ve sivil toplum kuruluşlarıyla ortak hareket edilecektir.
11- Avrupa ve Türkiye Alevi Hareketi: Türkiye ve Avrupa Alevi hareketinin ortak bir vicdan ve akılla yürüttüğü demokratik cumhuriyet, laiklik ve eşit yurttaşlık mücadelesi kararlılıkla sürdürülecektir.
12- Alevisiz Alevilik Başkanlığı: Asimilasyon üssü haline getirilen Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı’nı tanımıyoruz. Bu gibi kurum, kuruluş ve organizasyonların tümüne karşı kararlı mücadelemiz devam edecektir.
12 başlıkta özetlenen bu yol haritası, Alevi toplumunun geleceğine yönelik daha kararlı ve güçlü adımlar atmamızı sağlayacak; birlik ve beraberliğimizi pekiştirecek; mücadelemize ivme katacaktır. Demokrasi, insan hakları ve laiklikten yana olan tüm canları birlikte mücadeleye davet ediyoruz.
Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu”
Kaynak
2024, 30 Ocak
Avusturya Alevi Birlikleri Federasyonu (AABF) Davası, Avrupa’daki Alevilerin hak mücadelesi açısından oldukça önemli bir davadır. Bu davanın ana hatları şöyledir:
-
Davanın Arka Planı:
- AABF, Avusturya’da Alevilerin yasal zeminde eşit yurttaşlık haklarına kavuşması için 2008 yılında hukuki mücadeleye başlamıştır.
- Avusturya hükümeti, Aleviliği İslam’dan bağımsız bir inanç olarak tanımayı reddetmiş ve Alevilere İslam dayatmasında bulunmuştur.
-
AİHM’ye Başvuru:
- AABF, Avusturya’daki iç hukuk yollarını tükettikten sonra davayı 2020 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşımıştır.
- Dava, “Alevilik bağımsız, özgün bir inançtır” iddiasıyla açılmıştır.
-
AİHM’nin Kararı:
- AİHM, 30 Ocak 2024 tarihinde davayı karara bağlamıştır.
- Mahkeme, “Alevilik kendine özgün bir inançtır” diyerek AABF’yi haklı bulmuş ve Avusturya hükümetini haksız bulmuştur.
-
Kararın Önemi:
- Bu karar, Aleviliğin İslam’dan ayrı, bağımsız bir inanç olarak tanınması açısından önem arzetmektedir.
- Avrupa’da Alevi inancının yasal tanınması yönünde önemli bir adım atılmıştır.
- Karar, sadece Avusturya’daki değil, diğer Avrupa ülkelerindeki Alevilerin de hak arayışlarına emsal teşkil edebilecek niteliktedir.
-
Sonuçları:
- AİHM, AABF’ye manevi zarar tazminatı olarak 10 bin euro ve masraf ile giderler için 20 bin euro verilmesine hükmetmiştir.
- Bu karar, Avrupa’da Alevilerin inanç özgürlüğü ve tanınması açısından önemli bir emsal teşkil etmektedir.
Dâvâ, Avrupa’daki Alevilerin hak mücadelesi hususunda önemli bir dönüm noktası olmuş ve Aleviliğin bağımsız bir inanç olarak tanınması yolunda uluslararası bir kazanım sağlamıştır.
Not
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
2023, 27 Temmuz
1946 yılında Manisa’nın Demirci ilçesinde dünyaya gelmiştir. İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi’nden 1976 yılında Yüksek Orman Mühendisi olarak mezun olmuştur. Mezuniyetinin ardından 1980 yılına kadar Orman Bakanlığı’nın çeşitli birimlerinde görev yapmıştır.
Siyâsi Faaliyetleri
Korkmaz’ın siyasi aktivizmi öğrencilik yıllarında başlamıştır:
– Orman Fakültesi Fikir Kulübü Yönetim Kurulu üyeliği yapmıştır.
– Devrimci Gençlik Federasyonu (DEV-GENÇ) Genel Yönetim Kurulu üyeliğinde bulunmuştur.
– 12 Mart 1971 muhtırası sonrasında Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (THKP-C) ve DEV-GENÇ davalarından yargılanmıştır.
– 1974 yılındaki siyasi afla cezaevinden çıkmıştır.
– Türkiye Sosyalist İşçi Partisi’nin (TSİP) Zeytinburnu İlçe Başkanlığı görevini üstlenmiştir.
Mesleki Kariyeri
12 Eylül 1980 darbesi sonrasında siyasi görüşleri nedeniyle Orman Bakanlığı’ndaki görevine son verilmiştir. Askerlik dönüşü Babıali’de çalışmaya başlayan Korkmaz:
– Yurt Ansiklopedisi ve Büyük Larousse gibi önemli yayınlarda yazarlık ve redaktörlük görevlerini üstlenmiştir.
– Nefes dergisinin genel yayın yönetmenliğini yapmıştır.
– Nefes Yayınları’nı kurmuştur.
– İki Nokta Yayıncılık’ta genel yayın yönetmenliği görevinde bulunmuştur.
– Serçeşme Dergisi’nin genel yayın yönetmenliğini üstlenmiştir.
Yazarlık Kariyeri
1990’ların ortalarından itibaren Alevi-Bektaşi araştırmalarına yoğunlaşmıştır. Bu alanda çok sayıda kitap, inceleme ve makale kaleme almıştır. Önemli eserleri arasında:
– Alevilik-Bektaşilik Terimleri Sözlüğü
– Enel Hak
– Dört Kapı Kırk Makam
– Alevi Felsefesi
– İnsan Tanrı
– Alevilik ve Aydınlanma
– Anadolu Aleviliği
– Şamanizm Terimleri Sözlüğü
– Zerdüştlük Terimleri Sözlüğü
– Şeyh Bedreddin ve Varidat
– Kızılbaşlıkta Üç Firar-Üç Terk
– Ezidiler
Esat Korkmaz, 27 Temmuz 2023 tarihinde, 77 yaşında İstanbul’da kanser nedeniyle hayatını kaybetmiştir.
Not
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
2023, 14 Mart
Alevi Bektaşi Cemevi Başkanlığı açıldı; Alevilerden ise tepkiler yükseldi: Asimilasyon başkanlığı!
Alevilerin tepkisine rağmen, Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile kurulduğu duyurulan Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı’nın Ankara’daki binası açıldı. Aleviler, “Bu ihanet kapısından içeri giren, kapımızın önünden geçmesin” diyerek duruma tepki gösterdi.
AKP-MHP iktidar blokunun yıllar önce rafa kaldırdığı sözde ‘Alevi açılımı’ yeniden gündeme gelmiş, cemevlerinin “kültür merkezi” olarak tanımlanması, dedelere maaş bağlanması, cemevinin su ve elektrik giderlerinin karşılanması ve Diyanet benzeri “Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı”nın kurulması gibi başlıklar etrafında kamuoyuna yansımıştı.
Alevi toplumu ve örgütlerinin rızası alınmadan atılan bu adımlar büyük tepki ile karşılandı ve Aleviler, Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile kurulduğu duyurulan Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı’na ve torba yasaya karşı ülkenin birçok yerinde alanlara çıkarak, “Eşit yurttaşlık talebimizden vazgeçmiyoruz” mesajı vermeyi sürdürüyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde kurulan Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı görevine, İçişleri Bakan Danışmanı Ali Arif Özzeybek’i getirmişti.
Hükümetin bir süre önce başlattığı Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı kurulması kararının ardından atamalar yapılarak Ankara’daki binası açıldı.
Duruma tepki gösteren Aleviler, Alevi -Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı’nın derhal Diyanet ile birlikte kapatılması çağrısında bulundu.
“BU İHANET KAPISINDAN GEÇENLER KAPIMIZDAN GEÇMESİN”
Sosyal medyada gösterilen tepkiler şöyle:
Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu Eşit Başkanı Hüseyin Mat: TC Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı. Bu ihanet kapısından içeri giren, kapımızın önünden geçmesin. Açılsın kapılar hep birlikte Şah’a gidelim. Gerçeklerin demine devranına hüü diyelim. Aşk ile.
Doçent Doktor Ayfer Karakaya Stump: Bu resmi, önemli bir adım diye paylaşanlar, o çok yakın oldukları devlet görevlilerine söyleseler de kimsenin kale bile almayacağı birkaç cemevine perde yardımı yapmak yerine, deprem bölgelerinde halen çadır bekleyen canlarımıza çadır yollasınlar.
“DİYANET İLE BİRLİKTE KAPATILSIN”
Yazar Turan Eser: Alevisiz, Bektaşisiz bir temsiliyetin yanı sıra, Aleviliği inanç, Cemevini de ibadethane olarak kabul etmeyen ve siyasal İslamcı AKP kadrolarının atanmasıyla, tümüyle asimilasyon ve siyasi istismar amacıyla kurulan Alevi -Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlık binası bugün açıldı.
Aleviler inançlarını ve cemevlerini inkar edenlere HAYIR diyor!
Aleviler asimilasyon başkanlığına HAYIR diyor!
Aleviler kendi iradeleri dışındaki temsiliyete HAYIR diyor!
Aleviler inançlarının devletleşmesine HAYIR diyor!
Aleviler devlet içinde asimilasyon merkezine dönüşen dinci kurumsallaşmaların tümüne HAYIR diyor!
Aleviler siyasal İslamcı dayatmalara HAYIR diyor!
Aleviler devletin ve iktidarın Alevi inancını ve cemevlerini, Sünnilik üzerinden tanımlamasına HAYIR diyor!
Aleviler Alevi -Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı’nı tanımıyor ve yok hükmünde sayıyor!
Aleviler sadece ve sadece HERKES İÇİN LAİKLİK, DEMOKRASİ, EVRENSEL İNSAN HAKLARINA DAYALI İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜNE EVET DİYOR!
ALEVİLER SADECE VE SADECE EŞİT YURTTAŞLIK VE EŞİT HAKLARA EVET DİYOR!
Alevilerin Talebi ise;
Alevi -Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı açıldığı gibi derhal Diyanet ile birlikte KAPATILSIN!
“SAMİMİ DEĞİLLER, KABUL ETMİYORUZ”
Çağdaş Demokratik Ehl-ibeyt Eğitim ve Kültür Derneği: Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı tabelasını asmış! Alevilerin rızası olmadan açılan bu kurumu asla kabul etmiyoruz. Cemevlerine yasal statü verilmeden atılan bu adımlar asla samimi değildir. Alevi Diyaneti olan bu kurum asla Alevileri temsil edemez. Alevilik bir kültür değildir.
Kaynak: https://pirha.org/alevi-bektasi-cemevi-baskanligi-acildi-alevilerden-ise-tepkiler-yukseldi-asimilasyon-baskanligi-366665.html/14/03/2023/
2022, 25 Aralık
Kurultayın Gerçekleşmesi
- Tarih ve Katılımcılar: 25 Aralık 2022 tarihinde İstanbul Yenikapı’da gerçekleştirilen kurultaya, Türkiye ve Avrupa’dan 10 bini aşkın Alevi katılmıştır. Alevi kurum yöneticileri, inanç önderleri, sanatçılar, akademisyenler ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri de yer almıştır.
Alevi Sorunları ve Talepleri
- Geçmişteki İlgisizlik: Alevilerin sorunlarına samimi bir şekilde kulak verilmediği, taleplerinin çarpıtılarak etkisizleştirildiği vurgulanmıştır.
- Ortak İrade: Alevilerin sorunlarını dile getirebileceği bir platform oluşturulması gerektiği ifade edilmiştir.
Toplumsal ve Siyasi Durum
- Sosyal Baskılar: Alevilerin, siyasal İslamcı hegemonyanın sosyal ve politik baskı mekanizmalarıyla karşılaştığı belirtilmiştir.
- Kamusal Hizmetlerin Özelleştirilmesi: Sağlık, eğitim ve barınma gibi hakların piyasa koşullarına terk edildiği ve cemaatlere peşkeş çekildiği eleştirilmiştir.
Tarihsel Yüzleşme
- Katliamlar: Alevilerin tarih boyunca maruz kaldığı katliamlar (Koçgiri, Dersim, Maraş, Çorum, Sivas) ile yüzleşilmesi gerektiği vurgulanmıştır.
- Madımak Oteli: Sivas Katliamı’nın gerçekleştiği Madımak Oteli’nin utanç müzesi haline getirilmesi talep edilmiştir.
Eşit Yurttaşlık
- Eşit Yurttaşlık İlkesi: Alevilerin eşit yurttaşlık taleplerinin, Türkiye’deki siyasal ve toplumsal yaşamın eşit olanaklar sunmadığı belirtilmiştir.
- Ayrımcılık: Alevilerin eğitim, bürokrasi ve kamusal alanlarda maruz kaldıkları ayrımcılık örnekleri sunulmuştur.
Zorunlu Din Dersleri
- Eğitimdeki Sorunlar: Zorunlu din derslerinin Alevilerin vicdan özgürlüğüne müdahale niteliği taşıdığı ifade edilmiştir.
- Hükümetin Tutumu: Hükümetin zorunlu din dersi uygulamasını kaldırma konusunda adım atmadığı, göstermelik çözümler sunduğu eleştirilmiştir.
Diyânet İşleri Başkanlığı
- Asimilasyon Politikaları: Diyanet’in Alevileri Sünnileştirme amacı güttüğü ve din özgürlüğünü ihlal ettiği belirtilmiştir.
- Tek Tip İnanç Anlayışı: Diyanet’in temsil ettiği tek tip inanç anlayışının Alevilikle uzlaşmaz olduğu vurgulanmıştır.
Sonuç ve Gelecek Hedefleri
- Kurultayın Önemi: Kurultay, Alevilerin sorunlarını dile getirmesi ve bu sorunlara çözüm arayışında önemli bir adım olarak değerlendirilmektedir.
- Gelecek Kurultaylar: Alevilerin taleplerinin takip edileceği ve Alevi kimliğinin korunacağı vurgulanmıştır.
Not
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
2022, 9 Kasım
Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde “Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı” kurulmasına ilişkin Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi, Resmî Gazete’de yayımlandı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan imzasıyla yayımlanan Bazı Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesine göre, Kültür ve Turizm Bakanlığının görev ve yetkileri arasına “Alevi-Bektaşi kültürünün araştırılması ve cemevleriyle ilgili iş ve işlemleri yürütmek” eklendi.
Bakanlık bünyesinde Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı kurulurken, görev ve yetkileri şöyle sıralandı:
“Cemevlerinin ve ihtiyaçlarının belirlenmesine yönelik çalışmalar yapmak, cemevlerindeki hizmetlerin etkin ve verimli yürütülmesini koordine etmek. Cemevlerinin Başkanlıkça belirlenen hizmetlerinin gördürülmesi için yerel yönetimlere veya yatırım izleme ve koordinasyon başkanlıklarına ödenek aktarımına ilişkin iş ve işlemleri yürütmek. Alevi-Bektaşilik hakkında tüm yönleriyle, sosyal ve beşeri bilimler bütünlüğü içinde bilimsel araştırmalar yapmak, yaptırmak ve bu konularda seminer, sempozyum, konferans ve benzeri ulusal ve uluslararası etkinlikler düzenlemek. Özgün bilgi üretimi için uygun ortamlar hazırlamak, yayınlar yapmak ve bu alandaki çalışmaları desteklemek. Alevi-Bektaşilikle ilgili akademik faaliyetleri desteklemek amacıyla üniversiteler ve ilgili kurum ve kuruluşlarla işbirliği yapmak. Alevi-Bektaşiliği yurt içinde ve yurt dışında bilimsel yönüyle araştırmak, derlemek ve bu amaçla yapılan çalışmaları desteklemek. Görev alanı kapsamında ulusal ve uluslararası kurum ve kuruluşların bilimsel çalışmalarını ve bu alandaki yayınlarını takip etmek, gerekli görülenleri tercüme ettirerek basılmasını ve yayımlanmasını sağlamak. Alevi-Bektaşilikle ilgili eğitim ve kültür faaliyetlerini yürütmek ve desteklemek. Bakan tarafından verilen diğer görevleri yapmak.”
Başkan ve 11 üyeden oluşan Danışma Kurulu kurulacak
Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığının görev alanındaki çalışmalarını değerlendirmek ve önerilerini Başkanlığa bildirmek üzere Danışma Kurulu kurulacak.
Danışma Kurulu, başkan ve 11 üyeden oluşacak. Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanı, Danışma Kurulunun da başkanı olacak. Danışma Kurulu üyeleri, Alevi-Bektaşilik yolunda temayüz etmiş kişiler ile Başkanlığın görev alanına giren konularda araştırma ve çalışmaları bulunanlardan Cumhurbaşkanınca 3 yıllığına seçilecek. Bakan gerekli gördüğü hallerde Danışma Kuruluna başkanlık edebilecek.
Danışma Kurulu üyelerinin ve toplantıya davet edilen kişilerin ulaşım ve konaklama giderleri Bakanlık bütçesinden karşılanacak. Danışma Kurulunun çalışma usul ve esasları Bakanlıkça çıkarılan yönetmelikle belirlenecek.
Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanı ve Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkan Yardımcısı, mali ve sosyal hak ve yardımlar ile diğer özlük hakları bakımından 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin ek 30’uncu maddesi uyarınca sırasıyla strateji geliştirme başkanı ve bakanlık genel müdür yardımcısına denk olacak.
Başkanlık için 53 kadro ihdas edildi
Kararname ile Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı için başkan (1), başkan yardımcısı (2), daire başkanı (5), veri hazırlama ve kontrol işletmeni (30), programcı (2), çözümleyici (2), sekreter (1), şoför (1), hizmetli (2), mütercim (2), sosyolog (2), psikolog (2) ve grafiker (1) unvanlarından oluşan 53 kadro ihdası gerçekleştirildi.
Başkanlığın istihdam edeceği sözleşmeli unvan ve nitelikler
Resmî Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanı Kararı ile Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığında sözleşmeli personel çalıştırılmasına ilişkin esaslar ile pozisyon unvanları ve asgari nitelikler de belirlendi.
Buna göre, Kültür ve Turizm Bakanlığınca belirlenecek usul ve esaslara uygun olarak “Alevi-Bektaşi Cemevi Önderi” ile “Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Uzmanı” unvanlarında sözleşmeli personel istihdam edilebilecek.
Alevi-Bektaşi Cemevi Önderi’nin Alevi-Bektaşilik yolunda temayüz etmiş olması veya cemevlerinde erkân hizmeti yürütülmesinde bulunmuş olması gerekiyor.
Yapılacak yazılı ve sözlü sınav sonucuna göre istihdam edilecek Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Uzmanı kadrosu için de Alevi-Bektaşilik alanında uzmanlaşmış olması ve alanıyla ilgili araştırma çalışmalarında bulunması şartı aranıyor.
Kaynak: https://www.iletisim.gov.tr/turkce/haberler/detay/cumhurbaskanligi-kararnamesi-ile-alevi-bektasi-kultur-ve-cemevi-baskanligi-kuruldu
2020, 10 Aralık
Almanya’da Kuzey Ren-Vestfalya Eyaleti Parlamentosu, Aleviliği bir inanç grubu, Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu’na (AABF) kamu kurumu statüsü veren kararı oy birliğiyle onadı. Karar geniş haklar sağlıyor.
Almanya’nın Kuzey Ren-Vestfalya Eyaleti Parlamentosu, bir süre önce gündeme getirilen Aleviliğin en üst seviyede bir inanç grubu olarak tanıdı.
Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu’na (AABF) da bir kamu kurumu statüsü verildi. İlgili kararlar bugün yapılan toplantıda oy birliğiyle onadı.
Görüş veren Alevi temsilcileri, alınacak kararın Alevi tarihinde bir ilk olacağını söylemişti.
Independent Türkçe’den Ali Kemal Erdem’in haberine göre, Türkiye saatiyle sabah 11.30, Almanya saatiyle 13.30’da gerçekleşen toplantının ardından alınan kararla ilgili AABF Genel Başkanı Hüseyin Mat, açıklamada bulundu.
Aynı zamanda Avrupa Aleviler Konfederasyonu Eşit Başkanı olarak da görev yapan Mat, alınan kararların geniş haklar sağladığını söyledi.
“KİLİSELER HANGİ HAKLARA SAHİPSE BİZ DE ONLARA SAHİP OLDUK”
Parlamentonda grubu bulunan bütün partilerin oy birliği ile statüye onay verdiğini belirten Mat, alınan kararın Aleviler adına getirileriyle ilgili şunları ifade etti:
Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu, yaklaşık 30 yıl önce bir dernek olarak kuruldu. Ardından Almanya’da Aleviler kendine özgü bir inanç topluluğu olarak kabul edildi. Bugün de Aleviler, Almanya’da bir inanç topluluğunun alabileceği en üst statü olan kamu tüzel kişilik statüsünü elde etti. Bunun üzerinde bir hak görünmüyor. Bu hak ile Almanya’da bir kamu kurumu olduk. Devlet ile göz hizasındayız. Daha bağımsız ve daha özgür faaliyetlerimiz olacak. Almanya’da kiliseler hangi haklara ve yetkilere sahipse biz de o haklara sahip olduk.
Bu hakkın Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu’na verildiğini ve böylece Alman devleti nezdinde federasyonun bir nevi ülkedeki Alevilerin temsilcisi olarak kabul edildiğini kaydeden Mat, “Bir kamu kurumu gibi olduk. Kiliseler diyelim ki hastane ve çocuk yuvası açıyorlar, üniversite kurabiliyorlar. Biz de o haklara sahip olduk. Kapsamlı bir karar, birçok hakkı içeriyor” diye konuştu.
Vardıkları sonuçtan dolayı gururlu olduklarını belirten Mat, duygularını şöyle aktardı:
60 yıl önce buraya işçi olarak geldik. Gurbet diye geldiğimiz bu ülke vatanımız oldu. Bu yeni vatanımızda haklarımızın, özgürlüğümüzün, inancımızın, yolumuzun kabul edilmesi ve aynı zamanda bunların Anayasal güvenceye alınmasından dolayı mutluyuz. Bu ülkenin parçası olmaktan gurur duyuyoruz.
“KARAR EMSAL NİTELİĞİNDE”
Alınan kararın emsal niteliğinde olduğunu söyleyen Mat, “Önümüzdeki aydan itibaren diğer eyaletlerin de aynı hakları kabul etmesi için müracaatlara başlayacağız. Bu noktada bir sorun görünmüyor. Aynı hakları onlar da kabul edecektir” ifadelerini kullandı.
“AYNI HAKLAR, TÜRKİYE’DEKİ ALEVİLERE DE VERİLMELİ”
Söz konusu gelişmenin öncesinde veya sonrasında Türk makamlardan bilgi almak veya tebrik amaçlı kendilerine dönüş olmadığını söyleyen Mat, “Bizi tebrik etmelerini değil, aynı hakların Türkiye’de yaşayan Aleviler için de benzer kararlar alınmasını ve hakların verilmesini talep ediyoruz” diyerek sözlerini tamamladı.
Kaynak: https://tele1.com.tr/alevilik-almanyada-en-ust-seviyede-inanc-grubu-olarak-tanindi-284989/
2020, 8-9 Şubat
Avusturya Alevi Birlikleri Federasyonu ve Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu’nun birlikte düzenledikleri 1. Avrupa Alevi Kurultayı, Viyana’da 8-9 Şubat tarihlerinde gerçekleştirilecek. İnançsal, akademik ve kurumsal boyutlarda ele alınacak kurultaya çok sayıda Alevi kurum temsilcisi, araştırmacı, akademisyen ve Alevi-Bektaşi Anası, Dedesi, Babası katılacak.
Avusturya’nın Başkenti Viyana’da 8-9 Şubat tarihlerinde 1. Avrupa Alevi Kurultayı yapılacak.
Avusturya Alevi Birlikleri Federasyonu ile Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu’nun birlikte düzenleyecekleri kurultaya, Avrupa ve Türkiye’den çok sayıda Alevi kurum temsilcisi, araştırmacı, akademisyen ve Alevi- Bektaşi Anası, Dedesi, Babası katılacak.
ALEVİLİĞİN KENDİNE ÖZGÜ BİR İNANÇ OLARAK TANINMASI
Avusturya Alevi Birlikleri Federasyonu Genel Başkanı Özgür Turak, 8-9 Şubat tarihlerinde Viyana’da toplancak 1.Avrupa Alevi Kurultayı’na ilişkin yaptığı kısa yazılı açıklamada şunları kaydetti:
‘‘Avrupa genelinde, 17’den fazla ülkede yaklaşık 1.5 milyon Alevi yaşamaktadır. Bu ülkelerden 6 tanesi Aleviliği kendine özgü bir inanç olarak tanımış durumdadır. Din, vicdan ve inanç özgürlüğünün laiklik ilkesi doğrultusunda sağlanması, Alevilerin eşit yurttaşlık, eşit haklar talebi ve Anayasal güvence altına alınması doğrultusunda, hukuki, siyasi, diplomatik ve demokratik boyutta mücadelesinin önemi ortadadır.
Türkiye’de ve Avrupa’da, Aleviliğin kendine özgü bir inanç olarak tanınması ve kalıcı çözümlerin sağlanması amacıyla, Başkent Viyana’da Avusturya Alevi Birlikleri Federasyonu öncülüğünde ve Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu birlikteliği ile ‘İnançsal, akademik ve kurumsal boyutlarda ele alınacak bir Alevi Kurultayı’ düzenliyoruz. Avrupa ve Türkiye çapında, Alevi inanç önderleri, akademisyenler ve kurum temsilcileri, Avusturya’nın Başkenti Viyana’da bir arada olacağız.”
2015, 9 Ağustos
Türk resim sanatının önemli isimlerinden biri olarak tanınan Fikret Otyam, çok yönlü bir sanatçı, gazeteci ve yazardır.
Doğumu ve Ailesi
Fikret Otyam, 19 Aralık 1926 tarihinde Aksaray’da dünyaya geldi. Babası askeriyeden emekli olduktan sonra eczacılığa yönelen Vasfi Efendi, annesi ise Naciye Hanım’dır. Babası Vasfi Bey, askerliği esnasında Yemen’de ve Anadolu’nun kurtuluşunda mücadele etmiştir.
Eğitim Hayatı
İlk ve ortaokulu Aksaray’da tamamlayan Otyam, lise eğitimini Konya’da aldı. Daha sonra İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü’ne girdi ve burada Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun öğrencisi oldu.
Sanat Kariyeri
Fikret Otyam, resim sanatındaki yeteneğini erken yaşlarda keşfetti ve bu alanda kendini geliştirdi. Özellikle Anadolu insanını ve yaşamını konu alan eserleriyle tanındı. Resimlerinde genellikle gerçekçi bir üslup benimsedi ve Anadolu’nun renklerini, dokusunu ve insanlarını tuvallerine yansıttı.
Gazetecilik ve Yazarlık
Sanat kariyerinin yanı sıra, Otyam başarılı bir gazeteci ve yazardı. Uzun yıllar Cumhuriyet gazetesinde çalıştı ve burada röportajlar, gezi yazıları ve köşe yazıları yazdı. Anadolu’nun çeşitli bölgelerini gezerek, buradaki insanların yaşamlarını ve sorunlarını kaleme aldı. Esat Korkmaz yönetimindeki Serçeşme dergisinde de bir dönem yazılar kaleme aldı.
Eserleri
Fikret Otyam’ın başlıca eserleri şunlardır:
– Gide Gide-1 (Ha Bu Diyar)
– Gide Gide-2 (Doğu’dan Gezi Notları)
– Gide Gide-3 (Harran-Hoyrat-Mayın ve Irp)
– Gide Gide-4 (Uy Babo)
– Topraksızlar
– Bir Karış Toprak İçin
– Harran Koçaklaması
– Arkadaşım Orhan Kemal ve Mektupları
Fotoğrafçılık
Otyam, aynı zamanda yetenekli bir fotoğrafçıydı. Anadolu’yu gezerken çektiği fotoğraflar, dönemin sosyal ve kültürel yapısını belgelemesi açısından büyük önem taşımaktadır.
Ödülleri ve Tanınırlığı
Sanat ve gazetecilik alanındaki başarıları nedeniyle birçok ödüle layık görülen Otyam, Türkiye’nin en tanınmış ve saygın sanatçılarından biri haline geldi. Eserleri yurt içi ve yurt dışında birçok sergide yer aldı.
Kişisel Hayatı
Fikret Otyam, ressam Filiz Otyam ile evliydi. Çiftin bu evlilikten iki çocuğu oldu.
Vefatı
Fikret Otyam, 9 Ağustos 2015 tarihinde, 88 yaşında Antalya’da hayata gözlerini yumdu. Cenazesi, vasiyeti üzerine Hacıbektaş’ta “İz Bırakan Aydınlar Gömütlüğü”ne defnedildi. Ardında zengin bir sanat mirası ve Anadolu kültürüne dair değerli eserler bıraktı.
Fikret Otyam, resim, yazı ve fotoğraflarıyla Anadolu’nun sesini duyurmaya çalışan, toplumsal gerçekçi bir sanatçı olarak Türk sanat ve edebiyat tarihinde önemli bir yer edinmiştir.
Not
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
2014, 2 Aralık
Davanın Arka Planı
- Dava, Yenibosna Cemevi’nin elektrik borçlarından muaf tutulmak için yaptığı idari başvuruların ve açtığı davaların reddedilmesi üzerine açılmıştır.
- Cemevlerinin ibadethane olarak kabul edilmemesi, Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan alınan bir görüşe dayandırılmıştır.
Davanın Açılışı ve Süreci
- Cumhuriyetçi Eğitim ve Kültür Merkezi Vakfı, bu ret kararları üzerine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvurmuştur.
- AİHM, davayı din ve inanç temelli ayrımcılık yasağı çerçevesinde incelemiştir.
AİHM’nin Kararı
AİHM, 2 Aralık 2014 tarihinde oybirliğiyle ihlal kararı vermiştir. Mahkemenin kararında öne çıkan noktalar şunlardır:
- Cemevlerine ibadethane statüsü tanınmamasının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni ihlal ettiğine hükmedilmiştir.
- Mahkeme, Alevilerin dini yaşamlarının organizasyonu konusunda çok sayıda sorunla karşı karşıya kaldığını belirtmiştir.
- Türk hukukunda Alevilik gibi azınlıkta kalan inançlar için açık bir hukuki çerçevenin bulunmayışının çeşitli sorunlara yol açtığı vurgulanmıştır.
Kararın Etkileri ve Sonraki Gelişmeler
- AİHM, 2017 yılında bu kararın uygulanması için ayrı bir karar daha almıştır.
- Bu kararda, cemevlerinin maruz kaldığı ayrımcı muamelenin genel bir sorun olduğuna işaret edilmiş ve ulusal çapta önlemler alınması gerektiği belirtilmiştir.
- Mahkeme, cemevlerinin her elektrik faturası için mahkemeye başvurmasının aşırı bir külfet olduğunu ifade etmiştir.
Hukuki Süreç ve Diğer Kararlar
- Yargıtay, Kasım 2018’de cemevlerinin ibadet yeri olarak resmen tanınması lehine bir karar vermiştir.
- Danıştay, Esenyurt’taki bir cemevinin elektrik giderlerinin devlet tarafından ödenmesine karar vermiştir.
- Bu kararlar, cemevlerinin yasal statüsü konusunda hukuki bir temel oluşturmuştur.
Güncel Durum
- Alevi çevreler, Diyanet’e ayrılan bütçeden yararlanamadıklarını ve bunun eşitlik ilkesine aykırı olduğunu iddia etmektedirler.
- Bazı Alevi grupları, Diyanet’in tamamen kaldırılmasını talep ederken, bazıları ise Diyanet’in Alevilere de hizmet götürecek şekilde yeniden yapılandırılması gerektiğini savunmaktadır.
- Alevi-Bektaşi örgütlerin büyük çoğunluğu Diyanet’in kaldırılmasını istemektedir.
- Bazı Alevi temsilcileri, Diyanet’in yerine “İnanç İşleri Yüksek Kurulu” gibi özerk bir yapı oluşturulmasını ve bu kurulda her inanç grubunun sorunlarının çözümünün kolaylaştırılmasını önermektedir.
Bu konudaki tartışmalar ve hukuki süreçler devam etmekte olup, Alevilerin DİB ile ilgili talepleri henüz tam anlamıyla karşılanmış değildir.
Cumhuriyetçi Eğitim ve Kültür Merkezi Vakfı davası, Türkiye’de Alevilerin hakları ve cemevlerinin statüsü konusundaki tartışmaları yeniden alevlendirmiştir. Ancak, AİHM kararına rağmen, cemevlerinin ibadethane statüsü konusunda hala tam bir çözüme ulaşılamamıştır. Bu konu, Türkiye’de inanç özgürlüğü ve azınlık hakları tartışmalarının önemli bir parçası olmaya devam etmektedir.
Not
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
2014, 8 Ocak
- Doğum ve Köken:
- 1940 yılında Erzincan’ın Ocak köyünde doğmuştur.
- Köyü, Karacaahmet Sultan evlatlarından Seyyid Hıdır Abdal’ın türbesinin bulunduğu, Alevi-Bektaşi tarihinde “düşkünler ocağı” olarak bilinen bir yerdir.
- Eğitim ve Meslek:
- 1967 yılında İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’nden mezun olmuştur.
- Çeşitli eğitim kurumlarında öğretmenlik yapmıştır.
- Alevi-Bektaşi Hizmetleri:
- Şahkulu ve Karacaahmet dergahlarının bugünkü yapıya kavuşmasında aktif rol almıştır.
- Bu dergahlarda uzun yıllar cem hizmetleri yürütmüştür.
- Türkiye ve Avrupa’da birçok şehirde Alevilik üzerine kurslar vermiştir.
- Yazarlık ve Çevirmenlik:
- Alevi-Bektaşi kültürüne onlarca kitap kazandırmıştır.
- Değerli bir yazar ve çevirmen olarak tanınmıştır.
- Kurumsal Katkıları:
- Alevi-Bektaşi Kültür Enstitüsü’nün kuruluşundan itibaren destekçisi olmuştur.
- Aile:
- Oğlu Prof. Dr. Ali Yaman, Alevi-Bektaşi Kültür Enstitüsü’nün bilim kurulunda görev yapmıştır.
- Vefatı:
- Uzun süredir sağlık sorunları yaşayan Mehmet Yaman Dede, 8 Ocak 2014 tarihinde vefat etmiştir.
Mehmet Yaman Dede, Alevi-Bektaşi kültürüne yaptığı katkılar, eğitimci kimliği ve yazarlığıyla tanınan önemli bir şahsiyettir. Özellikle Alevi-Bektaşi inancının yaşatılması ve tanıtılması konusunda önemli çalışmalar yapmıştır.
Not
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
2013, 28 Mayıs
Gezi Direnişi
I. Tanım ve Başlangıç
A. Tanım:
Gezi Direnişi, 28 Mayıs 2013’te İstanbul’da başlayan ve kısa sürede Türkiye geneline yayılan geniş çaplı toplumsal protesto hareketidir.
B. Başlangıç Nedeni:
- İstanbul Taksim Gezi Parkı’nın yıkılıp yerine Topçu Kışlası ve alışveriş merkezi yapılması planı
- Çevre aktivistlerinin parkta nöbet tutması ve ağaçların sökülmesine engel olmaya çalışması
C. İlk Olaylar:
- 28 Mayıs 2013: Aktivistlerin parkta çadır kurması
- 30 Mayıs 2013: Polis müdahalesi ve çadırların yakılması
II. Protestoların Genişlemesi
A. Yayılma Süreci:
- Sosyal medyanın etkisi ve hızlı bilgi yayılımı
- Polisin orantısız güç kullanımı iddialarının tepki çekmesi
B. Protestoların Kapsamı:
- İstanbul’dan ülke geneline yayılma: 80 ilde gösteriler
- Farklı toplumsal kesimlerin katılımı: Öğrenciler, çevre aktivistleri, siyasi gruplar, sendikalar vb.
C. Protestocuların Talepleri:
- Gezi Parkı’nın korunması
- İfade ve toplanma özgürlüğü
- Polis şiddetinin soruşturulması
- Hükümetin otoriter eğilimlerine karşı çıkılması
III. Hükümet Tepkisi ve Olayların Seyri
A. Polis Müdahalesi:
- Biber gazı, tazyikli su ve plastik mermi kullanımı
- TOMA (Toplumsal Olaylara Müdahale Aracı) araçlarının yaygın kullanımı
B. Siyasi Tepkiler:
- Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sert açıklamaları
- Muhalefet partilerinin protestoculara destek vermesi
C. Medya Yaklaşımı:
- Ana akım medyanın olayları yeterince raporlamaması eleştirileri
- Sosyal medya ve alternatif haber kaynaklarının önem kazanması
IV. Protestoların Karakteri ve Sembolik Öğeler
A. Barışçıl Direniş Yöntemleri:
- Oturma eylemleri
- Forum ve tartışma ortamları oluşturulması
- Sanatsal ve kültürel etkinlikler düzenlenmesi
B. Sembolik Figürler ve İkonlar:
- “Duran Adam” eylemi
- Kırmızılı kadın
- Penguenler (medya sansürü eleştirisi)
C. Mizah ve Yaratıcılık:
- Duvar yazıları ve sloganlar
- Sosyal medyada paylaşılan görseller ve memeler
V. Toplumsal ve Siyasi Etkileri
A. Kısa Vadeli Etkiler:
- Gezi Parkı projesinin iptal edilmesi
- Toplumsal muhalefetin güçlenmesi
- Uluslararası kamuoyunun Türkiye’ye ilgisinin artması
B. Uzun Vadeli Etkiler:
- Sivil toplum örgütlerinin ve aktivizmin güçlenmesi
- Yeni siyasi hareketlerin ve partilerin ortaya çıkması
- Toplumsal kutuplaşmanın derinleşmesi
C. Siyasi Sonuçlar:
- Yerel ve genel seçimlerde muhalefetin güçlenmesi
- Hükümetin politikalarında bazı değişiklikler
VI. Tartışmalar ve Farklı Perspektifler
A. Hükümet Perspektifi:
- Olayların dış güçler tarafından kışkırtıldığı iddiası
- Ekonomik istikrarı bozma girişimi olarak yorumlanması
B. Muhalefet Perspektifi:
- Demokratik hakların savunulması olarak görülmesi
- Otoriterleşmeye karşı toplumsal bir uyanış olarak yorumlanması
C. Akademik Değerlendirmeler:
- Yeni toplumsal hareketler bağlamında incelenmesi
- Türkiye’de sivil toplum ve demokrasi tartışmalarına etkisi
VII. Uluslararası Boyut
A. Yabancı Medyanın İlgisi:
- Uluslararası basında geniş yer bulması
- Türkiye’nin imajı üzerindeki etkileri
B. Uluslararası Kurumların Tepkileri:
- Avrupa Birliği’nin açıklamaları ve raporları
- İnsan hakları örgütlerinin eleştirileri ve raporları
C. Küresel Dayanışma Hareketleri:
- Dünyanın çeşitli şehirlerinde destek gösterileri
- Uluslararası sanatçı ve entelektüellerin desteği
VIII. Sonuç ve Miras
A. Gezi Ruhunun Devamlılığı:
- Yeni aktivizm biçimleri ve örgütlenme modelleri
- Toplumsal bellek ve kültürel üretimdeki yeri
B. Türkiye Siyasetine Etkileri:
- Siyasi söylemin ve taktiklerin değişimi
- Yeni siyasi oluşumların ortaya çıkışı
C. Toplumsal Dönüşüm ve Gelecek Perspektifleri:
- Sivil toplum ve demokrasi tartışmalarının geleceği
- Toplumsal uzlaşma ve diyalog arayışları
Gezi Parkı Direnişi’nde Hayatını Kaybedenler:
- Mehmet Ayvalıtaş (20)
- Etnik/İnanç Kimliği: Alevi
- Ölüm Tarihi ve Yeri: 2 Haziran 2013, İstanbul
- Abdullah Cömert (22)
- Etnik/İnanç Kimliği: Arap Alevi (Nusayri)
- Ölüm Tarihi ve Yeri: 3 Haziran 2013, Hatay
- Ethem Sarısülük (26)
- Etnik/İnanç Kimliği: Alevi
- Ölüm Tarihi ve Yeri: 14 Haziran 2013, Ankara
- Ali İsmail Korkmaz (19)
- Etnik/İnanç Kimliği: Alevi
- Ölüm Tarihi ve Yeri: 10 Temmuz 2013, Eskişehir
- Medeni Yıldırım (18)
- Etnik/İnanç Kimliği: Kürt
- Ölüm Tarihi ve Yeri: 28 Haziran 2013, Diyarbakır
- Ahmet Atakan (22)
- Etnik/İnanç Kimliği: Arap Alevi (Nusayri)
- Ölüm Tarihi ve Yeri: 10 Eylül 2013, Hatay
- Berkin Elvan (15)
- Etnik/İnanç Kimliği: Alevi
- Ölüm Tarihi ve Yeri: 11 Mart 2014, İstanbul (263 gün komada kaldıktan sonra)
- Hasan Ferit Gedik (21)
- Etnik/İnanç Kimliği: Alevi
- Ölüm Tarihi ve Yeri: 30 Eylül 2013, İstanbul
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
2013, 22 Mayıs
Avusturya’daki Alevi yurttaşlarımız, büyük uğraşlar sonucu Aleviliği inanç statüsüne getirdiler. Okullarında Alevilik dersleri veriliyor ve dini günleri resmi tatil sayılıyor. Bu süreç içinde sorunlar da yaşamışlar. Alevi Derneği’ne üye olanların fişleneceği iddialarından tutun, dernekte islam dersi verildiğine dair iftiralar onları durduramadı. Artık onlar üniversitelerde Alevi hocalar yetiştirebiliyorlar. Bu zorlu süreci, Avusturya Alevi İslam İnanç Toplumu üyeleri Zöhre Doğan, Bahar Arslan ve Nurgül Erol anlattı.
-Alevilik’in inanç olarak Avusturya’da kabul edilmesi nasıl gerçekleşti, anlatır mısınız?
Zöhre Doğan: İlk başvuruyu Viyana Derneği yaptı. Orada Sünni İslam 1928’den beri resmen tanınıyordu. Viyana Derneği’ndeki Aleviler, inançlarını tanıtmak amacıyla başka derneklerden fikir aldılar. 2009’da 12 dernekle resmen başvuruldu. İlk başvuru reddedildi.
-Gerekçesi neydi?
Nurgül Erol: Eksik belgeler var, denildi. 11 Aralık 2010’da Alevilik, Avusturya’da resmen tanındı ama inanç toplumu olabilmemiz için bir kaç prosedürü yerine getirmemiz lazımdı. Bizlere tanıdıkları 1,5 sene boyunca Alevilerin yaşadığı yerleri tek tek belirledik ve form doldurttuk. 18 bin Alevi’nin beyan formunu Anayasa Mahkemesi’ne ve Din İşleri Dairesi’ne teslim ettik. Formlar tekrar incelendi. 22 Mayıs 2013’te Avusturya bizi Alevi inanç toplumu ilan etti.
-Ne gibi haklar tanındı?
Z. Doğan Cem evlerimiz, dedelerimiz ve kültür merkezlerimiz diğer dinlerle aynı statüye getirildi. Aleviler için önemli olan dört tarih, resmi tatil ilan edildi. Kurban bayramının ilk günü, aşure günü, Hızır oruçları ve Hz. Ali’nin doğduğu gün. İnanç hanelerimize İslam değil de Alevi yazılabiliyor artık.
Bahar Arslan:Önceden Alevi canlarımız cenazelerini Avusturya’da defnetmek istiyorsa, orada bulunan Sünni mezarlığına defnetmek zorundaydı. Bu yüzden oradaki İslam Merkezi’ne gidip, müsade alıyorduk. Cenazemiz, acımız bir yana bir de İslam Merkezi’nin kapısında bekliyorduk, onlardan Müslüman olduğumuza dair izin almak için. Şimdi ise Sünni mezarlığının karşısında Alevi mezarlığı var, artık bize de bir yer ayrıldı.
-Mezarlıkları neden ayırmak istediniz?
Z. Doğan: Ayırmak istemedik. Sünni islam teşkilatı kendi mezarlığına bizi kabul etmedi.
-Neden?
B. Arslan: Cenazeyi kendi adetlerine göre kaldırmak istediler, biz bunu kabul etmedik.
-Siz cenazeyi götürdüğünüzde zorla imam getirildi mi?
N. Erol: Evet. Bizim adetlerimize göre ölen kişinin yakını, cenaze yıkandıktan sonra, bir tas helallik suyu döker. Buna müsade etmediler. Gözlerimle şahit oldum, namahremdir dediler.
-Avusturya’da 18 bin Alevi’ye nasıl ulaştınız?
Z. Doğan: 80 bin Alevi’nin Avusturya’da yaşadığı tahmin ediliyor. Derneklerimizdeki yöneticiler, tek tek Alevi ailelerin evlerine giderek amacımızı anlattılar. Bu çalışmayı duyan Aleviler derneğimize başvurup, bizim hazırladığımız bilgi beyan formunu doldurdular.
B. Arslan:Çalışmalarımıza engel olmak isteyenler tarafından “Bu formları doldurarak fişleniyorsunuz, Türkiye’ye giriş yaptığınız zaman, gözaltına alınacaksınız veya konsolosluklara adınız verilecek” gibi bir çok yalan uyduruldu. Bilinçli insanlarımız yılmadı. Hep birlikte çalışarak 18 binden fazla imza topladık.
-İmzalamayanların sayısı da az değil…
Z. Doğan: Evet, ama çocuk okula gittiğinde, “Ben din dersine girmeyeceğim, Alevi’yim derse müdür zaten derneğimize yönlendiriyor”.
-Öyleyse eğitimle ilgili uygulamalara da gelelim; neler yapılıyor?
N. Erol: Avusturya’nın Innsburck Üniversitesi’nin katkılarıyla on beş Alevi canımız Alevilik dersi vermek üzere yetiştirildi. Bütün maddi giderlerini Avusturya Hükümeti karşıladı. Burada inanç dersleri Alevi dedelerimiz, teorik dersleri de üniversitenin profesörü tarafından verildi. Aleviler için önemli olan muharrem ayı oruçlarının üçüncü günü ilk ders Innsbruck’da dört öğrenciyle başlatıldı.
-Derslerin verilmesi için belirli koşullar var mı?
B. Arslan: En az üç öğrenciyle başlaması lazım. İkinci derste 30 öğrenciyle dersimizi tamamladık. Umut ediyoruz ki ileride 100 öğrencimiz olsun.
Z. Doğan: Veliler duyarlı olmalı. Çocuklarını bu derse kayıt etmeleri lazım ki, biz bu hizmeti verebilelim.
– Şimdilik sadece Tirol’de mi var?
Z. Doğan: Evet. Şimdi Viyana’da da başlatıldı. Gelecek eğitim yılında da Foralberg’de başlayacağız.
B. Arslan: Bazı Alevi canlarımıza “Sakın o Alevi Derneği’ne çocuklarınızı göndermeyin, orada islam dersi veriyorlar” denilmiş. İtimat etmesinler, öyle bir şey yok.
– Avusturya’da Alevilik resmi din olarak tanındıktan sonra diğer ülkelerden gelip sizden görüş alan oldu mu?
N. Erol: Evet. Alevilik, İsviçre ve Almanya’da bölge bölge tanındı. İsviçre’de ilk tanındıkları zaman bizden Avusturya Anayasa Mahkemesi’ne verdiğimiz tüzükleri istediler. Yaptığımız çalışmaları incelediler. Alevilere örnek olduğumuz için gurur duyuyoruz. Kendi ülkemizde alamadığımız hakları aldık. Umarım Türkiye’ye örnek oluruz.
Nermin Geyik – Cumhuriyet
Kaynakça:
http://www.arguvanhaber.com/dunya/avusturyada-alevilik-artik-resmi-inanc-h2836.html
2013, 11 Mayıs
“Devletli değil, toplumsal barış” başlığı altında toplanan 3. Büyük Alevi Kurultayı Ankara’da yapıldı.
Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı öncülüğünde üçüncüsü düzenlenen Alevi Kurultayı Ankara’da yapıldı.
Anadolu Gösteri Merkezi’nde saat 9.30’da başlayan kurultay, “Devletli değil, toplumsal barış” başlığı altında toplandı.
Cem töreninin ardından kürsüye çıkan Ercan Geçmez konuşmasında, Alevilerin özellikle anayasa ve barış sürecinde dışlandıklarını belirtti. Başbakanın ataması ile kurulan “akil insanlar” komisyonunda yer alan, Alevilerin çürük elması olarak nitelendirdiği İzzettin Doğan’a sert tepki gösteren Geçmez’in konuşması sık sık sloganlarla desteklendi. Alevilerin, “İslam dini” vurgusunu hiçbir zaman kabullenmeyeceğini belirten Geçmez, “Biz her zaman barıştan yanayız ama bizim anladığımız barış bu değildir.” diyerek sözlerini sürdürdü.
Ercan Geçmez’in ardından kürsüye çıkan Alevi Kültür Dernekleri Genel Başkanı Doğan Demir, sözlerine Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde hayatını kaybedenleri anarak başladı. Demir, kurultayda Alevilerin yol haritasını çıkardıklarını ancak bu yol haritasının sadece Alevi kesiminin değil Türkiye’deki 75 milyon insanın yol haritası olması için uğraşacaklarını kaydetti. Anayasa ve barış sürecinde Alevilerin sözlerini daha gür söyleyeceklerini belirten Demir, mecliste bulunan dört partinin hazırladığı anayasa taslağında Alevilerin aradıklarını bulamadıklarını belirtti. Konuşmasında sık sık Suriye’deki emperyalist saldırganlığa değinen Demir, “Seçilmiş padişahlığa hayır” diyerek konuşmasını bitirdi.
Daha sonra söz alan Avrupa Alevi Dernekleri Konfederasyonu Başkanı Turgut Öken, konuşmasına Alevileri oy deposu olarak gören partilerin kurultaya desteğinin az olmasını eleştirerek başladı. Öken’in, “Burada Çorum’da, Sivas’ta yanımızda direnen devrimci partilerin temsilcileri var.” sözleri alkışlarla karşılandı. Alevilere yönelik şiddeti eleştiren Öken, “Galiba böyle giderse 4. Kurultay’da can güvenliğimizi konuşmak zorunda kalacağız. Bu yüzyılın yezidi Tayyip Erdoğan Alevileri yok etmeye kararlıdır.” diyerek, son dönemde Alevilere yönelen saldırılarla iktidar arasındaki bağlantıya dikkat çekti. Öken, “Tabii ki özgürlük olacak, ama bu özgürlük siyasal islamla olmayacak.” dedi. Öken konuşmasını Suriye halkına dayanışma mesajı göndererek sonlandırdı.
Anayasa tartışmaları, barış süreci ve ‘İslam birliği’ vurgusuyla birlikte, Suriye’de yaşanan gelişmelerin kurultayın genel havasına hakim olduğu dikkat çekti.
Bdp’nin meclise sunduğu ‘Aleviler devletin hizmetlerinden eşit yararlansın’ önerisine Chp’nin “Hele bir düşünelim bakalım” yaklaşımının ciddi bir tepki doğurduğu görüldü.
Ayrıca, kurultayda Maraş’a bir cemevi yapımına başlandığı haberi verildi.
Hacı Bektaş Veli Okmeydanı Semah ekibinin düzenlediği Semah gösterisinin ardından kurultay sona erdi.
III. BÜYÜK ALEVİ KURULTAYI SONUÇ BİLDİRGESİ
Barış arzusu ve umuduyla izlediğimiz bir süreçten geçiyoruz. Ne mutlu ki eller tetikten çekildi, ne mutlu ki ölüm haberleri gelmiyor dağlardan ve şehirlerden. Kimileri barış koydu bu sürecin adını, kimileri müzakere dedi, kimileri ateşkes, kimine göre çözümdü, kimine göre teslimiyet ve hatta ihanet, kimine göre artık zamanı gelmişti, kimine göre zamanı geçmişti de biz farkında değildik. Herkes bu süreci kendi meşrebince ya bağrına bastı ya da aşina olduğumuz bir nefrete reddetti.
Demokratik Alevi Hareketinin bileşenleri olarak bizler de, bu sürece dair söyleyecek sözümüz var diyerek bir araya geldik.
Bu coğrafyanın Kürtler, Ermeniler, Aleviler, Süryaniler, Çingeneler, Ezidiler gibi adları saymakla bitmeyen zulüm görmüş kadim halkları her seslerini yükselttiklerinde, kimlik siyaseti yapmakla suçlandılar. Oysa kimlik siyaseti yapanlar, bu halkları yalnızca kendileri üzerine söz söylemeye zorlayan, birbirleri üzerine ve birbirleriyle konuşmaktan men eden muktedirlerin ta kendisidir. Çünkü diğerlerini görmeyen, salt kendisiyle meşgul olan her siyaset bir benlik üretir. Benlik siyaseti, kimlik siyasetidir. Bizi benlik üzerinden kimlik siyasetinin çukuruna düşürerek orada hapsetmek istiyorlar. Kimlik siyasetinin Alevi Hareketinin hapishanesi haline gelmesine izin vermemekte kararlı olan bizler, barışın salt devlet eliyle ve devletin istediği kadar değil, halkların iradesi ve sözüyle başarılacağına olan inancımızı ve bu nedenle de barış sürecinin tam göbeğinde yer aldığımızdan hiç şüphe duymadığımızı beyan ediyoruz.
Bu başta olmak üzere öncelikle, barış süreci karşısında kaygılı bir bekleyiş ve atalet içinde olan herkesi, dikkatlerini iktidarın adımlarına çevirmeye, attığı her adıma müdahale etmeye hazır olmaya, barışı tek başına AKP’ye teslim etmemeye ve AKP’nin, süreci konjonktürel çıkarları uğruna istismar etmesine karşı uyanık olmaya çağırıyoruz. Bundan önceki çatışma sürecinde bedeli nasıl hep beraber ödediysek barış sürecini de hep beraber yürüteceğiz. Barış süreci kendinden menkul bir varlık değildir, ancak bizim varlığımızla ete kemiğe bürünür. Barış AKP hükümetinin kerameti kendinden menkul el çabukluklarıyla tesis edilebilecek bir şey değildir.
Bugün iktidarın süreci bir şirket zihniyetiyle ve istihbari bir operasyon gibi yönettiği aşikârdır. Bu durumu da, hedeflerini dikte ederek ülkenin dört bir yanına yolladığı akil adamlar üzerinden bir toplumsal uzlaşma süreci olarak pazarlamaktadır. Alevi toplumunu manipüle etmek üzere görevlendirilenlerin tarihi de, belleklerimizde dün gibi tazedir. Daha düne kadar Fethullah Gülen adlı şahsın Alevilere dönük, Kürtlere dönük nefret kusan yazıları ve sözleri gün gibi ortadayken, bu kişiyi filozofluk payesiyle donatan, bu nefreti ondan ödünç alıp bir de Alevilere hoşgörü gömleğiyle pazarlamaya kalkışan, Alevilerin öz örgütlenmelerini iktidarlara ihbar etmekten geri durmayan, bu örgütlerin yaptığı mitingleri terörizm, bu mitinglere katılanları Kürt teröristi sayan, Alevilerin ayinlerini de kurduğu diyanet taklidi kurullarla yozlaştırmaya çalışan, Alevilere, sosyalistlere yönelik katliamlarda elinin kana bulandığından kimsenin kuşku duymadığı şahsiyetleri ayinlere sokan ve postta dizinin dibine oturtan, en son olarak da Fethullah Gülen’le geliştirdiği ortak cami-cemevi-aşevi projesini övünçle ilan eden İzzettin Doğan, akil adamlığa bihakkın layıktır! Kürtlere, Ermenilere, Alevilere, ez cümle kendisinden gayrı kim varsa, herkese düşman olan ve can güvenliklerini tehlikeye sokmak üzere hedef gösteren Yeni Akit gazetesinin yayın yönetmeni ve yazarları da akil adamlığa o kadar layıktır. Layıktır, çünkü bu isimlerin seslendiği bir taban varsa eğer, düne kadar Kürt ve Alevi düşmanlığına yönelttikleri bu tabanı, şimdi Kürt dostu olmaya da ancak onlar ikna edebilir.
Barışa dair ortak bir irade oluşturmak üzere 3. Büyük Alevi Kurultayı’nda bir araya gelen bizler, yukarıda saydığımız zihniyetlerle ve bu zihniyetleri saygın kılmaya çalışan payandalarıyla yollarımızı kesin olarak ayırdığımızı beyan ederiz.
AKP iktidarının ve onun güdümündeki kalem efendilerinin daha şimdiden faturayı Alevilere kesmeye hazırlandıkları da aşikârdır. On yıllara yayılan bir deneyimi geride bırakmış büyük bir hareketin bileşenleri olarak bizler; Alevilerin terörle ilişkilendirilmesi gayretlerinin, barış sürecini baltalamaya çalışanların PKK içindeki Alevi gruplar olduğu iddialarının, Suriye eksenli olarak geliştirilen Alevi nefretinin Kürt ekseniyle birleştirilmesinin, Paris cinayeti kurbanlarının ve PKK’nın kimi üst düzey isimlerinin Alevi kökenli oluşlarının birden bire öne çıkarılmasının anlamını kavrayacak kadar irfan sahibiyiz.
Bununla birlikte, Alevileri barışın önündeki engel olarak işaretleyen tüm bu girişimler Alevi toplumu içinde büyük bir kitleyi sessizlik ve kaygıya sürüklemektedir. Abdullah Öcalan’ın 2013 Nevroz’unda okunan mesajındaki İslam Kardeşliği vurgusunun bu kaygıyı daha da derinleştirdiği açıktır. Öte yandan, barış sürecinde Alevilerin dikkatini doğrudan ve yalnızca bu vurguya çeken ve buradan tarihsel bir ittifakı, Osmanlı-Kürt Sünni ittifakını, İdris-i Bitlis’i nezdinde gündeme getirip Türkiye Cumhuriyeti’ni Osmanlı’yla, Öcalan’ı İdris-i Bitlisi’yle özdeşleştiren bu yaklaşım da bütün hızıyla bilindik devlet zihniyetine teslim olmaktadır. Bugün devlet nasıl Sünniliğe vurgu yaparak Kürt hareketini kavramak istiyorsa, 1514 ittifakını sürekli hatırlatanlar da devletin çıkarlarına uyacak şekilde Kürt Hareketini ve Kürt toplulukları Sünniliğin hanesine yazmaktadırlar. AKP iktidarının barış sürecini domine ederek toplumsal tabana kapatma girişimlerine katkı yapmaktan öteye gitmeyen bu yaklaşıma karşı beyan ederiz ki; Kürt sorunu aynı zamanda Alevi sorunudur, Alevi sorunu aynı zamanda Kürt sorunudur. Çünkü vicdanını yitirmemiş her Alevi, Kürdün Kürtlüğünden ötürü eza gördüğü her yerde bir Kürt’tür. Ve aynı Alevi bilir ki, demokratik reflekslerle şekillenmiş her Kürt, bir Alevinin Aleviliğinden ötürü eza gördüğü yerde, kuşkusuz bir Alevi olacaktır. Yetmiş iki millete bir nazarla bakma düsturumuzu kendilerine göre yontup biçenler bilmelidir ki, yetmiş iki milleti bir nazarla gören göz, halklar arasına sınırlar çizen devletin gözü değildir; bizatihi dervişin, abdalın, meczubun, seyidin, pirin, mürşidin, talibin gözüdür.
Bu nedenledir ki biz, hiç kimsenin kendini ve başkalarını iktidarın aynasından görme lüksünün olmadığı bir eşikte bulunduğumuzun farkındayız. Bu farkındalıkla, barış sürecinin önümüze koyduğu bir imkânı işaretlemek istiyoruz: On yıllardır süren bir şiddet döngüsünün çatışmasızlığa vardığı bu eşikte, birlikte ve barış içinde yaşamayı arzulayan halklar olarak, en yalın halimizle yüzümüzü kendimize ve birbirimize dönmek zamanıdır.
Bu başta olmak üzere; Kürt Hareketi, sınırları daima egemenlerce belirlenmiş bir İslam kardeşliği vurgusuna hapsolmadan, hiçbir ezbere takılıp kalmadan, yeni bir Alevilik inşasına girişmeksizin; Alevilik, inanç ve azınlık sorunu üzerine konuşabilmelidir. Demokratik Alevi Hareketinin bileşeni olduğu iddiasını taşıyanlar da, Kürt sorununa ve Kürt halkına karşı geleneksel düşmanlık ve milliyetçi reflekslerle arasına kesin bir mesafe koymalıdır.
Kimliklerimizin, barışı muktedirlerin eline ve diline terk eden bir hapishaneye dönüşmesini engellemenin yegâne yolu, iktidar şebekesinin zehrinden arınarak kendi dilimize dönmemizdir. Bundandır ki çağrımızı, Aleviliğin diliyle ve Alevice yapıyoruz:
Eğer haklar eşitse, halklar kardeştir. Eğer haklar eşitse, yaşananın adı barıştır. Kardeşlik ve barışın yolu, eşitlikten geçer. Toplumsal barış ve eşitlik ancak toplumsal uzlaşı temelinde yapılmış demokratik ve eşitlikçi bir anayasayla sağlanabilir. Biz Aleviler, bu toprakların eşitsizliğe mahkûm edilmiş cümle kadim halkları gibi, yüzyıllardır ölüyoruz, öldürülüyoruz. Artık yiğitlik, şehitlik ve kahramanlık üzerinden ölümü değil; dostluk ve barış üzerinden yaşamı kutsamanın zamanı gelmiştir. Hüdai’nin de dediği gibi, “ölüm ölür biz ölmeyiz”. Eğer ölümü öldüremezsek, cesetlerimizi kaldıracak kadar dahi var olamayacağız. Şimdi ölümü öldürmenin vaktidir gayrı ve ölümümüz nasıl bu coğrafyanın kadim ötekileriyle birlikte olduysa, dirimimiz de öylece birlikte olacak! Soğuk bir politik aklın labirentlerinde değil, gerilimli, tutkulu bir aklın vicdanıyla, aşk ile… 12 Mayıs 2013
HACI BEKTAŞ VELİ ANADOLU KÜLTÜR VAKFI
ALEVİ KÜLTÜR DERNEKLERİ
HUBYAR SULTAN ALEVİ KÜLTÜR DERNEĞİ
AVRUPA ALEVİ BİRLİKLERİ KONFEDERASYONU
2012, 25 Eylül
1. Erken Dönem ve Müziğe Başlangıç
Neşet Ertaş, 1938 yılında Kırşehir’in Çiçekdağı ilçesine bağlı Kırtıllar köyünde dünyaya geldi. Babası, dönemin ünlü ozanlarından Muharrem Ertaş, annesi ise Döne Hanım’dır. Neşet Ertaş, Orta Anadolu’nun köklü Abdal geleneğine mensup bir aileden gelmektedir.
Abdal geleneği, Alevi-Bektaşi kültürüyle yakından ilişkilidir ve bu gelenek içinde müzik, önemli bir yer tutar. Neşet Ertaş, henüz çocuk yaşlarında babasının yanında müziğe adım attı. İlk enstrümanı olan keman çalmayı, babasından ve çevresindeki diğer usta müzisyenlerden öğrendi.
Ertaş, 12 yaşında bağlama çalmaya başladı ve kısa sürede bu enstrümanda da ustalaştı. Genç yaşlarında köy düğünlerinde, şenliklerde çalıp söylemeye başlayan Ertaş, geleneksel Abdal müziğini özümseyerek kendi tarzını geliştirmeye başladı.
1950’li yılların başında, henüz ergenlik çağındayken, babası Muharrem Ertaş ile birlikte Kırşehir ve çevre illerde düğünlerde, kahvehanelerde ve çeşitli etkinliklerde sahne almaya başladı. Bu dönem, Neşet Ertaş’ın müzik kariyerinin temellerinin atıldığı ve geleneksel Orta Anadolu müziğini derinden kavradığı yıllar oldu.
Neşet Ertaş’ın müziği, Alevi-Bektaşi geleneğinden güçlü izler taşımaktadır. Özellikle sözlerindeki felsefi derinlik, insan sevgisi ve hoşgörü vurgusu, Alevi öğretisinin temel prensipleriyle örtüşmektedir. Ancak Ertaş, kendisini herhangi bir inanç sistemiyle sınırlandırmamış, evrensel değerleri ön plana çıkaran bir sanatçı olmuştur.
Bu dönemde, Neşet Ertaş’ın müzikal kimliğinin oluşmasında, içinde yetiştiği kültürel ortamın yanı sıra, yaşadığı coğrafyanın da büyük etkisi olmuştur. Kırşehir ve çevresi, Türk halk müziğinin önemli merkezlerinden biri olarak, genç Ertaş’a zengin bir müzikal miras sunmuştur.
2. Profesyonel Müzik Kariyeri ve Yükselişi
1950’lerin sonlarına doğru, Neşet Ertaş artık bölgesel bir üne kavuşmuştu. 1957 yılında, 19 yaşındayken, ilk kez Ankara’ya giderek burada çeşitli müzik mekânlarında sahne almaya başladı. Bu, onun profesyonel müzik kariyerinin başlangıcı olarak kabul edilebilir.
1960 yılında, ilk plağı olan “Neden Garip Garip Ötersin Bülbül / Gidin Bulutlar Gidin” 45’liğini çıkardı. Bu plak, Ertaş’ın ulusal çapta tanınmasının önünü açtı. Ardından gelen plaklarla birlikte, Neşet Ertaş artık sadece bir yöre sanatçısı değil, tüm Türkiye’nin tanıdığı ve sevdiği bir halk ozanı haline geldi.
1960’lar ve 1970’ler boyunca, Ertaş’ın popülaritesi giderek arttı. Bu dönemde çıkardığı “Ahirim Sensin”, “Yazımı Kışa Çevirdin”, “Gönül Dağı”, “Evvelim Sen Oldun” gibi eserler, Türk halk müziğinin klasikleri arasına girdi. Ertaş’ın müziği, geleneksel Orta Anadolu ezgilerini korurken, kendi özgün yorumu ve derin, felsefi sözleriyle yeni bir boyut kazandı.
Neşet Ertaş’ın müziğindeki Alevi-Bektaşi etkisi, bu dönemde daha da belirginleşti. Eserlerinde sıkça kullandığı “dost”, “pir”, “eren” gibi kavramlar, Alevi-Bektaşi geleneğinin izlerini taşımaktaydı. Ancak Ertaş, bu kavramları evrensel bir sevgi ve hoşgörü anlayışı içinde yorumlayarak, tüm toplumu kucaklayan bir söylem geliştirdi.
1970’lerin ortalarına gelindiğinde, Neşet Ertaş artık “Bozkırın Tezenesi” olarak anılmaya başlanmıştı. Bu unvan, onun Orta Anadolu’nun müzik geleneğini en iyi şekilde temsil eden sanatçı olarak kabul edildiğinin bir göstergesiydi. Ertaş’ın müziği, sadece geleneksel halk müziği dinleyicileri arasında değil, kentli ve eğitimli kesimler arasında da büyük ilgi görmeye başladı.
Bu dönemde Ertaş, TRT’nin düzenlediği çeşitli programlara da katılarak daha geniş kitlelere ulaşma fırsatı buldu. Ancak, televizyonda yer alma konusunda her zaman çekimser davrandı ve mümkün olduğunca canlı performansları tercih etti.
3. Almanya Yılları ve Türkiye’ye Dönüş
1970’lerin sonlarına doğru, Neşet Ertaş’ın hayatında önemli bir dönüm noktası yaşandı. 1979 yılında, ekonomik sorunlar ve sanatını daha özgürce icra edebilmek amacıyla Almanya’ya göç etti. Bu karar, onun müzik kariyerinde bir duraklama dönemi olarak görülse de, aslında sanatçının iç dünyasında önemli gelişmelerin yaşandığı bir dönem oldu.
Almanya’da geçirdiği yaklaşık 23 yıl boyunca, Ertaş müzikten uzak kalmadı. Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde konserler verdi ve Türk göçmen topluluklarıyla yakın ilişkiler kurdu. Bu dönemde, Ertaş’ın müziği ve felsefesi daha evrensel bir boyut kazandı. Farklı kültürlerle tanışması, onun zaten var olan hoşgörü ve sevgi temelli dünya görüşünü daha da pekiştirdi.
Almanya yılları, Ertaş’ın Alevi-Bektaşi geleneğiyle olan bağını da derinleştirdi. Burada katıldığı Alevi-Bektaşi toplantıları ve cemler, onun bu gelenekle olan manevi bağını güçlendirdi. Ancak Ertaş, her zaman olduğu gibi, bu geleneği dar bir çerçevede değil, evrensel insani değerler bağlamında yorumlamaya devam etti.
2000 yılında, dönemin Kültür Bakanı İstemihan Talay’ın daveti üzerine Türkiye’ye döndü. Bu dönüş, Türk halk müziği için bir dönüm noktası oldu. Ertaş, yurda döndükten sonra verdiği konserler ve katıldığı etkinliklerle, unutulmaya yüz tutmuş birçok türküyü yeniden gündeme getirdi ve genç kuşaklara tanıttı.
4. Son Yılları ve Mirası
Türkiye’ye dönüşünden sonra, Neşet Ertaş’ın ünü ve etkisi daha da arttı. 2006 yılında UNESCO tarafından “Yaşayan İnsan Hazinesi” ilan edildi. Bu unvan, onun Türk halk müziğine ve kültürüne yaptığı katkıların uluslararası düzeyde tanınması anlamına geliyordu.
Ertaş, son yıllarında sağlık sorunlarıyla mücadele etmesine rağmen müzik yapmayı bırakmadı. 25 Nisan 2011’de İzmir’de verdiği konser, son büyük sahne performansı oldu. 25 Eylül 2012’de tedavi gördüğü İzmir’de hayata gözlerini yumdu.
5. Neşet Ertaş’ın Aleviliği ve Felsefesi
Neşet Ertaş, Alevi-Bektaşi geleneğinden gelen bir ailenin ferdi olmasına rağmen, kendisini hiçbir zaman sadece bu gelenekle sınırlamadı. Onun felsefesi, Aleviliğin temel prensiplerini içermekle birlikte, daha evrensel bir anlayışa dayanıyordu.
Ertaş’ın dünya görüşünün temelinde insan sevgisi, hoşgörü ve eşitlik anlayışı yatıyordu. Sık sık kullandığı “Aşkın ile âşıklar yansın ya Muhammed Ali” dizesi, onun Alevi-Bektaşi geleneğine olan bağlılığını gösterirken, aynı zamanda bu sevgiyi evrensel bir boyuta taşıdığının da bir işaretiydi.
Ertaş’ın eserlerinde sıkça rastlanan “dost”, “pir”, “eren” gibi kavramlar, Alevi-Bektaşi geleneğinin izlerini taşımaktadır. Ancak o, bu kavramları dar bir çerçevede değil, tüm insanlığı kucaklayan bir anlayışla yorumlamıştır.
Neşet Ertaş’ın felsefesinde öne çıkan diğer bir unsur, doğa sevgisi ve doğayla uyum içinde yaşama düşüncesiydi. Bu anlayış, Alevi-Bektaşi geleneğindeki “dört kapı kırk makam” öğretisiyle paralellik göstermektedir.
Sonuç olarak, Neşet Ertaş’ın hayatı ve sanatı, Alevi-Bektaşi geleneğinden beslenmiş ancak bu geleneği aşarak evrensel bir boyuta ulaşmış bir ozanın hikayesidir. Onun mirası, sadece Türk halk müziğine yaptığı katkılarla değil, aynı zamanda yaydığı sevgi, hoşgörü ve birlik mesajlarıyla da yaşamaya devam etmektedir.
Not:
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
2012, 15 Ocak
Anadolu Gösteri ve Kongre Merkezi’nde “Anayasa’yı beklerken Aleviler” başlığıyla gerçekleştirilen 2. Büyük Alevi Kurultayı’nın açılışında konuşan Geçmez, Alevilerin acılarını dile getirerek kendilerini ifade edebildiklerini, bunu paylaşanların acılarını da kendi acıları olarak gördüklerini belirtti. Alevi derneklerinin yöneticileriyle Alevi dedelerinden oluşan bir heyetin 18 Ocak Çarşamba günü Uludere’ye taziye ziyaretinde bulunacağını hatırlatan Geçmez, “Uludere’de katledilen 34 can da bugün aramızdadır, bunu bilesiniz” diyerek konuşmasına başladı.
Büyük Alevi Kurultayı’nı bütün Alevi derneklerini davet ederek gerçekleştirdiklerini söyleyen Geçmez, kurultayın yılda bir defa “Alevilerin sesi” olduğunu kaydetti.
Yeni anayasa konusunda çalışmalar yaptıklarını kaydeden Geçmez, yapılan çalıştaylarda Alevilerin sorunları ve çözüm önerilerini içeren bir rapor sunduklarını ve hükümetin bu konuda atacağı adımları beklemeye başladıklarını ancak çalıştayların “Alevilere hakaret noktasına varan sözcüklerle dolu bir raporla sonuçlandığını” savundu.
Geçmez, şöyle konuştu: “Biz Diyanet İşleri Başkanlığı kaldırılsın dediğimizde ’Dinden ne istiyorsunuz’ diyenler, bununla yetinmiyorlar. Biz ’Zorunlu din dersleri zorunlu olmaktan çıksın’ dediğimizde bununla da yetinmiyorlar. Herkesi Sünni ve Türk olmaya mahkum ediyorlar. Olmayacağız. Olmayacağız çünkü biz bu ülkenin Türkü, Kürdü, Lazı, Çerkezi, Ermenisiyiz. Bir cümle 72 milletiz.
Bizim inancımızı tarif etmeye kalkışanlara söyleyecek tek sözümüz vardır, o nefret dilinden vazgeçin. O nefret dili elbet bir gün sizi de vuracaktır.
Alevileri inançlarından ötürü horlayanlar, Alevi çocuklarına zorla din dersi öğretenler, Alevi dedelerini üfürükçü olarak tarif edenler, bilsinler ki, görsünler ki biz Aleviyiz, Kızılbaşız. Bu bizim yolumuzdur, gururumuz, adımızdır.” Meclisin, Dersim olayından dolayı özür dilemesi gerektiğini savunan Geçmez, “Başka parlamentolardan özür ya da hakça kararlar beklerken bunun da göz ardı edilmemesi gerekir” dedi.
Yeni anayasa sürecini ve gerçekten halkın katıldığı bir anayasayı önemsediklerini belirten Geçmez, seçim barajının Mecliste çoğunluğun temsili açısından bir engel olduğunu, böyle bir seçim sistemiyle yapılacak anayasanın da meşruluğunu baştan kaybettiğini savundu.
Geçmez, “Biz bu anayasadan önce beklerdik ki cemevleri bir kanunla hemen düzeltilebilsin. Yapılmadı, yapılmıyor, yapılmak istenmiyor. Bizi hakir görenler bugün meydanlarda ’Biz bu ülkeye sivil anayasa, demokrasi getireceğiz’ diye bağırıyorlar” dedi.
Geçmez, Hacı Bektaş Anadolu Kültür Vakfı tarafından geçen hafta İstanbul’da gerçekleştirilen sempozyumun sonucu olarak hazırlanan “Anayasayı Beklerken; Anayasa Değiştirmek Üstüne Değerlendirmeler” başlıklı raporun ilgililere sunulacağını kaydetti.
Açılışta konuşan Hacı Bektaş Veli Dergahı Postnişi Velieddin Hürrem Ulusoy da Alevi toplumunun karşı karşıya kaldığı sorunları sıralayarak, çözüm önerilerini sundu. Alevi inancından sapmalar yaşandığını, asimile olmaya başladıklarını söyleyen Ulusoy, Alevi inancını gençlere aktarmak için projeler üretmek ve birlik olmak gerektiğini vurguladı.
Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu Genel Başkanı Turgut Öker de yaşadıkları ülkelerde o ülkeleri oluşturan toplulukların bütün haklara sahip olduklarını işaret ederek, “Almanlar, Fransızlar gibi her alanda eşit haklara sahipken, kimse bize ’Daha dün geldiniz bu topraklara, bizimle eşit hakları nasıl elde ediyorsunuz?’ sorusu sormazken, bin yıllardır yaşadığımız bu topraklarda biz Aleviler hiçbir anayasal güvenceye sahip olmamamız bizi utandırmakta” diye konuştu.
-Sonuç bildirgesi-
TBMM’de hakikat ve yüzleşme komisyonları kurulması ve suça iştirak edenlerin mutlaka yargılanması istenen bildirgede, Hrant Dink davası, Sivas davası gibi devam eden davaların zaman aşımına uğramasına izin verilmemesi gerekliliğine yer verildi.
Bildirgede, şunlar kaydedildi:
“Zamanımızın önemli bir sorunu olan kayıplarımız için derhal bir kayıpları araştırma komisyonu kurulmalı. Hali hazırda içinde bulunduğumuz günlerde hakim olan savaş diline son verilmeli, tutuklamalar ve gözaltıların, ev, parti, medya kuruluşları, sivil toplum örgütlerinin binalarına yönelik ve bütün mekanları terörize eden baskınlarla tamamlanan, artık apaçık askeri bir teknik olarak kullanımına son verilmelidir.
Düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğünü düzenleyen bütün hukuksal mevzuat ivedilikle tartışma gündemine alınmalı ve demokratik, özgürlükçü olacağı sıklıkla iddia edilen yeni anayasanın ruhuna uygun ön adımlar atılmalıdır.”
-Kurultaydan notlar-
Kurultaya, CHP’nin Tunceli milletvekilleri Kamer Genç ve Hüseyin Aygün, Adana Milletvekili Ali Demirçalı, Hatay milletvekilleri Mehmet Ali Ediboğlu, Refik Eryılmaz ve Hasan Akgöl, KESK Genel Sekreteri İsmail Hakkı Tombul, Suriye Alevi toplumunun temsilcileri, bazı siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarının yöneticileri, yurt içi ve dışından çok sayıda Alevi örgütü temsilcisiyle çeşitli illerden gelen vatandaşlar katıldı.
Kurultay, Adıyaman İhtiyar Semah Ekibi’nin semahıyla başladı. Açılış konuşmalarının ardından katılımcıların yeni anayasa yapım sürecine ilişkin görüşleri dinlendi. Kurultay, sonuç bildirgesinin okunmasının ardından sona erdi.
Sonuç bildirgesinin okunduğu sırada CHP Denizli Milletvekili İlhan Cihaner de salona gelerek bildirgeyi dinledi.
2011, 16 Ocak
Hacıbektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı’nın öncülüğünde gerçekleştirilen Büyük Alevi Kurultayı’na Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu Bileşenleri ve Bağlı Kurumları ,Türkiye Alevi Bektaşi Federasyonu Bileşenleri( Pir Sultan Abdal Kültür Dernekleri, Alevi Kültür Dernekleri) ve Bağlı Kurumları başta olmak üzere, Türkiye’den ve değişik ülkelerden çok sayıda Alevi örgütü katıldı. Kurultaya çeşitli sivil toplum örgütleri,köy-yöre dernekleri,federasyonları ve siyasi parti temsilcileri de katılım sağladı. Kurultaya Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner ve Alevi Çalıştaylarının koordinatörü Necdet Subaşı da katıldı.
Kurultaya 300 den fazla Alevi kurumu ve 4 binden fazla kişi katıldı.
Ankara’da düzenlenen Büyük Alevi Kurultayı’ndan önümüzde 6 Mart 2011’de İzmir’de Alevi mitingi düzenlenmesi kararı çıktı. Daha önce Ankara ve İstanbul’da iki büyük mitinge imza atan Aleviler ayrıca Nisan ayında İstanbul’da “Aleviler ve Anayasa” adlı bir sempozyum düzenleyecek.
Büyük Alevi Kurultayı’nın Sonuç Bildirgesi
Alevi dernekleri tarafından düzenlenen Büyük Alevi Kurultayı’nın Sonuç Bildirgesi’nde Alevi vatandaşların istekleri açıklanarak hükümete “Alevilere yönelik politikaların ve uygulamaların takipçisi olacağız” mesajı verildi. Hükümetin Alevi Açılımı kapsamında düzenlediği Çalıştay’ın da sonuç raporunun bir an önce açıklanması istenildi. Ankara’da iki gün süreyle devam eden Büyük Alevi Kurultayı’nın ikinci gününde hazırlanan sonuç bildirgesinde Alevi vatandaşların beklentileri bir kez daha yinelendi. Bugüne kadar birçok kişi ve kurumun Alevilerin sorunlarını tespit etmek ve çözüm getirmek iddiasıyla yola çıktığının vurgulandığı sonuç bildirgesinde kimsenin Alevilere ve Alevi kurumlarına samimiyetle kulak vermediği vurgulandı. ‘Alevilerin haklarını Alevilere teslim edenlerin kurultayı’ olarak adlandırılan Kurultayda Dünya Alevi Kurultayı’nın gerçekleştirilmesi hedefi vurgulanırken, “Kurultayımız toplumsal eşitsizliğin arttığı mahalle baskısının yaygınlaştığı siyasette gerilimin ve çatışmanın yaşandığı sanatın değil politikacıların ucubeleştiği, Türkiye’nin huzursuzluğa mutsuzluğa ve kutuplaştırılmalara maruz kaldığı bir ortamda toplanmıştır. Bunun bilincinde olan aleviler, aynı zamanda Türkiye’de, siyasal İslamcı hegemonyanın, gerek kamusal alanda, gerek özel alanda, cemaatler ve AKP iktidarının işbirliği ile kurduğu sosyal ve politik baskı mekanizmalarını, farklı olanları mağdur haline getirdiğine tanık olmaktadır” denildi.
Bildirgede temel isteklerin barınma, sağlık ve eğitim hakkının kamusal bir hizmet olarak görülmesi ve ücretsiz, nitelikli ve herkese eşit olarak sunulması olduğu vurgulanırken, şu ifadelere yer verildi: “Ülkemizde Aleviler tarih boyunca yoğun baskı ve ayrımcılığa maruz bırakılmış ve katliamların, sürgünlerin hedefi olmuşlardır. Koçgiri, Dersim, Maraş, Çorum, Malatya, Sivas Ümraniye ve Gazi katliamlarının utancıyla yüzleşilmesi ve Alevilerin acılarının paylaşılması Türkiye’de yurttaşların farklılıklarına rağmen barış içinde bir arada yaşamalarının gereğiyken resmi ağızlardan katliamları onaylayan seslerin yükselmesi, Alevilerin acılarını gün geçtikçe daha da derinleştirmektedir. Aleviler yakın tarihte Sivas’ta yakıldıklarında dönemin başbakanı bu eylemi gerçekleştirenlerin burnunun dahi kanamadığını övünçle ilan edebilmiştir. Ne acıdır ki, katliamı gerçekleştirenlerin avukatlığına soyunan bir şahıs daha sonra bu ülkenin adalet bakanı olmuştur. Öte yandan Alevilerin sorunlarını çözme iddiasıyla çalıştay düzenleyen mevcut hükümet, adı Alevi katliamlarına karışmış bir şahsı Alevilerin sorunlarını tartışmak üzere çalıştaya davet etme cüretinde de bulunmuştur. Bu da yetmezmiş gibi ülkenin bugünkü başbakanı, 1980 yılında büyük bir Alevi katliamına sahne olmuş olan Çorum’da gerçekleştirilen bir mitingde, fetvalarıyla Alevi katliamlarını kutsamış olan şeyhülislam Ebu Suud’un adını Çorum’un gururu diye anabilmiştir. Başbakanın Alevilere yönelik açık nefret ifade eden bu söylemi, geride bıraktığımız anayasa referandumu öncesinde yaptığı konuşmalarda doruk noktasına çıkmıştır. Bu konuşmalardan birinde başbakan, Siirt’te okuduğu şiir nedeniyle aldığı hapis cezasının Yargıtay’ın Alevi hakimlerin bulunduğu bir dairesi tarafından onandığını ileri sürmüştür. Ülkenin başbakanının dahi Alevilere yönelik söylemlerinde ortaya çıkan ve Alevileri toplumun diğer kesimleri karşısında açık hedef haline getiren bu tutum, çeşitli topluluklara yönelik olarak yaratılan ve yeniden üretilen kin ve nefret duygularının, kardeşlik ve hoşgörü gibi içi doldurulamayan afakî kavramlarla ortadan kaldırılamayacağını gözler önüne sermektedir.”
‘Alevi Çalıştayı Sonuç Raporu açıklansın’
Alevilerin istekleri Bildirgede şu şekilde sıralandı: “Ötekileştirilen tüm diğer gruplarla birlikte Alevileri de hedef alan nefret suçları yasal müeyyidelere bağlanmalıdır.
Türkiye toplumunun utancı olarak görülmesi gereken tüm Alevi katliamlarıyla yüzleşilmeli ve bu bağlamda; Madımak Oteli utanç müzesi yapılmalıdır. Zamanaşımına uğratılan Maraş, Çorum ve Sivas katliamlarının dosyaları yeniden açılmalı ve failleri ortaya çıkarılmalıdır. Dersim katliamıyla ilgili devlet arşivleri kamuoyunun bilgisine sunulmalı, Seyit Rıza’nın mezarının yeri açıklanmalı ve mezar Seyit Rıza’nın ailesine teslim edilmelidir. Aleviliği siyasal amaçlar çerçevesinde yeniden tanımlama ve inşa etme girişimlerine son verilmelidir. Eğitim, öğretim başta olmak üzere tüm kamu hizmeti alanlarında ve bürokraside Alevilere yönelik ayrımcılık iddiaları, hukuk devleti ilkesine inanan tüm yurttaşların adalet duygusunu tatmin edecek biçimde soruşturularak aydınlatılmalıdır. Zorunlu din dersleri kaldırılmalıdır. Diyanet İşleri Başkanlığı kaldırılmalıdır. Cemevleri ibadethane olarak kabul edilmelidir.
Alevi köylerine zorla cami yapılmasına son verilmeli, şimdiye kadar yapılmış bulunan camiler kaldırılmalı veya köy halkının talepleri ve ihtiyaçları doğrultusunda cemevine dönüştürülmek üzere mimari yapı ve donatılarında gerekli değişikler yapılmalıdır. Hacı Bektaş Dergâhı, dergâhın gerçek sahipleri olan Alevilere teslim edilmelidir. Keza, Karacaahmet ve Şahkulu gibi, ancak kira karşılığı kullanılabilen dergahlarda Alevilere teslim edilmelidir. Alevilerin kutsal mekânlarına yönelik yağmaya son verilmelidir. Abdal Musa türbesinin yanı başında taş ocağı yapılmasına müsaade eden yapım ruhsatı iptal edilmelidir. Munzur vadisine, Alevilerin kutsal mekânlarının yok olmasına yol açacak biçimde yapılması planlanan barajların yapımı durdurulmalıdır. Antakya ve çevresinde yaşayan Alevilerin, kutsal günü sayılan ‘Gadiri Hum’ resmi tatil olarak kabul edilmelidir. Toplumun önemli bir kesiminde Alevilere karşı içselleştirilmiş bir nefret ve önyargının bulunduğu kesindir. Bu nefret ve önyargılar, kuşaktan kuşağa aktarılmaya devam etmektedir. Tam da bu nedenle, sıraladığımız tüm taleplerimize temel teşkil eden ayrımcılık tek başına bir yasa ve hukuk sorunu değildir. Öte yandan söz konusu nefret ve önyargılar yalnızca Alevilere yönelik de değildir. Bu anlamda Alevilerin sorunları, farklılıklarıyla hakim inanç ve anlayışların dışında kalan ve ayrımcılığa uğrayan tüm grupların sorunudur. Hükümet zorunlu din derslerini dayatmak yerine eğitim müfredatının içeriğini ayrımcılığa karşı farkındalık yaratacak biçimde şekillendirmelidir.
Alevilerin talepleri açık ve nettir. Talepleri dinlemek ve karşılamak iddiasıyla Alevi açılımına girişen hükümet, Alevi Çalıştayı adı altında düzenlediği toplantıların tutanaklarını ve sonuç raporunu bir an önce kamuoyuna açıklamalıdır. Bugün burada Büyük Alevi Kurultayı’nda bir araya gelen biz Aleviler, bundan sonra gerçekleştireceğimiz kurultaylarla da AKP iktidarının ve genel olarak da iktidarların Alevilere yönelik politika ve uygulamalarının takipçisi olacağımızı beyan ederiz.”
2009, 3-4 Haziran
1. Başlangıç ve Amaç:
– Alevi Çalıştayları, Alevilerin sorunlarını ve taleplerini ilk elden dinlemek ve çözüm önerileri geliştirmek amacıyla başlatılmıştır.
– 60. Hükümet tarafından 2009 yılı Haziran ayında resmen başlatılmıştır, ancak hazırlık çalışmaları 2007’ye dayanmaktadır.
2. Çalıştayların Yapısı:
– Toplam 7 çalıştay ve 3 ek toplantı düzenlenmiştir.
– İlk çalıştay 3-4 Haziran 2009’da Ankara’da gerçekleştirilmiştir.
– Son çalıştay 28-30 Ocak 2010 tarihlerinde Ankara Kızılcahamam’da yapılmıştır.
3. Katılımcılar:
– Alevi dedeler, kanaat önderleri, örgüt liderleri, aydınlar ve sanatçılar katılım sağlamıştır.
– Çeşitli Alevi grupları ve farklı görüşleri temsil eden kişiler davet edilmiştir.
4. Ele Alınan Konular:
– Alevilerin yaşadığı sorunlar
– Cemevlerinin statüsü
– Zorunlu din dersleri
– Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yapısı
– Madımak Oteli’nin durumu
– Alevi köylerine cami yapılması gibi konular tartışılmıştır.
5. Sonuçlar ve Raporlar:
– Çalıştaylar sonucunda bir nihai rapor hazırlanmıştır.
– Bu raporda Alevilerin talepleri ve sorunları detaylı bir şekilde ele alınmıştır.
6. Önem ve Etki:
– Bu çalıştaylar, Cumhuriyet tarihinde bir hükümetin Alevi sorunlarını bu ölçüde ciddiye almasının ilk örneğidir.
– Alevi meselesi ilk kez bu kadar kapsamlı ve sistematik bir şekilde ele alınmıştır.
7. Eleştiriler ve Tartışmalar:
7.1. Bazı Alevi kurum ve temsilcileri çalıştayları yetersiz bulmuş ve boykot etmiştir. Bu kurum ve temsilciler:
- Alevi Bektaşi Federasyonu (ABF):
- ABF Başkanı Ali Balkız, çalıştaylarda Alevi önderlerinin yok sayıldığını ve yalnızca belli örgütlerin temsilcilerinin çağrıldığını belirterek eleştirmiştir.
- ABF, 7. Alevi Çalıştayı’na katılmayı reddetmiştir.
- Pir Sultan Abdal Kültür Derneği:
- Bu dernek çalıştaylara davet edilmediğini belirterek süreci protesto etmiştir.
- Alevi Kültür Dernekleri:
- Bu dernekler de çalıştaylara davet edilmediklerini belirterek süreci eleştirmişlerdir.
- AK Parti’nin Alevi kökenli milletvekili Reha Çamuroğlu:
- Çamuroğlu, “Alevilere yönelik psikolojik hareket var” diyerek çalıştaya katılmayacağını açıklamıştır.
- Pir Sultan Abdal Kültür Dernekleri Genel Başkanı Fevzi Gümüş:
- Gümüş, “AKP çalıştayı sulandırıyor” şeklinde bir açıklama yaparak süreci eleştirmiştir.
Bu kurum ve temsilciler, çalıştayların Alevileri yeterince temsil etmediğini, bazı önemli Alevi kurumlarının davet edilmediğini ve sürecin Alevilerin gerçek taleplerini karşılamaktan uzak olduğunu ileri sürmüşlerdir. Ayrıca, çalıştayların Alevileri “asimile etme” çabası olarak yorumlandığı da görülmektedir.
7.2. Akademik Eleştiriler:
- Şenol Kaluç gibi akademisyenler, çalıştayların nihai raporunu eleştirmiş ve Alevilerin taleplerinin yeterince karşılanmadığını belirtmiştir.
7.3. Medyanın Yaklaşımı:
- Bazı medya organları çalıştayları “Alevileri pasifize etme çabası” olarak yorumlamıştır.
7.4. Diyanet İşleri Başkanlığı Tartışması:
- Alevilerin Diyanet’te temsil edilmesi konusu tartışmalara yol açmıştır. Bazı kesimler bunun laikliğe aykırı olacağını savunmuştur.
7.5. Laiklik Tartışmaları:
- Çalıştayların ve sonuçlarının Türkiye’deki laiklik anlayışıyla çeliştiği yönünde eleştiriler olmuştur.
7.6. Uygulama Sorunları:
- Çalıştaylarda alınan kararların ve önerilerin pratikte uygulanmaması eleştirilmiştir.
7.7. Temsil Sorunu:
- Çalıştaylara katılan Alevi temsilcilerinin tüm Alevi toplumunu temsil etmediği yönünde eleştiriler olmuştur.
Bu eleştiri ve tartışmalar, Alevi örgütleri, akademisyenler, medya kuruluşları ve siyasi çevreler tarafından dile getirilmiştir. Özellikle Alevi dernekleri ve kanaat önderleri, çalıştayların sonuçları ve uygulanması konusunda en çok eleştiri getiren kesim olmuştur.
8. Sonraki Gelişmeler:
– Çalıştaylar sonrasında bazı adımlar atılmış, ancak Alevilerin temel taleplerinin çoğu karşılanmamıştır.
– 2018’de Diyanet İşleri Başkanlığı’nda Alevilik birimi kurulması gibi bazı gelişmeler yaşanmıştır.
Not
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
2009, 8 Ocak
Hayatı ve Eğitimi
- 7 Kasım 1917’de Petrograd’da (St. Petersburg) doğdu.
- Azerbaycan kökenli bir aileden gelmektedir.
- Ailesi 1919’da Rusya’daki komünist devriminden kaçarak Fransa’ya yerleşti.
- Paris Sorbonne Üniversitesi’nde Doğu Dilleri eğitimi aldı.
- 1957’de doktorasını tamamladı.
Akademik Kariyeri
- Strasbourg Üniversitesi’nde Türkoloji ve İran Çalışmaları bölümünün başkanlığını yaptı.
- Turcica adlı Batı Avrupa’da yayımlanan tek Türkoloji dergisinin baş editörlüğünü üstlendi.
- Asya Topluluğu ve Ernest Renan Topluluğu gibi prestijli bilimsel kuruluşlara üye seçildi.
- Bakü Devlet Üniversitesi’nden fahri doktora unvanı aldı.
Çalışma Alanları
- Türk kültürü, edebiyatı ve tarihi
- Sufizm
- Alevilik ve Bektaşilik
- İran ve Orta Asya çalışmaları
Önemli Eserleri
- La Geste de Melik Danişmend (1960)
- Abu Muslim, le “Portre-Hache” du Khorassan dans la tradition épique Turco-Iraienne (1962)
- Uyur İdik Uyardılar Alevilik-Bektaşilik Araştırmaları (1992)
- Hacı Bektaş: Efsaneden Gerçeğe (1998)
- Kırklar’ın Cemi’nde (2008)
Azerbaycan ile İlişkisi
- 1968’de Orta Asya’da bir konferansta Azerbaycanlılarla ilk temasını kurdu.
- Azerbaycan tarihi ve edebiyatı üzerine çalışmalar yaptı.
- 1990’da Bakü’de Sovyet ordusunun yaptığı katliamdan sonra Paris’teki Azerbaycan sürgünleriyle dayanışma gösterdi.
İrène Mélikoff, 8 Ocak 2009’da Strasbourg’da hayatını kaybetti. Türkoloji alanına yaptığı katkılardan dolayı birçok ödül almış ve Doğu çalışmalarına önemli katkılarda bulunmuştur.
Not
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
2006, 26 Nisan
Hayatı
1935 yılında Erzincan’ın Ulalar köyünde doğdu. Yoksul bir ailenin çocuğuydu. 1939 Erzincan depreminde babasını kaybetti. İlkokuldan sonra eğitimi kesilen Çiçek, küçük yaşta çiftçilik yapmaya başladı.
Dokuz yaşında İstanbul’a gitti. Bir süre sonra müzisyen halası Saime Senan’ı buldu ve Cağaloğlu’ndaki Halkevi’nde bağlama çalmaya başladı. Ankara’da Muzaffer Sarısözen ile tanıştı ve Yurttan Sesler Korosu’na katıldı. On iki yaşında radyoda deyişler okumaya başladı.
1960 yılında İstanbul Radyosu’nda çalışmaya başladı ve uzun yıllar burada görev yaptı. Kariyeri boyunca 400’ün üzerinde türkü derledi, besteledi ve seslendirdi. Yurt dışında konserler ve üniversitelerde seminerler verdi.
26 Nisan 2006 tarihinde hayatını kaybetti.
Sanatı ve Felsefesi
Ali Ekber Çiçek, Alevi-Bektaşi geleneğinin önemli temsilcilerinden biridir. Sanatında dinsel öğeler ağır basar, ancak sade bir anlatımı tercih eder. Politik söylemlerden uzak durmasına rağmen, toplumsal sorunlara duyarlı bir tavır sergiler.
Çiçek’in türkülerinde gurbet, sıla özlemi ve hüzün temaları öne çıkar. “Ağlama Gözlerim”, “Yolumuz Gurbete Düştü”, “Derdim Çoktur Hangisine Yanayım” gibi türküleri bu temaların başarılı örnekleridir.
Bağlama çalış tekniğiyle de tanınan Çiçek, özellikle “Haydar Haydar” türküsündeki performansıyla dikkat çekmiştir. Bu teknik, daha sonra pek çok sanatçıyı etkilemiştir.
Önemli Eserleri
- Kara Tren Gelmez M’ola
- Gurbet Elde Geldi Bir Hal Başıma
- Derdim Çoktur Hangisine Yanayım
- El Vurup Yaremi İncitme Tabip
- Ağlama Gözlerim
- Yolumuz Gurbete Düştü
- Haydar Haydar
Katkıları ve Mirası
Ali Ekber Çiçek, çalışmaları sonucunda çok sayıda türkü ve deyişi TRT arşivine kazandırarak, bu eserlerin yok olmasını önlemiştir. Sözlü ve müzikli Alevi edebiyatının korunması ve yaygınlaştırılmasında önemli rol oynamıştır.
Geleneksel türkü söyleme ve bağlama çalma tekniklerini koruma konusundaki hassasiyetiyle tanınır. Genç kuşaklara bu teknikleri aktarmayı ve türkülerin orijinal hallerinin korunmasını önemsemiştir.
Ali Ekber Çiçek, Türk halk müziğine ve Alevi-Bektaşi kültürüne yaptığı katkılarla, Türkiye’nin önemli kültür mirasçılarından biri olarak kabul edilmektedir.
Not
https://blog.ufuk.io/ali-ekber-cicek/ adlı site bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
2005, 3 Haziran
Sinan Işık davası, Alevilerin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) açtığı önemli davalardan biridir. Bu dava, Türkiye’deki kimlik kartlarında din hanesinin bulunması uygulamasına karşı açılmıştır. Davanın detayları şu şekildedir:
Davanın Açılışı ve Gerekçesi
Sinan Işık, 3 Haziran 2005 tarihinde AİHM’ye başvuruda bulunmuştur. Davanın temel gerekçesi, kimlik kartlarında din hanesinin bulunmasının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı olduğu iddiasıydı.
Davanın Sonucu
AİHM, 2 Şubat 2010 tarihinde davayı karara bağlamıştır. Mahkeme, Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 9. maddesini (düşünce, vicdan ve din özgürlüğü) ihlal ettiğine hükmetmiştir.
Kararın Gerekçesi ve Etkileri
- AİHM, kimlik kartlarında din hanesinin bulunmasının, bireylerin din ve inanç özgürlüğünü ihlal ettiğini belirtmiştir.
- Bu karar, Türkiye’deki kimlik kartı uygulamasının değiştirilmesi gerektiğine işaret etmiştir.
- Karar, Alevilerin ve diğer azınlık grupların inanç özgürlüğü konusundaki haklarının tanınması açısından önemli bir adım olmuştur.
Davanın Önemi
Sinan Işık davası, Türkiye’de din ve inanç özgürlüğü, azınlık hakları ve devletin vatandaşlarının inançlarına yaklaşımı konularında önemli tartışmaları beraberinde getirmiştir. Bu dava, Alevilerin ve diğer inanç gruplarının hak arayışlarında önemli bir dönüm noktası olmuştur.
Sonuç olarak, Sinan Işık davası, Türkiye’deki kimlik kartı uygulamasının değiştirilmesine ve inanç özgürlüğü konusundaki tartışmaların derinleşmesine katkıda bulunmuştur.
Not
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
2002, 17 Mayıs
Mahzuni Şerif (d. 1940 – ö. 17 Mayıs 2002)
Asıl adı Şerif Çırık olan Mahzuni Şerif, Türk halk müziğinin önde gelen ozanlarından, şair ve bestecidir.
Doğum ve Erken Yaşam:
- 1940 yılında Kahramanmaraş’ın Afşin ilçesine bağlı Berçenek köyünde doğdu.
- Alevi-Türkmen bir aileden gelmektedir.
Müzik Kariyeri:
- 1960’larda İstanbul’a gelerek profesyonel müzik hayatına başladı.
- İlk plağını 1965 yılında çıkardı.
- Kariyeri boyunca 453 plak ve kaset yayınladı.
Müzik Stili ve Temaları:
- Geleneksel Anadolu ozanlığını çağdaş bir yorumla birleştirdi.
- Toplumsal olayları, aşkı, doğayı ve felsefi düşünceleri eserlerinde işledi.
- Bağlama çalma tekniğiyle tanındı ve “elektro bağlama”yı ilk kullanan sanatçılardan biri oldu.
Önemli Eserleri:
- “Dom Dom Kurşunu”, “Bugün Bayram”, “İşte Gidiyorum Çeşmi Siyahım”, “Yuh Yuh” gibi birçok unutulmaz eser besteledi.
Edebi Çalışmaları:
- Şiir kitapları yayınladı: “Düşün Ozanı”, “Mahzuni Şerif Külliyatı” gibi.
Siyasi Duruşu:
- Eserlerinde sıkça toplumsal eleştiri yaptı ve sistem karşıtı bir duruş sergiledi.
- Bu nedenle zaman zaman siyasi baskılara maruz kaldı ve davalar açıldı.
Ödülleri ve Tanınırlığı:
- Türkiye’de ve yurt dışında çok sayıda konser verdi.
- Birçok ödül aldı ve halk tarafından “Halk Ozanı” olarak benimsendi.
Vefâtı:
- Ölüm Nedeni:
Mahzuni Şerif, uzun süredir şeker hastalığı ve kalp rahatsızlığı ile mücadele ediyordu. Vefatına bu sağlık sorunları neden oldu.
- Son Günleri:
Ölümünden kısa bir süre önce Almanya’da bir dizi konser vermek üzere bulunuyordu.
- Vefat Anı:
Köln’deki otel odasında kalp krizi geçirdi ve kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti.
- Yaşı:
Vefât ettiğinde 62 yaşındaydı.
- Cenaze İşlemleri:
Ölüm haberi üzerine Türkiye’den bir heyet Almanya’ya gitti. Cenazesi Türkiye’ye getirildi.
- Cenaze Töreni:
Türkiye’de büyük bir törenle karşılandı. İstanbul’da ve memleketi Kahramanmaraş’ta cenaze törenleri düzenlendi.
- Defin:
Vasiyeti üzerine, Nevşehir’in Hacıbektaş ilçesinde, Hacı Bektaş-ı Veli Türbesi yakınlarında toprağa verildi.
- Toplumsal Etki:
Vefâtı, Türkiye’de ve Avrupa’daki Türk toplumu arasında büyük üzüntüye neden oldu. Birçok sanatçı ve siyasetçi taziye mesajları yayınladı.
- Anma Etkinlikleri:
Ölümünden sonra her yıl anma konserleri ve etkinlikleri düzenlenmektedir.
- Kültürel Miras:
Vefâtından sonra, eserleri ve felsefesi üzerine birçok akademik çalışma yapılmış, belgeseller çekilmiştir.
- Aile:
Geride eşi ve çocukları kalmıştır. Ailesi, Mahzuni Şerif’in eserlerinin yaşatılması için çalışmalar yürütmektedir.
Mirâsı:
- Türk halk müziğine getirdiği yenilikler ve toplumsal mesajlarıyla anılmaktadır.
- Eserleri günümüzde de birçok sanatçı tarafından seslendirilmekte ve sevilmektedir.
Mahzuni Şerif, Türk halk müziğinin en üretken ve etkili isimlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Sosyal adaletsizlik, yoksulluk ve siyasi baskılara karşı duruşuyla tanınan sanatçı, Anadolu kültürünün modern bir yorumcusu olarak geniş kitlelere ulaşmayı başarmıştır.
Not
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
2001, 3 Mayıs
Hayatı
- 1934 yılında Kars’ın Selim köyünde dünyaya geldi.– Asıl adı Nejat Birdoğan’dır,
- Babasının şiir yazması ve halk şiirine ilgisi onu etkiledi.
- Çocukluğunda evlerine sık sık âşıklar misafir olurdu.
- “Kul Cevri” mahlasını da kullanmıştır. Bu mahlasla yazdığı şiirlerinde âşıklık geleneğine hâkim olduğu ve akıcı, duru bir dil kullandığı dikkat çekmektedir. Şiirlerinin başlıca konusunu Alevi-Bektaşi inancı ve tasavvufu oluşturmaktadır. Bu da onun yetiştiği kültürel ortamın ve araştırma alanlarının bir yansımasıdır.
- Çocukluk ve gençlik yılları Kars ve o dönem Kars’ın ilçesi olan Iğdır’da geçti.
- Türkiye’nin çeşitli illerinde edebiyat öğretmenliği yaptı.
- Kültür Bakanlığı’nda folklor araştırmaları üzerine görev aldı.
- 3 Mayıs 2001 tarihinde İstanbul’da vefat etti.
Çalışmaları
- Alevilik-Bektaşilik konusunda önemli araştırmalar yaptı ve kitaplar yazdı.
- En önemli eseri “Anadolu’nun Gizli Kültürü Alevilik” adlı kitabıdır.
- Bu kitap 30 yılı aşkın bir gözlem ve araştırmanın ürünüdür.
- Kitapta Alevilik tarihi, inanç sistemi, ritüelleri, felsefesi gibi konuları kapsamlı şekilde ele almıştır.
- Aleviliğin kökenlerini, tarihsel gelişimini ve diğer inançlarla ilişkisini incelemiştir.
- Alevi ocak sistemi, dedelik kurumu gibi konularda çalışmalar yapmıştır.
- Aleviliğin İslam öncesi Türk inançlarıyla bağlantılarını araştırmıştır.
Kitapları
- Anadolu’nun Gizli Kültürü Alevilik: Bu kitap, Birdoğan’ın 30 yılı aşkın bir süre boyunca yaptığı gözlem ve araştırmaların ürünüdür. Eserde Anadolu Aleviliğini derinlemesine incelemiş ve bu gizli kültürü gün ışığına çıkarmaya çalışmıştır.
- Anadolu Aleviliğinde Yol Ayrımı: Bu kitapta Birdoğan, Alevilik inancının kökenlerini ve tarihsel gelişimini ele almıştır.
Araştırma Alanları
Birdoğan’ın çalışmaları şu konuları kapsamaktadır:
- Alevilik-Bektaşilik İnanç Sistemi: Birdoğan, bu inanç sisteminin temel özelliklerini ve tarihsel gelişimini incelemiştir.
- Ocak Kültü: Alevilikte önemli bir yere sahip olan ocak kültü ve dedelik kurumu üzerine araştırmalar yapmıştır.
- Aleviliğin Kökenleri: Birdoğan, Aleviliğin kökenlerini ve tarihsel süreç içerisinde geçirdiği değişimleri incelemiştir.
- Halk Kültürü: Alevilik ve halk kültürü arasındaki ilişkiyi ele almıştır.
Görüşleri
- Aleviliğin 16. yüzyıla kadar Şiilikle bağlantısı olmadığını savunmuştur.
- Aleviliğe İslami unsurların sonradan eklendiğini öne sürmüştür.
- Aleviliğin 1232’den itibaren İslami hurafelerle dolmaya başladığını belirtmiştir. 1232 yılında Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alaeddin Keykubad, 12 Türkmen kabilesine seyyidlik belgeleri vermiştir. Bu olay, Aleviliğin İslami unsurlarla daha fazla etkileşime girmesinin başlangıcı olarak görülmektedir. Birdoğan, bu belgelerin verilmesiyle birlikte Anadolu Aleviliğinin İslami hurafelerle dolmaya başladığını öne sürmüştür.Bu görüşe göre, seyyidlik belgelerinin verilmesi:
- Alevi inancının İslami unsurlarla daha fazla etkileşime girmesine yol açmıştır.
- Alevi toplulukların İslami kimliklerini güçlendirmiştir.
- Aleviliğin özgün inanç yapısında bazı değişikliklere neden olmuştur.
- Birdoğan’a göre, Şah İsmail’in Safevi Devleti’ni kurması ve Anadolu’daki Alevi topluluklar üzerindeki etkisi, Aleviliğin inanç yapısında önemli değişikliklere yol açmıştır. Şii unsurların, özellikle 12 İmam kültü ve Kerbela olayına verilen önemin Alevi inancına bu dönemde dahil olduğunu savunmuştur.
Not
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
1996, 8 Ocak
Metin Göktepe (1968-1996)
Gazeteci ve Evrensel gazetesi muhabiri. Gözaltında işkence sonucu öldürülmesiyle Türkiye’de basın özgürlüğü ve insan hakları ihlallerinin sembolü haline gelmiştir.
Hayatı
10 Nisan 1968’de Sivas’ın Gürün ilçesine bağlı Çipil köyünde Alevi Kürt kökenli bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi[2]. Yaşamının ilk yıllarını köyde, tarım ve hayvancılıkla geçinen ailenin, sekiz çocuğundan yedincisi olarak geçirdi, Göktepe, 1979’da ailesiyle birlikte İstanbul’a göç etti. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Maliye Bölümü’nde okudu[2].
Gazetecilik Kariyeri
1992-1996 yılları arasında Evrensel gazetesinde muhabir olarak çalıştı[2]. Özellikle insan hakları ihlalleri, işçi hakları ve toplumsal olaylar üzerine haberler yaptı.
Ölümü
8 Ocak 1996’da, İstanbul Alibeyköy’de cezaevinde öldürülen iki tutuklunun cenazesini takip ederken yaklaşık bin kişiyle birlikte gözaltına alındı[2]. Eyüp Spor Salonu’nda gözaltında tutulduğu sırada polis memurları tarafından dövülerek öldürüldü[1][2].
Davası ve Sonuçları
Göktepe’nin ölümü büyük yankı uyandırdı. İlk başta “duvardan düşerek öldüğü” iddia edilse de, kamuoyu baskısıyla gözaltında dövülerek öldürüldüğü kabul edildi[2].
Dört yıl süren dava sonucunda, 1999 yılında 11 polis memurundan altısı hakkında 7 yıl 6 ay hapis cezası verildi[2]. Ancak “Rahşan affı” olarak bilinen yasadan yararlanarak toplam 1 yıl 8 ay hapis yattılar[2].
Metin Göktepe, gözaltında öldürülmüş gazeteciler arasında, katillerinin suçu mahkeme kararıyla onaylanan ilk gazeteci oldu[2].
Anısına Yapılanlar
1998’den itibaren her yıl 10 Nisan’da Metin Göktepe Gazetecilik Ödülleri verilmektedir[2]. Bu ödüller, basın özgürlüğünü desteklemek ve genç gazetecileri teşvik etmek amacıyla çeşitli dallarda verilmektedir.
Sanatçı Ferhat Tunç, 1997 yılında çıkardığı “Kayıp” albümünde “Metin’e Ağıt” adlı bir parça bestelemiştir[2].
Kaynaklar:
[1] ANF English, “DEM MP Konukçu: They murdered Metin under torture” [2] Wikipedia, “Metin Göktepe”1995, 12 Mart
90’lı yıllar, çoğu kesim tarafından Cumhuriyet tarihinin en karanlık dönemlerinden biri olarak kabul edilir. 1980 darbesi sonrası sindirilen halk, 90’larda ise devlet içerisindeki illegal örgütlerin yaptığı faili meçhul olaylarla sindirilmeye çalışıldı. 1995 yılı ise Mehmet Ali Birand’ın deyimiyle ‘korkunun yılıydı’. 12 Mart 1995 günü ise Gazi Mahallesi’ne giren, kimlikleri hala belirlenemeyen bir taksiden 3 kahvehane ve bir pastahaneye açılan ateş sonucu üç gün sürecek kanlı olaylar başladı.
1. Olayların başlangıcı
2. 13 Mart ile beraber artan şiddet
3. Özlem Tunç
4. Davanın kara kutusu: Hanefi Avcı
5. Askerin mahalleye girmesi
6. Ümraniye’ye sıçrayan olaylar
7. Dönemin siyasi aktörleri
9. Sonuç
Kaynakça:
https://onedio.com/haber/20-yilinda-hala-aralanamayan-sir-perdesi-gazi-mahallesi-469432
1994, 7 Eylül
Karacaahmet Sultan Cemevi’nin Yıkılması
Olay Özeti:
- Tarih: 7 Eylül 1994
- Yer: Üsküdar, İstanbul
- İlgili Kurum: İstanbul Büyükşehir Belediyesi
Yıkım Süreci:
7 Eylül 1994 tarihinde, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında), Üsküdar’daki Karacaahmet Sultan Cemevi’ni yıkma girişiminde bulundu. Bu olay, Türkiye’de Alevi toplumunun hakları ve inanç özgürlüğü konusunda önemli bir dönüm noktası olarak kabul edilir.
Yıkım Gerekçesi:
Belediye, cemevinin ruhsatsız olduğunu ve imar planına aykırı olarak inşa edildiğini iddia etmiştir.
Toplumsal Tepkiler:
Yıkım girişimi, Alevi toplumu başta olmak üzere geniş kesimlerden büyük tepki topladı. Olay yerinde protestolar düzenlendi ve yıkıma karşı direniş gösterildi.
Siyasi ve Sosyal Bağlam:
1990’ların başı, Türkiye’de Alevi kimliğinin daha görünür hale geldiği ve Alevi örgütlenmesinin arttığı bir dönemdi. Bu olay, Alevilerin ibadet mekanlarının resmi statüsü ve tanınması konusundaki tartışmaları alevlendirdi.
Sonuç ve Etkileri:
- Yıkım girişimi, güçlü toplumsal direnişle karşılaştı ve tam olarak gerçekleştirilemedi.
- Olay, Alevi hakları konusunda ulusal çapta bir tartışmayı tetikledi.
- Cemevlerinin yasal statüsü ve Alevilerin inanç özgürlüğü konuları, Türkiye’nin gündeminde daha fazla yer almaya başladı.
- Bu olay, sonraki yıllarda Alevi hareketinin güçlenmesine ve cemevlerinin daha fazla tanınmasına yönelik çabaların artmasına katkıda bulundu.
Bu olay, Türkiye’nin yakın tarihinde inanç özgürlüğü ve azınlık hakları bağlamında önemli bir milat olarak değerlendirilmektedir.
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
1993, 2 Temmuz
Madımak Oteli’ne sığınmış yüzlerce kişi, pencerelerden saldırganların oteli yakmaya çalıştığını izlemekte, korku içinde beklemektedir. Saldırganlar, can almadan ayrılmayacak gibidir. Karanlık çökmüş, elektrikler de kesilmiştir. Alevler, otelin giriş ve alt katlarını sarmaya başlamıştır. Sivas İtfaiyesi gecikmeli de olsa yangın yerine gelmiş, ancak saldırganlar itfaiyenin çalışmasını engeller. Hortumlar kesilir, arabaların lastiklerinin havası boşaltılır.
Pir Sultan Abdal Şenlikleri
Pir Sultan Abdal, 16. yüzyılda Sivas’ın Banaz Köyü’nde yaşamıştır. Osmanlı yönetiminin baskısına karşı halkı örgütleyerek, halkın diliyle ve sazıyla halk kültürünü yaşatan bir ozandır. Fakat Anadolu halkını Osmanlı yönetimine karşı ayaklanmaya çağırdığı ve bu ayaklanmaya öncülük ettiği için Sivas valisi Hızır Paşa’nın emriyle tutuklanmış ve asılmıştır. Bununla yetinmeyen Osmanlı yönetimi, Pir Sultan Abdal’ı tarihten tamamen silmek için deyişlerini ve şiirlerini yasaklamıştır. Tüm baskılara karşın halk, 400 yıldan beri Pir Sultan Abdal’ın deyişlerini, şiirlerini sözlü olarak kuşaktan kuşağa aktararak bugünlere getirmiştir.
1976’da Banaz Köyü’nde ‘Pir Sultan Abdal’ derneği kurulur ve her yıl Pir Sultan Abdal etkinlikleri düzenlenmektedir. Eylül 1980’de gerçekleşen askeri darbeyle, diğer dernekler gibi bu dernek de kapatılır. Daha sonra 1988’de Ankara’da Pir Sultan Abdal Kültür Derneği kurulur. Eskiden olduğu gibi, Banaz Köyü’nde her yıl Pir Sultan Abdal Etkinlikleri düzenlenmeye de başlanır.
Pir Sultan Abdal Etkinliklerinin dördüncüsü 1-4 Temmuz 1993’te düzenlenecektir. Pir Sultan Abdal, demokrasi ve özgürlük yanlısı olan herkese mal olmuş bir simgedir. Bu yüzden Pir Sultan Abdal Kültür Derneği yöneticileri, çeşitli demokratik kitle örgütlerine, yazarlara, ozanlara, sanatçılara çağrı yaparlar.
Davet mektubu şöyledir:
Sayın Başkan ve Yönetim Kurulunun Değerli Üyeleri; Önce bir hususun altını sevinerek çizmek gerekiyor. Hepimizin mutlulukla izlediği bir örgütlenme sürecini birlikte yaşıyoruz. Bu süreci başlatma şansının bizlere ve bizim kuşaklarımıza nasip olması, kuşkusuz ayrı bir onur nedeni olarak kabul edilmelidir. Tarih, ulusumuzun ve yaşamsal donanımımız olan kültürümüzün asimile edilerek Araplaştırılmasına ve sonuç olarak da yok edilmesine karşı gösterilen direncin örnekleriyle doludur. Bunlardan en önemlisi kuşkusuz Atatürk’ün uluslaşma, laikleşme ve çağdaşlaşma çabalarıdır. Bunun yanında Alevi yurttaşların Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde dinsel gericiliğe, din devletine, dinin siyasete ve kişisel çıkarlara alet edilmesine karşı verdiği mücadelenin sayısız örnekleri de tarihi birer gerçek olarak ortadadır. Bunlardan en çarpıcı örnek de Pir Sultan Abdal’dır.
Çağdaş ve ilerici bir yaklaşım örgütlülüğün önemli bir kilometre taşı olan dernek ve vakıflarımızın giderek amacına daha uygun işlevleri üstleneceğine inancımız tamdır. Evrensel yanları bugüne dek fazla yansımayan Alevi kültür ve folklorunun, ulusumuzun tümüne ve insanlığa kazandırılması konusundaki çabalarımızı tarih kuşkusuz tespit edecek ve değerlendirecektir.
Canlar,
Bilindiği gibi, Kültür Bakanlığı güzel Anadolumuzun evrensel isimleri adına kültür şenlikleri düzenliyor. Ancak siyasi iktidarın bu kapsamda ünlü düşünür Hacı Bektaş Veli adına düzenlenen şenliklerde Alevi felsefesinin özünü saptırmaya çalıştığını, onu siyasi araç yaptığını hepimiz üzülerek izliyoruz. Bunun en somut ve çarpıcı örneği, ANAP döneminin Ülkücü Kültür Bakanı Namık Kemal Zeybek’tir. Zeybek’in o ünlü konuşmasında, Hacı Bektaş Veli’nin Ahmet Yesevi tarikatına bağlı olduğunu, ondan feyz aldığını kanıtlamak için büyük çaba sarf ettiği hala hatırlardadır.
Hacı Bektaş Veli, Pir Sultan Abdal, Abdal Musa ve benzeri halk önderleri adına düzenlenen şenlikler, bizler için mihenk taşlarıdır. Bu şenlikler, Anadolu kültürünün gün ışığına çıktığı, yaşadığı, ete kemiğe büründüğü, renklendiği, insanları etkilediği ve kitleselleştirdiği devinimlerdir. Bu şenliklerin siyasi amaçla kullanılmasına asla izin vermemeli, onlara sahip çıkmalı ve özünün korunmasına gerekli özeni göstermeliyiz. Bunu sağlamak için de ev sahipliğini biz yapmalıyız, şenlikleri bizler yönetmeliyiz.
Pir Sultan Abdal Kültür Şenlikleri’ne sürekli ev sahipliği yapan derneğimizin Yönetim Kurulu, yukarıda bilgilerinize sunulan özet görüşlerden yola çıkarak, farklı bir yol ve yöntemi önermekte, ev sahipliğini de bölüşmek istemektedir. Bu şenliklerde kültürümüz, en anlamlı şekilde ortaya konmalı, bizler tarafından dikkatle izlenmeli ve konuklara keyifli bir ortam sunulmalıdır. Basının, TV’nin şenlikleri takip etmesi sağlanmalı ve bu yoldan şenliğe katılamayan yurttaşlarımıza da ulaşılmalıdır. Laiklik ve demokrasi konusundaki çabalarımızın kitleselliğe dönüşmesine ve kamuoyuna mal olmasına bu şenlikler büyük katkı sağlamalıdır. Bu nedenle yazımız ekinde sunulan Şenlik Programı’nda sıralanan etkinliklerin, dernek ve vakıflarımız arasında paylaştırılması düşünülmektedir. Örneğin; bir kuruluşumuz semah ekibi ile katılarak katkıda bulunacaksa, bir başka kuruluşumuz gazetecileri, panelistleri, sanatçıları veya TV ekibini götürmeyi, bunlara araç sağlamayı, konaklama için yer ayırmayı vb… görevleri üstlenerek katılabilirler.
Sevgili Canlar; Bu mektubumuz yurt içi ve yurt dışında olmak üzere yaklaşık olarak elli kuruma gönderilecektir. Pek doğal olarak, özellikle yurt dışındaki kuruluşlarımızın organizasyon içerisinde aktif bir görev almaları ve yerine getirmeleri çok zor görünmektedir. Bu kuruluşlarımızdan bütçeleri ölçüsünde, sembolik de olsa bu organizasyona katkı beklediğimizi belirtmek istiyoruz. Ancak bu kuruluşlarımızın yönetici ve üyeleri, tatillerini şenlik tarihine denk getirir ve konuğumuz olurlarsa, hem şenliğimizi onurlandırırlar, hem de bizi mutlu kılarlar. Şenlik düzenlenmesine aktif veya maddi olarak katkıda bulunacak kuruluşlar, uygun görecekleri bir ismi de tespit ederek Şenlik Komitesi’ne önereceklerdir.
Pir Sultan Abdal Kültür Şenlikleri’ne maddi veya manevi olarak katılmayı düşünenlerin ve Şenlik Komitesi Üyeleri’nin isimleri, dergimizin 7. sayısında ilan edilecektir.
Önerilerimize olumlu yaklaşım gösteren kuruluşlarımızın değişiklik öneri veya düşünceleri varsa, onları en geç 15 Mayıs 1993 tarihine kadar bize bildirmelerini rica ederiz. 22. 04. 1993
Saygılarımızla…
Rıza Aydoğmuş Murtaza DEMİR
Gen. Bşk. Yrd. Genel Başkan
Çok sayıda örgüt, yüzlerce yazar, ozan, sanatçı, semah ve tiyatro ekibi derneğin çağrısına olumlu yanıt verir. Kültür Bakanlığı ve Sivas Valiliği de mali katkı yanında, konaklama ve ağırlama konusunda da katkıda bulunulacağı bildirilir.
30 Haziran 1993 tarihinde, ozanlar, yazarlar ve sanatçılardan oluşan yüzlerce kişi otobüslerle Sivas’a gelir. Sivas halkı, konuklarını karşılar.
1 Temmuz günü etkinlikler coşkuyla başlar
Sivas Kültür Merkezi’nin konferans salonunu dolduran kalabalığı yoğun bir program beklemektedir.Saygı duruşu, açılış konuşması ve sonrasında Yazar Aziz Nesin konuşur. Öğleden sonra kitap ve fotoğraf sergilerinin açılışı yapılır. Yazarların oturduğu masaların önünde uzun kuyruklar oluşur. Pir Sultan Abdal Etkinliklerinin birinci günü halkın yoğun ilgisiyle sonlanır.
Etkinliklerin 2. gününde fotoğraf ve kitap sergilerine gösterilen ilgi sürer. Salonun dışında insanlar ellerindeki kitapları imzalatmak ve yazarlarla sohbet edebilmek için beklerler.
Saat 14:00’de Sivas Kültür Merkezi’nde Arif Sağ’ın konseri başlamıştır. Sonrasında ‘Medya ve Emperyalizm’ paneli yapılacaktır. Hasan Uysal’ın yöneteceği panele, Sami Karaören, Raif Türk, Şükrü Günbulut, Mustafa Yalçıner ve Soner Doğan da panelist olarak katılacaktır. Kültür Merkezi’nde 1500 kadar izleyici bulunmaktadır.
Bu etkinlikler sürerken, bazı cami önlerinde insanlar toplanmaya başlamıştır…
Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’nin Sivas’taki etkinliklerine yönelik saldırı, anlık bir tepki değildir. Aksine planlı bir hazırlık süreci sonrası saldırının başlatıldığı olaylardan sonra ortaya çıkmıştır. Irkçı-şeriatçı örgütler, çevre illerdeki deneyimli militanlarını Sivas’a taşımışlar ve katliamla sonuçlanan olayları başlatmak için uğraşmışlardır. Sivas halkının dini duygularını tahrik amacıyla bildiri dağıtılmış ve camilerde dar kadrolu toplantılar yapılmıştır.
Saldırı ve katliamdan iki gün önce dağıtılan bildirilerden biri şöyle:
Müslüman Kamuoyuna,
Bismillâhirrahmânirrahim, Peygamber, mü’minlere kendi canlarından ileridir. Onun hanımları da mü’minlerin analarıdır.” (Ahzâb:6)
Mü’minlere öz canlarından daha ileri olan Allah Resûlü (S.A.V.)’ne ve O’nun temiz zevcelerine, Allah’ın beytine (Kâbe’ye) ve kitab’ı Kur’an’a alçakça küfredilmekte ve mü’minlerin izzet ve namuslarına saldırılmaktadır.
Dünyanın bazı bölgelerinde şeytan ve onun yandaşları olan emperyalist kâfirler, dinimize ve mukaddes değerlerimize dil uzatmaktadırlar. Bunun başını ise satılmış, mürted Salman Rüşdi köpeği çekmektedir.
Bu şeytanî oyunlara karşı, izzetli ve duyarlı Müslümanlar yiğitçe mücadele ortaya koyarak, bu uğurda canlarını feda etmekten çekinmemişlerdir.
Bu iğrenç oyunların bir uzantısı olarak ülkemizde de; AYDINLIK gazetesi denilen bir paçavrada, mel’un Rüşdi’nin figüranlığına soyunan, dünya emperyalizminin gönüllü uşağı Aziz Nesin, aynı şekilde, Kur’an’ın korunmuşluğuna dil uzatmış, Hazret-i Peygamber (S.A.V.)’in aile hayatını (hâşâ) bir genelev ortamına benzetmiş ve ümmetin anaları olan hanımlarına (hâşâ) fahişe deme cür’etinde bulunmuştur. Bu olay, dünyanın değişik yerlerinde kâfir devletler tarafından dahi kabul görmezken, basımına müsaade edilmezken, ne yazık ki laik ve ikiyüzlü T.C. Devleti tarafından yayımlanmasına izin verilmiş, ayrıca bunu kabullenmeyip protesto eden izzetli Müslümanlar, devletin polis ve jandarması tarafından coplanmış, kurşunlanmış, bir kısmı da hapishanelere atılmıştır.
Salman Rüşdi köpeği Müslümanlar’ın çok az olduğu kâfir bir ülkede korkudan sokağa çıkmaya bile cesaret edemezken, onun yerli uşağı Aziz Nesin köpeği, yanında kendisiyle beraber bir ekiple birlikte, şehrimiz Valisi tarafından davet edilip, şehirde adeta Müslümanlar’la alay edercesine gezebilmektedir
Kâfirler şunu iyi bilmeli ki:
İslâmın Peygamberi’ni ve kitab’ın izzetini korumak için, bu uğurda verilecek canlarımız vardır.
Gün, Müslümanlığımızın gereğini yerine getirme günüdür.
Gün, Allah (C.C.)’ın vahyi Kur’an-ı Kerim’e, Allah’ın meleklerine, Allah’ın Resûlü Hz. Muhammed (S.A.V.)’e, O’nun ailesine ve ashabına yöneltilen çirkin küfürlerin hesabının sorulması günüdür.
İman edenler, Allah yolunda savaşırlar. Kâfirler de tağut yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarıyla savaşın. Çünkü şeytanın hilesi zayıftır.’ ( Nisa:76)
Galip gelecek olanlar, şüphesiz ki Allah taraftarı olanlardır.
Saldırı ve katliam gecesi 1 Temmuz akşamı da başka bir bildiri evlere dağıtılır:
Halkımıza Çağrı;
Müslüman halkın yaşadığı bu ülkede, İslam için binlerce şehit verilmiş bu topraklarda, bir kesim tarafından, ‘basın özgürlüğü, düşünce hürriyeti’ adı altında, Müslümanların kutsal değerlerine sözlü veya yazılı olarak kimse saldıramaz.
Biz Müslümanlar, canımız pahasına da olsa, bu değerlerimizi korumakta kararlıyız.
Müslüman halkımızdan bu konularda duyarlı olup, İslamın değer yargılarını alaya alanlara izin vermemelerini, ne pahasına olursa olsun bunu engellemeyi dini bir görev olarak bilmelerini, bu alçaklar karşısında susulduğunda, yarın mahşerde Allah’a nasıl hesap vereceğimizi düşünmelerini istiyoruz.
‘Müminlerin, Peygamberi kendi nefislerinden çok sevmeyi gerekir. O’nun eşleri, onların anneleridir…’ ( Ahzâb Suresi, Ayet: 6)
‘Ve kâfirlerin hesapları varsa, Allah’ın da bir hesabı vardır. Allah hesabı çabuk görendir.’ ( Enfal Suresi, Ayet : 30)
‘Kâfirler istemese de, Allah nurunu tamamlayacaktır.’ ( Saff Suresi , Ayet:8)
Not: Bu yazıyı okuyan, Allah rızası için çoğaltarak dağıtsın.
Etkinliklerin ikinci günü, Sivas’taki sağ eğilimli yerel basında (Hürdoğan, Bizim Sivas, Hakikat, Anadolu, Yeni Ülke, Taraf) da halkı tahrik edici başlıklarla bezenmiş haberler çıkmıştır.
2 Temmuz Cuma günü, saat 13.30’da saldırı başlatıldı
Değişik camilerden akın akın insan, şenlik yapılan Kültür Merkezinin önünde toplandılar. ‘Sivas laiklere mezar olacak, Cumhuriyet Sivas’ta kuruldu, Sivas’ta yıkılacak, Şeriat gelecek, batıl zail olacak’ sloganları atarak, taş ve sopalarla Kültür Merkezindeki 1500 kişinin üzerine saldırdılar. Direnişle karşılaşınca geri çekilmek zorunda kaldılar. Bu arada Kültür Merkezi boşaltıldı. Saldırıya uğrayanlar güvenli bölgelere gönderildi. Ancak yeni grupların gelmesiyle saldırganların sayısı on bine yaklaşmıştı. Gözlerini kan bürümüş kalabalık, isteğine ulaşamamanın verdiği hırsla Kültür Merkezi’nden Valiliğe yöneldi.
Valilik önünde toplanan binlerce saldırgan, ‘Şerefsiz vali istifa, Sivas size mezar olacak, Şeriat gelecek, zulüm bitecek, Yaşasın şeriat, Muhammed’in ordusu kafirlerin korkusu, Yaşasın Hizbullah, kahrolsun laiklik, şeriat isteriz’ sloganlarıyla binayı taşa tuttular.
Saldırganların sayısı giderek 15 bine yaklaşmıştı. Şeriat istemlerini ve sloganlarını haykırarak konukların kaldığı Madımak Oteli’ne yöneldiler. Otelde, kent dışından gelmiş ve çoğunluğu yazar, ozan ve sanatçı yaklaşık 150 kişi bulunuyordu. Saldırıdan kaçıp, güvenli gördükleri otele gelen insanlar, toplanan kalabalığı görünce tedirgin oldular. Otelin önünde az sayıda polis vardı ve saldırganlara, ‘Dağılın, yapmayın’ demekten öte bir müdahalede bulunacak gibi görünmüyorlardı.
Sivas Valisi’ni, Emniyet Müdürünü ve diğer yetkilileri arayarak önlemlerin artırılmasını istediler. Bununla da yetinmediler, telefonla Ankara’da bulunan Başbakanı, Başbakan Yardımcısını, İçişleri Bakanı’nı, parti liderlerini ve milletvekillerini aradılar. Oteldekiler arasında olan halk ozanı, 1987-1991 dönemi SHP milletvekilli Arif Sağ da, telefon başından ayrılmıyor, Ankara’da SHP milletvekili Cevdet Selvi’yi, Bakan Seyfi Oktay’ı, İstanbul eski belediye başkanı Nurettin Sözen’i arayarak saldırının korkunçluğunu anlatıyor, bir an önce önlem alınmasını istiyordu. Otelde bulunan Aziz Nesin de Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü ve Çalışma Bakanı Mehmet Moğoltay’la görüşerek can güvenliklerinin sağlanmasını istedi. Ulaşılan her yetkili, ‘Korkmayın, her türlü önlem alınmıştır.’ yanıtını veriyorlardı.
Sivas Valisi Ahmet Karabilgin de saat 14.30’da Başbakanı ve İçişleri Bakanı’nı telefonla arayarak bilgi vermiştir. Saldırının giderek bir katliama dönüşeceğini gören Sivas Valisi, çok tedirgin olur ve Ankara’yla telefon irtibatını hiç kesmez. Saat 14.40’da yeniden İçişleri Bakanı’nı ve müsteşarını arar, saldırının artık bir katliama dönüşmekte olduğunu bildirir. Vali yine de rahatlayamaz. Saat 18.45’te Başbakanı ve İçişleri Bakanı’nı tekrar arar ve mutlaka yardım edilmesi gerektiğini bildirir. Çevre illerden de yardım istenmektedir.
Sivas Valisi’nin bunca çabalarının ve görüşmelerinin sonucu, Tokat Emniyet Müdürlüğü’nden 20 polis; Kayseri Emniyet Müdürlüğü’nden 31 Polis, Jandarma Komutanlığı’ndan 20 Jandarma olmak üzere 71 güvenlik görevlisi gelmiştir. Sivas Tugay Komutanı 6 bin kişilik asker mevcudundan yalnızca 30-40 acemi er göndermiştir. Askerler saldırganların arkasında bir yerde nöbet tutarcasına bekletilir.
Madımak Oteli’ne sığınmış yüzlerce kişi, pencerelerden saldırganların oteli yakmaya çalıştığını izlemekte, korku içinde beklemektedir. Saldırganlar, can almadan ayrılmayacak gibidir. Karanlık çökmüş, elektrikler de kesilmiştir. Saldırganlardan kimileri, otelin önündeki arabaları ters çevirerek ateşe vermekte, kimisi de bidonlarla benzin taşıyarak otelin içine atmaktadır. Alevler, otelin giriş ve alt katlarını sarmaya başlamıştır. Sivas İtfaiyesi gecikmeli de olsa yangın yerine gelmiş, ancak saldırganlar itfaiyenin çalışmasını engeller. Hortumlar kesilir, arabaların lastiklerinin havası boşaltılır.
Yangın oteli tamamen sarar. 8 saattir kurtarılmayı bekleyenlerin umudu tükenmeye başlamıştır. Artık ölümün çok yakınında olduklarını biliyor ve ondan kurtulmanın yollarını arıyorlardı. Yangın bütün oteli sarmıştır. Cinnet halindeki kalabalık, ölüm haberlerini beklemektedir.
Madımak Oteli’nde 35 can yakılarak katledilmiştir. 51 kişi de kendi olanaklarıyla ağır yaralarla kurtulabilmişlerdir. Çatıya çıkarak yardım isteyenler arasında Aziz Nesin ve Lütfü Kaleli de vardı.
Aziz Nesin ve Lütfü Kaleli itfaiye merdivenlerinden inerlerken, Sivas Belediye Meclisi Üyesi Cafer Erçakmak ile bazı belediye görevlileri saldırıya geçtiler. Aziz Nesin ve Lütfü Kaleli, itfaiyenin merdivenlerinden aşağıya atıldılar. Başından yaralanan Aziz Nesin ve Lütfü Kaleli’yi linç edilmekten araya giren polisler kurtardı. Yaralılar ambulansla değil polis arabalarıyla Tıp Fakültesi Hastanesine götürüldü.
Devlet yetkilileri ne dedi?
Korkunç durum, Başbakana, İçişleri Bakanı’na defalarca bildirildiği halde herhangi bir yardım gelmedi ve önlem alınmadı. 35 insan yakılarak feci şekilde katledildi. Böyle bir ortamda Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel; ‘Halkla güvenlik güçlerini karşı karşıya getirmeyiniz’ diyerek ilgilileri uyarıyordu. Cumhurbaşkanının ‘halk’tan kastettiği oteli kuşatan saldırgan kalabalıktı.
Başbakan Tansu Çiller ise, ‘Çok şükür, otel dışındaki halkımız bir zarar görmemiştir’ diyebiliyordu.
Ülkenin iç asayişinden sorumlu bir yetkilisi, İçişleri Bakanı Mehmet Gazioğlu, otele yapılan saldırıyı, ‘Aziz Nesin’in halkın inançlarına karşı bilinen tahrikleriyle halk galeyana gelerek tepki göstermiştir’ şeklinde yorumlayarak saldırganları mazur göstermiştir.
20 Yıl Önce Gazetelerde ‘Madımak’
- 3 Temmuz 1993 Gazeteleri:
- Hürriyet: Sivas’ta Aziz Nesin isyanı
‘Olaylar nasıl gelişti’ başlığı altında şöyle deniyordu: ‘Pir Sultan Abdal etkinlikleri için Sivas’a gelen Aziz Nesin’in ‘Bin yılık Kur’an’a neden inanayım. Bu yüzden Müslüman değilim’ şeklindeki sözleri yerel basında abartılı bir şekilde yayınlanınca kentte büyük bir tepki oluştu.’
-
- Sabah: Alevi-Sünni çatışması yok
Haber şöyle başlıyordu: ‘Pir Sultan Kültür ve Sanat etkinlikleri için Sivas’a gelen Aziz Nesin’in bir gün önce yaptığı konuşmada ‘Kur’an’ın devri bitmiştir’ demesi tahriklerin gerekçesi oldu. Cuma namazından çıkan bazı gruplar ‘Kur’an’a uzanan eller kırılsın’ diye slogan atıp yürüyüşe geçerek Vilayet önünde toplandılar.’
-
- Milliyet: Olay konuşma
Baş sayfadaki bir kutuda şöyle deniyordu: ‘Aziz Nesin olaylara yol açan bir gün önceki konuşmasında Türk milletinin yüzde altmışının aptal, tamamının da korkak olduğunu söylemişti.’
-
- Türkiye Gazetesi: Aziz Nesin’in ‘1400 yıl önce yazılan Kuran geçersizdir’ sözleri halkı galeyana getirdi… Sivas’ta fitne: 35 ölü
Pir Sultan Abdal şenlikleri için gittiği Sivas’taki konuşmasında İslamiyet’e ağır hakaretler yağdıran Aziz Nesin’i binlerce kişi şiddetle protesto etti.
İHA’dan Ünsal Karabulut imzalı haberde şöyle deniyordu: ‘Pir Sultan Abdal Şenlikleri için Sivas’a gelen Aziz Nesin yaptığı konuşmadan İslamiyet’e hakaret edince Sivas karıştı. Olaylarda 35 kişi hayatını kaybederken 14’ü güvenlik görevlisi olmak üzere 60 kişi de yaralandı. Olaylara sebep olan Aziz Nesin güvenlik kuvvetleri tarafından bilinmeyen bir yere götürüldü.’
-
- Meydan: Aziz Nesin’in konuşması halkı galeyana getirdi; Sivas’ta ayaklanma: 40 ölü.
Meydan’ın haberinde ise şöyle deniyordu: ‘Yazar Aziz Nesin’in Pir Sultan Abdal kültür etkinliklerinde yaptığı konuşmada ‘Ben dinsizim’ demesinden sonra galeyana gelen on bin kişi kültür merkezini taşa tuttu ve Nesin’in kaldığı Madımak Oteli’ni ateşe verdi. Yanan otelde 40 kişi dumandan zehirlenerek ölürken çıkan olaylarda dördü polis 145 kişi yaralandı.’
-
- Özgür Gündem: Devlet gözetiminde katliam: 40 ölü
Haberde şöyle deniyordu: ‘Sivas’ta gerek gösterilerin başladığı sırada, gerekse gelişerek saldırı ve kundaklamaya dönüştüğü sırada devlet güçlerinin olaya gerekli ve yeterli müdahaleyi yapmadığı görüldü.’
- 4 Temmuz 1993 Gazeteleri:
- Sabah: Tahrik… İhmal… İşte Sivas gerçeği
Haber, ‘Sivas gerçeği’ madde madde sayılarak başlıyordu. Birinci madde şöyleydi: ‘Rencide eden konuşma… Aziz Nesin’in Perşembe günü yaptığı dikkatsiz konuşma herkesi rencide etti. Hem Sünniler hem aleviler Nesin’in konuşmasını ‘saygısızlık’ olarak algıladı.
Sabah’ta Mehmet Barlas köşesinde ‘Laikliği, kitlelerin öfkesine sürmeyelim!’ başlıklı yazısında şöyle diyordu: Aydın olmak ve laik olmak inançlara saygısız olmak veya inanç sahiplerini küçümsemek değildir.
Gene Sabah’ta Cengiz Çandar ise ‘Sivas Faciası : Provokasyon ve Gaflet’ başlıklı yazısında şöyle diyordu: ‘Devletin vurdumduymazlığı ve aczi ‘birey’in provokatörlüğü olgusunu ortadan kaldırmaz… ‘Türk milletinin yüzde altmışından fazlasının aptal olduğu’ kanaatini her yerde tekrarlayan Aziz Nesin’in bu saptamasında doğru bir husus var: Eğer seksenine dayanmış Aziz Nesin bunak değilse, Türk milletinin bir aptal ferdi.
-
- Türkiye Gazetesi: Başbakan: Tahrik var
Tansu Çiller, Sivas’ta 35 kişinin ölümüyle neticelenen olayların, Aziz Nesin’in tahrik edici konuşmasından kaynaklandığını söyledi.
-
- Meydan: Vurun şu kafire!
35 kişinin ölümüyle sonuçlanan katliamdan canını zor kurtaran yazar Aziz Nesin, Sivas Belediye Başkanı tarafından halka linç ettirilmek istendi.
-
- Tercüman: İyi ki Sivas’a gitmişim
Manşetin üstü: Aziz Nesin olaylardan üzüntü duymadığını ve kahraman olmayı hedeflediğini ortaya koydu
-
- Tercüman başyazının başlığı: ‘Şeytan Aziz’
Yazıda şöyle deniyordu: ‘Aziz Nesin hafızasını yitirmiş olmalı ki akıl almaz görüş ve düşünceler öne sürerek Türk toplumunu manevi anlamda yaralayabilme gayreti içinde çırpınıp durmaktadır.’
Olay, rejime yönelik ve arkasında ırkçı-şeriatçı örgütlerin bulunduğu siyasal bir gelişme şeklinde ele alınmadı. Hukuki süreç bu yönde işletilmedi. Böylece, 35 kişinin katledilmesine, 60 kişinin ağır yaralanmasına, onlarca arabanın yakılmasına neden olan katliamın düzenleyicileri olan ırkçı-şeriatçı örgütler ve katliamda kusuru bulunan sorumlular ortaya çıkarılmadı.
TBMM’nin olayla ilgili kurduğu Araştırma Komisyonuna ifade veren çeşitli görevlilerin anlatımları da ilginç bilgilerle yüklüdür.
O günlerde Sivas Emniyet Müdürü olan Doğukan Öner:
‘… Bu Perşembe günü de, Aziz Nesin Buriciye Medresesine gitmiş, Buriciye Medresesinde öğleye kadar kitap imzalamış, o akşama kadar belirli yerlerde gezmiş. O akşam çıkıp Madımak Oteli’ne gitmiş. Gece saat 21.00’de bir tek siyasi şubemizin korumasıyla birlikte yanında 8 kişi ile Madımak Oteli’nden çıkmışlar, Atatürk Caddesinden inmiş aşağıya; orada Sarayhan Restorantı var; Sarayhan Restorantına yaya gitmişler. Orada içki içtikten sonra da yine yaya olarak aynı ekiple o şekilde gitmişler. Yani ben şunu arz etmek istiyorum, yani olay bir tek Aziz Nesin’e yönelik olan bir hadise değildir.’
‘… Bu işte kesin provokasyon vardır. Bu işte kesin dışarıdan gelme birtakım güçler vardır. İlk defa camiye gittiğim zaman o caminin ön tarafında belirli birtakım gruplar vardı… Ben o grupları Madımak önünde görmedim…’
Mehmet Yıldız (Sivas Emniyet Asayiş Müdürü):
‘Heykel getirildi, topluluğun önüne atıldı. Atılınca gerçekten insanlar artık çok çılgınca hareket ediyorlardı. Dişleriyle dahi ısıranları gördük, kafasını vuranları gördük… Paşa Camisi’nden anons edilince, diyelim ki 200 kişi pankart astı. Amerikan Bayrağını yaktılar…’
Millet Partisi İl Başkanı:
‘Paşa Camisinde namaz bitmişti, bir kısım imamı beklemeden namaz biter bitmez dışarıda bir gürültü patırdı oldu… Amerikan Bayrağının yakılışını bizzat gördüm. Pankartı da cami duvarında asılı olarak gördük.’
Dr. Hüseyin Polat (Tabibler Odası Başkanı):
‘Öncelikle bu saldırı devlete karşı yapıldı. Laik Cumhuriyete ve Atatürk’e karşı yapıldı. Belediye Başkanı ‘Gazanız mübarek olsun’ diyerek manevi destek verdi.’
Mehmet Talay (Kültür Bakanlığı Sivas İl Müdürü):
‘Aziz Nesin Sivas’a ilk kez gelmedi. Aziz Nesin bundan yedi, sekiz ay veya bir sene kadar önce kitap imza gününe gelmişti. Sonra Aziz Nesin’in konuştuğu gün Perşembe günü, olaylar 24 saat sonra çıkıyor. Tepki olarak olsaydı aynı gün tepki olurdu…’
Şakir Şeker (ANAP İl Başkanı):
‘Caminin içinden insanlar çıkmaya başladığı anda, 20 veya 25 kişilik namazla hiç alakası olmayan ve namaz kılmayan bir grup, bahçede namaz kılan yere gelir ve bunlar bir pankart açarlar, arkasından da bir Amerikan Bayrağı ateşe verilir…’
Devlet Güvenlik Mahkemesi kararına göre; Sivas katliamı davasının 22 sanığı hakkında 15’er yıl, 3 sanığı hakkında 10’ar yıl, 54 sanığı hakkında 3’er yıl, 6 sanığı hakkında 2’şer yıl hapis cezası, 37 sanığı hakkında da beraat kararı verildi.
DGM’nin kararında katliamı gerçekleştiren faşist (ırkçı-şeriatçı) örgütlerden söz edilmediği gibi, katliam Cumhuriyete ve laikliğe karşı bir eylem olarak da değerlendirilmemiştir. Ama bir suçlu gerekliydi ve o da bulunmuştu: Aziz Nesin. Üstelik bu hiç de yeni bir şey değildi; devletin yetkilileri, siyasi iktidarın sözcüleri, emniyet yetkilileri ve savcılar da, Sivas katliamının örgütlü bir hareket olmadığını, Aziz Nesin’in tahrikiyle ortaya çıkmış bir tepkinin sonucu olduğunu, olayın ilk gününde açıklamışlardı.
2013 yılında Madımak davasında hukuk skandalı
Katliamın ardından 2 Temmuz 1993’te gözaltına alınıp 16 Temmuz 1993’te tutuklanan Murat Sonkur, Eren Ceylan ve Murat Karataş hakkında 20 Temmuz 1993’te dava açıldı. 1994’te serbest bırakılan sanıklar bir daha bulunamadı. Kapatılan Ankara 1 Nolu DGM, sanıklarla ilgili ilk kararını 26 Aralık 1994’te verdi. DGM, Sonkur’u 3 yıl, Karataş ve Ceylan’ı ise 15’er yıl hapse mahkum etti.
Katliamın ardından geçen 20 yılda bu zanlılar yakalanamamıştır.
Sivas davası sanığı Karataş hakkındaki dava, kaçak yaşadığı Belçika kanunlarına göre 2008′de zaman aşımına girdi. Ama Adalet Bakanlığı bunu beş yıl sonra hatırladı. Karataş’ın iadesi artık mümkün değil.
Kaynakça
https://indigodergisi.com/2013/07/sivas-93-madimak-katliami/
Hayatı
- Tam adı Hasret Şükrü Gültekin’dir.
- 1 Mayıs 1971’de Sivas’ın İmranlı ilçesinde doğdu.
- Alevi Kürt kökenli bir aileden geliyordu.
- 6 yaşında bağlama çalmaya başladı.
- 1980’lerin ortalarında çeşitli albümlerin yapımlarında yer aldı.
- 2 Temmuz 1993’te Sivas Katliamı’nda hayatını kaybetti.
Müzik Kariyeri
- 1987’de ilk profesyonel albümü “Gün Olaydı”yı çıkardı.
- 1990’da “Newroz” adlı Kürtçe albümü yayınladı.
- “Gece ile Gündüz Arasında” albümüyle “Bağlama Devrimcisi”(*) olarak anılmaya başladı.
- 1991’de “Rüzgarın Kanatları” albümünü çıkardı.
- Yunan grubu Prosechos ile “Ege’nin İki Yakası” adlı ortak konserler verdi.
Müzikal Özellikleri
- Şelpe tekniğini ustalıkla uygulardı.
- Bağlama virtüözü olarak tanınırdı.
- Geleneksel halk müziğini batı müziği ve ritimleriyle birleştirdi.
- Çok sesli düzenlemeler yaptı.
- Kürtçe müziğin yaygınlaşmasına katkıda bulundu.
Eserleri
- Gün Olaydı (1987)
- Newroz (1990)
- Gece ile Gündüz Arasında
- Rüzgarın Kanatları (1991)
- Ege’nin İki Yakası
- Hayat (ölümünden sonra yayınlandı)
(*) Hasret Gültekin’in “Bağlama Devrimcisi” olarak anılmasının birkaç önemli nedeni vardı:
-
- Şelpe tekniğini ustalıkla uygulamış ve geliştirmiştir: Gültekin, bağlamada şelpe (parmak vurma) tekniğini çok iyi kullanıyor ve bu tekniği daha da ileriye taşıyordu. Bu tekniğin sistematik olarak bağlama klavyesinde kullanılmasına büyük katkılar sunmuştur.
- Geleneksel halk müziğini yenilikçi bir yaklaşımla yorumlamıştır: Gültekin, geleneksel Türk halk müziğini batı müziği ve ritimleriyle birleştirerek yeni bir tarz oluşturmuştur.
- Çok sesli düzenlemeler yapmış olması: Alışılagelmiş deyiş yapısını bozmadan, halk müziğine çok seslilik katarak yenilikçi bir yaklaşım sergiledi.
- Bağlamada tezene bırakma cesaretini gösterdi: O döneme kadar pek rastlanmayan bir şekilde bağlamada tezene bırakma tekniğini kullanmıştır.
- “Gece ile Gündüz Arasında” albümü: Bu albümde uyguladığı yenilikler, onun “Bağlama Devrimcisi” olarak anılmasına vesile olmuştur.
- “İlerici müzik” anlayışı: Kendi tabiriyle “ilerici müzik” adını verdiği bir tarz geliştirmiş ve bunu “Rüzgarın Kanatları” albümünde uygulamıştır.
Hasret Gültekin, genç yaşta hayatını kaybetmesine rağmen, Türk halk müziğine yaptığı yenilikçi katkılarla hatırlanmaktadır.
Hayatı
- Muhlis Akarsu, 20 Şubat 1948’de Sivas’ta doğdu.
- Türk halk ozanı ve âşıktır.
- 2 Temmuz 1993’te Sivas Katliamı’nda hayatını kaybetti.
Müzik Kariyeri
- 1965 yılında “İdareli Kullan / Çıkarım Dağlara Ederim Seyran” adlı ilk 45’liğini yayınladı.
- 1970’li yılların başında İstanbul’a yerleşti.
- 1974 yılında “Muhlis Akarsu” adını verdiği ilk albümünü çıkardı.
- 1974-1978 yılları arasında “Muhlis Akarsu 1”, “Muhlis Akarsu 2” gibi seri albümler yayınladı. Bu serinin son albümü “Muhlis Akarsu 8” (1978) oldu.
- Aynı dönemde yirmi beşe yakın 45’lik de çıkardı.
- 1970’li yıllarda yayınladığı albümlerin yanı sıra katıldığı radyo ve televizyon programlarıyla tanındı.
Müziğe ve Alevî Kültürüne Katkıları
- Kültürel Miras: Akarsu, Alevi-Bektaşi geleneğine bağlı bir ozan olarak bilinir. Şiirleri ve müziği bu geleneğin değerlerini, inançlarını ve felsefesini yansıtır.
- Deyiş ve Nefesler: Akarsu’nun repertuarında Alevi kültürüne özgü deyişler ve nefesler önemli bir yer tutar. Bu eserler, Alevi inanç sisteminin temel öğretilerini ve manevi değerlerini aktarır.
- Hz. Ali Sevgisi: Şiirlerinde sıkça işlediği konulardan biri Hz. Ali sevgisidir. Bu, Alevi inancının merkezinde yer alan önemli bir unsurdur.
- Cem Ritüelleri: Akarsu’nun eserleri, Alevi cem ritüellerinde sıkça kullanılır. Özellikle “Muhabbet” adlı albüm serisi, Alevilerin cemlerinde söylenen deyişleri ve semahları içerir.
- Kültürel Aktarım: Akarsu’nun müziği, Alevi kültürünün ve inancının geniş kitlelere ulaşmasında önemli bir rol oynamıştır. Özellikle şehir hayatında cemlere katılımın azaldığı dönemlerde, onun eserleri kültürel aktarımın sürdürülmesine katkıda bulunmuştur.
- Protest Yanı: Akarsu’nun eserlerindeki protest öğeler, Alevi toplumunun yaşadığı sosyal ve politik sorunları dile getirmesi açısından önemlidir.
- Müzikal Yenilikler: Geleneksel Alevi müziğini modern unsurlarla birleştirerek, bu müzik türünün gelişimine ve yaygınlaşmasına katkıda bulunmuştur.
- Sembolik Dil: Akarsu’nun eserlerinde kullandığı sembolik dil ve metaforlar, Alevi-Bektaşi geleneğinin irfani boyutunu yansıtır.
Özel Hayatı
- 1972 yılında Muhibe Leyla Akarsu ile evlendi.
- Pınar, Çınar ve Damla adında üç kızı oldu.
- 1980’li yıllarda büyük kızının adını verdiği Pınar Plak şirketiyle birçok sanatçıya yapımcılık yaptı.
Muhlis Akarsu, Alevi-Bektaşi geleneğinin önemli temsilcilerinden biri olarak kabul edilir ve eserleriyle bu geleneğin yaşatılmasına önemli katkılarda bulunmuştur.
Hayatı
- 1931 yılında Adana’nın Saimbeyli ilçesinin Fatmakuyu köyünde doğdu.
- Aslen Sivaslı bir aileden geliyordu.
- 1941’de ailesiyle birlikte Kayseri’ye göç etti.
- 12 yaşında cura çalmaya başladı.
- 1946’da evlendi ve Adana’nın Kozan ilçesine yerleşti.
- Geçimini sağlamak için çapacılık, kalaycılık ve bakırcılık yaptı.
- 1962’de İstanbul’a yerleşti ve bir mozaik fabrikasında işçi olarak çalıştı.
- 1984-1987 yılları arasında İsveç’te yaşadı.
- 2 Temmuz 1993’te Sivas Katliamı’nda hayatını kaybetti.
Müzik Kariyeri
- Alevi deyişlerini kendine özgü yorumuyla seslendirdi.
- 1967’de ilk profesyonel albümü “Gün Olaydı”yı çıkardı.
- Türkiye İşçi Partisi’nin özel gecelerinde kendi deyişlerini ve Alevi deyişlerini söyledi.
- Eserleri genellikle protest bir karaktere sahiptir. Toplumsal sorunları, eşitsizlikleri ve haksızlıkları dile getiren şarkılar yazmıştır.
- Nefesleri, türküleri ve kendi yazdığı deyişleri icra etti.
- Sık sık göç eden Çimen’in yaşam öyküsü ve müziği, Türkiye’nin yaşadığı toplumsal değişimleri ve göç olgusunu yansıtmaktadır.
Önemli Eserleri
- Şifa İstemem
- Ayrılık Hasreti Kar Etti Cana
- Barış Güvercini
- Bu Dünyanın Devranına
- Deli Gönül Yine Ah-U Zar Oldu
- Tan Yıldızı
Diğer Bilgiler
- Halk ozanı ve âşık olarak tanındı.
- Balet ve müzisyen Mazlum Çimen’in babasıdır.
- Cenazesi İstanbul Karacaahmet Mezarlığı’na defnedildi.
Nesimi Çimen’in müziği, dönemin politik gündemini yansıtmakla kalmamış, aynı zamanda Alevi kültürünün ve protest müziğin Türkiye’deki gelişimine önemli katkılarda bulunmuştur. Onun eserleri, toplumsal sorunlara dikkat çekme ve kültürel kimliği koruma işlevini yerine getirmiştir.
Hayatı
- 1927 yılında Erzincan’da doğdu.
- İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nden mezun oldu.
- Türk yazar, eleştirmen, şair ve çevirmen olarak tanındı.
- 2 Temmuz 1993’te Sivas Katliamı’nda 66 yaşında hayatını kaybetti.
Edebi Kariyeri
- Deneme, eleştiri, inceleme, seçki, çeviri ve araştırma alanlarında eserler verdi.
- Türk edebiyatının önemli isimlerinin monografilerini hazırladı.
- Edebiyat eleştirmenliği alanında önemli çalışmalar yaptı.
- “Halis Acarı” takma adını da kullandı.
Önemli Eserleri
- Orhan Veli
- Sabahattin Ali
- Rıfat Ilgaz
- Nâzım Hikmet
- Pir Sultan Abdal
Çevirileri
Sartre, Brecht, Éluard, Flaubert gibi önemli yazarların eserlerini Türkçeye kazandırdı.
Ödülleri
- 1963 – Otağ dergisi okurlarınca en beğenilen eleştirmen seçildi.
- 1968 – Yeni Dergi okurlarınca en beğenilen eleştirmen seçildi.
- 1989 – Ferit Oğuz Bayır Düşün ve Sanat Ödülü
Asım Bezirci, gerek Türk edebiyatına yaptığı katkılarla gerekse de Alevi kültürü ve edebiyatı üzerine yaptığı çalışmalar nedeniyle önemli bir yere sahip olmuş, özellikle monografi çalışmalarıyla tanınmış bir edebiyatçıdır.
1989, 14 Kasım
Doğum:
1892, Afşin, Kahramanmaraş
Ölüm:
1989, Afşin, Kahramanmaraş
Asıl Adı:
Göbek adı Karaca, resmi adı Hüseyin, soyadı Erbil’dir
Aşık Mel’uli, 20. yüzyılın önemli Alevi-Bektaşi ozanlarından biridir. Türk halk şiiri geleneğinin güçlü temsilcilerinden olan Mel’uli Baba, yaşamı boyunca birçok deyiş ve nefes söylemiştir.
Hayatı:
- 1892 yılında Kahramanmaraş’ın Afşin ilçesine bağlı Kötüre köyünde doğdu.
- Genç yaşlardan itibaren şiir söylemeye ve saz çalmaya başladı.
- Alevi-Bektaşi geleneği içinde yetişti ve bu geleneğin öğretilerini şiirlerine yansıttı.
- Yaşamının büyük bir bölümünü Afşin’de geçirdi ve burada birçok talebe yetiştirdi.
Sanatı:
- Şiirlerinde “Mel’uli” mahlasını kullandı.
- Eserlerinde dini, tasavvufi ve toplumsal konuları işledi.
- Hece ölçüsüyle yazdığı şiirleri, Alevi-Bektaşi edebiyatının önemli örnekleri arasında yer alır.
- Deyişleri ve nefesleri, cem törenlerinde sıkça okunur.
Etkileri:
- Alevi-Bektaşi geleneğinin 20. yüzyıldaki önemli temsilcilerinden biri olarak kabul edilir.
- Şiirleri ve öğretileri, kendisinden sonra gelen birçok ozanı etkilemiştir.
- Yöresinde “Mel’uli Baba” olarak anılır ve saygı görür.
Eserleri:
Şiirleri çeşitli antolojilerde ve Alevi-Bektaşi edebiyatı derlemelerinde yer almıştır. Ancak sağlığında basılmış bir kitabı olduğuna dair kesin bir bilgi bulunmamaktadır.
Ölümü:
1989 yılında, 97 yaşındayken Afşin’de vefât etmiştir. Mezarı, doğup büyüdüğü Afşin ilçesindedir.
Aşık Mel’uli Baba, Alevi-Bektaşi geleneğinin önemli ozanlarından biri olarak Türk halk edebiyatında önemli bir yere sahiptir.
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
1985, 18 Ocak
Hayatı
1925 yılında Erzincan’ın Çayırlı İlçesi’nde (Mans) doğdu. Asıl adı Davut Ağbaba’dır. Baba Veli ile Cezayir Ana’nın beş çocuğundan biridir. Sulari mahlasını gençlik yıllarında benimsemiş, daha sonra bu mahlas resmi soyadı olmuştur. Soyağacı Seyyit Mahmudi Hayrani üzerinden İmam Musa el-Kazım’a, oradan da Hz. Ali ve Hz. Muhammed’e kadar uzanmaktadır.
İlkokulu üçüncü sınıfa kadar okuyan Sulari, asıl eğitimini dedeler ve pirler dergâhında almıştır. Saz çalmayı dedesi Mehmet Kaltık (Kaltuk) Ağa’nın teşvikiyle öğrenmiştir.
1938 yılında Baba Mansurlu Gülşah Ana ile evlenmiştir. Daha sonra resmi olmayan bir evlilik daha yapmış, bu evliliklerinden toplam 5 çocuğu olmuştur.
Sanat Hayatı
17 yaşında “badeli âşıklar” kervanına katılan Sulari, 22 yaşında ailesinin manevi liderlik geleneğini sürdürmek üzere seçilmiştir. Bu olay, hem bir dede (manevi lider) hem de bir âşık olarak ikili rolünün başlangıcını işaret etmiştir.
1948 yılında Ankara Radyosu’na “mahalli sanatçı” olarak kabul edilmiş, 1949 yılında İstanbul Radyosu’nda Yurttan Sesler Korosu’nun konuk mahalli sanatçıları arasında yer almıştır. Kariyeri boyunca yaklaşık 80 plak ve stüdyo kaydı kaseti Türkiye ve Almanya’da yayınlanmıştır.
1950’li yıllardan itibaren Konya Âşıklar Bayramı’na katılmış, burada pek çok âşıkla “Atışma”, “Dudak değmez”, “Taşlama” gibi türlerde karşılaşmıştır.
Sanat Tarzı ve Etkileri
Sulari, âşıklık geleneğinin çeşitli yönlerini bünyesinde barındırmıştır. Özgün deyişleri kendine has ezgi kalıplarıyla müziklendirmenin yanı sıra, eski âşıkların ve ustaların deyişlerini de icra etmiştir. Ayrıca yöresinin türkülerini aktaran önemli bir kaynak kişi olmuştur.
Eserleri tematik açıdan geniş bir yelpazeye sahiptir. Aşk ve sevda konulu şiirleriyle Karacaoğlan’ı, Alevi kimliğiyle Pir Sultan Abdal’ı, tasavvufi şiirleriyle Erzurumlu Emrah ve Yunus Emre’yi anımsatır. 1970’li yıllardan itibaren toplumsal konuları ve siyasi meseleleri de eserlerine dahil etmiştir.
Sulari’nin sanatı, Âşık Mahsuni Şerif, Âşık Muhlis Akarsu, Âşık Daimi, Âşık Beyhani, Âşık Serdari gibi çağdaş halk ozanlarını etkilemiştir. Ali Ekber Çiçek, Arif Sağ, Sabahat Akkiraz, Belkıs Akkale gibi sanatçılar albümlerinde Sulari’nin eserlerine yer vermişlerdir.
Gezgin Âşık Geleneği
Sulari, Alevi-Bektaşi kültüründeki gezgin âşıklar geleneğinin son önemli temsilcilerindendir. “Leyla” adlı atıyla Anadolu’nun neredeyse tamamını gezmiş, ayrıca Irak, İran, Suriye ve birçok Avrupa ülkesini ziyaret etmiştir. Bu seyahatler, sanatsal repertuarını zenginleştirmiş ve kültürel perspektifini genişletmiştir.
Ölümü ve Mirası
18 Ocak 1985 tarihinde Erzurum’da bir âşıklar meclisinde türkü söylerken rahatsızlanmış ve aynı gün hayatını kaybetmiştir. Mezarı Çayırlı’daki aile mezarlığındadır.
Davut Sulari, Türk halk müziği ve Alevi-Bektaşi kültürünün 20. yüzyıldaki en önemli temsilcilerinden biri olarak kabul edilmektedir. Eserleri ve yaşam tarzı, geleneksel âşıklık sanatının modern çağdaki sürdürücüsü olarak değerlendirilmektedir.
Not:
https://www.asikveysel.com/ozanlarimiz/davut-sulari-kimdir.htm adlı site bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
1984, 3 Aralık
Muharrem Ertaş (1913-1984), Türk halk müziğinin önemli temsilcilerinden biri ve ünlü bir Alevi ozanıdır. Abdal geleneğinin son büyük temsilcilerinden olan Ertaş, özellikle bağlama çalma tekniği ve Kırşehir yöresi türküleriyle tanınmıştır.
Hayatı
- Doğum ve Köken: 1913 yılında Kırşehir’in Çiçekdağı ilçesine bağlı Yağmurlubüyükoba köyünde dünyaya geldi.
- Aile: Babası ünlü ozan Kara Ahmet’tir. Ailesinin Horasan’dan geldiği ve Abdallar olarak bilinen gezgin müzisyen topluluğuna mensup olduğu bilinmektedir.
- Eğitim: Formal bir eğitim almamış, müzik eğitimini geleneksel yöntemlerle, babasından ve diğer usta ozanlardan almıştır.
- Meslek Hayatı: Genç yaşlardan itibaren düğünlerde, törenlerde saz çalıp türkü söylemeye başlamıştır.
- Ölüm: 3 Aralık 1984 tarihinde Kırşehir’de vefat etmiştir.
Müzik Kariyeri
- Kırşehir yöresine özgü bozlak tarzının en önemli temsilcilerinden biri olmuştur.
- Bağlama çalma tekniğiyle özgün bir tarz geliştirmiş ve bu teknik “Muharrem Ertaş Tavrı” olarak anılmıştır.
- Oğlu Neşet Ertaş’ı yetiştirerek Türk halk müziğine önemli bir sanatçı kazandırmıştır.
- TRT repertuarına birçok türkü kazandırmıştır.
Alevilikle İlişkisi
- Muharrem Ertaş, Alevi-Bektaşi geleneğine mensup bir aileden gelmektedir.
- Abdal geleneği, Alevi kültürünün önemli bir parçasıdır ve Ertaş bu geleneğin son büyük temsilcilerinden biri olarak kabul edilir.
- Sazı ve sözüyle Alevi-Bektaşi felsefesini, öğretilerini ve değerlerini yaymıştır.
- Cem törenlerinde saz çalıp deyişler söylemiş, zakirlik görevini üstlenmiştir.
- Eserlerinde Alevi-Bektaşi inancının temel kavramları olan sevgi, hoşgörü, insana saygı gibi temaları işlemiştir.
Eserleri ve Mirası
- “Kalktı Göç Eyledi Avşar Elleri”, “Ela Gözlerini Sevdiğim Dilber”, “Kova Kova İndirdiler Yazıya” gibi ünlü türkülerin yaratıcısıdır.
- Kırşehir’in müzik kültürünün şekillenmesinde önemli rol oynamıştır.
- Türk halk müziğinde “Ertaş Ekolü” olarak bilinen bir akımın öncüsü olmuştur.
- 2010 yılında UNESCO tarafından “Yaşayan İnsan Hazinesi” ilan edilmiştir (ölümünden sonra).
Kültürel Etkisi
- Alevi-Bektaşi kültürünün yaşatılmasında ve gelecek nesillere aktarılmasında önemli bir rol oynamıştır.
- Eserleri ve yaşam tarzıyla, Anadolu kültürünün zenginliğini ve çeşitliliğini temsil etmiştir.
- Türk halk müziğinin gelişimine ve popülerleşmesine önemli katkılarda bulunmuştur.
Not
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
1983, 23 Ekim
Türk halk ozanı ve müzisyeni. 15 Kasım 1937’de Sivas’ın Divriği ilçesi Çamşıh yöresi Gürpınar (Camoağa) köyünde doğdu. Alevi-Bektaşi geleneğinden gelen önemli bir ozan ve halk müziği sanatçısıdır.
Hayatı ve Sanatı
İlköğrenimini bölgenin tek okulu olan Gürpınar İlkokulu’nda tamamladı. 1950 yılında türkü söylemeye başladı. 1966’da ilk plağını çıkardı. Alevi deyişleri ve toplumcu türkü sözleri nedeniyle zaman zaman hapis cezaları aldı.1969’da Fransa’ya giderek Alevi-Bektaşi kültürü ve müziği üzerine konferanslara katıldı, konserler verdi. Bu süreçte Fransa Radyo Televizyonu ve UNESCO tarafından iki adet uzunçalar (long-play) yayınlandı.Çınar, geleneksel Alevi-Bektaşi kültürünü koruyarak kent yaşamına adapte olan nadir sanatçılardandır. Sanatında özellikle Pir Sultan Abdal’ın izinden gitmiş, yedi ulu ozandan Pir Sultan Abdal, Virani, Kul Himmet ve Hatayi’nin deyişlerini okumuştur.
Müzikal Özellikleri
Bestelerinde Alevi-Bektaşi kültüründen gelen tasavvufi halk müziği türlerinin hemen her örneğini vermiştir. Türkülerini genellikle serbest okumuş, sözün öne çıkması için bağlamasını susturmuştur. 54 aşığın şiirlerini ve 34 anonim şiiri bestelemiş, kendisi ise sadece 8 şiir yazmıştır.
Eserleri ve Etkisi
Bilinen bazı türküleri: “Siyah saçlarında hatem yüzlerin”, “Bu yıl bu dağların karı erimez”, “Geldim şu alemi ıslah edeyim”.Toplumun sesi olmayı başaran sanatçıya “Feyzullah Baba” diye hitap edilmiştir. 1960’lı ve 70’li yılların zorlu toplumsal koşullarında ozanlık yapmaya çabalamış, geleneksel kültürü modern zamanlara taşımıştır.26 Ekim 1983 tarihinde Ankara’da 45 yaşında vefat etmiştir.
Not
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
1983, 17 Nisan
Hayatı
Âşık Daimi, asıl adıyla İsmail Aydın, 1932 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. Aslen Erzincan’ın Tercan ilçesinden olan sanatçı, Ali Baba oğulları olarak bilinen bir Alevi dede ailesine mensuptur. Babası Musa Dede, annesi Selvi Ana’dır.
Ailesi, Birinci Dünya Savaşı sırasında İstanbul’a göç etmiştir. Çocukluğu, ailesinin Erzincan, Sivas ve Tercan arasındaki göçleri sırasında geçti. Yedi çocuklu bir ailenin üç erkek evladından biri olan Daimi, küçük yaşlardan itibaren âşıklık geleneğiyle tanıştı.
1951 yılında Gülsüm Hanım ile evlendi ve bu evlilikten yedi çocuğu oldu. 1960 yılında Isparta’da askerlik görevini tamamladı. Babasını bir trafik kazasında kaybettikten sonra, çocuklarının eğitimi için Erzincan merkezine taşındı. 1962 yılında İstanbul’a yerleşti ve ömrünün geri kalanını burada geçirdi.
Sanatı ve Âşıklık Geleneği
Âşık Daimi, hem anne hem de baba tarafından gelen güçlü bir âşıklık geleneğinin mirasçısıydı. İlk müzikal eğitimini dedesi Âşık Dursun Dede’den aldı. Potik Dede ve Eyüp Dede de erken dönemde onu etkileyen ozanlardandı.
Asıl ustası ise Âşık Davut Sulari oldu. Yaklaşık 10 yaşında Sulari’nin yanında çıraklığa başlayan Daimi, 2.5 yıl kadar onunla birlikte dolaşarak geleneğe, şiire ve türküye ilişkin bilgisini pekiştirdi.
Âşık Daimi, “badeli âşık” olarak bilinir; rüyasında bade içerek âşıklık yeteneği kazandığına inanılır. Bu, Alevi-Bektaşi geleneğinde önemli bir motiftir.
Eserleri ve Sanat Hayatı
İlk şiirini 1948 yılında “Bir seher vaktinde indim bağlara” dizesiyle yazdı. Kariyeri boyunca 900’den fazla şiir yazdığı tahmin edilmektedir.
Başlangıçta usta malı türküler söyleyen Daimi, zamanla kendi deyişlerine ağırlık verdi. İstanbul’a yerleştikten sonra, şiirlerinde kentli konulara ve sosyal sorunlara yöneldi. Doğu’nun sorunları, köylülerin yoksulluğu, göçmen Türklerin hasreti gibi konuları işledi.
TRT sınavını kazanarak “TRT belgeli halk sanatçısı” unvanını aldı ve İstanbul Radyosu’nda sözleşmeli sanatçı olarak çalıştı. Aynı zamanda bir saz evi açarak çok sayıda öğrenciye âşıklık geleneğini öğretti.
Etkileri ve Mirası
Âşık Daimi, özellikle yaşamının son 20 yılında birçok genç ozanı etkiledi. Türkiye ve Avrupa’nın çeşitli kentlerinde konserler verdi, çok sayıda plak ve kaset doldurdu.
Şiirlerinde sevgi, doğa ve her türlü ayrımcılığa karşı duruş ön plandadır. İnsan öğesini öne çıkaran konuları işledi.
Kızı Yadigar Aydın Orhan tarafından hazırlanan “Âşık Daimi, Hayatı ve Eserleri” (1999) adlı kitapta tüm şiirleri ve deyişleri bir araya getirilmiştir. Ayrıca, Süleyman Zaman Can tarafından yazılan “Derinliklerin Ozanı Âşık Daimi: Yaşamı, Felsefesi ve Şiirleri” adlı bir eser de bulunmaktadır.
Âşık Daimi, 17 Nisan 1983 tarihinde vefat etti. Mezarı İstanbul’da, Karacaahmet Türbesi yanındadır.
Not:
https://www.asikveysel.com/ozanlarimiz/davut-sulari-kimdir.htm adlı site bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
1980, 12 Eylül
12 Eylül 1980 Askeri Darbesi, Türkiye’deki tüm sivil toplum örgütleri gibi Alevi kurumlarını ve derneklerini de derinden etkilemiştir.
1. Darbe sonrası genel durum:
– Tüm siyasi partiler, sendikalar ve dernekler kapatıldı.
– Binlerce kişi gözaltına alındı, tutuklandı veya işkence gördü.
– Toplumsal ve siyasi faaliyetler yasaklandı.
2. Alevi kurumlarına etkisi:
– Hacı Bektaş Veli Kültür ve Tanıtma Derneği gibi önemli Alevi kurumları kapatıldı.
– Cem ayinleri ve diğer Alevi ritüelleri yasaklandı veya kısıtlandı.
– Alevi dedeleri ve kanaat önderleri baskı altına alındı.
3. Uzun vadeli sonuçlar:
– Alevi toplumunun örgütlenme ve kendini ifade etme imkanları ciddi şekilde kısıtlandı.
– Alevi kimliğinin kamusal alanda görünürlüğü azaldı.
– Alevi gençlerin kültürel aktarım süreçleri sekteye uğradı.
4. Toparlanma süreci:
– 1980’lerin sonlarına doğru, demokratikleşme süreciyle birlikte Alevi kurumları yeniden örgütlenmeye başladı.
– 1990’larda Alevi kimliğinin yeniden canlanması ve “Alevi Uyanışı” olarak adlandırılan süreç başladı.
5. Darbenin Alevi toplumuna etkileri:
– Alevi kimliğinin bastırılması ve asimilasyon politikalarının güçlenmesi
– Alevi-Sünni kutuplaşmasının derinleşmesi
– Alevi toplumunun siyasi ve toplumsal taleplerinin ertelenmesi
12 Eylül Darbesi, Alevi toplumunun örgütlenmesini ve kültürel faaliyetlerini ciddi şekilde sekteye uğratmış, ancak uzun vadede Alevi kimliğinin yeniden canlanmasına ve daha güçlü bir şekilde örgütlenmesine de zemin hazırlamıştır.
Not
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
1980, 28 Mayıs-4 Temmuz
Tarih:
28 Mayıs – 4 Temmuz 1980
Yer:
Çorum, Türkiye
I. Olayın Tanımı ve Arka Planı
A. Tanım:
Çorum Olayları veya Çorum Katliamı olarak da bilinen bu olay, 1980 yılında Çorum’da Alevilere yönelik gerçekleştirilen şiddet ve saldırıları ifade eder.
B. Tarihsel Bağlam:
- 1970’lerin sonlarında Türkiye’de artan siyasi gerilim
- Sağ-sol çatışmaları ve mezhepsel gerginlikler
- 12 Eylül 1980 askeri darbesine giden süreç
II. Olayların Gelişimi
A. Başlangıç:
- 27 Mayıs 1980: Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) mitinginde gerginlik
- 28 Mayıs 1980: Alevi mahalleleri ve işyerlerine yönelik saldırılar başladı
B. Şiddetin Tırmanışı:
- Alevilere ait ev ve işyerlerinin yakılması ve yağmalanması
- Sokak çatışmaları ve silahlı saldırılar
- Güvenlik güçlerinin olaylara müdahalede yetersiz kaldığı iddiaları
C. Olayların Süresi:
- İlk şiddet dalgası: 28 Mayıs – 9 Haziran 1980
- İkinci şiddet dalgası: 30 Haziran – 4 Temmuz 1980
III. Sonuçlar ve Kayıplar
A. Can Kayıpları:
- Resmi rakamlara göre 57 kişi hayatını kaybetti
- Bazı kaynaklara göre ölü sayısı 100’ü aşabilir
B. Maddi Hasar:
- Yüzlerce ev ve işyeri yakıldı veya tahrip edildi
- Binlerce Alevi vatandaş Çorum’u terk etmek zorunda kaldı
C. Toplumsal Etkiler:
- Alevi-Sünni ilişkilerinde derin yaralar açılması
- Toplumsal güven ve bir arada yaşama kültürünün zedelenmesi
IV. Olayların Arkasındaki İddialar ve Tartışmalar
A. Provokasyon İddiaları:
- Olayların organize bir şekilde planlandığı iddiaları
- Derin devlet ve kontrgerilla faaliyetleri tartışmaları
B. Siyasi Boyut:
- Sağ-sol çatışmasının mezhepsel boyuta taşınması
- 12 Eylül darbesine zemin hazırlama tartışmaları
V. Hukuki Süreç ve Adalet Arayışı
A. Yargılamalar:
- Olaylarla ilgili açılan davalar ve sonuçları
- Faillerin çoğunun cezasız kaldığı iddiaları
B. Mağdurların Talepleri:
- Olayların aydınlatılması ve sorumluların cezalandırılması talepleri
- Devletten tazminat ve özür beklentileri
VI. Tarihsel Bellek ve Anma Etkinlikleri
A. Yıldönümü Anmaları:
- Her yıl 28 Mayıs’ta düzenlenen anma etkinlikleri
- Sivil toplum kuruluşlarının ve Alevi örgütlerinin faaliyetleri
B. Akademik ve Kültürel Çalışmalar:
- Olaylarla ilgili yapılan araştırmalar ve yayınlar
- Belgesel ve sanat eserleri üretimi
VII. Çorum Olaylarının Türkiye Tarihindeki Yeri
A. Benzer Olaylarla Karşılaştırma:
- Maraş (1978) ve Sivas (1993) olayları ile benzerlikleri
- Türkiye’de Alevilere yönelik diğer saldırılarla ilişkisi
B. Toplumsal Barış ve Uzlaşma Sürecindeki Önemi:
- Geçmişle yüzleşme ve toplumsal hafıza tartışmaları
- Alevi hakları ve tanınma talepleri bağlamındaki yeri
Sonuç:
Çorum Olayları, Türkiye’nin yakın tarihinde derin izler bırakan trajik bir olaydır. Bu olaylar, ülkedeki mezhepsel gerilimleri, siyasi kutuplaşmayı ve toplumsal barışın kırılganlığını gösteren önemli bir örnek teşkil etmektedir. Olayların tam olarak aydınlatılması ve adaletin sağlanması, toplumsal uzlaşma ve barış için hâlâ önemini korumaktadır.
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
1978, 19 Aralık
19 Aralık gecesi saat 21:00’de bir Ülkücünün, Çiçek sinemasına yerleştirdiği tahrip gücü düşük bir bomba; katliama giden olaylar zincirinin ilk adımını oluşturdu. Türkoğlu ilçesinden gelen bir grup faşist militan “Kanımız Aksa da Zafer İslam’ın” ve “Müslüman Türkiye” sloganlarıyla seyirci kitlesini “coşturarak” Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) il binasına saldırttılar.
Bombanın patlamasından hemen sonra, Ülkücü Gençlik Derneği (ÜGD) Kahramanmaraş şube başkanı Mehmet Leblebici ve 2. Başkan Mustafa Kanlıdere‘nin talimatlarıyla bombayı attığı iddia edilen Ökkeş Kenger Ankara’ya ÜGD’ye telefon ederek “yardım” talebinde bulundu.
“Bir Alevi öldüren beş kez hacca gider”
Ertesi gün Alevilerin oturduğu bir kıraathane bombalandı; 21 Aralık’ta iki Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği (Töb-Der) üyesi bir öğretmen öldürüldü. 22 Aralık günü, bu iki öğretmenin cenazesini taşıyan kalabalığa, faşistlerin “komünistlerin, Alevilerin cenaze namazı kılınmaz” diyerek tahrik ettikleri kalabalık saldırdı. Bağlarbaşı camii imamı Mustafa Yıldız cuma vaazında şu “öğütleri” vermişti:
“Oruç tutmak namaz kılmakla hacı olunmaz, bir Alevi öldüren beş sefer hacca gitmiş gibi sevap kazanır; bütün din kardeşlerimiz hükümete ve komünistlere, dinsizlere karşı ayaklanmalıdır; çevremizde bulunan Alevileri ve CHP’li Sünni imansızları temizleyeceğiz.”
Kalabalık dağılıp cenazeler ortada kalırken; güvenlik güçlerinin müdahalesiyle karşılaşmayan saldırgan kitle kent çarşısına yürüyerek Alevilere ve CHP’lilere ait işyerlerini tahrip etti. Çatışmalarda 3 insan öldürüldü.
22 Aralık gecesi faşistler Sünni mahallelerinde “ertesi gün solcu Alevilerin silahlı saldırı yapacağını” anlatarak, bu kitlesel biçimde silahlanılmasını sağladılar. 23 Aralık’ta Kahramanmaraş’taki olaylar karşılıklı çatışma boyutunu tamamen yitirerek, bütün solculara ve Alevilere dönük bir kıyama dönüştü.
24 Aralık’ta ilan edilen sokağa çıkma yasağına, yalnızca, kendi can güvenliklerini bile sağlayamayan güvenlik kuvvetleri uydular. Günden güne tırmanan gerginliğe ve valiliğin 21 Aralık’tan beri yinelediği taleplerine rağmen kente askeri güç gönderilmemişti. Saldırıların polis kuvvetlerine yönelmesi üzerine, “polis-halk çatışmasını önleme” gerekçesiyle 23 Aralık sabahı kentteki bütün polisler de görev dışı bırakıldı. Bu koşullarda 24 Aralık günü, faşistlerin çevre köy ve ilçelerden getirdiği silâhlı grupların takviyesiyle, kıyam insanlık dışı boyutlar kazandı.
Resmi rakamlara göre olaylarda 111 kişi öldü
“Komünistleri bırakmayın, Allah yoluna kesin, Sütçü İmam aşkına vurun”, “Bugün cihad günüdür, bir Alevi öldüren cennete gider”, “Alevileri öldürelim, memleketten temizleyelim”, “Alevileri öldürün, şahit kalmasın” diye bağıran faşist ajitatörlerin sürüklediği kalabalıklar Alevilerin yaşadığı Yörükselim, Yenimahalle, Serintepe, Mağaralı, Karamaraş mahallelerine saldırdılar. Bu mahalleler taranıp, bombalanıp, kundaklandıktan sonra muhasara altına alındı. Ölülerin taşınması, yaralıların hastanelere götürülmesi engellendi, hastaneler kuşatıldı; insanlar kadın, çocuk, hamile, yaşlı, hasta, yaralı ayrımı yapılmadan öldürüldü. Faşistlerin “Aleviler dinsiz ve sünnetsizdir” provokasyonuyla gözleri kararan saldırganlar, insanların pantolonlarını indirip sünnetli olup olmadıklarına baktılar. Alevi mahallelerinin yanı sıra, Sünni mahallelerinde de önceden işaretlenmiş Alevi evlerine baskınlar yapıldı.
Kıyımda saldırılanlara haykırılan sözler, faşist hareketin seferber ettiği kitleleri “gerçek” iktidarın bu hareketi desteklediğine inandırdığını gösteriyordu: “Hükümetiniz gelsin sizi kurtarsın”, “Bizim liderimiz içimizde, sizinki nerede, Ecevit gelsin sizi kurtarsın”, “Türkeş burada, Ecevit nerede”, “Git Karaoğlanınızı çağır gelsin, size yardım etsin, bizim Türkeş’imiz yanımızda”, “Vali, İçişleri bakanı Maraş’ı terketsin”.
Ancak 25 Aralık akşamı tamamen yatışan saldırılarda, resmen saptanabilen ölü sayısı 111’di. Yüzlerce kişi yaralanmış, aralarında CHP, Türkiye İşçi Partisi (TİP), Türkiye Komünist Partisi (TKP), Töb-Der, Polis Memurları Dayanışma Derneği (Pol-Der) binalarının ve Sağlık Müdürlüğü’nün bulunduğu 210 ev ve 70 işyeri yakılıp yıkılmıştı. Katliamın ardından, binlerce Alevi Kahramanmaraş’ı kaçarcasına terk etti. CHP milletvekili Oğuz Söğütlü Kahramanmaraş’ta yaşananların açık soykırımdan başka bir şey olmadığını, Alevi nüfusun yüzde 80’inin kenti terk ettiğini söyledi.
Milliyetçi Cephe (MC) partileri, olayların “büyümesini” ülkede ve Kahramanmaraş’ta sıkıyönetim ilanında gecikilmesine bağlayarak CHP iktidarını suçladılar. Faşist hareket, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk‘ün Ocak 1979’da Kahramanmaraş milletvekili ve senatörleriyle yaptığı özel toplantıda Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) milletvekili Mehmet Yusuf Özbaş‘ın sözlerinde yansıdığı gibi, olayların “1971 öncesinde Elbistan’da Nurhak dağlarında başlayan olayların devamı olduğunu” savunmakta; Ecevit hükümetinin “tahrikçi” olduğunu, hükümet değişmedikçe tahriklerin devam edeceğini söyleyerek böylesi olayların da süreceğini ima etmekteydi.
RFI: Olaylarda CIA’in rolü var
MHP yöneticilerinden Nevzat Kösoğlu parlamentodaki konuşmasında olaylardan “Maraş’ın bazı mahalle ve köylerinde mezhep ayrılıklarına dayandırdıktan hakimiyetlerini pekiştirmek üzere çekişme halinde olan -özellikle Maocu gruptan- komünist fraksiyonları” sorumlu gösteriyordu. Kösoğlu, olayları hassas bölge olduğu bilinen Maraş’ta solcu öğretmenlerin cenazesine izin verilmesi ve cenazede “bilinen komünist sloganların yanı sıra, dini tahkir ve tezyif edici sloganların bağırılması”yla açıklarken adeta katliamı meşrulaştırıcı bir dil kullanıyordu.
Faşist harekete açık destek veren Tercüman yazarlarından Ahmet Kabaklı Kahramanmaraş olaylarını “milletin CHP’ye tepkisi” olarak yorumlarken; neredeyse selamlayan, kutlayan bir üslupla insanların gaddarca öldürüldüğü katliamı “binicisini beğenmeyen asil bir kısrağın şahlanışı”na benzetmişti.
Radio France Internationale (RFI) 27 Aralık’taki yayınında Kahramanmaraş olaylarında “yabancı gizli servislerin, özellikle ABD Merkezi Haber Alma Teşkilatı CIA’in rolü”ne değindi. BBC ise şu yorumu yapmaktaydı:
“Kahramanmaraş olayları, Pakistan, Afganistan ve İran’dan sonra belki de kaos ve belirsizlik içine düşme sırasının Türkiye’ye geldiğini gösteriyor. Başbakan Bülent Ecevit de dahil olmak üzere, giderek artan sayıda kişi, bir iç savaş tehlikesine dikkati çekiyorlar.”
Kahramanmaraş olaylarının “kovuşturulması”, faşist hareketin iç savaş stratejisi ile ilintisi üzerinde durulmadan, “sağ-sol çatışması” çerçevesinde ele alındı ve tek tek “eylemciler” araştırıldı. Dönemin bölge sıkıyönetim komutanı Tuğgeneral Tayyar Aygur‘un, “Kahramanmaraş Toplumsal olayları” davasının bir numaralı sanığı Kenger’le görüşmesinde söyledikleri, bu durumun özeti niteliğindedir:
“Oğlum, bu hadiseler sizin boyunuzu aşar, bunu biz de biliyoruz. Soldan her şey elimizde. Silahlar, mermiler, dokümanlar… Hepsini yakaladık. Hatta Ermeni Garbis adında birinin olduğunu tespit ettik. Eğer bu şahıs ölenler arasında değilse, yakında bir vilayetin daha başını yakabilir. İnşallah ölen yedi sünnetsizden birisi budur. Bunları biliyoruz…Peki, bu sağdaki çarıklı Mehmet ağayı kim sokağa döktü, biz bunu arıyoruz.”
Faşizm tırmanışını sıkıyönetim altında sürdürüyor
1979’a CHP iktidarının Kahramanmaraş katliamının ardından 13 ilde ilan ettiği sıkıyönetimle girildi. Böylece, faşist hareket, 1978 boyunca giderek sesini yükselterek talep ettiği sıkıyönetime erişmişti. Fakat sıkıyönetim, hem MHP üst kademelerinde umulan nitelikte bir ittifakı, işbirliğini üretecek gibi görünmüyordu; hem de siyasal atmosfer MHP açısından oldukça elverişsizdi.
Kahramanmaraş katliamı, Malatya, Elazığ, Sivas, Niğde-Aksaray olaylarıyla karşılaştırılmayacak sonuçlara yol açmıştı. Hem yüzü aşkın insanın ölümü, hem de anti-Alevi saldırılarda sergilenen vahşet ve kıyıcılık, genel kamuoyunda büyük bir dehşet yaratmıştı. Doğan büyük toplumsal tepki, somut yasal bağlantılar saptansa da saptanmasa da, geniş kitleler nezdinde bu olayın sorumlusu olduğu açık olan faşist harekete yöneliyordu. (BÇ)
* Bu metin Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi‘nin 7. cildinden derlendi.
Kaynakça
https://m.bianet.org/bianet/siyaset/111379-maras-katliaminda-neler-olmustu
1973, 21 Mart
Aşık Veysel Şatıroğlu (d. 25 Ekim 1894 – ö. 21 Mart 1973)
Aşık Veysel, 20. yüzyılın en önemli Türk halk ozanlarından biridir. Görme engelli olmasına rağmen, eserleriyle Türk halk müziğine ve edebiyatına büyük katkılar sağlamıştır.
Doğum ve Erken Yaşam:
- Sivas’ın Şarkışla ilçesine bağlı Sivrialan köyünde doğdu.
- Yedi yaşında çiçek hastalığı nedeniyle görme yetisini kaybetti.
Müzik Hayatı:
- 20 yaşında bağlama çalmaya başladı.
- 1931’de Ahmet Kutsi Tecer’in düzenlediği Halk Şairleri Bayramı’nda keşfedildi.
- 1933’ten itibaren Anadolu’yu dolaşarak saz çalıp türkü söyledi.
Sanatı ve Eserleri:
- Geleneksel Türk halk şiiri tarzında eserler verdi.
- En ünlü eserleri arasında “Uzun İnce Bir Yoldayım”, “Kara Toprak”, “Dostlar Beni Hatırlasın” bulunur.
- Aşk, doğa, vatan sevgisi ve insani değerler üzerine şiirler yazdı.
Eğitim Hayatı ve Katkıları:
- 1941-1946 yılları arasında Köy Enstitüleri’nde saz öğretmenliği yaptı.
- Birçok genç müzisyene ilham kaynağı oldu ve onları yetiştirdi.
Ödülleri ve Tanınırlığı:
- 1965’te TBMM tarafından “Milli Mücadele Gazisi” olarak maaşa bağlandı.
- 1973’te Devlet Sanatçısı unvanı aldı (ölümünden kısa bir süre önce).
Kişisel Hayatı:
- İki kez evlendi ve altı çocuğu oldu.
- Hayatı boyunca köyünden pek ayrılmadı, sade bir yaşam sürdü.
Vefâtı ve Miraâı:
- 21 Mart 1973’te doğduğu köyde vefât etti.
- Ölümünden sonra müzesi açıldı ve adına festivaller düzenlendi.
- Eserleri birçok sanatçı tarafından yorumlanmaya devam etmektedir.
Aşık Veysel’in Önemi:
- Türk halk şiiri ve müziğinin modernleşme sürecinde önemli bir köprü görevi gördü.
- Sade ve derin anlatımıyla geniş kitlelere ulaşmayı başardı.
- Görme engelli olmasına rağmen başarıları, birçok insana ilham kaynağı oldu.
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
1971, 20 Temmuz
Birlik Partisi’nin Kapatılması
I. Kapatılma Süreci
A. Tarih:
20 Temmuz 1971
B. Kapatma Kararını Veren Kurum:
Anayasa Mahkemesi
C. Kapatılma Gerekçesi:
- 1961 Anayasası’nın 57. maddesine aykırılık iddiası
- Partinin “sınıf veya zümre egemenliği veya herhangi bir tür diktatörlük” amacı güttüğü iddiası
II. Siyasi ve Toplumsal Bağlam
A. 12 Mart 1971 Muhtırası:
- Askeri müdahale sonrası oluşan baskıcı siyasi ortam
- Siyasi partiler üzerinde artan baskı ve denetim
B. Dönemin Genel Siyasi Atmosferi:
- Sol ve Alevi hareketlerine yönelik artan baskılar
- Siyasi kutuplaşmanın derinleşmesi
III. Kapatılma Sürecinin Detayları
A. Dava Süreci:
- Cumhuriyet Başsavcılığı’nın partinin kapatılması için Anayasa Mahkemesi’ne başvurması
- Partinin savunması ve karşı argümanları
B. Anayasa Mahkemesi’nin Değerlendirmesi:
- Partinin tüzük ve programının incelenmesi
- Parti yöneticilerinin beyan ve faaliyetlerinin değerlendirilmesi
C. Karar Gerekçeleri:
- Partinin Alevi toplumunu siyasi amaçlarla kullandığı iddiası
- Mezhep farklılıklarını siyasete alet ettiği suçlaması
IV. Kapatılmanın Sonuçları ve Etkileri
A. Parti Üye ve Yöneticileri Üzerindeki Etkileri:
- Siyasi yasaklar ve takibatlar
- Bazı üyelerin tutuklanması veya sürgüne gönderilmesi
B. Alevi Toplumu Üzerindeki Etkileri:
- Siyasi temsil imkanının kaybedilmesi
- Alevi kimliğinin siyasal alanda ifade edilmesinin engellenmesi
C. Türkiye Siyaseti Üzerindeki Genel Etkileri:
- Çoğulcu demokrasi anlayışının zedelenmesi
- Azınlık haklarının siyasal alanda temsili konusunda gerileme
V. Hukuki ve Siyasi Tartışmalar
A. Kapatma Kararının Hukuki Boyutu:
- Anayasa’nın ilgili maddelerinin yorumlanması tartışmaları
- İfade ve örgütlenme özgürlüğü açısından değerlendirmeler
B. Siyasi Boyut:
- Kapatma kararının siyasi motivasyonları olduğu iddiaları
- Dönemin iktidarının Alevi hareketine bakışı
VI. Sonraki Dönemde Yaşanan Gelişmeler
A. Alevi Hareketinin Yeni Örgütlenme Biçimleri:
- Sivil toplum kuruluşları aracılığıyla faaliyet gösterme
- 1990’larda Alevi kimliğinin yeniden canlanması süreci
B. Siyasi Partilerin Alevi Politikalarında Değişimler:
- CHP ve diğer sol partilerin Alevi politikalarını gözden geçirmesi
- Alevi kökenli siyasetçilerin diğer partilerde yer alması
Sonuç:
Birlik Partisi’nin kapatılması, Türkiye’de demokrasi ve çoğulculuk açısından önemli bir dönüm noktası olmuştur. Bu olay, Alevi toplumunun siyasal temsil imkanlarını kısıtlamış ve Türkiye’deki siyasi çeşitliliği olumsuz yönde etkilemiştir. Kapatılma kararı, dönemin siyasi atmosferini yansıtmakla birlikte, uzun vadede Alevi hareketinin farklı mecralarda gelişmesine ve örgütlenmesine de yol açmıştır.
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
1966, 17 Ekim
Birlik Partisi
I. Genel Bilgiler
Kuruluş Tarihi:
17 Ekim 1966
Kapanış Tarihi:
20 Temmuz 1971
Kurucu Genel Başkan:
Mustafa Timisi
Siyasi Yelpazedeki Yeri:
Sol, Alevi hareketi
II. Kuruluş ve Tarihçe
A. Kuruluş Süreci:
- Türkiye Birlik Partisi adıyla kuruldu
- Cumhuriyet Halk Partisi’nden (CHP) ayrılan bir grup milletvekili tarafından oluşturuldu
B. İsim Değişikliği:
1969’da sadece “Birlik Partisi” adını aldı
C. Kapatılma Süreci:
- 12 Mart 1971 Muhtırası sonrası siyasi ortam
- 20 Temmuz 1971’de Anayasa Mahkemesi kararıyla kapatıldı
III. İdeoloji ve Politikalar
A. Temel İdeolojik Yaklaşım:
- Sosyal demokrasi
- Alevi hakları ve kültürünün savunulması
- Laiklik vurgusu
B. Ekonomik Politikalar:
- Devletçilik ilkesinin benimsenmesi
- Kooperatifçiliğin desteklenmesi
- Toprak reformu talebi
C. Sosyal Politikalar:
- Alevilerin dini ve kültürel haklarının tanınması
- Eğitimde fırsat eşitliği
- İşçi hakları ve sendikal özgürlüklerin savunulması
IV. Örgütlenme ve Taban
A. Parti Yapısı:
- Genel merkez teşkilatı
- İl ve ilçe örgütleri
B. Taban Desteği:
- Ağırlıklı olarak Alevi nüfusun yoğun olduğu bölgeler
- İşçi sınıfı ve köylüler arasında destek
C. Gençlik ve Kadın Kolları:
- Aktif gençlik örgütlenmesi
- Kadınların siyasete katılımını teşvik eden politikalar
V. Seçim Performansı ve Parlamentodaki Temsil
A. 1969 Genel Seçimleri:
- Aldığı oy oranı: %2,8
- Kazanılan milletvekili sayısı: 8
B. Yerel Seçimler:
- Bazı Alevi nüfusun yoğun olduğu belediyelerde başarı
- Tunceli, Sivas, Amasya gibi illerde belediye başkanlıkları
VI. Önemli İsimler ve Liderler
A. Mustafa Timisi:
Kurucu Genel Başkan
B. Ali Rıza Septioğlu:
Milletvekili ve parti sözcüsü
C. Yusuf Ulusoy:
Milletvekili ve Alevi dedesi
VII. Parti Politikalarının Etkileri ve Mirası
A. Alevi Kimliğinin Siyasal Alanda Temsili:
- Alevilerin siyasi bir parti çatısı altında ilk kez örgütlenmesi
- Alevi sorunlarının parlamentoda dile getirilmesi
B. Sol Siyaset Üzerindeki Etkileri:
- CHP’nin Alevi politikalarını gözden geçirmesine neden olması
- Sol içi tartışmalara katkı sağlaması
C. Türkiye Siyasetine Katkıları:
- Çoğulcu demokrasi anlayışının gelişmesine katkı
- Azınlık hakları ve kültürel çeşitlilik tartışmalarının gündeme gelmesi
VIII. Parti Kapatıldıktan Sonraki Süreç
A. Üyelerin Siyasi Yönelimleri:
- Bir kısmının CHP’ye geri dönmesi
- Bazılarının diğer sol partilerde siyasete devam etmesi
B. Alevi Hareketinin Devamı:
- Sivil toplum örgütleri aracılığıyla Alevi hareketinin sürdürülmesi
- 1990’larda Alevi kimliğinin yeniden canlanması sürecine etkileri
IX. Tarihsel Değerlendirme ve Eleştiriler
A. Olumlu Değerlendirmeler:
- Alevilerin siyasal temsili açısından öncü rol oynaması
- Türkiye’de çoğulcu demokrasi anlayışının gelişimine katkısı
B. Eleştiriler:
- Sadece Alevi kimliğine odaklanarak diğer kesimlere ulaşamaması
- Sol içi bölünmeye neden olduğu iddiaları
Sonuç:
Birlik Partisi, Türkiye siyasi tarihinde kısa ömürlü ancak önemli etkileri olan bir parti olarak yer almıştır. Özellikle Alevi kimliğinin siyasal alanda temsili ve tanınması açısından öncü bir rol oynamıştır. Partinin kapatılmasına rağmen, açtığı tartışmalar ve gündeme getirdiği konular Türkiye’nin demokratikleşme sürecinde önemli bir yere sahip olmuştur.
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
1964, 16 Ağustos
Tarih:
Hacıbektaş Dergâhı, 16 Ağustos 1964 tarihinde Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı’na bağlı bir müze olarak resmen açıldı.
Arka Plan:
- 1925 yılında çıkarılan Tekke ve Zaviyeler Kanunu ile tüm tekke ve dergahlar kapatılmıştı.
- Hacıbektaş Dergahı, bu kanundan sonra yaklaşık 40 yıl boyunca kapalı kalmıştı.
- 1950’lerde başlayan çok partili dönemde, kültürel miras konusunda yeni yaklaşımlar ortaya çıkmıştı.
Açılış Süreci:
- 1958 yılında dergahın restorasyonu için çalışmalar başlatıldı.
- Restorasyon çalışmaları yaklaşık 6 yıl sürdü.
- Müze, Hacı Bektaş Veli’nin 701. doğum yıldönümünde açıldı.
Müzenin İçeriği:
- Alevi-Bektaşi kültürüne ait eserler
- El yazması kitaplar ve belgeler
- Dini ve kültürel objeler
- Hacı Bektaş Veli’ye ait olduğu düşünülen eşyalar
Önemi:
- Alevi-Bektaşi kültürünün resmi olarak tanınması açısından önemli bir adım
- Türkiye’nin kültürel çeşitliliğinin bir yansıması
- Dini ve kültürel turizm açısından önemli bir merkez haline gelmesi
Sonraki Gelişmeler:
- Müze, yıllar içinde genişletildi ve yeni bölümler eklendi.
- Her yıl ağustos ayında düzenlenen Hacı Bektaş Veli Anma Törenleri ve Kültür Sanat Etkinlikleri’nin merkezi haline geldi.
- UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’ne alındı (2011).
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
1937-38
Dersim Tertelesi, 1937-1938 yılları arasında Türkiye Cumhuriyeti’nin Tunceli (eski adıyla Dersim) bölgesinde gerçekleştirdiği askeri operasyonları ve bunların sonuçlarını ifade eden tarihi bir olaydır. Bu dönem, Türkiye’nin ulus-devlet inşa sürecinin kritik bir evresini temsil etmekte olup, devlet otoritesinin merkezileştirilmesi ve homojen bir ulusal kimlik oluşturma çabalarının bir yansıması olarak değerlendirilmektedir. Tertele” kelimesi Zazaca’da “katliam” veya “yıkım” anlamına gelmektedir.
Tarihsel Arka Plan:
- Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Geçiş: Dersim bölgesi, Osmanlı İmparatorluğu döneminde özerk bir yapıya sahipti. Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte, merkezi hükümet bu özerkliği sona erdirmeyi ve bölgeyi doğrudan kontrolü altına almayı amaçladı.
- Etnik ve Dini Yapı: Bölge nüfusunun çoğunluğunu Alevi inancına mensup Kürt ve Zaza toplulukları oluşturuyordu. Bu gruplar, geleneksel yaşam tarzlarını ve inanç sistemlerini koruma eğilimindeydi.
- Yasal Düzenlemeler:
- 1934 İskân Kanunu: Nüfus hareketlerini düzenlemeyi ve “Türk kültürüne bağlı homojen bir ulus” yaratmayı amaçlıyordu.
- 1935 Tunceli Kanunu: Dersim’in adını Tunceli olarak değiştirdi ve bölgeye özel bir yönetim sistemi getirdi.
Olayların Gelişimi:
- İsyan Süreci (1937):
- Mart 1937’de bölgede isyan başladı. İsyanın lideri olarak Seyit Rıza gösterildi.
- İsyanın nedenleri arasında, devletin merkezileşme politikaları, zorunlu askerlik uygulaması ve geleneksel yaşam tarzına müdahale algısı sayılabilir.
- Askeri Operasyonlar (1937-1938):
- Hükümet, geniş çaplı bir askeri operasyon başlattı.
- Operasyonlar iki aşamada gerçekleşti: 1937 yazında ve 1938 baharından sonbaharına kadar.
- Hava kuvvetleri de dahil olmak üzere önemli bir askeri güç kullanıldı.
- İsyanın Bastırılması ve Sonuçları:
- Seyit Rıza ve diğer isyan liderleri yakalandı ve idam edildi.
- Binlerce sivil hayatını kaybetti, ancak kesin sayılar tartışmalıdır.
- Çok sayıda kişi bölgeden zorla göç ettirildi.
Sosyal ve Politik Sonuçlar:
- Demografik Değişim: Bölgenin nüfus yapısı önemli ölçüde değişti. Birçok köy boşaltıldı ve yıkıldı.
- Kültürel Etki: Yerel dil ve kültürel pratikler üzerinde baskı oluştu. Alevi inancının açık bir şekilde yaşanması zorlaştı.
- Toplumsal Travma: Olaylar, bölge halkı üzerinde uzun süreli psikolojik etkiler bıraktı ve kuşaklar arası travmaya yol açtı.
- Politik Sonuçlar: Devlet otoritesi bölgede güçlendi, ancak yerel halk ile merkezi hükümet arasındaki güvensizlik derinleşti.
Tarihyazımı ve Tartışmalar:
- Resmi Tarihyazımı: Olaylar uzun süre “isyanın bastırılması” olarak sunuldu ve detayları kısıtlı bir şekilde tartışıldı.
- Alternatif Anlatılar: 1990’lardan itibaren, olayların “etnik temizlik” veya “soykırım” olarak nitelendirildiği alternatif anlatılar ortaya çıktı.
- Akademik Tartışmalar: Olayların doğası, nedenleri ve sonuçları üzerine akademik çalışmalar ve tartışmalar devam etmektedir.
- Siyasi Gelişmeler: 2011 yılında dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın devlet adına özür dilemesi, konunun kamusal alanda daha açık bir şekilde tartışılmasının önünü açtı.
Sonuç:
Dersim Tertelesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin erken dönem ulus-devlet inşa sürecinin karmaşık ve tartışmalı bir bölümünü temsil etmektedir. Olay, etnik ve dini azınlıkların entegrasyonu, merkezileşme politikaları ve ulus-devlet modelinin uygulanması gibi konularda önemli sorular ortaya çıkarmıştır. Günümüzde de Türkiye’nin yakın tarihiyle yüzleşme ve toplumsal uzlaşma süreçlerinde önemli bir yer tutmaya devam etmektedir.
Bu konu hakkında daha fazla akademik araştırma ve tartışma, olayların tam olarak anlaşılması ve tarihsel perspektife oturtulması açısından önem taşımaktadır.
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
1937, 15 Kasım
Seyit Rıza (d. 1863 civarı – ö. 15 Kasım 1937), Dersim bölgesinin önde gelen aşiret liderlerinden biriydi.
Olay Öncesi:
- 1936-1938 yılları arasında Dersim (bugünkü Tunceli) bölgesinde ayaklanmalar yaşandı.
- Bu ayaklanmalar, merkezi hükümetin bölgedeki otoritesini sağlama çabalarına karşı bir tepki olarak ortaya çıktı.
Yakalanma Süreci:
- Seyit Rıza, ayaklanmanın liderlerinden biri olarak görülüyordu.
- 1937 yılının Eylül ayında teslim oldu veya yakalandı (bu konu tartışmalıdır).
Yargılama:
- Elazığ’da kurulan özel bir mahkemede yargılandı.
- Yargılama süreci kısa sürdü ve tartışmalı olarak değerlendirilmektedir.
İdam:
- 15 Kasım 1937’de Elazığ’da idam edildi.
- İdamı sırasında 75 yaşlarında olduğu tahmin edilmektedir.
Tartışmalar:
- İdamın hukuki süreci ve adilliği tartışma konusudur.
- Bazı tarihçiler, yargılama sürecinin çok hızlı ilerlediğini ve savunma hakkının yeterince tanınmadığını iddia etmektedir.
Sonraki Etkiler:
- Seyit Rıza’nın idamı, Dersim olaylarının en çok tartışılan konularından biri haline geldi.
- Olay, Türkiye’nin doğu politikaları ve azınlık hakları konusundaki tartışmalarda sıkça referans gösterilmektedir.
Tarihsel Değerlendirme:
Bu olay, Türkiye Cumhuriyeti’nin erken dönemindeki merkezileşme politikaları ve yerel güçlerle olan ilişkileri bağlamında değerlendirilmektedir. Ancak, konu hala hassasiyetini korumakta ve farklı bakış açılarına göre yorumlanmaktadır.
Seyit Rıza’nın idamı, Alevîler arasında derin infiale ve tartışmalara sebep olmuştur:
- Tarihsel Haksızlık: Birçok Alevi, bu olayları tarihsel bir haksızlık olarak görür. Seyit Rıza’nın idamını ve Dersim’deki operasyonları, kendi kültürlerine ve inançlarına yönelik bir baskı olarak değerlendirirler.
- Kültürel ve Dini Kimlik: Olaylar, Alevi kimliğine ve kültürüne yönelik bir tehdit olarak algılanır. Birçok Alevi, bu dönemde kendi inanç ve geleneklerini yaşama konusunda zorluklar yaşadıklarını düşünür.
- Seyit Rıza’nın Konumu: Seyit Rıza, birçok Alevi tarafından sadece bir aşiret lideri değil, aynı zamanda dini ve kültürel bir lider olarak da görülür. İdamı, bu nedenle sadece siyasi değil, aynı zamanda kültürel ve dini bir kayıp olarak değerlendirilir.
- Devlet Politikalarına Eleştiri: Olaylar, devletin o dönemdeki azınlık politikalarına ve merkezileşme çabalarına yönelik bir eleştiri noktası olarak kullanılır.
- Tarihle Yüzleşme Talebi: Birçok Alevi, bu olaylarla ilgili olarak devletten resmi bir özür ve tam bir tarihsel hesaplaşma talep etmektedir.
- Kolektif Hafıza: Dersim olayları ve Seyit Rıza’nın idamı, Alevi toplumunun kolektif hafızasında önemli bir yer tutar ve nesilden nesile aktarılır.
- Güncel Siyasete Etkisi: Bu tarihsel olaylar, günümüzde Alevi toplumunun siyasi taleplerini ve devletle olan ilişkilerini şekillendiren faktörlerden biri olarak görülür.
- Akademik ve Kültürel Çalışmalar: Birçok Alevi akademisyen ve yazar, bu olayları detaylı bir şekilde araştırarak, alternatif tarih anlatıları oluşturmaya çalışmaktadır.
- Anma Etkinlikleri: Seyit Rıza’nın idamı ve Dersim olayları, her yıl çeşitli anma etkinlikleriyle hatırlanır.
Not:
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
1925, 30 Kasım
Tekke ve Zaviye Kanunu’nun Kabûlü
Kabul Tarihi:
30 Kasım 1925
Kanun Numarası:
677
Kanunun İçeriği:
– Türkiye Cumhuriyeti sınırları içindeki bütün tekke ve zaviyelerin kapatılmasını öngördü.
– Tarikatların ve şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, nakiplik, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük gibi unvanların kullanılmasını yasakladı.
Alevilere Etkileri:
1. İbâdet Mekânlarının Kapatılması:
– Alevi dergâhları ve cem evleri de tekke ve zaviye olarak değerlendirildi ve kapatıldı.
– Bu durum, Alevilerin geleneksel ibadet mekanlarını kaybetmelerine neden oldu.
2. Dini Liderlik Kurumunun Zarar Görmesi:
– “Dedelik” kurumu yasaklandı, bu da Alevi inanç önderlerinin resmi statülerini kaybetmelerine yol açtı.
– Dede-talip ilişkisinin zayıflamasına neden oldu.
3. İnanç Pratiklerinin Gizlenmesi:
– Aleviler, ibadetlerini ve ritüellerini gizli yapmak zorunda kaldı.
– Bu durum, inancın aktarımını ve yaşatılmasını zorlaştırdı.
4. Kültürel Mirasın Kaybı:
– Tekkelerde bulunan el yazmaları, müzik aletleri ve diğer kültürel eserler kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı.
5. Asimilasyon Baskısı:
– Alevi toplumu, Sünni İslam anlayışına dayalı resmi din politikalarına uyum sağlamaya zorlandı.
6. Örgütlenme Sorunları:
– Alevi kurumlarının kapatılması, toplumun örgütlenme ve bir araya gelme imkanlarını kısıtladı.
7. Kimlik Krizi:
– Resmi olarak tanınmama ve baskılar, Alevi toplumunda kimlik krizine yol açtı.
Uzun Vadeli Sonuçlar:
– Alevi inancının ve kültürünün aktarımında kesintiler yaşandı.
– Kentleşme ile birlikte geleneksel Alevi yaşam tarzı değişime uğradı.
– 1960’lardan sonra Alevi kimliğinin yeniden canlanması ve hak arayışları başladı.
Bu kanun, Türkiye Cumhuriyeti’nin laikleşme politikalarının bir parçası olarak uygulandı, ancak Alevi toplumu üzerinde uzun süreli ve derin etkileri oldu. Günümüzde hâlâ Alevi hakları ve inanç özgürlüğü konusundaki tartışmaların temelini oluşturmaktadır.
Not:
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
1921, 6 Mart
Tarih ve Yer
Ayaklanma, 6 Mart 1921’de başlamış ve Haziran ortalarına kadar sürmüştür. Olaylar ağırlıklı olarak Sivas’ın doğusu, Tunceli (o zamanki adıyla Dersim) ve Erzincan bölgelerinde yaşanmıştır.
Arka Plan
- I. Dünya Savaşı sonrası Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma süreci
- Bölgedeki Alevi-Kürt aşiretlerinin özerklik talepleri
- Sevr Antlaşması’nın yarattığı siyasi ortam
Ayaklanmanın Nedenleri
- Bölgesel özerklik talepleri
- Ekonomik ve sosyal sorunlar
- Merkezi otoriteye karşı güvensizlik
Liderler ve Katılımcılar
Ayaklanmanın önde gelen isimleri arasında Alişer Bey, Haydar Bey ve Nuri Dersimi gibi yerel liderler bulunmaktaydı. Katılımcılar çoğunlukla Alevi-Kürt aşiretlerinden oluşmaktaydı.
Olayların Gelişimi
- İlk çatışmalar ve yerel yönetimlere karşı ayaklanmalar
- Ankara Hükümeti’nin askeri müdahalesi
- Çatışmaların yoğunlaşması ve yayılması
Sonuçları
- Ayaklanma, Ankara Hükümeti tarafından bastırıldı.
- Bölgede can kayıpları ve maddi hasarlar meydana geldi.
- Bazı ayaklanma liderleri yargılandı, bir kısmı affedildi.
Tarihsel Önemi
Koçgiri Ayaklanması, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecinde yaşanan iç çatışmalardan biri olarak kabul edilir. Olay, erken cumhuriyet dönemindeki merkezi otorite-yerel güçler ilişkisini ve etnik-dini grupların taleplerini anlamak açısından önemlidir.
Tartışmalar
Ayaklanmanın nedenleri, boyutu ve sonuçları hakkında tarihçiler arasında farklı görüşler bulunmaktadır. Olay, Türkiye’de hâlâ hassas bir konu olarak değerlendirilmektedir.
Not
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
1919, 23 Aralık
Tarih ve Bağlam:
Mustafa Kemal Paşa, Kurtuluş Savaşı’nın hazırlık aşamasında, 23 Aralık 1919 tarihinde Hacıbektaş’ı ziyaret etmiştir. Bu ziyaret, Sivas Kongresi’nden sonra ve Büyük Millet Meclisi’nin açılmasından önce gerçekleşmiştir.
Ziyâretin Amacı:
- Milli Mücadele için destek sağlamak
- Alevi-Bektaşi topluluğunun desteğini almak
- Anadolu’daki birlik ve beraberliği güçlendirmek
Ziyâretin Önemi:
Bu ziyâret, Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşı için geniş tabanlı bir destek oluşturma çabasının bir parçasıydı. Alevi-Bektaşi topluluğu, Anadolu’da önemli bir nüfusa ve etkiye sahipti.
Karşılama ve Görüşmeler:
Mustafa Kemal, Hacıbektaş’ta dönemin postnişini Salih Niyazi Baba ve diğer dergâh yetkilileri tarafından karşılanmıştır. Görüşmelerde Milli Mücadele’nin önemi ve Alevi-Bektaşi topluluğunun desteğinin gerekliliği vurgulanmıştır.
Sonuçları:
- Alevi-Bektaşi topluluğunun Milli Mücadele’ye desteği sağlanmıştır.
- Bu ziyaret, Mustafa Kemal’in farklı inanç gruplarıyla diyalog kurma ve ulusal birliği sağlama çabasının bir örneği olmuştur.
- Ziyaret, Kurtuluş Savaşı’nın dini ve kültürel çeşitliliği kucaklayan karakterini yansıtmıştır.
Tarihsel Önemi:
Bu ziyaret, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecinde farklı toplumsal grupların desteğini alma stratejisinin önemli bir parçası olarak değerlendirilmektedir.
Not:
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
1917
Hayatı
Edip Harâbi, 19. yüzyılın ikinci yarısı ile 20. yüzyılın başlarında yaşamış önemli bir Türk şair ve Bektaşi dedesidir.
- Asıl adı: Mehmet Nuri
- Doğum: 1853, İstanbul
- Ölüm: 1917, İstanbul
- Mesleği: Memur (Maliye Nezareti’nde çalışmıştır)
Harâbi, gençlik yıllarında Bektaşi tarikatına intisap etmiş ve zamanla tarikat içinde önemli bir konuma yükselmiştir. Şiirlerinde kullandığı “Harâbi” mahlası, tasavvufi anlamda “yıkık, virane” anlamına gelmektedir.
Edebi Kişiliği
- Şiir Tarzı:
- Hece ve aruz veznini ustaca kullanması
- Bektaşi nefesleri ve deyişleri
- Lirik ve didaktik şiirler
- Hiciv ve mizah unsurları
- Temaları:
- Tasavvuf ve Bektaşilik
- Aşk (İlahi ve beşeri)
- Sosyal eleştiri
- Felsefi düşünceler
- Meyhane ve içki kültürü
- Etkilendiği Kaynaklar:
- Klasik Divan şiiri
- Halk şiiri geleneği
- Bektaşi edebiyatı
- Özellikleri:
- Açık, anlaşılır bir dil kullanımı
- İroni ve nükte
- Cesur ve eleştirel üslup
- Samimi ve içten anlatım
Eserleri
- Divan-ı Harâbi: En önemli eseri olup, şiirlerinin toplandığı divanıdır.
- Mansur’name: Hz. Hüseyin’in Kerbela’da şehit edilişini anlatan bir mesnevidir.
- Vilayet-name-i Hacı Bektaş-ı Veli: Hacı Bektaş Veli’nin menkıbelerini anlatan bir eserdir.
- Diğer Eserleri:
- Çeşitli mecmualarda yayımlanmış şiirleri
- Bazı risaleleri (tam listesi bilinmemektedir)
Divan-ı Harâbi
Divan-ı Harâbi, Edip Harâbi’nin en önemli ve kapsamlı eseridir. Bu divan, şairin hayatı boyunca yazdığı şiirlerin bir derlemesidir ve Bektaşi edebiyatının önemli örneklerinden biri olarak kabul edilir.
Özellikleri ve İçeriği:
-
- Yapı: Klasik divan tertibine uygun olarak düzenlenmiştir. Kasideler, gazeller, müstezatlar, musammatlar ve rubailer içerir.
- Dil: Harâbi, divanında hem aruz hem de hece veznini kullanmıştır. Dili genellikle sade ve anlaşılırdır, ancak yer yer tasavvufi terimlere ve sembollere de rastlanır.
- Temalar:
- Tasavvuf ve Bektaşilik: Divanın ana teması, Bektaşi inancı ve felsefesidir.
- Aşk: İlahi aşk ve beşeri aşk temaları iç içe işlenmiştir.
- Sosyal Eleştiri: Dönemin toplumsal ve siyasi olaylarına dair eleştiriler içerir.
- Meyhane ve İçki: Tasavvufi semboller olarak sıkça kullanılmıştır.
- Ölüm ve Fanilik: Hayatın geçiciliği üzerine düşünceler yer alır.
- Edebi Sanatlar: Teşbih, istiare, telmih gibi klasik edebi sanatlar ustaca kullanılmıştır.
- Nefesler: Divan’da yer alan nefesler, Bektaşi ayinlerinde okunmak üzere yazılmış şiirlerdir.
Önemi:
-
- Edebi Değer: Divan-ı Harâbi, 19. yüzyıl Türk edebiyatının önemli eserlerinden biri olarak kabul edilir.
- Kültürel Miras: Bektaşi kültürü ve felsefesinin yazılı kaynaklarından biri olarak değerlidir.
- Tarihsel Belge: Dönemin sosyal ve kültürel hayatına dair önemli ipuçları sunar.
- Etkisi: Kendisinden sonra gelen birçok şair ve düşünürü etkilemiştir.
Basım ve Yayın Tarihi:
Divan-ı Harâbi, şairin ölümünden sonra 1926 yılında İstanbul’da basılmıştır. Daha sonra çeşitli araştırmacılar tarafından yeni baskıları ve incelemeleri yapılmıştır.
Divan’dan Örnek Beyitler:
-
- “Harâbî’yim harâbâtî’yim rind ü kalender-meşrebim Koyup bir yana şöhreti gönül tahtına sultan olam”
- “Âşıkın gönlünde her dem aşk ile efgân olur Âteş-i aşk ile her dem sînesi biryân olur”
Bu örnekler, Harâbi’nin şiir dilini ve temalarını yansıtmaktadır. Divan-ı Harâbi, Edip Harâbi’nin düşünce dünyasını ve sanatını en iyi yansıtan eser olarak Türk edebiyatında önemli bir yere sahiptir.
Edebi ve Felsefi Görüşleri
- Bektaşilik: Harâbi, Bektaşi inancını şiirlerinde yoğun bir şekilde işlemiştir. Bektaşiliğin “dört kapı kırk makam” öğretisini sıkça vurgulamıştır.
- Vahdet-i Vücud: Tasavvuftaki “varlığın birliği” anlayışını benimsemiş ve şiirlerinde işlemiştir.
- Hümanizm: İnsan sevgisini ön plana çıkaran şiirleri vardır.
- Sosyal Eleştiri: Döneminin sosyal ve siyasi olaylarını eleştirel bir gözle değerlendirmiştir.
- Özgür Düşünce: Dogmatik düşüncelere karşı çıkmış, akıl ve mantığı ön plana çıkarmıştır.
Etkisi ve Önemi
- Bektaşi Edebiyatı: 19. yüzyıl Bektaşi edebiyatının en önemli temsilcilerinden biri olarak kabul edilir.
- Toplumsal Etki: Şiirleri ve düşünceleriyle döneminin aydınları üzerinde etkili olmuştur.
- Edebi Miras: Kendinden sonraki şairler ve düşünürler üzerinde etkili olmuştur.
- Kültürel Katkı: Bektaşi kültürünün yaşatılması ve aktarılmasında önemli rol oynamıştır.
Not:
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
1868
Dadaloğlu (1785-1868)
Dadaloğlu, 19. yüzyılda yaşamış ünlü bir Türk saz şairi ve halk ozanıdır.
Hayatı
- Asıl adı Veli’dir.
- Çukurova’da yaşayan Türkmen aşiretlerinin Avşar boyundandır.
- Babası Âşık Musa adında bir saz şairidir.
- Güney ve Orta Anadolu’nun birçok yerini dolaşmıştır.
- 1865’te Avşar aşireti ile birlikte Sivas ve çevresine yerleştirilmiştir.
- Ömrünün son dönemini Çukurova’da geçirdiği ve orada öldüğü rivayet edilir.
Edebi Kişiliği
- Şiir Tarzı:
- Koçaklamalarda epik söyleyiş
- Lirik ve duygusal içlenme
- Yalın halk Türkçesi kullanımı
- Hece vezni ve halk edebiyatı biçimleri
- Temaları:
- Göçebe yaşam
- Aşiret kavgaları
- Osmanlı’ya karşı ayaklanmalar
- Zorunlu iskân
- Yiğitlik ve soyluluk
- Aşk ve doğa
- Etkileri:
- Karacaoğlan ve Köroğlu’nun havasını yaşatması
- Çukurova âşık şiirinde gelenek oluşturması
- Özellikleri:
- Divan şiiri etkisinden uzak durması
- Sade Türkçe kullanımı
- Doğa benzetmeleri
- Atasözleri ve deyimlerden yararlanma
- Karşılıklı konuşma tekniği
Tarihsel Önemi
- Osmanlı Devleti’nin iskân politikasına karşı çıkması
- Konargöçer Türkmen aşiretlerinin geleneksel dünyasını yansıtması
- Aşiret yaşamının sözcüsü olması
Eserleri
- Yaklaşık 150 şiiri günümüze ulaşmıştır.
- Şiirlerinin çoğu sözlü gelenekten derlenmiştir.
- Bazı şiirleri diğer ozanların şiirleriyle karıştırılabilmektedir.
Hakkında Yapılan Çalışmalar
Dadaloğlu’nun şiirleri ve hayatı üzerine Cahit Öztelli, Taha Toros, Haşim Nezihi Okay, Ahmet Z. Özdemir ve Saim Sakaoğlu gibi araştırmacılar tarafından çalışmalar yapılmıştır.
Önemli Dizeleri
“Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir” “Kalktı göç eyledi Avşar elleri / Ağır ağır giden eller bizimdir.”
Kaynakça
Fuad Köprülü / Türk Saz Şairleri (1940),
Cahit Öztelli / Köroğlu ve Dadaloğlu, Hayatı-Sanatı-Şiirleri (1953),
Haşim Nezihi Okay / Dadaloğlu (1958),
Haşim Nezihi Okay / Köroğlu ve Dadaloğlu (1970),
Saim Sakaoğlu / Dadaloğlu Bibliyografyası (1988),
Ali Berat Alptekin / Dadaloğlu Bibliyografyası (1988),
Muzaffer Uyguner / Dadaloğlu (1990),
Nurettin Albayrak / Dadaloğlu (TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 8, s. 397-398, 1993),
İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, 2007) – Ünlü Sanatçılar (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 5, 2013) – Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013).
Not:
https://www.biyografya.com/biyografi/1111 adlı site bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
1834
Tarih:
Cami, 1826 yılında II. Mahmut’un emriyle inşâ edilmiştir.
Tarihsel Bağlam:
- 1826’da Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması (Vaka-i Hayriye)
- Bektaşi tarikatının yasaklanması
- II. Mahmut’un merkezileşme ve modernleşme politikaları
Caminin Yapılış Nedenleri:
- Bektaşi tarikatı üzerinde devlet kontrolünü artırmak
- Dergahı Sünni İslam anlayışına yakınlaştırmak
- Bektaşi tarikatının etkisini azaltmak ve dönüştürmek
Caminin Özellikleri:
- Dergah kompleksinin içine inşa edildi
- Mimari olarak dönemin özelliklerini yansıtıyordu
- “Pir Evi” olarak bilinen ana binanın yakınına konumlandırıldı
Tepkiler ve Etkiler:
- Bektaşi toplumu içinde ciddi rahatsızlık ve direnç oluştu
- Bazı Bektaşiler bunu kimliklerine ve inançlarına bir müdahale olarak gördü
- Dergahın işleyişinde ve ritüellerinde değişiklikler meydana geldi
Uzun Vadeli Sonuçları:
- Bektaşi tarikatının yapısında ve uygulamalarında değişimler yaşandı
- Devlet-tarikat ilişkilerinde yeni bir dönem başladı
- Alevi-Bektaşi toplumunun bir kısmı yeraltına çekildi veya gizlendi
Bu dönemde yaşanan olaylar, Alevi-Bektaşi toplumu üzerinde uzun vadeli etkilere sahip olmuş ve günümüze kadar uzanan tartışmaların temelini oluşturmuştur.
Not:
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
1826, 15-18 Haziran
Yeniçeri Ocağının kaldırılması ve beraberinde gerçekleşen Yeniçeri-Bektaşi kıyımı, Osmanlı İmparatorluğu’nun modernleşme sürecinde önemli bir dönüm noktasıdır. Bu olay, 15-18 Haziran 1826 tarihlerinde gerçekleşmiş ve “Vaka-i Hayriye” (Hayırlı Olay) olarak da anılmıştır.
- Tarihsel Arka Plan:
Yeniçeri Ocağı, 14. yüzyılda kurulan ve uzun süre Osmanlı İmparatorluğu’nun temel askeri gücünü oluşturan elit bir piyade birliğiydi. Ancak 17. ve 18. yüzyıllarda, bu kurum giderek yozlaşmış ve imparatorluğun askeri etkinliğini zayıflatan bir unsur haline gelmişti.
- Kaldırılma Nedenleri:
- Askeri yetersizlik: Yeniçeriler, modern savaş taktikleri ve teknolojilerine ayak uyduramıyordu.
- Siyasi müdahaleler: Yeniçeriler sık sık siyasete karışıyor, padişahları tahttan indiriyor veya çıkarıyordu.
- Ekonomik yük: Yeniçeri Ocağı, devlet hazinesi için büyük bir mali yük oluşturuyordu.
- Modernleşme engeli: Yeniçeriler, Batı tarzı reformlara karşı çıkıyordu.
- Kaldırılma Süreci:
Sultan II. Mahmud, 1826’da yeni bir ordu kurma planını açıkladı. Bu plan, “Eşkinci” adı verilen yeni bir ocağın kurulmasını öngörüyordu. Yeniçeriler buna şiddetle karşı çıktı ve isyan etti.
- Yeniçeri-Bektaşi Kıyımı:
İsyanın bastırılması sırasında binlerce Yeniçeri öldürüldü veya sürgün edildi. Yeniçerilerle yakın bağları olan Bektaşi tarikatı da bu süreçte hedef alındı. Birçok Bektaşi tekkesi kapatıldı, şeyhleri sürgün edildi veya idam edildi.
- Sonuçlar:
- Askeri: Yeniçeri Ocağı’nın yerine “Asakir-i Mansure-i Muhammediye” adında modern bir ordu kuruldu.
- Siyasi: Merkezi otoritenin gücü arttı.
- Dini: Bektaşi tarikatının etkisi azaldı, Sünni İslam devlet tarafından daha fazla desteklendi.
- Sosyal: Osmanlı toplumunda önemli bir sosyal ve kültürel değişim yaşandı.
- Tarihsel Önemi:
Bu olay, Osmanlı İmparatorluğu’nun modernleşme sürecinde kritik bir adım olarak kabul edilir. Ancak aynı zamanda, imparatorluğun geleneksel kurumlarının sona ermesi ve kültürel mirasının bir kısmının kaybedilmesi anlamına da geliyordu.
Not:
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
1679/89(?)
Karacaoğlan, 17. yüzyılda yaşamış önemli bir Türk halk şairi ve âşıktır. Yaşamı, kimliği ve eserleri hakkında çeşitli görüşler bulunmaktadır.
Yaşamı ve Kimliği
- Yaşadığı dönem: Genel kanıya göre 17. yüzyıl
- Doğum yeri: Kesin bilinmemekle birlikte, Çukurova bölgesi (özellikle Adana’nın Feke ilçesi) ağırlık kazanmaktadır
- Asıl adı: Mehmet, Hasan, Halil veya İsmail olduğu düşünülmektedir
- Ölüm tarihi ve yeri: Kesin bilinmemektedir
Karacaoğlan’ın kimliği ve yaşamı hakkında farklı rivayetler bulunmaktadır. Bazı araştırmacılar birden fazla Karacaoğlan’ın varlığından söz etmektedir.
Edebi Stili ve Temaları
- Aşk, doğa, ayrılık, gurbet, sıla özlemi ve ölüm temalarını işlemiştir
- Yalın ve temiz bir Türkçe kullanmıştır
- Hece vezninin 8’li ve 11’li kalıplarını kullanmıştır
- Doğa benzetmelerini sıkça kullanmıştır
- Şiirlerinde yer yer sanatlı söyleyişler görülür
Eserleri ve Etkisi
- 500’den fazla şiiri günümüze ulaşmıştır
- Şiirleri ilk kez Nüzhet Ergun tarafından derlenip yayınlanmıştır
- Cahit Öztelli’nin “Karacaoğlan-Bütün Şiirleri” adlı derlemesi önemli kaynaklardan biridir
- Birçok şiiri bestelenmiştir
- Türk âşık edebiyatına yeni bir söyleyiş biçimi getirmiştir
- Kendisinden sonra gelen birçok ozanı etkilemiştir
- Çağdaş Türk şiirinde de etkisi görülmektedir
Tarihsel Bağlam
Şiirlerinde 17. yüzyıla ait bazı tarihsel olaylara (örneğin, Abaza Hasan Paşa’nın öldürülmesi, Köprülü Fazıl Ahmed Paşa’nın Avusturya seferi) atıfta bulunduğu düşünülmektedir.
Kültürel Miras
- Hayatı ve şiirleri etrafında çeşitli hikâyeler ve efsaneler oluşmuştur
- Tiyatro oyunları, romanlar, sinema filmleri ve halk kitaplarına konu olmuştur
- Şiirleri çeşitli dillere çevrilmiştir
- Akademik çalışmalara konu olmuştur
- Türküleri geniş kitlelere ulaşmıştır
Diğer Karacaoğlanlar
Tarih boyunca farklı dönemlerde ve bölgelerde “Karacaoğlan” mahlasını kullanan başka âşıklar da olmuştur:
-
- yüzyıl Karacaoğlan’ı
- Yozgatlı Karacaoğlan
- Azerbaycanlı Karacaoğlan
- Türkmenistanlı Karacaoğlan
- Diğer çeşitli Karacaoğlanlar
Bu durum, Karacaoğlan’ın şiirlerinin ve kimliğinin kesin olarak belirlenmesini zorlaştırmaktadır.
Not:
https://www.turkedebiyati.org/karacaoglan/ adlı site bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
1660'lar(?)
Tarihsel Kişiliği
- Gerçek kimliği tartışmalıdır.
- Celali isyanlarıyla ilişkilendirilir.
- Evliya Çelebi, onu 17. yüzyılda Celali isyanlarıyla bağlantılı bir figür olarak anmıştır.
- Bazı kaynaklara göre Türkmen kökenlidir.
Destan Kahramanı Olarak Köroğlu
- Asıl adı Ruşen Ali’dir.
- Babasının gözleri bir ağa tarafından kör edilince “Köroğlu” adını alır.
- Zalim beylere karşı savaşır, yoksullara yardım eder.
- Çamlıbel’de bir tür adalet düzeni kurar.
Destanın Diğer Önemli Karakterleri
- Ayvaz (Köroğlu’nun can yoldaşı)
- Kiziroğlu Mustafa Bey
- Demircioğlu
- Benli Hanım
Köroğlu’nun Atı: Kırat
- Olağanüstü özelliklere sahip, efsanevi bir at
Köroğlu Hikayelerinin Özellikleri
- Destan Özellikleri
-
- Büyülü at motifi
- “Demir çıktı, mertlik bozuldu” teması
- Halk Hikayesi Özellikleri
-
- Anlatının şiirlerle süslenmesi
- Köroğlu mahlasının yaygın kullanımı
Sosyolojik Boyut
- Halk tarafından adalet ve eşitlik sembolü olarak görülmesi
- Feodal sisteme karşı mücadeleyi temsil etmesi
Coğrafi Yayılım
Köroğlu hikayeleri, Balkanlar’dan Doğu Türkistan’a, Güneybatı Anadolu’dan Sibirya’ya kadar geniş bir coğrafyada yayılmıştır.
Tartışmalar
- Köroğlu’nun etnik kökeni (Türk, Ermeni vb.)
- Hikayelerin destan mı yoksa halk hikayesi mi olduğu
Kaynakça
- Evliya Çelebi Seyahatnamesi
- Tebrizli Arakel’in Ermeni Tarihi
- Pertev Naili Boratav ve Ahmet Kutsi Tecer’in araştırmaları
Not:
https://www.makaleler.com/koroglu-kimdir-ve-koroglu-destani-ozellikleri-nelerdir adlı site bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
1600(-)/(-)25
1. Hayatı ve Dönemi:
– Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, 16. yüzyılın ilk yarısında doğduğu tahmin edilmektedir.
– Asıl adının Viran Ali veya Ali olduğu düşünülmektedir.
– Doğum yeri konusunda farklı rivayetler vardır. Eğriboz adasında doğduğu genel kabul görmektedir.
– Ölüm tarihi net olmamakla birlikte, 17. yüzyılın ilk çeyreğinde vefat ettiği sanılmaktadır.
2. Edebi Kişiliği:
– Alevi-Bektaşi edebiyatının önemli temsilcilerindendir.
– Hem hece hem de aruz vezniyle şiirler yazmıştır.
– Deyiş, nefes ve divanlar kaleme almıştır.
3. Eserleri:
– Divan-ı Virani
– Risale-i Virani (Fakrname)
– İlm-i Cavidan
4. Şiirlerinin Temaları:
– Tasavvuf ve vahdet-i vücud
– Hz. Ali ve Ehl-i Beyt sevgisi
– Alevi-Bektaşi inancının temel prensipleri
– Sosyal eleştiri
– İlahi aşk
5. Dini ve Felsefi Görüşleri:
– Batıni (ezoterik) bir İslam anlayışını benimsemiştir.
– Hurufilik akımından etkilenmiştir.
– İnsan-ı kâmil (mükemmel insan) kavramına önem vermiştir.
6. Etkisi ve Önemi:
– Alevi-Bektaşi edebiyatının gelişimine önemli katkılarda bulunmuştur.
– Kendisinden sonraki birçok ozanı etkilemiştir.
– Şiirleri ve düşünceleri günümüzde de Alevi-Bektaşi toplulukları arasında yaygın olarak bilinmektedir.
7. Dil ve Üslup Özellikleri:
– Sade ve anlaşılır bir Türkçe kullanmıştır.
– Alegorik anlatımı ustaca kullanmıştır.
– Tasavvufi terimleri şiirlerinde sıkça kullanmıştır.
8. Tarihsel Bağlam:
– Yaşadığı dönem, Osmanlı İmparatorluğu’nun yükseliş dönemine denk gelmektedir.
– Alevi-Bektaşi topluluklarının baskı altında olduğu bir dönemde yaşamıştır.
9. Edebi Etkileri:
– Yunus Emre, Nesimi ve Fazlullah Hurufi gibi önceki dönem şairlerinden etkilenmiştir.
– Hurufiliğin etkisiyle harflere ve sayılara mistik anlamlar yüklemiştir.
10. Sosyal Eleştiri:
– Dönemin sosyal adaletsizliklerini ve dini riyakârlığı eleştiren şiirler yazmıştır.
– Zahid-rind (sofu-derviş) karşıtlığını sıkça işlemiştir.
11. Menkıbeler ve Rivayetler:
– Hayatı etrafında çeşitli menkıbeler oluşmuştur.
– Kerametler gösterdiğine dair rivayetler vardır.
12. Akademik Çalışmalar:
– Şiirleri ve düşünceleri üzerine çeşitli akademik çalışmalar yapılmıştır.
– Alevi-Bektaşi edebiyatı araştırmalarında önemli bir inceleme konusudur.
13. Günümüzdeki Algılanışı:
– Alevi-Bektaşi toplulukları arasında saygın bir yere sahiptir.
– Şiirleri hala cem törenlerinde ve kültürel etkinliklerde okunmaktadır.
14. Tartışmalar:
– Bazı şiirlerin ona ait olup olmadığı konusunda tartışmalar vardır.
– Hayatının detayları konusunda net bilgiler bulunmamaktadır.
Virani, Alevi-Bektaşi edebiyatının ve düşünce dünyasının önemli temsilcilerinden biri olarak kabul edilmektedir. Onun şiirleri ve düşünceleri, Anadolu’daki heterodoks İslam anlayışının gelişiminde ve Alevi-Bektaşi kültürünün korunmasında önemli bir rol oynamıştır.
Not:
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
1590'lar(?)
1. Hayatı ve Dönemi:
– Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, 16. yüzyılın ilk yarısında doğduğu tahmin edilmektedir.
– Tokat’ın Almus ilçesine bağlı Görümlü köyünde doğduğu düşünülmektedir.
– Ölüm tarihi net değildir, ancak 16. yüzyılın sonlarına doğru vefat ettiği sanılmaktadır.
2. Edebi Kişiliği:
– Alevi-Bektaşi edebiyatının yedi büyük ozanından biri olarak kabul edilir.
– Hece vezniyle şiirler yazmıştır.
– Deyiş, nefes ve güzelleme türlerinde eserler vermiştir.
3. Şiirlerinin Temaları:
– Hz. Ali ve Ehl-i Beyt sevgisi
– Tasavvuf ve ilahi aşk
– Alevi-Bektaşi inancının temel prensipleri
– Doğa sevgisi
– Sosyal eleştiri
4. Dini ve Felsefi Görüşleri:
– Batıni (ezoterik) bir İslam anlayışını benimsemiştir.
– Vahdet-i vücud (varlığın birliği) düşüncesini şiirlerinde işlemiştir.
– On İki İmam inancını vurgulamıştır.
5. Etkisi ve Önemi:
– Alevi-Bektaşi edebiyatının gelişimine önemli katkılarda bulunmuştur.
– Şiirleri, Alevi-Bektaşi toplulukları arasında yaygın olarak bilinmekte ve okunmaktadır.
– Kendisinden sonraki birçok ozanı etkilemiştir.
6. Dil ve Üslup Özellikleri:
– Sade ve anlaşılır bir Türkçe kullanmıştır.
– Halk deyişlerini ve atasözlerini ustaca şiirlerine yerleştirmiştir.
– Doğa unsurlarını sıkça kullanmıştır.
7. Tarihsel Bağlam:
– Yaşadığı dönem, Osmanlı İmparatorluğu’nda Alevi-Bektaşi topluluklarının baskı altında olduğu bir dönemdir.
– Safevi-Osmanlı çatışmasının yoğun olduğu bir zamanda yaşamıştır.
8. Edebi Etkileri:
– Yunus Emre, Pir Sultan Abdal gibi önceki dönem ozanlarından etkilenmiştir.
– Şah Hatayi’nin etkisi şiirlerinde görülmektedir.
9. Sosyal Eleştiri:
– Dönemin sosyal adaletsizliklerini ve dini baskıları eleştiren şiirler yazmıştır.
– Yöneticilere ve din adamlarına yönelik eleştirel bir tutum sergilemiştir.
10. Menkıbeler ve Rivayetler:
– Hayatı etrafında çeşitli menkıbeler oluşmuştur.
– Kerametler gösterdiğine dair rivayetler vardır.
11. Akademik Çalışmalar:
– Şiirleri ve düşünceleri üzerine çeşitli akademik çalışmalar yapılmıştır.
– Alevi-Bektaşi edebiyatı araştırmalarında önemli bir inceleme konusudur.
12. Günümüzdeki Algılanışı:
– Alevi-Bektaşi toplulukları arasında saygın bir yere sahiptir.
– Şiirleri hala cem törenlerinde ve kültürel etkinliklerde okunmaktadır.
– Türk halk müziğinde birçok bestesi bulunmaktadır.
13. Tartışmalar:
– Bazı şiirlerin ona ait olup olmadığı konusunda tartışmalar vardır.
– Hayatının detayları konusunda net bilgiler bulunmamaktadır.
14. Kültürel Miras:
– Adına festivaller ve kültür etkinlikleri düzenlenmektedir.
– Şiirleri, Alevi-Bektaşi kültürünün korunmasında önemli bir rol oynamaktadır.
Kul Himmet, Alevi-Bektaşi edebiyatının ve düşünce dünyasının önemli temsilcilerinden biri olarak kabul edilmektedir. Şiirleri, Anadolu’daki heterodoks İslam anlayışının ve halk kültürünün önemli bir parçası haline gelmiştir. Sade dili, derin felsefi içeriği ve sosyal eleştirileriyle Türk halk edebiyatında önemli bir yere sahiptir.
Not:
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
- Hayatı ve Dönemi:
- Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, 16. yüzyılın başlarında doğduğu tahmin edilmektedir.
- Asıl adının Derviş Muhammed olduğu düşünülmektedir.
- Doğum yeri konusunda net bilgi yoktur (kimi kaynaklar Eġribozlu olduğunu öne sürer), ancak Anadolu’da yaşadığı bilinmektedir.
- Ölüm tarihi net değildir, 16. yüzyılın sonlarına doğru vefat ettiği sanılmaktadır.
- Edebi Kişiliği:
- Alevi-Bektaşi edebiyatının önemli temsilcilerindendir.
- Hem hece hem de aruz vezniyle şiirler yazmıştır.
- Divan edebiyatı geleneğine de hâkimdir.
- Eserleri:
- Faziletname: En önemli eseridir. Hz. Ali’nin faziletlerini anlatan bir mesnevidir.
- Çeşitli nefesler ve deyişler
- Şiirlerinin Temaları:
- Hz. Ali ve Ehl-i Beyt sevgisi
- Tasavvuf ve vahdet-i vücud
- Alevi-Bektaşi inancının temel prensipleri
- İlahi aşk
- Dini ve ahlaki öğütler
- Dini ve Felsefi Görüşleri:
- Batıni (ezoterik) bir İslam anlayışını benimsemiştir.
- Hz. Ali’ye derin bir bağlılık göstermiştir.
- Vahdet-i vücud düşüncesini savunmuştur.
- Etkisi ve Önemi:
- Alevi-Bektaşi edebiyatının gelişimine önemli katkılarda bulunmuştur.
- “Faziletname” adlı eseri, Alevi-Bektaşi inancında önemli bir kaynak olarak kabul edilir.
- Hz. Ali’nin faziletlerini anlatan en kapsamlı Türkçe eserlerden birini yazmıştır.
- Dil ve Üslup Özellikleri:
- Arapça ve Farsça kelimeleri de kullanmakla birlikte, genellikle anlaşılır bir Türkçe kullanmıştır.
- Alegorik anlatımı ve tasavvufi sembolleri ustaca kullanmıştır.
- Tarihsel Bağlam:
- Yaşadığı dönem, Osmanlı İmparatorluğu’nda Alevi-Bektaşi topluluklarının baskı altında olduğu bir dönemdir.
- Safevi-Osmanlı çatışmasının yoğun olduğu bir zamanda yaşamıştır.
- Edebi Etkileri:
- Klasik Türk edebiyatı ve halk edebiyatı geleneklerini birleştirmiştir.
- Şah Hatayi ve diğer Alevi-Bektaşi ozanlarından etkilenmiştir.
- Akademik Çalışmalar:
- “Faziletname” üzerine çeşitli akademik çalışmalar yapılmıştır.
- Alevi-Bektaşi edebiyatı araştırmalarında önemli bir inceleme konusudur.
- Günümüzdeki Algılanışı:
- Alevi-Bektaşi toplulukları arasında saygın bir yere sahiptir.
- Eserleri, Alevi-Bektaşi inancının anlaşılması için önemli kaynaklar olarak görülmektedir.
- Tartışmalar:
- Hayatı hakkında kesin bilgilerin azlığı nedeniyle bazı tartışmalar mevcuttur.
- Bazı şiirlerin ona ait olup olmadığı konusunda tartışmalar vardır.
- Kültürel Miras:
- “Faziletname” adlı eseri, Alevi-Bektaşi kültürünün korunmasında önemli bir rol oynamaktadır.
- Şiirleri ve düşünceleri, Alevi-Bektaşi geleneğinin aktarılmasında etkili olmaktadır.
Yemini, Alevi-Bektaşi edebiyatının ve düşünce dünyasının önemli temsilcilerinden biri olarak kabul edilmektedir. Özellikle “Faziletname” adlı eseriyle tanınmış, Hz. Ali sevgisini ve Alevi-Bektaşi inancının temel prensiplerini edebi bir dille ifade etmiştir. Onun eserleri, Anadolu’daki heterodoks İslam anlayışının ve Türk tasavvuf edebiyatının önemli kaynaklarından biri olarak değerlendirilmektedir.
Not:
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
1588-90
- Hayatı ve Dönemi:
- Doğum ve ölüm tarihleri kesin olarak bilinmemektedir. Hakkında muhtelif iddialar dolaşmaktadır.
- Sivas’ın Yıldızeli ilçesine bağlı Banaz köyünde doğmuştur.
- Asıl adının Haydar olduğu düşünülmektedir.
- 16. yüzyılın ikinci yarısında (muhtemelen 1588-90”lı yıllarda) idâm edilmiştir.
- Edebi Kişiliği:
- Alevi-Bektaşi edebiyatının en önemli temsilcilerinden biridir.
- “Yedi Ulu Ozan”dan biri olarak kabul edilir.
- Hece ve aruz vezniyle şiirler yazmıştır.
- Sade ve anlaşılır bir Türkçe kullanmıştır.
- Şiirleri ve Temaları:
- Aşk, tasavvuf, sosyal adalet, isyan ve doğa temaları ağırlıktadır.
- Hz. Ali ve Ehl-i Beyt sevgisi şiirlerinde önemli yer tutar.
- Toplumsal eleştiri ve haksızlıklara başkaldırı şiirlerinin ana konularındandır.
- Nefes, deyiş, güzelleme, koşma gibi halk edebiyatı türlerinde eserler vermiştir.
- Dini ve Felsefi Görüşleri:
- Alevi-Bektaşi inancının temel prensiplerini şiirlerinde işlemiştir.
- Vahdet-i vücud (varlığın birliği) anlayışını benimsemiştir.
- Batıni (ezoterik) bir İslam yorumunu savunmuştur.
- Siyasi Duruşu ve İsyanı:
- Osmanlı yönetimine karşı çıkmış ve Safevi Devleti’ni desteklemiştir.
- Şah İsmail ve Şah Tahmasb’a bağlılığını şiirlerinde dile getirmiştir.
- Sivas valisi Hızır Paşa’ya karşı bir isyan başlatmıştır.
- İdamı ve Efsaneleşmesi:
- İsyanı bastırıldıktan sonra Sivas’ta idam edilmiştir.
- İdamı, Alevi-Bektaşi geleneğinde bir zulüm ve şehitlik sembolü haline gelmiştir.
- Ölümü etrafında birçok efsane ve rivayet oluşmuştur.
- Etkisi ve Mirası:
- Kendisinden sonraki birçok halk ozanını etkilemiştir.
- Şiirleri günümüzde de okunmakta ve bestelenmeye devam etmektedir.
- Toplumsal muhalefet ve direniş sembolü olarak anılmaktadır.
- Eserleri:
- Kesin olarak ona ait olduğu bilinen bir divanı yoktur.
- Şiirleri sözlü gelenekle aktarılmış ve sonradan derlenmiştir.
- Ona atfedilen 400’den fazla şiir bulunmaktadır.
- Edebi Özellikleri:
- Doğa unsurlarını sıkça kullanmıştır (turna, bülbül, gül vb.).
- Halk deyişlerini ve atasözlerini ustaca şiirlerine yerleştirmiştir.
- Alegorik anlatımı etkili bir şekilde kullanmıştır.
- Tarihsel Bağlam:
- Yaşadığı dönem, Osmanlı-Safevi çatışmasının yoğun olduğu bir dönemdir.
- Anadolu’da Alevi-Kızılbaş isyanlarının yaygın olduğu bir zamanda yaşamıştır.
- Kültürel Etkisi:
- Adına festivaller ve kültür etkinlikleri düzenlenmektedir.
- Türkiye’de birçok cadde, park ve kültür merkezi onun adını taşımaktadır.
- Hayatı ve şiirleri üzerine çok sayıda akademik çalışma yapılmıştır.
- Tartışmalar:
- Bazı araştırmacılar, aynı mahlası kullanan birden fazla Pir Sultan olabileceğini öne sürmüştür.
- Ona atfedilen bazı şiirlerin otantikliği tartışma konusudur.
- Günümüzdeki Algılanışı:
- Sol ve Alevi hareketleri tarafından bir direniş sembolü olarak görülmektedir.
- Türk halk müziğinde önemli bir kaynak olarak kabul edilmektedir.
- Edebiyat ve sosyal bilimler alanında hâlâ araştırma konusu olmaya devam etmektedir.
Pir Sultan Abdal, Türk halk edebiyatının ve Alevi-Bektaşi geleneğinin en önemli temsilcilerinden biri olarak kabul edilmektedir. Şiirleri ve hayat hikayesi, Türk kültür ve edebiyat tarihinde derin izler bırakmıştır.
Not:
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
1582
Hubyar Sultan, Alevi-Bektaşi geleneğinde önemli bir yere sahip olan bir Ocak kurucusu ve dini liderdir. Halk arasında Hubyar, Hubyar Sultan, Hubyar Devletlu, Hızır Hubyar, Hubyar Baba ve Hubyar Derviş gibi çeşitli isimlerle anılmaktadır.
İsmi ve Kökeni
– “Hubyar” ismi “sevgili yar” veya “güzel yar” anlamına gelmektedir.
– Rivayetlere göre, bu ismi kendisine Hacı Bektaş Veli vermiştir.
– Horasan Pirlerinden biri olarak kabul edilir ve Hacı Bektaş Veli ile birlikte Anadolu’ya geldiği söylenir.
Hayatı ve Faaliyetleri
– Tokat bölgesinde göçer olarak yaşadığı ve uzun süre Tokat Erkilet’te konakladığı anlatılır.
– Daha sonra Tozanlı vadisinde bulunan Değeryer Köyü’ne yerleştiği bilinmektedir.
– Tekeli Dağı eteklerinde, bugünkü Hubyar Köyü’nde dergâhını kurmuştur.
– Kızılbaş Beydili Sıraç Türkmenlerinin ve bölgedeki Alevi toplumunun inançsal hizmetlerini yürütmüştür.
Tarihsel Olaylar ve Etkisi
– 1527 yılında Tokat bölgesinde Osmanlı Devleti’ne karşı gerçekleşen Celali İsyanlarından Baba Zünnun ve Zünnünoğlu Halil ayaklanmasına katıldığı belirtilmektedir.
– Amasya Tarihi’nde, bu isyanın esas düzenleyicisi ve yöneticisi olarak anılmaktadır.
– Kanuni Sultan Süleyman döneminde, Hubyar Sultan’ın kurduğu Hubyar Dergâhı tanınmış ve adına bir vakıf kurulmuştur.
Ocağı ve Mirası
– Hubyar Sultan’ın soyu oğlu Mustafa ve Mustafa’nın üç evladı olan Kenan Şeyh, Saçlı Ali Dede ve Hüseyin Abdal Dede’den çoğalmıştır.
– Hubyar Ocağı mensupları, Erzurum, Sivas, Tokat, Amasya, Çorum, Yozgat, Samsun, Manisa ve Aydın bölgelerinde yoğunlaşan taliplerinin inançsal hizmetlerini yürütmeye devam etmektedir.
– Sovyet Devrimi öncesinde Rusya’nın Kazan şehrinde de Hubyar talipleri olduğu bilinmektedir.
Türbesi ve Günümüzdeki Önemi
– Hubyar Sultan’ın türbesi, Hubyar Ocağı’nın merkezi olan Tokat-Almus Hubyar köyündedir.
– Günümüzde, Hubyar Ocağı mensupları dünyanın dört bir yanına dağılmış olsa da, hala Hubyar Sultan’a niyazlarını sunmak için türbesini ziyaret etmektedirler.
Tarihsel Karışıklık
Hubyar Sultan ile ilgili tarihsel kayıtlarda bazı karışıklıklar mevcuttur:
– 1490-1582 yılları arasında yaşayan ve türbesi Tokat Almus Hubyar Köyü’nde bulunan başka bir Hubyar ile söylencelerde birleştirilmiştir.
– Alevilikteki “don değiştirme” inancına uygun olarak, II. Hubyar olarak bilinen Hubyar Derviş ile atası Hubyar’ın aynı kişi olduğuna, onun bedeninde yeniden vücut bulduğuna inanılmıştır.
Not:
Ali Kenanoğlu’nun “https://hubyarvakfi.org.tr/haber/hubyar-sultan-kimdir” adlı sitedeki yazısından derlenmiştir.
1556
1. Hayatı:
– Asıl adı Mehmed bin Süleyman’dır.
– 1483 civarında Irak’ın Kerbela şehrinde doğduğu tahmin edilmektedir.
– 1556 yılında Kerbela’da vefat etmiştir.
– Yaşamının büyük bölümünü Bağdat ve çevresinde geçirmiştir.
2. Edebi Kişiliği:
– Türkçe, Arapça ve Farsça dillerinde eserler vermiştir.
– Divan edebiyatının en önemli temsilcilerinden biri kabul edilir.
– Lirik şiirin ustası olarak bilinir.
– Aşk, tasavvuf ve felsefi konuları işlemiştir.
3. Eserleri:
– Türkçe Divan
– Farsça Divan
– Arapça Divan
– Leyla ve Mecnun (mesnevi)
– Beng ü Bade (alegorik mesnevi)
– Hadîkatü’s-Süedâ (mensur eser)
– Rind ü Zahid (alegorik mesnevi)
– Sıhhat ü Maraz (alegorik mesnevi)
– Şikayetname (mensur eser)
4. Edebi Özellikleri:
– Samimi ve içten bir üslup kullanmıştır.
– Aşk temasını hem beşeri hem de ilahi boyutlarıyla işlemiştir.
– Derin felsefi ve tasavvufi düşünceleri şiirlerine yansıtmıştır.
– Söz sanatlarını ustaca kullanmıştır.
5. Etkisi ve Önemi:
– Türk, Fars ve Arap edebiyatlarında derin izler bırakmıştır.
– Azerbaycan Türk edebiyatının en önemli temsilcisi kabul edilir.
– Kendisinden sonraki birçok şairi etkilemiştir.
– “Su Kasidesi” gibi eserleri Türk edebiyatının klasikleri arasındadır.
6. Dil ve Üslup Özellikleri:
– Türkçe’yi son derece etkili ve zarif bir şekilde kullanmıştır.
– Arapça ve Farsça kelimeleri de ustalıkla şiirlerine yerleştirmiştir.
– Açık, anlaşılır ve akıcı bir dil kullanmıştır.
7. Felsefi ve Tasavvufi Yönü:
– Vahdet-i vücud (varlığın birliği) düşüncesini şiirlerinde işlemiştir.
– İnsan-ı kâmil (mükemmel insan) kavramını vurgulamıştır.
– Aşkı, ilahi hakikate ulaşmanın bir yolu olarak görmüştür.
8. Tarihsel Bağlam:
– Osmanlı, Safevi ve Babür İmparatorlukları döneminde yaşamıştır.
– Döneminin siyasi ve kültürel olaylarını eserlerine yansıtmıştır.
9. Eleştirel Yaklaşımı:
– Şikayetname adlı eserinde dönemin yöneticilerini ve toplumsal aksaklıkları eleştirmiştir.
– Riyakârlık ve ikiyüzlülüğe karşı sert bir tutum sergilemiştir.
10. Günümüzdeki Etkisi:
– Eserleri hala okunmakta ve incelenmektedir.
– Türk ve dünya edebiyatında klasik bir şair olarak kabul edilmektedir.
– Birçok araştırmaya ve akademik çalışmaya konu olmaktadır.
Fuzûlî, sadece yaşadığı dönemin değil, tüm Türk edebiyatı tarihinin en önemli şairlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Onun eserleri, dil, üslup ve içerik bakımından Türk şiirinin zirvelerinden biri olarak görülmektedir.
Not:
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
1527
Kalender Çelebi İsyanı (1527-1528)
Kalender Çelebi:
– Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir.
– Baba Zünnun’un oğlu olduğu ve Hacı Bektaş-ı Veli soyundan geldiği iddia edilir.
– Alevi-Bektaşi geleneğine mensup bir dini liderdir.
İsyanın Arka Planı:
1. Sosyo-ekonomik Nedenler:
– Yavuz Sultan Selim dönemindeki Şii karşıtı politikalar
– Artan vergi yükü ve ekonomik sıkıntılar
– Tımar sistemindeki bozulmalar
2. Dini ve Kültürel Faktörler:
– Alevi-Bektaşi topluluklarına yönelik baskılar
– Heterodoks grupların merkezi otoriteye karşı tepkisi
İsyanın Başlangıcı ve Gelişimi:
– 1527 yılında Kalender Çelebi, Maraş ve Elbistan bölgesinde isyanı başlattı.
– Kısa sürede Bozok, Kırşehir, Ankara ve Çorum’a kadar yayıldı.
– İsyancılar arasında Türkmenler, işsiz sipahiler ve medrese öğrencileri vardı.
– Kalender Çelebi, kendisini “Mehdi” ilan etti ve geniş bir destekçi kitlesi topladı.
İsyanın Genişlemesi:
– İsyancılar birçok şehri ele geçirdi ve yağmaladı.
– Osmanlı ordusuna karşı bazı başarılar elde ettiler.
– İsyan, Anadolu’nun önemli bir kısmını etkisi altına aldı.
Osmanlı Devleti’nin Tepkisi:
– Sadrazam İbrahim Paşa, isyanı bastırmakla görevlendirildi.
– Büyük bir ordu hazırlanarak isyancıların üzerine gönderildi.
İsyanın Bastırılması:
– 1528 yılında Osmanlı ordusu ile isyancılar arasında büyük bir çatışma yaşandı.
– Kalender Çelebi’nin kuvvetleri yenilgiye uğratıldı.
– Kalender Çelebi savaş meydanında öldürüldü.
İsyanın Sonuçları:
1. Siyasi Sonuçlar:
– Merkezi otorite Anadolu’da güçlendirildi.
– Alevi-Bektaşi topluluklarına yönelik denetimler arttı.
2. Ekonomik Sonuçlar:
– İsyanın etkilediği bölgelerde ekonomik kayıplar yaşandı.
– Vergi sisteminde bazı düzenlemeler yapıldı.
3. Sosyal Sonuçlar:
– Heterodoks grupların devlete olan güvensizliği arttı.
– Göçler ve nüfus hareketleri yaşandı.
Tarihsel Önemi:
– Kalender Çelebi İsyanı, Osmanlı İmparatorluğu’nun 16. yüzyılda karşılaştığı en büyük iç tehditlerden biri olarak kabul edilir.
– Bu isyan, daha sonraki Celali İsyanlarının öncüsü olarak görülür.
– Alevi-Bektaşi toplulukları ile merkezi otorite arasındaki ilişkilerin şekillenmesinde önemli bir dönüm noktasıdır.
Kaynaklar ve Tartışmalar:
– İsyan hakkındaki bilgiler çoğunlukla Osmanlı kroniklerine dayanmaktadır.
– Modern tarihçiler, isyanın nedenleri ve etkileri konusunda farklı yorumlar getirmektedir.
– Bazı araştırmacılar, isyanı salt dini bir hareket olarak görürken, diğerleri sosyo-ekonomik faktörlere daha fazla vurgu yapmaktadır.
Kalender Çelebi İsyanı, Osmanlı İmparatorluğu’nun iç dinamiklerini anlamak açısından önemli bir olaydır. Bu isyan, devletin merkezileşme çabalarına karşı periferideki grupların tepkisini ve dönemin sosyal, ekonomik ve dini gerilimlerini yansıtması açısından tarihsel önem taşımaktadır.
Not:
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
1524, 23 Mayıs
Şah İsmail (1487-1524)
Doğumu ve Ailesi:
– 17 Temmuz 1487’de Erdebil’de doğdu.
– Babası Şeyh Haydar, annesi Alemşah Begüm’dür.
– Safevî tarikatının lideri olan bir aileye mensuptur.
Erken Yaşam ve Yükselişi:
– Babasının 1488’de öldürülmesinden sonra ailesiyle birlikte sürgüne gönderildi.
– 1499’da, henüz 12 yaşındayken Safevî hareketinin başına geçti.
– Kızılbaş Türkmen boylarının desteğiyle güç kazandı.
Safevî Devleti’nin Kuruluşu:
– 1501’de Tebriz’i ele geçirerek Safevî Devleti’ni kurdu ve şah unvanını aldı.
– On İki İmam Şiiliğini resmi devlet mezhebi ilan etti.
– Kısa sürede İran, Irak ve Doğu Anadolu’nun büyük bir kısmını kontrolü altına aldı.
Siyasi ve Askeri Faaliyetleri:
– 1510’da Özbekleri yenerek Horasan’ı ele geçirdi.
– 1514’te Osmanlı Sultanı I. Selim’e karşı Çaldıran Savaşı’nda yenildi.
– Bu yenilgi sonrası Doğu Anadolu’daki hâkimiyetini kaybetti.
Dini ve Kültürel Politikaları:
– Şiiliği yaymak için sert politikalar izledi, Sünni ulemayı tasfiye etti.
– Türkçe’yi resmi dil ve edebiyat dili olarak kullandı.
– “Hatâyî” mahlasıyla şiirler yazdı, divan edebiyatına katkıda bulundu.
Edebi Kişiliği:
– Türkçe ve Farsça şiirler yazdı.
– Şiirleri genellikle tasavvufi ve didaktik içeriklidir.
– Alevi-Bektaşi geleneğinde “Yedi Ulu Ozan”dan biri olarak kabul edilir.
İdari Yapı ve Reformlar:
– Merkezi bir devlet yapısı kurdu.
– Kızılbaş Türkmen boylarına dayanan bir askeri sistem oluşturdu.
– Toprak sisteminde ve vergilendirmede reformlar yaptı.
Dış İlişkiler:
– Osmanlı İmparatorluğu ile rekabet halindeydi.
– Avrupa devletleriyle, özellikle Venedik ile ittifak arayışına girdi.
– Portekiz ile ticari ilişkiler geliştirdi.
Ölümü ve Mirası:
– 23 Mayıs 1524’te Erdebil’de vefat etti.
– Oğlu Tahmasb tahta geçti.
– Kurduğu Safevî Devleti, 1736 yılına kadar varlığını sürdürdü.
Tarihsel Önemi:
– İran’da Şii bir devlet kurarak bölgenin dini ve siyasi yapısını değiştirdi.
– Türk-İran kültür sentezinin oluşmasına katkıda bulundu.
– Orta Doğu’nun siyasi haritasını şekillendiren önemli bir figür oldu.
Şah İsmail, sadece bir devlet kurucusu değil, aynı zamanda bir şair, dini lider ve reformcu olarak da tarihte önemli bir yer edinmiştir. Onun dönemi, Orta Doğu’nun siyasi ve dini yapısının şekillenmesinde kritik bir rol oynamıştır.
Not:
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
1516
1. Hayatı ve Dönemi:
– Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte 15. yüzyılın ikinci yarısında doğduğu tahmin edilmektedir.
– II. Bayezid (1481-1512) ve Yavuz Sultan Selim (1512-1520) dönemlerinde yaşamıştır.
– 1516 yılında vefat ettiği düşünülmektedir.
2. Asıl Adı ve Unvanı:
– Asıl adının Hızır Balı olduğu rivayet edilir.
– “Balım Sultan” veya “Pir-i Sani” (İkinci Pir) olarak anılır.
3. Bektaşilik’teki Rolü:
– Hacı Bektaş Veli’den sonra Bektaşilik tarikatının en önemli figürü kabul edilir.
– Bektaşilik’i yeniden yapılandırmış ve sistemleştirmiştir.
– Bektaşi erkânını (ritüellerini) düzenlemiş ve yazılı hale getirmiştir.
4. Reformları ve Katkıları:
– Bektaşi tekkelerini merkezi bir yapıya kavuşturmuştur.
– Mücerredlik (bekârlık) kurumunu Bektaşilik’e getirmiştir.
– On İki İmam kültünü Bektaşilik’e entegre etmiştir.
– Bektaşi nefeslerinin (şiirlerinin) gelişimine katkıda bulunmuştur.
5. Hacı Bektaş Dergâhı’ndaki Konumu:
– II. Bayezid tarafından Hacı Bektaş Dergâhı’na postnişin (dergâh lideri) olarak atanmıştır.
– Dergâhın fiziki yapısını genişletmiş ve yenilemiştir.
6. Edebi Kişiliği:
– “Balım” mahlasıyla şiirler yazmıştır.
– Şiirleri genellikle tasavvufi ve didaktik içeriklidir.
– Bazı nefesleri Bektaşi ayinlerinde hâlâ okunmaktadır.
7. Tarihi Önemi:
– Bektaşilik’i sistemli bir tarikat haline getirmiştir.
– Anadolu’daki heterodoks İslam anlayışının kurumsallaşmasında önemli rol oynamıştır.
– Osmanlı Devleti ile Bektaşilik arasındaki ilişkilerin güçlenmesine katkıda bulunmuştur.
8. Menkıbeler ve Rivayetler:
– Hayatı etrafında birçok menkıbe oluşmuştur.
– Keramet sahibi olduğuna inanılır.
– Hacı Bektaş Veli’nin manevi oğlu olduğu rivayet edilir.
9. Mirası:
– Bektaşilik’te “Balım Sultan Erkânı” olarak bilinen ritüeller hâlâ uygulanmaktadır.
– Türbesi Hacı Bektaş ilçesindeki Hacı Bektaş Veli Dergâhı’nda bulunmaktadır ve ziyaret yeridir.
10. Tartışmalar:
– Bazı araştırmacılar, Balım Sultan’ın reformlarının Bektaşilik’i Sünni İslam’a yaklaştırdığını iddia ederken, diğerleri bu reformların tarikatın özgün yapısını koruduğunu savunur.
Balım Sultan, Bektaşilik tarihinde kritik bir figür olarak kabul edilir ve onun döneminde getirilen yenilikler, tarikatın sonraki yüzyıllardaki gelişimini derinden etkilemiştir.
Not:
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
1514, 23 Ağustos
1. Savaşın Nedenleri:
– Osmanlı-Safevi rekabeti ve bölgesel hâkimiyet mücadelesi
– Mezhepsel farklılıklar (Sünni Osmanlılar ve Şii Safeviler)
– Doğu Anadolu’daki Türkmen boyları üzerinde nüfuz mücadelesi
2. Taraflar:
– Osmanlı İmparatorluğu: Yavuz Sultan Selim komutasında
– Safevi Devleti: Şah İsmail liderliğinde
3. Ordular:
– Osmanlı ordusu: Yaklaşık 100.000-120.000 asker, ateşli silahlar ve toplarla donanmış
– Safevi ordusu: 40.000-80.000 civarında asker, çoğunlukla süvarilerden oluşan
4. Savaşın Gelişimi:
– Osmanlı ordusu, uzun bir yürüyüşün ardından Çaldıran Ovası’na ulaştı
– Safevi ordusu, geleneksel süvari taktiklerine güvenerek savaşa girdi
– Osmanlılar, ateşli silahları ve topları etkin bir şekilde kullandı
– Safevi süvarileri, Osmanlı piyadeleri ve topçularının ateşi karşısında ağır kayıplar verdi
5. Safevi Ordusunun Yenilme Nedenleri:
– Teknolojik gerilik: Ateşli silahların ve topların eksikliği
– Sayısal dezavantaj: Osmanlı ordusuna göre daha az asker
– Taktiksel hatalar: Geleneksel süvari saldırısına aşırı güven
– Lojistik sorunlar: Uzun süreli bir savaşa hazırlıksız olma
– Osmanlı ordusunun disiplini ve organizasyonu
6. Savaşın Sonuçları:
– Şah İsmail savaş alanından kaçtı ve bir daha savaşa katılmadı
– Osmanlılar, Doğu Anadolu ve Kuzey Irak’ı ele geçirdi
– Tebriz kısa süreliğine Osmanlı kontrolüne girdi
– Safevi Devleti’nin batıya doğru genişlemesi durduruldu
– Osmanlı İmparatorluğu’nun doğudaki en güçlü rakibi etkisiz hale getirildi
7. Uzun Vadeli Etkiler:
– Osmanlı-Safevi sınırı büyük ölçüde belirlendi
– Safevi Devleti’nin prestiji ciddi şekilde sarsıldı
– Osmanlılar, İslam dünyasının liderliğini üstlendi
– Şah İsmail’in “yenilmez” imajı sona erdi
– Anadolu’daki Kızılbaş Türkmenler üzerindeki Safevi etkisi azaldı
8. Tarihsel Önem:
– Çaldıran Savaşı, ateşli silahların üstünlüğünü gösteren önemli bir dönüm noktasıdır
– Ortadoğu’nun siyasi haritasını şekillendirmiştir
– Osmanlı İmparatorluğu’nun doğuya doğru genişlemesinin önünü açmıştır
Bu savaş, sadece askeri bir çatışma değil, aynı zamanda iki farklı devlet yapısı, askeri organizasyon ve teknoloji arasındaki mücadelenin de bir göstergesidir. Safevi ordusunun yenilgisi, geleneksel savaş taktiklerinin modern silahlar karşısındaki yetersizliğini de açıkça ortaya koymuştur.
Not:
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
1511
1. Tarih ve Coğrafya:
– 1511 yılında gerçekleşti.
– Antalya’nın Korkuteli ilçesinde başlayıp Kütahya’ya kadar yayıldı.
2. Lider:
– Ayaklanmanın lideri Şahkulu Baba Tekeli’dir.
– Şahkulu, Safevi Şahı İsmail’in müridi olarak biliniyordu.
3. Nedenler:
– Osmanlı tahtı için yaşanan kardeş kavgaları ve merkezi otoritenin zayıflaması.
– Anadolu’daki Kızılbaş Türkmenlerin Safevi yanlısı tutumu.
– Ekonomik sıkıntılar ve vergi yükü.
– Şii inancının Anadolu’da yayılması ve Sünni-Şii gerilimi.
4. Ayaklanmanın Gelişimi:
– İsyan hızla yayıldı ve binlerce kişi Şahkulu’nun ordusuna katıldı.
– Osmanlı kuvvetleri başlangıçta isyanı bastırmakta zorlandı.
– Şahkulu, Antalya’dan Kütahya’ya kadar ilerleyerek birçok şehri ele geçirdi.
5. Osmanlı’nın Tepkisi:
– Şehzade Korkut ve ardından Şehzade Ahmet isyanı bastırmakla görevlendirildi.
– Vezir-i Azam Hadım Ali Paşa büyük bir orduyla isyancıların üzerine gönderildi.
6. Sonuç:
– 2 Temmuz 1511’de Sivas yakınlarında yapılan savaşta Şahkulu öldürüldü.
– Hadım Ali Paşa da bu savaşta hayatını kaybetti.
– İsyancıların bir kısmı Safevi topraklarına kaçtı.
7. Etkileri:
– Osmanlı Devleti’nin Anadolu’daki otoritesini sarstı.
– Yavuz Sultan Selim’in tahta çıkmasında etkili oldu.
– Osmanlı-Safevi çatışmasını derinleştirdi.
– Anadolu’daki Kızılbaş Türkmenlere karşı daha sert politikaların izlenmesine yol açtı.
8. Tarihsel Önem:
– Bu ayaklanma, Osmanlı İmparatorluğu’nun iç istikrarını tehdit eden ilk büyük Kızılbaş isyanı olarak kabul edilir.
– Osmanlı’nın doğu politikasının şekillenmesinde önemli bir rol oynadı.
– Anadolu’daki mezhep gerilimlerinin açığa çıkmasına neden oldu.
9. Tartışmalar:
– Bazı tarihçiler bu ayaklanmayı sadece dini-mezhepsel bir hareket olarak görürken, diğerleri ekonomik ve sosyal faktörlerin de etkili olduğunu savunur.
– Ayaklanmanın boyutu ve katılımcı sayısı hakkında farklı görüşler mevcuttur.
Bu ayaklanma, Osmanlı İmparatorluğu’nun iç dinamiklerini ve Safevi Devleti ile olan ilişkilerini anlamak açısından önemli bir tarihsel olaydır. Aynı zamanda Anadolu’daki dini-sosyal yapının karmaşıklığını da gözler önüne sermektedir.
Not:
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
1444
Hayatı ve Kökeni
Kaygusuz Abdal, XIV. yüzyılın ikinci yarısında doğmuştur. Hayatına dair kaynaklarda detaylı bilgi bulunmamaktadır. Hakkında bilinenler, ölümünden yaklaşık bir buçuk asır sonra kaleme alınan anonim menâkıbnâmesi ve eserlerindeki ipuçlarından hareketle yapılan yorumlara dayanmaktadır. Menâkıbnâmeye göre Alâiye (Alanya) sancağı beyinin oğlu olup asıl adı Gaybî’dir. İyi bir eğitim almış, dönemin ilimlerini öğrenmiş ve pehlivanlık yapmıştır.
Abdal Mûsâ ile İlişkisi
Bir av sırasında vurduğu bir geyiğin peşine düşen Kaygusuz, geyiğin Elmalı’da Abdal Mûsâ’nın dergâhına girdiğini görür. Abdal Mûsâ, Kaygusuz’un attığı oku tanıyınca, onun müridi olmasına karar vermesine neden olur. Babası durumu öğrenince Abdal Mûsâ’ya saldırır, ancak Abdal Mûsâ müridleriyle birlikte Teke beyini öldürür. Kaygusuz, babasının rızasıyla Abdal Mûsâ’ya intisap eder ve Kaygusuz mahlasını alır.
Mısır’a Seyahati ve Dergâhı
Kırk yıl Abdal Mûsâ’ya hizmet eden Kaygusuz, ondan icâzet alarak hacca gitmek için izin ister. Kırk müridiyle birlikte Mısır’a gider ve burada Mısır sultanının huzuruna çıkarak bazı kerametler gösterir. Sultan, onun için Nil kenarında Kasrü’l-ayn adlı bir dergâh inşa ettirir. Hac dönüşü çeşitli şehirleri ziyaret eder ve tekrar Bağdat’a döner.
Eserleri
Kaygusuz Abdal’ın eserleri arasında şunlar bulunmaktadır:
- Budalanâme: Tasavvufî konuları ele alan bir eserdir.
- Kitâb-ı Miglâte: Dervişin rüyaları üzerine kurulu bir eserdir.
- Vücudnâme: İnsan ve varlık alemleri üzerine bilgiler sunar.
- Dilgüşâ: Mesnevi tarzında yazılmış bir eserdir.
- Saraynâme: Cihanı sembolik ifadelerle tasvir eder.
- Divan: Çeşitli şiirleri içeren bir derlemedir.
- Gülistan: Tasavvufî konulara dair bir eserdir.
- Mesneviler: Tasavvufa dair üç hacimli mesnevi içerir.
Şiir Anlayışı ve Temaları
Kaygusuz Abdal, genellikle hece vezniyle yazılmış şathiye türü şiirleriyle tanınır. Ancak, aruzla yazılmış şiirleri de bulunmaktadır. Şiirlerinde hayata bağlılık, mutluluk özlemi ve dünya tasvirleri ön plandadır. İnce alaylarla okuyucunun dikkatini çekmeyi amaçlar.
Bektaşîlikteki Yeri
Kaygusuz Abdal, Bektaşîliğin önemli şahsiyetlerinden biri olarak kabul edilir. Ehl-i beyt’e bağlılığı ve tasavvufî anlayışıyla Alevî-Bektaşî edebiyatının kurucusu sayılmaktadır. Kahire’de kurduğu tekke, Bektaşîler’in dört halife makamından biri olarak kabul edilir.
Ölümü ve Mirası
Kaygusuz Abdal, 848 (1444) yılında vefat etmiştir. Vasiyeti üzerine Mukattam Dağı eteğindeki mağaralara defnedilmiştir. Eserleri ve şiirleri, Türk edebiyatında önemli bir yer tutmakta ve günümüzde de incelenmektedir.
Bibliyografya
- Kaygusuz Abdal, Dilgüşâ (haz. Abdurrahman Güzel), Ankara 1987.
- Kaygusuz Abdal, Saraynâme (haz. Abdurrahman Güzel), Ankara 1989.
- Evliya Çelebi, Seyahatnâme.
- M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar.
- Abdülbaki Gölpınarlı, Kaygusuz Abdal.
Not:
Bu madde, TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2022 yılında basılan 25. cildinden özetlenmiştir.
1420, 18 Aralık
Hayatı:
Şeyh Bedrettin, 1359 yılında Edirne yakınlarındaki Simavna’da doğdu. Asıl adı Mahmud’dur. Babası Gazi İsrail, annesi ise bir Rum beyinin kızıdır. İlk eğitimini babasından ve dedesi Abdülaziz’den aldı. Daha sonra Bursa ve Konya’da eğitim gördü.
Eğitimi ve Kariyeri:
- Kahire’ye giderek Hanefi fıkhı üzerine çalıştı ve kadılık görevine atandı.
- Timur’un Anadolu seferi sırasında Timur’la görüştüğü rivayet edilir.
- 1402’de Edirne’ye döndü ve Musa Çelebi’nin kazaskeri oldu.
Fikirleri ve Öğretisi:
- Tasavvuf ve felsefe alanlarında derin bilgiye sahipti.
- Vahdet-i vücud (varlığın birliği) düşüncesini benimsedi.
- Toplumsal eşitlik ve ortak mülkiyet fikirlerini savundu.
- “Varidat” adlı eseri, düşüncelerini yansıtan önemli bir kaynaktır.
İsyan Edişi ve Sebepleri:
- Sosyal ve Ekonomik Faktörler:
- Fetret Devri’nin (1402-1413) yarattığı siyasi istikrarsızlık
- Artan vergi yükü ve ekonomik sıkıntılar
- Toprak sistemindeki değişiklikler ve köylülerin durumunun kötüleşmesi
- Dini ve Felsefi Görüşler:
- Şeyh Bedrettin’in eşitlikçi ve ortaklaşmacı fikirleri
- Farklı dinlere mensup insanların bir arada yaşaması düşüncesi
- Mevcut dini otoriteye karşı eleştirel yaklaşım
- Siyasi Nedenler:
- Osmanlı tahtı için mücadele eden şehzadeler arasındaki çekişmeler
- Şeyh Bedrettin’in Musa Çelebi’nin kazaskeri olarak görev yapması ve onun yenilgisiyle görevden alınması
İsyanda Kendisine Destek Verenler:
- Börklüce Mustafa:
- Şeyh Bedrettin’in müridlerinden
- Batı Anadolu’da (Aydın ve çevresi) isyanı başlatan kişi
- Köylüler ve yoksullar arasında geniş destek buldu
- Hıristiyanlarla iş birliği yaptı ve dinler arası diyalogu savundu
- Torlak Kemal:
- Manisa bölgesinde isyanı yöneten bir diğer Bedrettin müridi
- Gezgin dervişleri (torlakları) örgütledi
- Yerel Halk:
- Köylüler ve toprak sahibi olmayan kesimler
- Ekonomik sıkıntı çeken şehirliler
- Göçebe Türkmen grupları
- Diğer Dini Gruplar:
- Heterodoks dini gruplar (Kalenderiler, Hurufiler vb.)
- Bazı Hıristiyan topluluklar
- Eski Tımarlı Sipahiler:
- Timur istilası sonrası topraklarını kaybeden askerler
İsyanın Gelişimi ve Sonuçları:
- Börklüce Mustafa’nın Ayaklanması (1416):
- Aydın bölgesinde başladı
- Yaklaşık 10.000 kişilik bir güce ulaştı
- Osmanlı kuvvetleri tarafından bastırıldı ve Börklüce idam edildi
- Torlak Kemal’in İsyanı:
- Manisa çevresinde etkili oldu
- Kısa sürede bastırıldı ve Torlak Kemal idam edildi
- Şeyh Bedrettin’in Hareketi:
- Rumeli’de (özellikle Deliorman bölgesinde) taraftar topladı
- Dobruca’da Mihaloğlu Mehmed Bey tarafından yakalandı
- Serez’de yargılandı ve idam edildi (18 Aralık 1420)
İsyanın Etkileri:
- Osmanlı yönetiminin merkezileşme çabalarının hızlanması
- Heterodoks dini gruplara karşı daha sıkı kontrol politikaları
- Toplumsal eşitlik ve adalet fikirlerinin sonraki nesillere aktarılması
- Şeyh Bedrettin’in düşüncelerinin Anadolu’daki diğer isyan hareketlerine ilham vermesi
Düşünsel Etkileri:
- Düşünceleri ve isyanı, Osmanlı tarihinde önemli bir sosyal hareket olarak kabul edilir.
- Şeyh Bedrettin’in fikirleri, sonraki yüzyıllarda da etkisini sürdürmüş ve çeşitli edebi eserlere konu olmuştur.
Eserleri:
- Varidat (tasavvufi düşüncelerini içeren)
- Câmiu’l-Fusûleyn (İslam hukuku üzerine)
- Teshil (fıkıh konusunda)
- Letâifü’l-İşârât (tefsir)
Not:
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
1420
Kimliği ve Arka Planı:
– Doğum tarihi ve yeri kesin olarak bilinmemektedir.
– “Torlak” terimi, gezgin derviş anlamına gelir ve muhtemelen bu yaşam tarzını benimsediği için bu isimle anılmıştır.
– Şeyh Bedrettin’in öğretilerini benimsemiş ve yaymaya çalışmıştır.
Faaliyetleri ve İsyanı:
– 1416 yılında, Börklüce Mustafa’nın Aydın’daki isyanıyla eş zamanlı olarak Manisa ve çevresinde bir ayaklanma başlattı.
– İsyanın merkezi olarak Manisa’yı seçti.
– Özellikle gezgin dervişleri (torlakları) ve yoksul köylüleri örgütledi.
İsyanın Özellikleri:
1. Dini ve Sosyal Boyut:
– Şeyh Bedrettin’in tasavvufi öğretilerini yaydı.
– Sosyal adaletsizliğe ve ekonomik eşitsizliğe karşı çıktı.
2. Hedef Kitle:
– Genellikle yoksul köylüler ve şehir yoksulları arasında taraftar buldu.
– Gezgin dervişler (torlaklar) isyanın ana unsurlarından biriydi.
3. Örgütlenme:
– Kısa sürede önemli bir güce ulaştı, ancak Börklüce Mustafa’nın isyanı kadar geniş çaplı olmadı.
İsyanın Bastırılması:
– Osmanlı kuvvetleri, Börklüce Mustafa’nın isyanını bastırdıktan sonra Torlak Kemal’in ayaklanmasına yöneldi.
– İsyan kısa sürede bastırıldı.
– Torlak Kemal yakalandı ve idam edildi (1416).
Tarihsel Önemi:
– Torlak Kemal’in isyanı, Şeyh Bedrettin hareketinin Anadolu’daki yaygınlığını ve etkisini göstermesi açısından önemlidir.
– Bu isyan, Osmanlı İmparatorluğu’nun erken dönemlerindeki sosyal ve dini hareketlerin anlaşılması için önemli bir örnektir.
– Gezgin dervişlerin (torlakların) toplumsal hareketlerdeki rolünü vurgulaması açısından dikkat çekicidir.
Torlak Kemal’in İsyanının Etkileri:
– Osmanlı yönetiminin heterodoks dini gruplara karşı daha sıkı önlemler almasına neden oldu.
– Gezgin dervişlerin faaliyetleri üzerindeki devlet kontrolünün artmasına yol açtı.
– Sonraki yüzyıllarda ortaya çıkan benzer toplumsal hareketlere ilham kaynağı oldu.
Torlak Kemal’in isyanı, Şeyh Bedrettin hareketinin çok yönlü ve geniş coğrafyaya yayılmış yapısını göstermesi açısından önemlidir. Bu isyan, dönemin sosyal, ekonomik ve dini koşullarına bir tepki niteliğinde olup, Osmanlı İmparatorluğu’nun erken dönemlerindeki toplumsal dinamikleri anlamak için değerli bir tarihsel olaydır.
Not:
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
1419
Hayatı ve Kimliği:
– Doğum tarihi ve yeri kesin olarak bilinmemektedir.
– Şeyh Bedrettin’in yakın müridi ve halifesidir. Dede Sultan olarak da bilinir.
– Aydın bölgesinde yaşadığı ve faaliyet gösterdiği düşünülmektedir.
İsyanın Başlaması ve Nedenleri:
– 1416 yılında Aydın ve çevresinde isyanı başlattı.
– İsyanın temel nedenleri arasında ekonomik sıkıntılar, sosyal adaletsizlik ve dini hoşgörüsüzlük sayılabilir.
– Şeyh Bedrettin’in fikirleri doğrultusunda eşitlikçi ve ortaklaşmacı bir toplum düzeni savundu.
İsyanın Özellikleri:
1. Sosyal ve Ekonomik Boyut:
– Malların ortak kullanımını savundu.
– Yoksullar ve köylüler arasında büyük destek gördü.
2. Dini Boyut:
– Farklı dinlere mensup insanların bir arada yaşamasını savundu.
– Hıristiyanlarla iş birliği yaptı ve onları da isyana dahil etti.
3. Örgütlenme:
– Kısa sürede yaklaşık 10.000 kişilik bir güce ulaştı.
– Karaburun Yarımadası’nı merkez olarak kullandı.
İsyanın Bastırılması:
– Osmanlı hükümdarı Çelebi Mehmed, isyanı bastırmak için Bayezid Paşa komutasında bir ordu gönderdi.
– Şiddetli çatışmalar sonucunda isyancılar yenilgiye uğratıldı.
– Börklüce Mustafa yakalandı ve Aydın’da idam edildi (1419).
Börklüce Mustafa’nın Fikirleri ve Etkisi:
– Malların ortak kullanımı ve sosyal eşitlik fikrini yaydı.
– Dinler arası hoşgörü ve bir arada yaşama düşüncesini savundu.
– İsyanı, sonraki yüzyıllarda Anadolu’da ortaya çıkan diğer toplumsal hareketlere ilham kaynağı oldu.
Tarihsel Önemi:
– Osmanlı İmparatorluğu’nun erken dönemlerindeki en önemli toplumsal hareketlerden biri olarak kabul edilir.
– Dönemin sosyal, ekonomik ve dini yapısını anlamak açısından önemli bir olaydır.
– Türk edebiyatında ve tarih yazımında sıkça işlenen bir konu haline gelmiştir.
Börklüce Mustafa’nın isyanı, sadece bir ayaklanma olarak değil, aynı zamanda dönemin toplumsal ve ekonomik sorunlarına karşı bir tepki olarak da değerlendirilmektedir. Bu hareket, Osmanlı İmparatorluğu’nun merkezileşme sürecini hızlandırmış ve heterodoks dini gruplara karşı daha sıkı kontrol politikalarının uygulanmasına yol açmıştır.
Not:
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
1417
Seyyid Nesimi (1369-1417)
Seyyid Nesimi, 14. yüzyılın sonları ile 15. yüzyılın başlarında yaşamış Türk-İslam şairi ve düşünürüdür. Hurufilik akımının önde gelen temsilcilerinden biri olarak bilinir.
Hayatı:
- Doğumu ve Erken Yılları:
- 1369 yılında bugünkü Irak sınırları içinde yer alan Nesim köyünde düğmuştur.
- Asıl adı Ali İmadüddin’dir, ancak doğduğu yere atfen “Nesimi” mahlasını almıştır.
- Gençlik yıllarında iyi bir eğitim aldığı, Arapça ve Farsça’yı mükemmel derecede öğrendiği bilinmektedir.
- Tasavvufa Yönelişi:
- Genç yaşta tasavvufa ilgi duymaya başlamış ve çeşitli tarikatları incelemiştir.
- Bu dönemde, dönemin önde gelen sufi şairlerinden Seyyid İmadeddin Nesimi’den etkilenmiş ve onun mahlasını almıştır.
- Hurufilik’le Tanışması:
- 1394 yılında Fazlullah Esterabadi ile tanışmış ve onun kurduğu Hurufilik akımını benimsemiştir.
- Hurufilik’in önde gelen temsilcilerinden biri haline gelmiş ve bu akımın fikirlerini yaymak için seyahatlere çıkmıştır.
- Seyahatleri ve Vaazları:
- Anadolu, Suriye, Irak ve İran’ı dolaşarak Hurufilik’in fikirlerini yaymıştır.
- Bu seyahatleri sırasında birçok takipçi kazanmış, aynı zamanda resmi otoritelerle de çatışmaya girmiştir.
Fikirleri:
- Hurufilik ve Harflerin Önemi:
- Hurufiliğin temel prensiplerini benimsemiş, harflerin ve sayıların kutsal anlamlar taşıdığına inanmıştır.
- İnsan yüzündeki hatların 28 ve 32 harf ile ilişkili olduğunu ve bunların ilahi sırları barındırdığını savunmuştur.
- Vahdet-i Vücud (Varlığın Birliği):
- Tanrı, evren ve insanın özde bir olduğu fikrini savunmuştur.
- “Ene’l-Hak” (Ben Hakkım/Tanrıyım) sözünü sıkça kullanmış, bu da onun panteist bir dünya görüşüne sahip olduğunu göstermiştir.
- İnsan-ı Kâmil (Mükemmel İnsan):
- İnsanın potansiyel olarak mükemmel bir varlık olduğunu ve ilahi sıfatları yansıtabileceğini savunmuştur.
- İnsanın kendini bilmesinin, Tanrı’yı bilmek anlamına geldiğini vurgulamıştır.
- Dini Dogmalara Karşı Eleştirel Yaklaşım:
- Dönemin katı dini yorumlarını eleştirmiş, daha özgürlükçü ve insan merkezli bir din anlayışını savunmuştur.
Etkileri:
- Edebi Etki:
- Türk, Fars ve Arap edebiyatlarında derin izler bırakmıştır.
- Özellikle gazelleriyle Divan edebiyatının gelişimine önemli katkılar sağlamıştır.
- Dini ve Felsefi Etki:
- Alevi-Bektaşi geleneğinde “Yedi Ulu Ozan”dan biri olarak kabul edilmiş ve bu gelenekte önemli bir yer edinmiştir.
- Fikirleri, sonraki yüzyıllarda birçok sufi ve düşünürü etkilemiştir.
- Siyasi ve Toplumsal Etki:
- Fikirleri ve trajik sonu, düşünce özgürlüğü mücadelesinin sembollerinden biri haline gelmiştir.
- Özellikle Anadolu ve Balkanlar’daki heterodoks İslam anlayışının şekillenmesinde etkili olmuştur.
- Kültürel Miras:
- Şiirleri ve hikayeleri, yüzyıllar boyunca halk arasında yaşamaya devam etmiş, birçok edebi ve sanatsal esere ilham kaynağı olmuştur.
- Azerbaycan’da ulusal bir kahraman olarak anılmaktadır ve adına müzeler, anıtlar dikilmiştir.
Eserleri ve Edebi Kişiliği:
-
- Türkçe, Farsça ve Arapça dillerinde şiirler yazmıştır.
- Şiirlerinde tasavvufi ve felsefi konuları işlemiş, insan-ı kâmil (mükemmel insan) kavramını vurgulamıştır.
- Divan edebiyatının gelişimine önemli katkılarda bulunmuştur.
Katledilişi:
- 1417 yılında Halep’te idam edilmiştir.
- İdam sebebi, dönemin dini otoriteleri tarafından fikirlerinin ve şiirlerinin küfür olarak değerlendirilmesidir.
- Rivayete göre, derisi yüzülerek öldürülmüştür. Bu olay, Nesimi’nin inançlarına olan bağlılığının ve cesaretinin sembolü haline gelmiştir.
Nesimi’nin trajik sonu, düşünce ve inanç özgürlüğü tartışmalarında sıkça anılan bir örnek olmuştur. Onun fikirleri ve yaşamı, sadece kendi dönemi için değil, günümüz için de düşünce ve inanç özgürlüğü, hoşgörü ve insani değerler açısından önemli dersler içermektedir.
Not:
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
1394
1. Hayatı:
– Tam adı Fazlullah bin Seyyid Bahauddin el-Esterabadi’dir.
– 1340 civarında İran’ın Esterabad (bugünkü Gürgan) şehrinde doğmuştur.
– 1394 yılında Timur’un oğlu Miranşah tarafından idam edilmiştir.
2. Eğitimi ve Yetişmesi:
– İyi bir eğitim almış, döneminin ilimlerini tahsil etmiştir.
– Gençlik yıllarında tasavvufa yönelmiştir.
3. Hurufilik’in Kuruluşu:
– 1374-1375 yıllarında Hurufilik düşüncesini sistemleştirmeye başlamıştır.
– Hurufilik, harflerin ve sayıların kutsal anlamlar taşıdığı inancına dayanan bir akımdır.
4. Temel Öğretileri:
– Kâinatın sırlarının harflerde gizli olduğunu savunmuştur.
– İnsan yüzündeki hatların 28 ve 32 harf ile ilişkili olduğunu öne sürmüştür.
– Tanrı’nın insanda tecelli ettiğini ve insanın ilahi özü taşıdığını savunmuştur.
5. Eserleri:
– Cavidanname (Hurufiliğin temel kitabı)
– Arşname
– Muhabbetname
– Nevmname
– Vasiyetname
6. Etkisi ve Yayılması:
– Fikirleri kısa sürede Anadolu, Suriye ve Balkanlar’a yayılmıştır.
– Seyyid Nesimi gibi önemli şairler ve düşünürler ondan etkilenmiştir.
– Bektaşilik ve Alevilik üzerinde derin izler bırakmıştır.
7. Siyasi Faaliyetleri:
– Dönemin hükümdarlarıyla ilişki kurmuş ve fikirlerini yaymaya çalışmıştır.
– Timur’la görüşmüş, ancak sonrasında Timur’un oğlu tarafından tehlikeli bulunarak idam edilmiştir.
8. Hurufilik’in Özellikleri:
– Batıni (ezoterik) bir yorum getirmiştir.
– Kur’an’ın harflerle şifrelenmiş gizli anlamlar içerdiğini savunmuştur.
– İnsan-ı kâmil (mükemmel insan) kavramına önem vermiştir.
9. Tarihsel Bağlam:
– Yaşadığı dönem, Timur İmparatorluğu’nun yükselişine denk gelmiştir.
– İslam dünyasında felsefi ve tasavvufi düşüncenin canlı olduğu bir dönemde yaşamıştır.
10. Tartışmalar ve Eleştiriler:
– Fikirleri İslam’ın geleneksel yorumlarıyla çatışmış ve birçok âlim tarafından sapkınlıkla suçlanmıştır.
– Bazı araştırmacılar, Hurufilik’in eski İran inançlarının İslami bir formda yeniden canlanması olduğunu öne sürmüştür.
11. Günümüzdeki Etkisi:
– Hurufilik günümüzde aktif bir akım olarak varlığını sürdürmese de, fikirleri hâlâ bazı tasavvufi çevrelerde ilgi görmektedir.
– Edebiyat ve sanat alanında etkisi devam etmektedir.
Esterabadlı Fazlullah, İslam düşünce tarihinde özgün ve tartışmalı bir figür olarak öne çıkmaktadır. Onun fikirleri, İslam’ın batıni yorumlarının gelişmesinde ve Anadolu’daki heterodoks İslam anlayışının şekillenmesinde önemli bir rol oynamıştır.
Not:
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
1360'lar
Abdal Mûsâ
Müellif: Orhan F. Köprülü
Yayımcı: TDV İslâm Araştırmaları Merkezi
Baskı Tarihi: 1988
Erişim Tarihi: 20.08.2024
Web Adresi: TDV İslâm Ansiklopedisi
Giriş
Abdal Mûsâ’nın gerçek şahsiyeti, tarihî rivayetlerin menkıbe ve şahsî yorumlara dayanması dolayısıyla belirsizlik göstermektedir. Belîğ’in, Bursa’nın fethinden önce Buhara’dan gelen kırk abdaldan biri olarak tanıttığı Abdal Mûsâ, Âşıkpaşazâde’de Bektaşî olarak anılmaktadır.
Tarihî Bağlantılar
Taşköprizâde, Âlî ve Hoca Sâdeddin gibi tarihçiler, Abdal Mûsâ’nın Bursa’nın fethinde Sultan Orhan ile birlikte olduğunu ve Geyikli Baba ile yakın bir ilişkisinin bulunduğunu belirtmektedir. Meşhur Bektaşî velîsi Kaygusuz Abdal’ın Abdal Mûsâ’dan icâzet alışı, Kaygusuz Abdal Menâkıbı’nda genişçe anlatılmaktadır.
Bektaşîlikteki Yeri
Bazı Bektaşî kaynaklarında ve Finike yakınlarındaki Kâfî Baba Tekkesi kitâbesinde Abdal Mûsâ “pîr-i sânî” lakabı ile anılmakta ve kurduğu tekke, Bektaşîliğin dört dergâhından biri olarak kabul edilmektedir. Bektaşî âyini sırasında çevreye serilen on iki posttan on birincisinin Ayakçı Şah Abdal Mûsâ Sultan Postu olarak adlandırılması, onun Bektaşîler arasındaki önemini göstermektedir.
Coğrafi Dağılım
Abdal Mûsâ ile ilgili rivayetler, hem Teke (Antalya) hem de Bursa ve çevresinde şekillenmiştir. Bursa’daki Abdal Mûsâ ile Elmalı’daki Abdal Mûsâ’nın iki ayrı şahıs olduğu iddiası, bu iki bölgede Abdal Mûsâ adına bağlanan türbelerin varlığını açıklamak amacıyla ortaya atılmıştır. Aslen Azerbaycan’ın Hoy şehrinden olduğu kaydedilen Abdal Mûsâ’nın pîrinin Yatağan Baba adında meşhur bir velî olduğu belirtilmektedir.
Tarihî Belgeler
Abdal Mûsâ’nın tarihî şahsiyetini aydınlatabilecek iki belge bulunmaktadır. Birincisi, Denizli’de bir çeşmenin sağ duvarında bulunan ve harap bir tekkeye ait olduğu tahmin edilen 811 (1408) tarihli kitâbede eş-Şeyh Mustafa Abdal Mûsâ adının geçmesidir. İkincisi ise Fâtih devrinde Teke-ili’ne ait bir belgede Finike yakınlarındaki Abdal Mûsâ Tekkesi’nden bahsedilmesidir. Bu tekkenin XIV. yüzyıl ortalarında kurulduğu düşünülmektedir.
Elmalı Abdal Mûsâ Tekkesi
Elmalı’daki Abdal Mûsâ Tekkesi, Evliya Çelebi’nin de belirttiği gibi XVII. yüzyıl ortalarında çok gelişmiş olup burada Ehl-i sünnet esaslarına bağlı üç yüzden fazla derviş yaşamaktaydı. Elmalı’daki tekkenin Bektaşîliğin XVI. yüzyıldaki gelişmesinden sonra kurulduğu ve Abdal Mûsâ ile ilgili rivayetlerin buraya intikal ettiği tahmin edilmektedir.
Günümüzdeki Durum
Yeniçeri Ocağı’nın ilgası ve Bektaşî tekkelerinin kapatılmasından sonra Nakşîler’in eline geçtiği tahmin edilen Elmalı Abdal Mûsâ Tekkesi, 1911’lerde harabe halde bulunmuş, bir türbedarı ve vakıf gelirleri ile varlığını sürdürmüştür.
Bibliyografya
- Evliya Çelebi, Seyahatnâme, II, 46; IX, 273-275.
- Ahmed Rifat, Mir’âtü’l-makāsıd, İstanbul 1293, s. 271.
- Süleyman Fikri [Erten], Antalya Livâsı Tarihi, İstanbul 1338-40, s. 192.
- İsmail Hakkı [Uzunçarşılı], Kitâbeler, İstanbul 1347/1929, II, 206.
- Sadettin Nüzhet [Ergun], Bektaşî Şairleri, İstanbul 1930, s. 125.
- Ahmed Refik, “Fâtih Zamanında Teke-ili”, TTEM, XIV/2 (79) (1340), s. 65-76.
- İlhan Akçay, “Abdal Musa Tekkesi”, TTK Bildiriler, VII (1972), I, 360-373.
- M. Fuad Köprülü, “Abdal Musa”, TK, XI/124 (1973), s. 198-207.
Bu madde, TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1988 yılında İstanbul’da basılan 1. cildinde, 64-65 numaralı sayfalarda yer almıştır.
1326
1. Hayatı:
– Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, 1206 civarında doğduğu tahmin edilmektedir.
– Karaman’da doğduğu rivayet edilir.
– 1326 yılında Bilecik’te vefat etmiştir.
– Yaklaşık 120 yıl yaşadığı söylenir.
2. Eğitimi ve Yetişmesi:
– Dönemin önemli ilim merkezlerinde eğitim gördüğü düşünülmektedir.
– Tasavvuf eğitimini Şam’da aldığı rivayet edilir.
– Vefaiye tarikatına mensup olduğu bilinmektedir.
3. Osmanlı Devleti’nin Kuruluşundaki Rolü:
– Osman Gazi’nin kayınpederi ve manevi rehberidir.
– Osmanlı Beyliği’nin kuruluş felsefesinin şekillenmesinde etkili olmuştur.
– Osman Gazi’ye devlet yönetimi konusunda tavsiyelerde bulunmuştur.
4. Manevi ve Siyasi Etkisi:
– Ahilik teşkilatının Anadolu’da yayılmasına katkıda bulunmuştur.
– Osmanlı Devleti’nin kuruluş felsefesinde adalet ve hoşgörü anlayışının yerleşmesini sağlamıştır.
– Gayrimüslimlere karşı ılımlı bir politika izlenmesini tavsiye etmiştir.
5. Meşhur Rüya Yorumu:
– Osman Gazi’nin gördüğü rüyayı yorumladığı rivayet edilir.
– Bu rüya yorumu, Osmanlı hanedanının geleceğine dair bir kehanet olarak kabul edilmiştir.
6. Öğretileri ve Düşünceleri:
– İslam’ın hoşgörü ve adalet ilkelerini vurgulamıştır.
– Devlet yönetiminde adaletin önemini sık sık dile getirmiştir.
– Tasavvufi düşünceyi siyasi ve sosyal hayatla bütünleştirmiştir.
7. Osman Gazi’ye Verdiği Öğütler:
– “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” sözü ona atfedilir.
– Adaletli olmak, bilginlere değer vermek, halkın refahını gözetmek gibi konularda tavsiyelerde bulunmuştur.
8. Türbesi ve Mirası:
– Türbesi Bilecik’tedir ve halen ziyaret edilmektedir.
– Birçok eğitim kurumu ve vakıf onun adını taşımaktadır.
9. Tarihsel ve Kültürel Önemi:
– Osmanlı Devleti’nin manevi kurucularından biri olarak kabul edilir.
– Türk-İslam sentezinin oluşumunda önemli bir rol oynamıştır.
– Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşması sürecinde etkili olmuştur.
10. Efsanevi Yönü:
– Hayatı etrafında birçok menkıbe ve efsane oluşmuştur.
– Keramet sahibi olduğuna inanılır.
11. Tartışmalar:
– Bazı tarihçiler, Şeyh Edebali’nin tarihsel rolünün sonraki dönemlerde abartıldığını düşünmektedir.
– Ona atfedilen bazı sözlerin ve olayların tarihsel gerçekliği tartışma konusudur.
Not:
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
1320/21
1. Hayatı ve Dönemi:
– Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, 1238-1240 yılları arasında doğduğu tahmin edilmektedir.
– Eskişehir’in Mihalıççık ilçesine bağlı Sarıköy’de doğduğu düşünülmektedir.
– 1320-1321 yılları civarında vefat ettiği sanılmaktadır.
– Anadolu Selçuklu Devleti’nin son dönemlerinde ve Beylikler döneminde yaşamıştır.
2. Eğitimi ve Yetişmesi:
– Medrese eğitimi aldığı düşünülmektedir.
– Tapduk Emre’nin dergâhında manevi eğitimini tamamlamıştır.
3. Edebi Kişiliği:
– Halk edebiyatı ve divan edebiyatı arasında köprü görevi görmüştür.
– Sade ve anlaşılır bir Türkçe kullanmıştır.
– Hece veznini ustaca kullanmıştır.
– Aruz vezniyle de şiirler yazmıştır.
4. Eserleri:
– Divan: Şiirlerinin toplandığı eser.
– Risâletü’n-Nushiyye: Didaktik bir mesnevi.
5. Şiirlerinin Temaları:
– İlahi aşk
– Tasavvuf
– İnsan sevgisi
– Hoşgörü
– Vahdet-i vücud (varlığın birliği)
– Nefis terbiyesi
– Dünya hayatının geçiciliği
6. Felsefi ve Dini Görüşleri:
– Vahdet-i vücud anlayışını benimsemiştir.
– İnsanı merkeze alan bir tasavvuf anlayışını savunmuştur.
– Dini dogmatizmden uzak, hoşgörülü bir İslam yorumunu benimsemiştir.
7. Etkisi ve Önemi:
– Türk tasavvuf edebiyatının en önemli isimlerinden biridir.
– Anadolu’da Türkçe’nin edebi bir dil olarak gelişmesine büyük katkı sağlamıştır.
– Kendisinden sonraki birçok şair ve düşünürü etkilemiştir.
8. Kültürel Mirası:
– Şiirleri yüzyıllardır dilden dile dolaşmaktadır.
– Birçok şiiri bestelenmiş ve türkü formunda söylenmektedir.
– UNESCO tarafından 1991 yılı “Yunus Emre Sevgi Yılı” ilan edilmiştir.
9. Tarihsel Bağlam:
– Moğol istilası sonrası Anadolu’nun karmaşık ve zorlu döneminde yaşamıştır.
– Bu dönemde tasavvuf, halk için önemli bir sığınak haline gelmiştir.
10. Dil ve Üslup Özellikleri:
– Türkçe’yi son derece etkili ve zarif bir şekilde kullanmıştır.
– Benzetmeler, mecazlar ve alegoriler şiirlerinin önemli unsurlarıdır.
– Doğa unsurlarını sıkça kullanmıştır.
11. Menkıbeler ve Rivayetler:
– Hayatı etrafında birçok menkıbe oluşmuştur.
– Tapduk Emre’nin dergâhına 40 yıl boyunca eğri odun getirmediği rivayet edilir.
12. Tartışmalar:
– Mezarının yeri konusunda farklı iddialar vardır. Bazı kaynaklara göre ve Hacı Bektaş-ı Veli Menkıbesi’ne dayanarak Aksaray ili sınırları içinde, Ortaköy ilçe merkezine 20 km mesafede Reşadiye mahallesindedir. Türbenin bulunduğu tepe, halk tarafından ziyaret tepesi olarak bilinmektedir. Bu türbe Aksaray -Kırşehir yolu üzerinde bulunmaktadır.
– Bazı şiirlerin ona ait olup olmadığı tartışma konusudur.
13. Günümüzdeki Algılanışı:
– Türk kültür ve edebiyatının en önemli şahsiyetlerinden biri olarak kabul edilir.
– Hoşgörü ve insan sevgisinin sembolü olarak anılır.
– Şiirleri hala geniş kitlelerce okunmakta ve sevilmektedir.
14. Akademik Çalışmalar:
– Hayatı, eserleri ve düşünceleri üzerine çok sayıda akademik çalışma yapılmıştır.
– Türkoloji ve tasavvuf araştırmalarında önemli bir inceleme konusudur.
Not:
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
1297-98
Sarı Saltuk
13. yüzyılda yaşamış, Anadolu ve Balkanlar’da İslamiyet’in yayılmasında önemli rol oynamış bir Türk dervişi, alperen ve menkıbevi şahsiyettir.
Doğum:
1210 (?) Bukhara veya Sinop
Ölüm:
1297 (1298?), Babadağı (bugünkü Romanya)
Asıl adı:
Muhammed Buhari veya Şerif Hızır
Hayatı ve Faaliyetleri:
1. Köken ve Erken Dönem:
– Doğum yeri ve tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, genellikle 1210 civarında Bukhara’da veya Sinop’ta doğduğu kabul edilir.
– Bazı kaynaklara göre Horasan erenlerindendir.
2. Anadolu’ya Gelişi:
– Moğol istilası sırasında Anadolu’ya geldiği düşünülmektedir.
– Hacı Bektaş Veli ile tanıştığı ve ondan feyz aldığı rivayet edilir.
3. Balkanlar’a Geçişi:
– 1263-1264 yıllarında Selçuklu Sultanı II. İzzeddin Keykavus ile birlikte Dobruca bölgesine gittiği kabul edilir.
– Balkanlar’da İslamiyet’in yayılması için çalışmalar yapmıştır.
4. Dini ve Sosyal Faaliyetleri:
– Balkanlar’da birçok tekke ve zaviye kurmuştur.
– Hristiyan ve Müslüman halk arasında saygı görmüş, barış ve hoşgörüyü yaymıştır.
Menkıbeleri ve Efsanevi Kişiliği:
1. Ejderha ile Mücadele:
– Birçok efsanede ejderhalarla savaştığı ve onları yendiği anlatılır.
2. Keramet Göstermeleri:
– Denizde yürüme, ateşte yanmama gibi birçok keramet gösterdiğine inanılır.
3. Çok Yönlü Kişiliği:
– Hem savaşçı hem de derviş olarak tasvir edilir.
– Hızır ve İlyas ile özdeşleştirildiği durumlar vardır.
Öğretileri ve Düşünce Sistemi:
1. İslam’ın Yayılması:
– Balkanlar’da İslamiyet’in barışçıl yollarla yayılmasını sağlamıştır.
2. Hoşgörü ve Diyalog:
– Farklı dinler ve kültürler arasında hoşgörü ve diyalogu teşvik etmiştir.
3. Tasavvufi Görüşleri:
– Vahdet-i vücud anlayışını benimsediği düşünülmektedir.
Etkileri ve Mirası:
1. Balkanlar’da İslamiyet:
– Balkanlar’da İslamiyet’in yayılmasında önemli rol oynamıştır.
– Birçok Balkan ülkesinde türbeleri ve makamları bulunmaktadır.
2. Alevi-Bektaşi Geleneği:
– Alevi-Bektaşi geleneğinde önemli bir yere sahiptir.
3. Kültürel Etki:
– Türk halk edebiyatında ve folklorunda önemli bir figürdür.
– Balkan folklorunda da izleri görülmektedir.
4. Tarihi Önemi:
– Türk-İslam kültürünün Balkanlar’a yayılmasında öncü rol oynamıştır.
Hakkında Yazılan Eserler:
1. Saltuk-name:
– Cem Sultan’ın emriyle Ebu’l Hayr Rumi tarafından derlenen menkıbevi hayat hikayesi.
2. Akademik Çalışmalar:
– Sarı Saltuk üzerine birçok akademik çalışma ve araştırma yapılmıştır.
Sarı Saltuk’un Türbeleri:
– Babadağı (Romanya)
– Kaliakra (Bulgaristan)
– Blagay (Bosna-Hersek)
– Kruya (Arnavutluk)
– İznik (Türkiye)
Sarı Saltuk, Türk-İslam tarihinde önemli bir şahsiyet olarak hoşgörü, barış ve kültürler arası diyalogun sembolü haline gelmiştir. Balkanlar’daki Türk-İslam kültürünün temellerini atan önemli şahsiyetlerden biri olarak kabul edilir. Menkıbevi kişiliği ve tarihsel rolü, onu Türk ve Balkan folklorunda vazgeçilmez bir karakter haline getirmiştir.
Not:
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
1290-1310 (?)
Hayatı ve Tarihsel Kişiliği:
Tabduk Emre’nin doğum ve ölüm tarihleri kesin olarak bilinmemektedir. Ancak Yunus Emre ile olan ilişkisi göz önüne alındığında, 13. yüzyılın ikinci yarısı ile 14. yüzyılın başlarında yaşadığı tahmin edilmektedir. Doğum yeri konusunda kesin bir bilgi bulunmamakla birlikte, hayatının büyük bir bölümünü Anadolu’da, özellikle de bugünkü Eskişehir civarında geçirdiği düşünülmektedir.
Tabduk Emre’nin hayatı hakkındaki bilgiler çoğunlukla sözlü gelenekten gelen menkıbelere ve sonraki dönemlerde yazıya geçirilmiş velayetnamelere dayanmaktadır. Bu kaynaklara göre, Hacı Bektaş Veli’nin halifelerinden biri olduğu ve onun tarafından Sakarya nehri civarına gönderildiği rivayet edilmektedir.
Yunus Emre ile İlişkisi:
Tabduk Emre’nin en bilinen özelliği, büyük mutasavvıf şair Yunus Emre’nin mürşidi olmasıdır. Rivayete göre, Yunus Emre uzun yıllar Tabduk Emre’nin dergâhında hizmet etmiş ve manevi eğitimini ondan almıştır. Bu süreçte Yunus’un, dergâha her gün odun taşıdığı ve sadece düzgün odunları getirdiği anlatılır. Bu hikâye, tasavvufi eğitimde sabır, sebat ve dürüstlüğün önemini vurgulamaktadır.
Manevi Kimliği ve Öğretileri:
Tabduk Emre, Anadolu’da İslamiyet’in yayılması ve yerleşmesinde önemli rol oynayan Horasan erenlerinden biri olarak kabul edilir. Onun öğretileri, genel olarak Alevi-Bektaşi inancının temel prensipleriyle örtüşmektedir:
1. İnsan sevgisi ve hoşgörü
2. Doğa ile uyum içinde yaşama
3. Ehl-i Beyt sevgisi
4. Batıni (içsel) bilginin önemsenmesi
5. Dört kapı kırk makam anlayışı
6. Nefis terbiyesi ve manevi olgunlaşma
Tabduk Emre’nin öğretilerinde, tasavvufi düşüncenin temel kavramları olan vahdet-i vücud (varlığın birliği) ve insan-ı kâmil (olgun insan) anlayışları önemli yer tutar. O, insanın kendi özünü tanıması ve ilahi hakikate ulaşması için manevi bir yolculuğa çıkması gerektiğini vurgular.
Kerametleri ve Menkıbeleri:
Tabduk Emre’ye atfedilen birçok keramet ve menkıbe bulunmaktadır. Bu anlatılar, onun manevi gücünü ve halk nezdindeki itibarını göstermektedir. En bilinen menkıbelerinden bazıları şunlardır:
– Yunus Emre’nin manevi potansiyelini keşfetmesi ve onu yetiştirmesi
– Doğa olaylarını kontrol edebilmesi
– Hayvanlarla iletişim kurabilmesi
– Uzak mesafelere manevi yolculuklar yapabilmesi
Tabduk Emre Ocağı:
Tabduk Emre’nin kurduğu ocak, Alevi-Bektaşi geleneğinde önemli bir yere sahiptir. Bu ocağa bağlı dedeler ve talipleri, Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde yaşamaktadır. Ocak, Alevi inancının ve geleneklerinin nesilden nesile aktarılmasında önemli bir rol oynamıştır.
Edebiyattaki Yeri:
Tabduk Emre’nin kendisine ait olduğu kesin olan yazılı eserleri günümüze ulaşmamıştır. Ancak ona atfedilen bazı şiirler ve deyişler bulunmaktadır. Bu eserler, Alevi-Bektaşi edebiyatının önemli örnekleri arasında yer alır. Ayrıca, Yunus Emre’nin şiirlerinde Tabduk Emre’ye yapılan atıflar, onun edebiyattaki dolaylı etkisini göstermektedir.
Türbesi ve Ziyaretgâhı:
Tabduk Emre’nin türbesinin nerede olduğu konusunda farklı rivayetler bulunmaktadır. En yaygın kabul gören yer, Eskişehir’in Mihalıççık ilçesine bağlı Yunus Emre beldesindedir. Bu türbe, Alevi-Bektaşi toplumu için önemli bir ziyaret yeridir ve her yıl anma etkinlikleri düzenlenmektedir.
Günümüzdeki Önemi:
Tabduk Emre’nin mirası, günümüzde de Alevi-Bektaşi toplumu içinde canlılığını korumaktadır. Onun adını taşıyan ocak, Alevi inancının ve kültürünün yaşatılmasında önemli bir rol oynamaya devam etmektedir. Ayrıca, hoşgörü ve insan sevgisi temelli öğretileri, günümüz toplumunda da önemini korumaktadır.
Sonuç olarak Tabduk Emre, Anadolu’nun manevi mirasının önemli temsilcilerinden biri olarak kabul edilmektedir. Onun hayatı, öğretileri ve özellikle Yunus Emre üzerindeki etkisi, Türk tasavvuf geleneğinin anlaşılması ve yaşatılması açısından büyük önem taşımaktadır.
Kaynaklar:
1. Gölpınarlı, A. (1992). Yunus Emre ve Tasavvuf. İstanbul: İnkılap Kitabevi.
2. Köprülü, M. F. (1976). Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar. Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları.
3. Ocak, A. Y. (2011). Alevi ve Bektaşi İnançlarının İslam Öncesi Temelleri. İstanbul: İletişim Yayınları.
4. Tatçı, M. (1990). Yunus Emre Divanı. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.
5. Güzel, A. (1981). Tekke Şiiri. Türk Dili Türk Şiiri Özel Sayısı III (Halk Şiiri), 445-450.
6. Melikoff, I. (2010). Hacı Bektaş: Efsaneden Gerçeğe. İstanbul: Cumhuriyet Kitapları.
Not:
Bu kaynaklar, Tabduk Emre hakkında doğrudan bilgi içermeyebilir, ancak Alevi-Bektaşi geleneği, Yunus Emre ve Anadolu erenleri hakkında genel bilgiler sunmaktadır. Tabduk Emre hakkındaki bilgiler çoğunlukla sözlü gelenekten gelmekte olup, yazılı kaynaklarda sınırlı bilgi bulunmaktadır.
1277
Hıdır Abdal Sultan, Anadolu’da XIII. yüzyılda yaşamış önemli bir derviş ve halk figürüdür. Kızılbaş Alevilik geleneğinde önemli bir yere sahip olan Hıdır Abdal, özellikle Anadolu’daki derviş ocakları ve sosyal yapılar üzerinde derin etkiler bırakmıştır.
Hayatı ve Eserleri
Hıdır Abdal Sultan hakkında detaylı biyografik bilgiler sınırlıdır. Ancak, onun yaşamı ve öğretileri, Anadolu’nun kolonizasyon dönemiyle ilgili birçok abdal, baba ve dede lakaplı dervişin izlerini taşımaktadır. Karaca Ahmed’in oğludur dolayısıyla soyunun, Hz. Muhammed’e kadar uzandığı iddia edilen bir şecere ile belgelenmiştir. Hıdır Abdal’ın manevi hekimliği, halk arasında yaygın olarak bilinen bir özelliğidir; özellikle padişahın yarasına şifa bulmasıyla ilgili menkıbeleri bulunmaktadır.
Dervişlik ve Sosyal Etkisi
Hıdır Abdal, Anadolu Kızılbaş Alevileri arasında önemli bir otorite olarak kabul edilmiştir.Düşkünlük Ocağı’nın kurucusu ve manevi lideridir; bu ocak, onun öğretileri ve liderliği etrafında şekillenmiştir. Hacı Bektaş Veli, Hıdır Abdal’a “Düşkünleri kaldırma” görevini vererek onun bu ocaktaki otoritesini pekiştirmiştir.
Edebiyat ve Kültürel Miras
Hıdır Abdal’a atfedilen birçok nefes ve şiir, onun halk üzerindeki etkisini göstermektedir. Bu eserler, Anadolu’nun kültürel ve dini yapısını anlamak için önemli kaynaklar sunmaktadır. Hıdır Abdal’ın yaşamı ve öğretileri, günümüzde de çeşitli araştırmalara ve çalışmalara konu olmaktadır.
Hıdır Abdal Türbesi
Türbesi, Erzincan-Kemaliye ilçesine baġlı Ocak Köyü’nde yer almaktadır.Türbenin kitabesinde 675 Hicri (1277 Miladi) tarihi bulunmaktadır.Kitabede “La ilahe illallah, Muhammedün Resulullah. Sülale-i pâk Karaca Ahmed evladından Es-seyyid Hıdır Abdal. Sene: 675” yazılıdır, bu da onun soyunu ve tarihini belirtmektedir.
Sonuç
Hıdır Abdal Sultan, Anadolu’daki dervişlik geleneği ve Kızılbaş Alevilik açısından önemli bir figürdür. Onun hayatı ve öğretileri, Anadolu’nun sosyal ve kültürel yapısında derin izler bırakmış, halk arasında manevi bir otorite olarak kabul edilmiştir. Hıdır Abdal’ın mirası, günümüzde de araştırmalar ve edebi eserler aracılığıyla yaşatılmaktadır.
Not:
Bu madde, Ali Yaman’ın “Kızılbaş Alevilerin Düşkün Ocağı Hıdır Abdal Sultan” adlı makalesinden derlenmiştir.
1244
Karaca Ahmet Sultan, 13. yüzyılda yaşamış önemli bir Alevi-Bektaşi velisidir. Hayatı ve kişiliği etrafında oluşan menkabeler, hem yazılı hem de sözlü kaynaklarda yer almaktadır.
Yazılı kaynaklar:
-
- Karaca Ahmet Sultan Menakıpnamesi
- Hacı Bektaş Veli Velayetnamesi
- Hacım Sultan Menakıpnamesi
- Dediği Sultan Menakıpnamesi
- Saltukname
- Hikayat
Sözlü kaynaklar:
-
- Çeşitli türbe ve dergahlarda yapılan derlemeler.
Soyu ve nereli olduğu
Karaca Ahmet Sultan’ın soyu ve nereli olduğu hakkında yazılı ve sözlü kaynaklarda farklı bilgiler bulunmaktadır:
1.Yazılı kaynaklarda:
-
- Karaca Ahmet Sultan Menâkıpnâmesi’ne göre:
-
-
- Babası: Melik Şahâb b. Kara Arslan (Sufî Abdullah olarak tanınır)
- Annesi: Safiye Hatun
- Doğum yeri: Mardin
- Doğum tarihi: 14 Zilhicce 545 (3 Nisan 1151)
- Soyu: Enes bin Mâlik’e dayanmaktadır
-
-
- Dediği Sultan Menâkıbı’nda:
-
-
- Emir Sultan’ın yeğeni olduğu belirtilir
- Dediği Sultan’ın amcasının oğlu olarak geçer
-
2.Sözlü kaynaklarda:
-
- Genellikle Horasan’dan geldiği söylenir
- Babası: Süleyman Horasanî veya Şah Süleyman Dede olarak anılır
- Annesi: Sultan Ana olarak bilinir
- Soyu: Seyyid-i Saadet evladı, Mûsâ-yı Kâzım soyundan geldiği rivayet edilir
- Kardeşleri: Muhtar Ahmet ve Kadıncık Ana olduğu söylenir
- Oğulları: Hıdır Abdal, Gani Abdal, Kamber Abdal ve Eşref Abdal isimleri geçer
Vefâtı
Karaca Ahmet Sultan’ın vefatı hakkında kesin ve net bilgiler mevcut değildir. Ancak bazı kaynaklarda ve rivayetlerde şu bilgiler yer almaktadır:
- Karaca Ahmet Sultan Menâkıpnâmesi’ne göre:
- Hicri 641, Miladi 1244 yılında vefat ettiği belirtilmektedir.
- Bu menâkıpnâmede 96 yıl yaşadığı ve 545 (1151) yılında doğduğu ifade edilmektedir.
- Diğer Kaynaklar:
- Farklı kaynaklarda 13. yüzyılın ortalarında yaşadığı ve bu dönemde vefat ettiği tahmin edilmektedir.
- Belirsizlikler:
- Karaca Ahmet Sultan’ın hayatı hakkında kesin bilgilere ulaşmak zordur.
- Vefat tarihi ve yeri konusunda da net bir bilgi bulunmamaktadır.(*)
- Rivayetler:
- Bazı rivayetlerde Karaca Ahmet Sultan’ın “kaybolduğu” veya “sır olduğu” anlatılır ki bu, veli kültüründe sıkça rastlanan bir anlatı biçimidir.
- Türbelerin Çokluğu:
- Anadolu’nun farklı yerlerinde Karaca Ahmet Sultan’a ait olduğu düşünülen türbelerin varlığı, onun vefatı ve defnedildiği yer hakkındaki belirsizliği artırmaktadır.
- Kültürel Bağlam:
- Vefat tarihi ve yerinin net olmaması, halk anlatılarında velilerin zaman ve mekan ötesi bir konumda algılanmasıyla da ilişkilendirilebilir.
Sonuç olarak, Karaca Ahmet Sultan’ın vefatı hakkında kesin bir tarih vermek mümkün değildir. Ancak genel kanı, 13. yüzyılın ortalarında yaşamış ve vefat etmiş olabileceği yönündedir. Bu belirsizlik, onun efsanevi kişiliğini ve halk nezdindeki manevi konumunu güçlendiren bir unsur olarak da değerlendirilebilir.
Mürşidi/şeyhi
1.Yazılı Kaynaklarda:
-
- Karaca Ahmet Sultan Menâkıpnâmesi’ne göre:
- İlk mürşidi: Ebi Cafer Şeyh Muhammed Basri
- Sonraki şeyhi: Şeyh Mûsâ-yı Zûlî
- Karaca Ahmet Sultan Menâkıpnâmesi’ne göre:
-
- Hacı Bektaş Veli Velâyetnâmesi’nde:
- Seyyit Nurettin’in müridi olduğu belirtilir
- Hacı Bektaş Veli Velâyetnâmesi’nde:
-
- Saltuknâme’de:
- Ahmet Fakih’e biat ettiği anlatılır
- Saltuknâme’de:
2.Sözlü Kaynaklarda:
-
- Genellikle Hacı Bektaş Veli’nin müridi olduğu söylenir
- Bazı rivayetlerde Ahmet Yesevî’nin öğrencisi olduğu belirtilir
Bu farklılıkların sebepleri şöyle açıklanabilir:
- Karaca Ahmet Sultan’ın hayatının farklı dönemlerinde farklı şeyhlerden eğitim almış olması ihtimali
- Zaman içinde sözlü gelenekte değişiklikler meydana gelmesi
- Alevi-Bektaşi geleneğinde Hacı Bektaş Veli’nin önemli bir figür olması nedeniyle, sonradan onunla ilişkilendirilmiş olması
- Bölgesel farklılıklar ve yerel geleneklerin etkisi
“Karaca” ismini alması
Karaca Ahmet Sultan’ın “Karaca” ismini almasıyla ilgili yazılı ve sözlü kaynaklarda farklı rivayetler bulunmaktadır:
- Yazılı kaynakta (Karaca Ahmet Sultan Menâkıpnâmesi):
- “Karaca” ismi Karaca Ahmet’e şeyhi Mûsâ-yı Zûlî tarafından verilmiştir. Mûsâ-yı Zûlî ona “Benim Karaca Ahmet’im” diyerek hitap etmiş ve bu isim kalmıştır.
- Sözlü kaynaklarda:
- Hacı Bektaş Veli tarafından verildiği rivayet edilir. Çeşitli kerametler gösterdikten sonra Hacı Bektaş Veli ona bu ismi vermiştir.
- Geyiklerle olan ilişkisinden dolayı bu ismi aldığı söylenir. Geyik sürülerine çobanlık yaptığı için “Karaca” lakabı verilmiştir.
- Rengi esmer olduğu için bu ismi aldığı düşünülür.
- Aydın yöresinde “Karcı” (kar dağıtan) olduğu için bu ismi aldığı rivayet edilir.
Hacı Bektaş Veli ile karşılaşması
Karaca Ahmet Sultan’ın Hacı Bektaş Veli ile karşılaşması, hem yazılı hem de sözlü kaynaklarda önemli bir yer tutar. Bu karşılaşma genellikle şu ortak unsurları içerir:
- Hacı Bektaş Veli’nin Anadolu’ya gelişi
- Rum erenlerinin (Anadolu erenlerinin) buna tepkisi
- Karaca Ahmet Sultan’ın gözcü olarak Hacı Bektaş Veli’yi fark etmesi
- İki veli arasında kerametlerin gösterilmesi
Yazılı kaynaklarda:
- Karaca Ahmet Sultan Menâkıbı, Hacı Bektaş Veli Velâyetnâmesi, Hacım Sultan Menâkıbınâmesi:
- Hacı Bektaş Veli güvercin donunda görülür
- Hacı Tuğrul (bazen Karaca Ahmet) doğan şeklinde onu yakalamaya çalışır
- Hacı Bektaş Veli üstün gelir
- Saltuknâme ve Hikâyat:
- Karaca Ahmet Sultan aslana binip, yılanı kamçı yapar
- Hacı Bektaş Veli taşı veya duvarı yürütür
- Dediği Sultan Menâkıbı:
- İki veli arasında uzun bir mücadele anlatılır
Sözlü kaynaklarda:
- Genellikle yazılı kaynaklardakine benzer anlatımlar vardır
- Hacı Bektaş Veli’nin güvercin donunda gelmesi
- Karaca Ahmet Sultan’ın onu gözcü olarak fark etmesi
- Bazen rollerin değiştiği (Karaca Ahmet’in güvercin, Hacı Bektaş’ın şahin olduğu) anlatımlar da mevcuttur
Bu karşılaşma, genellikle Hacı Bektaş Veli’nin üstünlüğüyle sonuçlanır ve Karaca Ahmet Sultan onun velayetini kabul eder. Bazı anlatılarda Hacı Bektaş Veli, Karaca Ahmet Sultan’a çeşitli görevler verir veya hediyeler sunar.
Bu tür karşılaşma hikâyeleri, Alevi-Bektaşi geleneğinde önemli bir yer tutar ve veliler arasındaki hiyerarşiyi, kerametleri ve manevi gücü sembolize eder.
Kerametleri:
- Çeşitli hayvanların kalıbına girme
- Aynı anda birkaç yerde görünme
- Taş ve kayaları yürütme
- Meyve ağacı olmayan ağaçlarda meyve oldurma
- Vahşi hayvanları itaat ettirme
- Gizli/uzaktaki şeyleri görme
- Hastalıkları iyileştirme
Atının mezarı
Karaca Ahmet Sultan’ın atının mezarı hakkında bilgiler genellikle sözlü kaynaklarda yer almaktadır. Yazılı kaynaklarda bu konuya pek değinilmemiştir.
- Konum:
- Atının mezarı, İstanbul Üsküdar’daki Karaca Ahmet Sultan Dergâhı’nın bulunduğu yerde olduğu söylenir.
- Ziyaret yeri:
- Günümüzde hala ziyaret edilen bir yerdir.
- İnanışlar:
- Atın mezarının ziyaret edilmesinin çeşitli faydaları olduğuna inanılır.
- Özellikle çocuğu olmayan kadınların burayı ziyaret ettiği söylenir.
- Rivayetler:
- Karaca Ahmet Sultan’ın atının olağanüstü özelliklere sahip olduğu düşünülür.
- Bazı rivayetlerde atın da kerametler gösterdiği anlatılır.
- Sembolik anlam:
- At, Türk kültüründe önemli bir yere sahiptir ve velilerin atları da genellikle kutsanır.
- Sözlü gelenekte yaygınlık:
- Atın mezarı hakkındaki anlatılar, görüşme yapılan birçok kişi tarafından bilinmektedir.
- Yazılı kaynaklardaki durum:
- İncelenen yazılı kaynaklarda Karaca Ahmet Sultan’ın atının mezarı hakkında bilgi bulunmaması dikkat çekicidir.
Bu durum, sözlü gelenekte yaşayan bazı anlatıların yazılı kaynaklara geçmemiş olabileceğini göstermektedir. Atın mezarı hakkındaki bilgiler, halk inançları ve sözlü kültür geleneğinin bir parçası olarak varlığını sürdürmektedir.
Asıl türbesinin yeri
Karaca Ahmet Sultan’ın asıl türbesinin yeri konusunda kesin bir bilgi bulunmamakla birlikte, hem yazılı hem de sözlü kaynaklarda çeşitli rivayetler mevcuttur:
- Yazılı Kaynaklarda:
- Karaca Ahmet Sultan Menâkıpnâmesi’nde Sakarya nehri civarında olduğu belirtilir.
- Sözlü Kaynaklarda:
- Sakarya nehri çevresindeki yerler öne çıkar:
- Ankara Polatlı ilçesine bağlı Karaca Ahmet köyü
- Adapazarı Pamukova’ya bağlı Paşalar köyü
- Sakarya nehri çevresindeki yerler öne çıkar:
- Diğer Anılan Yerler:
- Sözlü kaynaklarda ayrıca şu yerler de geçmektedir:
- Afyon
- Aydın
- Bolu
- İstanbul
- Manisa
- Uşak
- Sözlü kaynaklarda ayrıca şu yerler de geçmektedir:
- Çoklu Türbe İnanışı:
- Birçok yerde Karaca Ahmet Sultan’a ait olduğu düşünülen türbeler bulunmaktadır.
- Bu durum, “Bir yerde mekanın olsun, kırk yerde çerağın yansın” sözüyle açıklanmaktadır.
- Belirsizlik:
- Asıl türbenin yeri konusunda kesin bir fikir birliği yoktur.
- Bu durum, Karaca Ahmet Sultan’ın geniş bir coğrafyada tanınırlığını göstermektedir.
- Kültürel Önem:
- Farklı yerlerde türbesinin olduğuna inanılması, Karaca Ahmet Sultan’ın halk nezdindeki önemini vurgulamaktadır.
Sonuç olarak, Karaca Ahmet Sultan’ın asıl türbesinin yeri kesin olarak bilinmemektedir. Ancak Sakarya nehri çevresi, özellikle yazılı ve sözlü kaynaklarda öne çıkmaktadır. Birçok yerde türbesinin olduğuna inanılması, onun Anadolu’nun farklı bölgelerinde tanınan ve saygı duyulan bir veli olduğunu göstermektedir.
Not:
- Bu madde, Hüseyin Özcan ve Sezen Gönen’in “Yazılı ve Sözlü Ortamlardaki Karaca Ahmet Sultan Menkabelerinin Karşılaştırılması”adlı makalesinden derlenmiştir.
- (*) Muhtelif görüşler, mezarının Üsküdar’da olması gerektiği yönündedir (editörün notu).
1240
1. Kimliği ve Yaşamı:
– Tam adı: İlyas bin Ali el-Horasani
– Doğum: Tahminen 12. yüzyılın sonları, Horasan bölgesi
– Vefat: 1240, Amasya
– Unvanları: Baba Resul, Baba İlyas
2. Eğitimi ve Manevi Yolculuğu:
– İlk eğitimini muhtemelen Horasan’da aldı
– Vefai tarikatına intisap etti
– Dede Garkın’ın müridi olduğu rivayet edilir
– Tasavvufi eğitimini tamamladıktan sonra Anadolu’ya geldi
3. Anadolu’ya Gelişi ve Yerleşmesi:
– 13. yüzyılın başlarında Anadolu’ya göç etti
– Amasya’nın Çat köyüne yerleşti
– Burada bir zaviye kurarak irşad faaliyetlerine başladı
4. Dini ve Tasavvufi Görüşleri:
– Heterodoks İslam anlayışını benimsedi
– Vefai tarikatının öğretilerini yaydı
– Mehdilik ve velayetin sırlarına vakıf olduğunu iddia etti
– Şamanist Türk gelenekleriyle İslami unsurları sentezledi
5. Sosyal ve Siyasi Duruşu:
– Göçebe Türkmenlerin sorunlarına eğildi
– Selçuklu yönetimine karşı eleştirel bir tutum benimsedi
– Sosyal adaletsizliğe karşı çıktı
– Türkmenlerin yerleşik hayata geçirilmesine karşı durdu
6. Babailer İsyanındaki Rolü:
– 1239’da isyanı başlattı
– Kendisini “Baba Resul” ilan ederek takipçilerini topladı
– İsyanın ideolojik ve manevi liderliğini üstlendi
– Baba İshak’ı askeri komutan olarak görevlendirdi
7. İsyanın Seyri ve Baba İlyas’ın Sonu:
– İsyan hızla Orta ve Doğu Anadolu’ya yayıldı
– Selçuklu ordusu tarafından Amasya Kalesi’nde kuşatıldı
– 1240 yılında kaleden çıkarılarak idam edildi
8. Halifeleri ve Takipçileri:
– Baba İshak: İsyanın askeri lideri
– Hacı Bektaş Veli: En ünlü müridlerinden biri (tartışmalı)
– Muhlis Paşa: Baba İlyas’ın oğlu ve manevi mirasçısı
9. Eserleri:
– Kesin olarak ona ait olduğu bilinen bir eser yoktur
– Bazı kaynaklar “Keşfü’l-Meani” adlı bir eser atfeder (tartışmalı)
10. Tarihsel Kaynaklar ve Araştırmalar:
– İbn Bibi’nin “el-Evamirü’l-Ala’iye” adlı eseri
– Elvan Çelebi’nin “Menakıbu’l-Kudsiyye” adlı eseri
– Ahmet Yaşar Ocak’ın “Babailer İsyanı” kitabı
11. Kültürel Mirası:
– Alevi-Bektaşi geleneğinde önemli bir figür olarak anılır
– Anadolu’daki heterodoks İslam anlayışının şekillenmesinde etkili oldu
– Türk halk edebiyatında ve efsanelerinde yer aldı
12. Tartışmalı Konular:
– Mehdilik iddiasının boyutları
– Şii inançlarla ilişkisi
– Hacı Bektaş Veli ile bağlantısının gerçekliği
13. Tarihsel Önemi:
– Anadolu’nun İslamlaşma ve Türkleşme sürecindeki rolü
– Selçuklu Devleti’nin çöküşüne etkisi
– Anadolu’daki tasavvufi hareketlerin gelişimine katkısı
14. Modern Yorumlar:
– Bazı tarihçiler tarafından sosyal bir reformcu olarak değerlendirilir
– Diğerleri tarafından dini bir isyancı olarak görülür
– Türk milli tarihçiliğinde Anadolu’nun Türkleşmesindeki rolü vurgulanır
Baba İlyas el-Horasani, 13. yüzyıl Anadolu’sunun dini, sosyal ve siyasi tarihinde önemli bir figürdür. Onun öğretileri ve başlattığı isyan, Anadolu Selçuklu Devleti’nin çöküşünü hızlandırmış, Anadolu’daki heterodoks İslam anlayışının gelişmesine katkıda bulunmuş ve Türkmen göçebe kültürünün Anadolu’daki etkisini artırmıştır. Baba İlyas’ın mirası, Alevi-Bektaşi geleneği başta olmak üzere Anadolu’nun manevi ve kültürel dokusunda derin izler bırakmıştır.
Not:
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
Baba İshak
Baba İshak, 13. yüzyılda Anadolu Selçuklu Devleti’ne karşı büyük bir isyanın önderi olarak tanınan bir Türkmen dini liderdir.
Doğum:
Bilinmiyor (muhtemelen 13. yüzyıl başları)
Ölüm:
1240, Amasya civarı
Hayatı ve Faaliyetleri:
1. Köken ve Erken Dönem:
– Asıl adının İshak olduğu, “Baba” unvanının ise dini liderliğini ifade ettiği düşünülmektedir.
– Malatya bölgesinde yaşadığı ve burada etkinlik gösterdiği bilinmektedir.
2. Dini ve Sosyal Rolü:
– Heterodoks İslam anlayışını benimsemiş bir dini lider olarak tanınıyordu.
– Göçebe Türkmen toplulukları arasında büyük bir etkiye sahipti.
3. İsyanın Başlaması:
– 1240 yılında Anadolu Selçuklu Devleti’ne karşı büyük bir isyan başlattı.
– İsyan, sosyal, ekonomik ve dini nedenlerle ortaya çıkmıştı.
Babai İsyanı:
1. İsyanın Nedenleri:
– Selçuklu yönetiminin ağır vergileri
– Göçebe Türkmenlerin yerleşik hayata geçirilme çabaları
– Dini ve kültürel farklılıklar
2. İsyanın Yayılması:
– İsyan kısa sürede Amasya, Tokat, Sivas ve Kırşehir bölgelerine yayıldı.
– Binlerce Türkmen, Baba İshak’ın çağrısına uyarak isyana katıldı.
3. İsyanın Bastırılması:
– Selçuklu Sultanı II. Gıyaseddin Keyhüsrev, isyanı bastırmak için ordu gönderdi.
– Baba İshak, 1240 yılında Amasya yakınlarında yakalanarak idam edildi.
4. Baba İlyas’ın Rolü:
– Baba İshak’ın mürşidi olduğu düşünülen Baba İlyas, isyanın manevi lideri olarak kabul edilir.
– İsyan sonrası Baba İlyas da yakalanarak idam edildi.
İsyanın Sonuçları ve Etkileri:
1. Selçuklu Devleti’nin Zayıflaması:
– İsyan, Selçuklu Devleti’nin otoritesini sarstı ve merkezi yönetimi zayıflattı.
2. Sosyal ve Dini Etkiler:
– Heterodoks İslam anlayışının Anadolu’da yayılmasına katkıda bulundu.
– Daha sonraki dönemlerde ortaya çıkacak dini hareketlere zemin hazırladı.
3. Türkmen Göçleri:
– İsyan sonrası birçok Türkmen topluluğu Anadolu’nun batısına ve uç bölgelere göç etti.
Tarihsel Önemi:
– Babai İsyanı, Anadolu’daki sosyal ve dini dinamikleri anlamak açısından önemli bir olaydır.
– İsyan, Selçuklu Devleti’nin zayıflamasında ve sonraki yüzyılda Osmanlı Devleti’nin yükselişinde dolaylı bir rol oynamıştır.
– Baba İshak’ın öğretileri ve isyanın etkileri, Anadolu’daki heterodoks İslam anlayışının gelişiminde önemli bir aşama olarak kabul edilir.
Baba İshak, Anadolu tarihinde önemli bir figür olarak, sosyal adalet ve dini özgürlük taleplerinin sembolü haline gelmiştir. İsyanı, Anadolu’nun dini ve sosyal tarihinde derin izler bırakmıştır.
Not:
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
1239-40
1. Tanım ve Tarih:
– Tarih: 1239-1240 yılları arasında gerçekleşti
– Yer: Anadolu Selçuklu Devleti toprakları (özellikle Güneydoğu ve Orta Anadolu)
– Lider: Baba İlyas Horasani (Baba Resul)
2. Tarihsel Bağlam:
– Anadolu Selçuklu Devleti’nin zayıflaması
– Moğol tehdidinin artması
– Ekonomik sıkıntılar ve vergi yükü
– Göçebe Türkmenlerin merkezi otoriteyle yaşadığı gerilimler
3. İsyanın Nedenleri:
– Dini-Tasavvufi: Heterodoks İslam anlayışının yayılması
– Sosyo-ekonomik: Türkmenlerin yerleşik hayata geçirilme çabaları
– Siyasi: Merkezi otoritenin baskısı ve vergi politikaları
– Kültürel: Türkmen gelenekleriyle resmi İslam anlayışı arasındaki çatışma
4. İsyanın Lideri Baba İlyas:
– Asıl adı: İlyas bin Ali el-Horasani
– Vefai tarikatına mensup
– Amasya’da bir zaviye kurmuş
– Kendisini “Baba Resul” (Peygamberin babası) olarak tanıtmış
5. İsyanın Gelişimi:
– Başlangıç: Baba İlyas’ın Amasya’da isyanı başlatması
– Yayılış: Kısa sürede Tokat, Sivas, Kırşehir ve Malatya’ya yayılması
– Baba İshak: İsyanın askeri lideri olarak öne çıkması
– Konya’ya Yürüyüş: İsyancıların başkente doğru ilerlemesi
6. Selçuklu Devleti’nin Tepkisi:
– İlk aşamada isyanı hafife alma
– Giderek büyüyen tehdit karşısında ordu gönderme
– Frank (Frenk) paralı askerlerinin kullanılması
– Sultan II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in bizzat sefere çıkması
7. İsyanın Bastırılması:
– Malya Ovası Savaşı (1240): İsyancıların büyük yenilgisi
– Baba İshak’ın öldürülmesi
– Baba İlyas’ın Amasya Kalesi’nde idam edilmesi
– İsyancıların acımasızca cezalandırılması
8. İsyanın Sonuçları:
– Siyasi: Selçuklu Devleti’nin otoritesinin sarsılması
– Askeri: Ordunun zayıflaması, Moğollara karşı savunmanın zayıflaması
– Ekonomik: Tarım alanlarının tahrip olması, ekonomik çöküntü
– Demografik: Önemli nüfus kaybı, göçlerin artması
– Dini: Heterodoks akımların yeraltına çekilmesi
9. Uzun Vadeli Etkileri:
– Anadolu’da Türkmen babalarının etkisinin artması
– Alevilik ve Bektaşilik gibi heterodoks akımların gelişmesi
– Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda rol oynayan dini-sosyal zeminin oluşması
10. Tarihsel Kaynaklar:
– İbn Bibi’nin “el-Evamirü’l-Ala’iye fi’l-Umuri’l-Ala’iye” adlı eseri
– Elvan Çelebi’nin “Menakıbu’l-Kudsiyye fi Menasıbi’l-Ünsiyye” adlı eseri
– Ebu’l-Ferec Tarihi
11. Modern Tarihçilikte Babailer İsyanı:
– Ahmet Yaşar Ocak’ın çalışmaları: İsyanın dini-sosyal boyutlarının incelenmesi
– Claude Cahen’in yorumları: İsyanın sosyo-ekonomik arka planı
– Mikail Bayram’ın tezleri: İsyanın siyasi ve ideolojik boyutları
12. Kültürel Yansımalar:
– Halk edebiyatında Baba İlyas ve Baba İshak figürleri
– Alevi-Bektaşi geleneğinde isyanın yorumlanışı
– Modern Türk edebiyatında işlenmesi (örn. Tarık Buğra’nın “Osmancık” romanı)
13. Tartışmalı Konular:
– İsyanın gerçek mahiyeti: Dini bir hareket mi, sosyal bir başkaldırı mı?
– Baba İlyas’ın gerçek kimliği ve niyetleri
– İsyanın Moğol istilasıyla ilişkisi
14. Karşılaştırmalı Perspektif:
– Diğer Ortaçağ köylü isyanlarıyla benzerlikleri ve farkları
– İslam dünyasındaki diğer mesihçi hareketlerle karşılaştırılması
Babailer İsyanı, Anadolu Selçuklu Devleti’nin çöküşünü hızlandıran, Anadolu’nun sosyal ve dini yapısını derinden etkileyen önemli bir olaydır. Bu isyan, Türkmen göçebe kültürü ile yerleşik İslam medeniyeti arasındaki gerilimi yansıtması açısından da büyük önem taşır. İsyanın etkileri, Osmanlı Devleti’nin kuruluş sürecine kadar uzanmış ve Anadolu’nun dini-sosyal dokusunun şekillenmesinde önemli rol oynamıştır.
Not:
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
1230-50(?)
Hayatı
Dede Garkın, 13. yüzyılda Anadolu’da yaşamış olan önemli bir Alevi erenidir. Kargın boyuna mensup Türkmen kökenli bir aileden gelmektedir. Alevi inancının yayılmasında ve bu inancın ritüellerinin şekillenmesinde etkili olmuştur. Dede Garkın, özellikle Hacı Bektaş Veli ile olan ilişkisiyle tanınmakta ve bu bağlamda Alevi-Bektaşi geleneğinin önemli bir figürü olarak kabul edilmektedir.
Soyu, Yaşamı ve Türbesi
Dede Garkın’ın soyu, Kargın boyuna mensup Türkmen kökenli bir aileye dayanmaktadır. Doğum yeri ve tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde yaşadığı düşünülmektedir (Mardin’de doğduğu ve öldüğü en çok rivâyet edilendir)*. Ölüm yeri de net olarak kaydedilmemiştir, ancak bazı kaynaklar onun Anadolu’da vefat ettiğini belirtmektedir . Dede Garkın’ın türbesi, genellikle Alevi inancının önemli merkezlerinden biri olarak kabul edilen yerlerde bulunmaktadır, ancak kesin yeri hakkında farklı görüşler mevcuttur.
Kişiliği
Dede Garkın, derin bir manevi anlayışa sahip, halk arasında saygı gören bir kişilikti. Kerametleri ve hikmetleri ile tanınan Dede Garkın, mürşitlik rolünü üstlenerek birçok talip yetiştirmiştir. Alevi toplulukları arasında birleştirici bir figür olarak, inanç ve değerlerin korunmasında önemli bir rol oynamıştır. Baba İlyas’ın da pîridir.
Vefâilikle Olan İlişkisi
Dede Garkın, Alevilikteki dedelik ve mürşitlik sisteminin önemli bir temsilcisi olarak, vefaililikle doğrudan ilişkilidir. Vefailik, Alevi inancında bir mürşidin, taliplerine rehberlik etme ve onları eğitme görevini üstlenmesi anlamına gelir. Dede Garkın, bu sistemin bir parçası olarak, taliplerine manevi eğitim vermiş ve Alevi toplulukları arasında birleştirici bir rol oynamıştır.
Eserleri
Dede Garkın’a atfedilen eserler arasında, onun öğretilerini ve yaşamını anlatan menkıbeler bulunmaktadır. Elvan Çelebi’nin “Menâkıbu’l Kudsiyye” adlı eseri, Dede Garkın hakkında önemli bilgiler sunmakta ve onun kerametlerini aktarmaktadır. Bunun yanı sıra, Dede Garkın’ın yaşamı ve öğretileri, çeşitli sözlü gelenekler ve halk hikayeleri aracılığıyla günümüze kadar ulaşmıştır.
Etkisi
Dede Garkın, Alevilikteki dedelik ve taliplik sisteminin temel taşlarından biri olarak kabul edilmektedir. Onun öğretileri, Alevi toplulukları arasında derin bir etki bırakmış ve bu inancın yayılmasına katkıda bulunmuştur. Dede Garkın ocağı, günümüzde de Alevi inancının yaşatılmasında ve öğretilerinin aktarılmasında önemli bir merkez olmaya devam etmektedir. Alevi-Bektaşi kültüründe Dede Garkın, manevi bir lider olarak anılmakta ve onun mirası, Alevi toplulukları tarafından yaşatılmaktadır.
Not:
Hüseyin Dedekargınoğlu’nun “Mürşid Dede Garkın Kimdir?” adlı makalesinden derlenmiştir.
(*) Editörün notu.
1220
- Moğol İstilasının Başlangıcı:
- Tarih: 1206’da Cengiz Han’ın Moğol kabilelerini birleştirmesiyle başladı
- İlk Hedefler: Çin, Orta Asya ve İran
- Önemli Tarihler:
- 1219-1221: Harezm İmparatorluğu’nun yıkılışı
- 1223: Kalka Muharebesi (Rusya’ya ilk sefer)
- 1231: Moğolların Anadolu sınırlarına dayanması
- İstilanın Etkileri:
- Siyasi: Birçok devlet ve hanedanlığın yıkılması
- Ekonomik: Ticaret yollarının tahrip olması, ekonomik çöküş
- Demografik: Büyük nüfus kayıpları ve göçler
- Kültürel: İslam dünyasının kültür merkezlerinin tahribi
- Derviş Göçlerinin Nedenleri:
- Moğol baskısı ve zulmünden kaçış
- Kültür merkezlerinin yıkılması
- Ekonomik zorluklar
- Yeni yurt arayışı
- Manevi misyon duygusu (İslam’ı yayma arzusu)
- Göç Yolları ve Dalgaları:
- Ana Güzergâh: Orta Asya → İran → Anadolu
- İlk Dalga: 1220’ler – Harezm yıkılınca başlayan göçler
- İkinci Dalga: 1240’lar – Moğolların Anadolu’ya yaklaşmasıyla
- Üçüncü Dalga: 1258 – Bağdat’ın düşüşünden sonra
- Öne Çıkan Derviş Grupları:
- Yeseviler: Hoca Ahmed Yesevi’nin takipçileri
- Kalenderiler: Gezgin dervişler
- Haydariler: Kutbeddin Haydar’ın müridleri
- Vefailer: Ebu’l-Vefa el-Bağdadi’nin takipçileri
- Rifailer: Ahmed er-Rifai’nin müridleri
- Anadolu’da Yerleşim:
- Kırsal Bölgeler: Dervişler genellikle ıssız yerlere yerleşti
- Zaviyeler: Dervişler tarafından kurulan küçük dini merkezler
- Kolonizatör Dervişler: Yeni yerleşim yerleri kuran dervişler
- Kültürel ve Dini Etkileri:
- Halk İslamı’nın Yayılması: Tasavvufi öğretilerin halka ulaşması
- Heterodoks İnanışlar: Şamanizm ve İslam’ın karışımı inançların ortaya çıkması
- Türkçe’nin Yaygınlaşması: Dervişlerin Türkçe vaaz ve şiirleri
- Edebiyat: Tekke edebiyatının gelişmesi (örn. Yunus Emre)
- Siyasi Etkileri:
- Selçuklu Devleti’nin Zayıflaması: Göçler, merkezi otoriteyi sarstı
- Beylikler Döneminin Başlangıcı: Yeni siyasi oluşumların ortaya çıkması
- Osmanlı Devleti’nin Temelleri: Derviş gruplarının Osmanlı’nın kuruluşundaki rolü
- Ekonomik Etkileri:
- Tarımsal Üretimin Artışı: Dervişlerin ıssız bölgeleri şenlendirmesi
- Ticaretin Canlanması: Zaviyeler etrafında oluşan yerleşimler
- Vakıf Sisteminin Gelişmesi: Dervişlerin kurduğu vakıflar
- Önemli Şahsiyetler:
- Hacı Bektaş Veli: Bektaşilik tarikatının kurucusu
- Mevlana Celaleddin Rumi: Mevlevilik tarikatının ilham kaynağı
- Sarı Saltuk: Balkanlar’da İslam’ın yayılmasında etkili olmuş derviş
- Uzun Vadeli Sonuçlar:
- Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşması sürecinin hızlanması
- Türk-İslam sentezinin oluşması
- Anadolu’da tasavvuf kültürünün yerleşmesi
- Osmanlı İmparatorluğu’nun manevi altyapısının oluşması
- Tarihyazımında Derviş Göçleri:
- Fuad Köprülü’nün çalışmaları: Türk edebiyatı ve tasavvuf tarihi açısından önemi
- Ömer Lütfi Barkan’ın “Kolonizatör Türk Dervişleri” tezi
- Modern tarihçilikte göçlerin sosyo-ekonomik boyutlarının incelenmesi
Moğol İstilası ve sonrasında gerçekleşen derviş göçleri, Anadolu’nun kültürel, dini ve siyasi yapısını derinden etkilemiş, günümüz Türkiye’sinin manevi ve kültürel dokusunun oluşmasında büyük rol oynamıştır. Bu süreç, İslam’ın Türk kültürüyle sentezlenmesi ve Anadolu’nun Türk yurdu haline gelmesi açısından kritik öneme sahiptir.
Not:
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
1197(?)
Hayatı ve Tarihsel Kişiliği:
Baba Mansur’un kesin doğum ve ölüm tarihleri bilinmemektedir. Ancak genel kanı, 13. yüzyılda yaşadığı yönündedir. Horasan’dan Anadolu’ya geldiği ve bugünkü Tunceli (Dersim) bölgesine yerleştiği rivayet edilir. Bazı kaynaklara göre, Hacı Bektaş Veli ile çağdaştır ve onunla yakın ilişkiler içinde olmuştur.
Alevi-Bektaşi Geleneğindeki Yeri:
Baba Mansur, Alevi-Bektaşi inancında “Yedi Ulu Ozan” olarak bilinen yedi büyük ozandan biri olarak kabul edilir. Ayrıca, Alevilik’te önemli bir yere sahip olan ocak sisteminin kurucularından biridir. Baba Mansur Ocağı, Alevilik’te en eski ve en büyük ocaklardan biri olarak bilinir.
Baba Mansur Ocağı:
Baba Mansur’un kurduğu ocak, Tunceli başta olmak üzere Erzincan, Sivas, Malatya, Elazığ ve çevre illerde yaygın bir etki alanına sahiptir. Ocağa bağlı birçok Alevi topluluğu bulunmaktadır. Ocak, Alevi inancının ve geleneklerinin nesilden nesile aktarılmasında önemli bir rol oynamıştır.
Kerametleri ve Menkıbeleri:
Baba Mansur’a atfedilen birçok keramet ve menkıbe bulunmaktadır. Bunlardan bazıları:
– Asa’sını yere dikip ağaç haline getirmesi
– Kuru odunları yeşertmesi
– Taşları yumuşatıp ekmek yapması
– Dağları ve kayaları hareket ettirmesi
Bu menkıbeler, onun manevi gücünü ve halk nezdindeki itibarını göstermektedir.
Öğretileri ve Felsefesi:
Baba Mansur’un öğretileri, Alevi-Bektaşi inancının temel prensipleriyle örtüşmektedir. Bunlar arasında:
– İnsan sevgisi ve hoşgörü
– Doğa ile uyum içinde yaşama
– “Eline, diline, beline sahip olma” düsturu
– Ehl-i Beyt sevgisi
– Batıni (içsel) bilgiye önem verme
yer almaktadır.
Edebiyattaki Yeri:
Baba Mansur’a atfedilen birçok deyiş ve nefes bulunmaktadır. Bu eserler, Alevi-Bektaşi edebiyatının önemli örnekleri arasında yer alır. Ancak, bu eserlerin gerçekten ona ait olup olmadığı tartışma konusudur.
Günümüzdeki Önemi:
Baba Mansur’un türbesi, Tunceli’nin Mazgirt ilçesine bağlı Muhundu (Gezin) köyünde bulunmaktadır. Bu türbe, Alevi toplumu için önemli bir ziyaret yeridir. Her yıl, türbenin bulunduğu yerde anma etkinlikleri düzenlenmektedir.
Baba Mansur’un mirası, günümüzde de Alevi-Bektaşi toplumu içinde canlılığını korumaktadır. Onun adını taşıyan ocak, Alevi inancının ve kültürünün yaşatılmasında önemli bir rol oynamaya devam etmektedir.
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
1166
Hoca Ahmet Yesevi (1093-1166)
1. Vefat Tarihi ve Yeri:
– Hoca Ahmet Yesevi, 1166 yılında (bazı kaynaklara göre 1167) Yesi (günümüzdeki Türkistan) şehrinde vefat etmiştir.
– Yaklaşık 73 yaşında Hakk’a yürüdüğü düşünülmektedir.
2. Vefat Öncesi Dönem:
– Rivayete göre, Yesevi 63 yaşına geldiğinde (Hz. Muhammed’in vefat yaşı) kendini yeraltında inşa ettirdiği bir çilehaneye kapatmıştır.
– Bu dönemde irşat faaliyetlerini sürdürmüş, ancak fiziksel olarak insanlardan uzak kalmıştır.
3. Vefatının Manevi Boyutu:
– Yesevi geleneğinde, onun vefatı bir “vuslat” yani Hakk’a kavuşma olarak görülür.
– Ölümü, tasavvufi anlayışta “şeb-i arus” (düğün gecesi) olarak nitelendirilir.
4. Cenaze Merasimi:
– Vefatının ardından büyük bir cenaze merasimi düzenlendiği rivayet edilir.
– Müridleri ve sevenleri uzak diyarlardan gelerek son görevlerini yerine getirmişlerdir.
5. Türbesi:
– Vefatından sonra Yesi’de defnedilmiştir.
– Türbesi, Timur tarafından 14. yüzyılın sonlarında yeniden inşa ettirilmiştir.
– Günümüzde Kazakistan’ın Türkistan şehrinde bulunan bu türbe, önemli bir ziyaret yeridir.
6. Vefatının Etkileri:
a) Yeseviyye Tarikatı:
– Vefatından sonra müridleri tarafından Yeseviyye tarikatı sistemleştirilmiştir.
– Öğretileri, Orta Asya’dan Anadolu’ya kadar geniş bir coğrafyada yayılmıştır.
b) Edebi Miras:
– “Divan-ı Hikmet” adlı eseri, vefatından sonra müridleri tarafından derlenmiş ve yayılmıştır.
– Hikmetleri, Türk tasavvuf edebiyatının temel taşlarından biri haline gelmiştir.
c) Manevi Etki:
– Vefatı, onu Türk-İslam dünyasında bir evliya ve manevi önder konumuna yükseltmiştir.
– “Pir-i Türkistan” (Türkistan’ın Piri) unvanıyla anılmaya başlanmıştır.
7. Vefatına Dair Menkıbeler:
– Çeşitli menkıbelerde, vefatı sırasında olağanüstü olayların gerçekleştiği anlatılır.
– Bu menkıbeler, onun manevi makamını ve halk üzerindeki etkisini gösterir.
8. Tarihsel Önemi:
– Vefatı, Orta Asya’da İslam’ın Türkler arasında yayılmasının bir dönüm noktası olarak görülür.
– Türk tasavvuf geleneğinin temellerini atmış ve bu gelenek onun vefatından sonra da güçlenerek devam etmiştir.
9. Modern Dönemdeki Yansımaları:
– Vefat yıldönümü, başta Türkiye ve Orta Asya Türk Cumhuriyetleri olmak üzere çeşitli ülkelerde anma etkinlikleriyle kutlanmaktadır.
– Akademik çalışmalar, onun hayatı, öğretileri ve etkisi üzerine yoğunlaşmaya devam etmektedir.
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
1131, 4 Aralık
Ömer Hayyam’ın Vefâtı
Tarih:
4 Aralık 1131 (12 Rebiülevvel 526 Hicri)
Yer:
Nişabur, İran (o dönemde Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun bir parçası)
Yaş:
83 (bazı kaynaklara göre 85)
Vefat Koşulları:
- Kesin detaylar bilinmemekle birlikte, doğal nedenlerle vefat ettiği düşünülmektedir.
- Hayatının son yıllarını Nişabur’da geçirdiği bilinmektedir.
Son Dönem:
- Ömrünün son yıllarında ilmi çalışmalarına devam ettiği rivayet edilir.
- Bazı kaynaklara göre, ölümünden kısa bir süre önce Avicenna’nın “İşarat” adlı eserini okuyordu.
Rivayet Edilen Son Sözleri:
- Bir rivayete göre, son nefesinde şu sözleri söylediği aktarılır: “Tanrım! Seni anladığım kadar anladım. Beni bağışla!”
Defin:
- Nişabur’da defnedildiği bilinmektedir.
- Mezarının tam yeri konusunda kesin bir bilgi yoktur.
Vefatının Yankıları:
- Dönemin ilim çevrelerinde büyük üzüntüyle karşılanmıştır.
- Vefatından sonra eserleri ve özellikle rubaileri geniş bir coğrafyada yayılmaya devam etmiştir.
Tarihsel Bağlam:
- Vefat ettiği dönemde, Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nda siyasi çalkantılar yaşanmaktaydı.
- İslam dünyasında bilimsel ve felsefi çalışmaların hala canlı olduğu bir dönemdi.
Miras ve Etkisi:
- Vefatından sonra, özellikle matematik ve astronomi alanındaki çalışmaları uzun süre referans alınmıştır.
- Rubaileri, yüzyıllar boyunca İslam dünyasında ve daha sonra Batı’da geniş bir etki yaratmıştır.
Tartışmalar:
- Vefat tarihi konusunda bazı kaynaklarda küçük farklılıklar görülebilir.
- Hayatının son dönemine ait bilgiler genellikle rivayetlere dayanmaktadır.
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
1124, 12 Haziran
Hassan Sabbah, 12 Haziran 1124 yılında Alamut Kalesi’nde hayatını kaybetti. Yaklaşık 35 yıl boyunca Nizari İsmaili devletinin lideri olarak hüküm sürdü.
1. Ölümünün Doğrudan Etkileri:
- Liderlik Geçişi: Ölümünden önce, yerine Kiya Buzurg-Ummid’i halef olarak belirledi. Bu, Nizari İsmaili devletinde nispeten sorunsuz bir liderlik geçişi sağladı.
- Gizlilik: Ölümü, tıpkı hayatının büyük bir kısmı gibi, gizlilik içinde gerçekleşti ve dış dünyaya hemen duyurulmadı.
2. Mirası ve Uzun Vadeli Etkileri:
a) Siyasi Etkiler:
- Nizari İsmaili Devleti: Kurduğu devlet yapısı, vefatından sonra da yaklaşık 150 yıl daha varlığını sürdürdü.
- Asassinler: “Haşhaşiler” olarak da bilinen fedai örgütü, onun ölümünden sonra da faaliyetlerine devam etti ve Orta Doğu siyasetini etkilemeyi sürdürdü.
b) Dini Etkiler:
- İsmaili Mezhebi: Hassan Sabbah’ın öğretileri, İsmaili mezhebinin Nizari kolunun temel doktrinlerini oluşturdu.
- Davet (Propaganda) Yöntemleri: Geliştirdiği dini propaganda teknikleri, sonraki İsmaili liderler tarafından da kullanıldı.
c) Askeri ve Stratejik Etkiler:
- Kale Stratejisi: Dağlık bölgelerde inşa ettiği kale ağı, yüzyıllar boyunca İsmaililerin savunma stratejisinin temeli oldu.
- Gerilla Taktikleri: Geliştirdiği asimetrik savaş taktikleri, sonraki dönemlerde de kullanıldı.
d) Kültürel Etkiler:
- Efsanevi Figür: Zaman içinde Hassan Sabbah, hem Doğu hem de Batı edebiyatında efsanevi bir karakter haline geldi.
- Tarihi Anlatılar: Hayatı ve eylemleri, çeşitli tarih kitaplarında ve edebi eserlerde işlendi.
e) Entelektüel Miras:
- Felsefe ve Teoloji: Geliştirdiği felsefi ve teolojik fikirler, İsmaili düşüncesinde uzun süre etkili oldu.
- Kütüphane: Alamut’ta kurduğu büyük kütüphane, İslam dünyasının önemli bilgi merkezlerinden biri haline geldi.
3. Tarihsel Değerlendirme:
- Tartışmalı Figür: Hassan Sabbah, bazıları tarafından bir özgürlük savaşçısı ve dini reformcu olarak görülürken, diğerleri tarafından bir terörist ve sapkın olarak nitelendirildi.
- Orta Çağ Politikası: Onun stratejileri ve taktikleri, Orta Çağ İslam dünyasının karmaşık siyasi ortamını yansıtır.
4. Modern Dönemdeki Yankıları:
- Akademik İlgi: Modern tarihçiler ve din bilimciler, Hassan Sabbah’ın hayatı ve öğretilerini daha objektif bir şekilde incelemeye başladılar.
- Popüler Kültür: Hayatı ve kurduğu örgüt, çeşitli romanlara, filmlere ve video oyunlarına konu oldu.
Hassan Sabbah’ın vefatı, kurduğu hareketin sonu olmaktan ziyade, yeni bir inanç evresinin başlangıcı oldu. Onun fikirleri ve stratejileri, sadece İsmaili topluluğunu değil, tüm Orta Doğu’nun siyasi ve dini manzarasını derinden etkiledi. Günümüzde bile, onun mirası tarihçiler, din bilimciler ve siyaset bilimciler tarafından incelenmeye ve tartışılmaya devam etmektedir.
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
1107, 9 Aralık
- Kimliği ve Yaşamı:
- Tam adı: Muhammed bin Muhammed bin Yahya bin İsmail bin Abbas el-Kureyşi el-Bağdadi
- Lakabı: Tac’ül-Arifin (Ariflerin Tacı)
- Künyesi: Ebu’l-Vefa
- Doğum: 1026, Kusan köyü, Irak
- Vefat: 1107, Bağdat
- Mezhebi: Hanefi (fıkıh), Ehl-i Sünnet (itikat)
- Eğitimi ve Yetişmesi:
- Gençlik yıllarında Bağdat’a giderek dönemin önde gelen alimlerinden dersler aldı.
- Kur’an-ı Kerim, hadis, fıkıh ve kelam ilimlerinde derinleşti.
- Tasavvufa yönelerek manevi eğitimini tamamladı.
- Ebu Muhammed Abdullah es-Sarmanî’den tasavvuf eğitimi aldığı rivayet edilir.
- Tarikatı: Vefaiyye
- Kendi adıyla anılan Vefaiyye tarikatının kurucusudur.
- Tarikatın temel prensipleri: a) Şeriata sıkı bağlılık b) Nefis terbiyesi ve ahlaki arınma c) Zühd ve vera kavramlarına önem verme d) İlim ve irfanı birleştirme
- Tarikatın yayılması: a) Anadolu’da özellikle 12. ve 13. yüzyıllarda etkili oldu. b) Balkanlar’da da taraftar buldu. c) Osmanlı döneminde varlığını sürdürdü.
- Öğretileri ve Düşünce Sistemi:
- İslam’ın zahiri ve batıni yönlerini birleştirmeye çalıştı.
- Tasavvufi düşüncelerini İslam şeriatı çerçevesinde şekillendirdi.
- “Vahdet-i Vücud” (Varlığın Birliği) anlayışına yakın görüşler benimsedi.
- Ahlaki olgunlaşma ve manevi yükselmeye önem verdi.
- Dört kapı (şeriat, tarikat, marifet, hakikat) anlayışını benimsedi.
- Kerametleri ve Menkıbeleri:
- Çeşitli kerametler gösterdiğine inanılır.
- En meşhur menkıbelerinden biri, bir aslanı ehlileştirip üzerine binmesidir.
- Gaybı bilme, hastalara şifa verme gibi olağanüstü güçlere sahip olduğuna inanılır.
- Etkileri ve Önemi:
- Anadolu’nun İslamlaşmasında önemli rol oynadı.
- Türk tasavvuf geleneğinin şekillenmesine katkıda bulundu.
- Hacı Bektaş Veli, Sarı Saltuk gibi önemli Türk sufilerini etkiledi.
- Yesevilik ve Bektaşilik gibi Türk tasavvuf akımlarının oluşumunda etkili oldu.
- Eserleri:
- Kendisine atfedilen bazı eserler olsa da, günümüze ulaşan yazılı eseri yoktur.
- Öğretileri daha çok sözlü gelenek ve müridleri aracılığıyla aktarılmıştır.
- “Risale-i Vefaiyye” adlı bir eser ona atfedilse de, bu eserin otantikliği tartışmalıdır.
- Türbesi ve Ziyaretgâhı:
- Türbesi Bağdat’ta bulunmaktadır.
- Yüzyıllar boyunca önemli bir ziyaret yeri olmuştur.
- 20. yüzyılda restore edilmiş ve halen ziyarete açıktır.
- Tarihsel ve Kültürel Bağlam:
- Yaşadığı dönem, İslam dünyasında tasavvufun yükselişe geçtiği bir dönemdi.
- Selçuklu ve Abbasi dönemlerinde yaşamış, bu iki büyük devletin kültürel ortamından etkilenmiştir.
- Moğol istilası öncesi İslam dünyasının entelektüel ve manevi zenginliğini temsil eder.
- Araştırmalar ve Kaynaklar:
- Hayatı ve öğretileri hakkında yapılan akademik çalışmalar sınırlıdır.
- Bilgiler genellikle tabakat kitapları, menakıpnameler ve tarikat silsilelerinden elde edilmektedir.
- Modern dönemde, özellikle Türk tasavvuf tarihi araştırmacıları tarafından inceleme konusu yapılmıştır.
Ebu’l-Vefa el-Bağdadi, İslam tasavvuf tarihinde önemli bir yere sahip olup, özellikle Türk-İslam kültürünün oluşumunda kritik bir rol oynamıştır. Onun öğretileri ve kurduğu tarikat, yüzyıllar boyunca Anadolu ve Balkanlar’daki dini ve kültürel hayatı etkilemeye devam etmiştir.
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
1093
- Kimliği ve Yaşamı:
- Doğum: 1093 civarı, Sayram (bugünkü Kazakistan)
- Vefat: 1166 veya 1167, Yesi (bugünkü Türkistan, Kazakistan)
- Tam adı: Hoca Ahmet bin İbrahim bin İlyas Yesevi
- Unvanları: Pir-i Türkistan, Hazret-i Türkistan
- Ailesi ve Çocukluğu:
- Babası: Şeyh İbrahim, Sayram’ın tanınmış şeyhlerinden
- Annesi: Ayşe Hatun
- Ablası: Gevher Şehnaz
- Yedi yaşında yetim kaldı, ablasıyla birlikte Yesi’ye göç etti
- Eğitimi:
- İlk eğitimini Yesi’de Arslan Baba’dan aldı
- Arslan Baba’nın vefatından sonra Buhara’ya gitti
- Buhara’da dönemin ünlü alimi Yusuf Hemedani’ye intisap etti
- Zahiri ve batıni ilimlerde derinleşti
- Manevi Yolculuğu:
- Yusuf Hemedani’nin üçüncü halifesi oldu
- 33 yaşında Yesi’ye dönerek irşad faaliyetlerine başladı
- 63 yaşında (Hz. Muhammed’in vefat yaşı) yeraltında bir çilehaneye çekildi
- Öğretileri ve Düşünce Sistemi:
- İslam’ı Türk kültürü ve gelenekleriyle harmanlayarak sundu
- Tasavvufi düşünceyi halk diline ve anlayışına uygun şekilde aktardı
- Dört Kapı Kırk Makam öğretisini geliştirdi
- Zühd ve takva anlayışını vurguladı
- Kadın-erkek eşitliğini savundu
- Eserleri:
- Divan-ı Hikmet: Türkçe şiirlerinin toplandığı eser
- Fakr-name: Tasavvufi öğretilerini anlatan Farsça risale
- Risale der Adab-ı Tarikat: Tarikat adabını anlatan Farsça eser
- Yeseviyye Tarikatı:
- Kurucusu olduğu tarikat, Orta Asya’dan Balkanlara kadar yayıldı
- Türk tasavvuf geleneğinin temelini oluşturdu
- Zikir usulü olarak “zikr-i erre” (testere zikri) kullanıldı
- Edebi Etkisi:
- Türk edebiyatında “hikmet” tarzının öncüsü oldu
- Hece veznini kullanarak halk edebiyatı geleneğini sürdürdü
- Anadolu’daki tekke edebiyatını derinden etkiledi
- Tarihsel Önemi:
- Türklerin İslamlaşma sürecinde kritik rol oynadı
- Göçebe Türk toplulukları arasında İslam’ın yayılmasına katkıda bulundu
- Türk-İslam sentezinin öncülerinden biri oldu
- Türbesi ve Ziyaretgâhı:
- Vefatından sonra Yesi’de defnedildi
- 14. yüzyılda Timur tarafından üzerine büyük bir türbe inşa ettirildi
- Türbesi, UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer almaktadır
- Mirası ve Etkileri:
- Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli gibi Anadolu erenlerini etkiledi
- Balkanlar’da Bektaşilik üzerinde etkili oldu
- Günümüzde Türk dünyasında birleştirici bir figür olarak kabul edilir
- Araştırmalar ve Çalışmalar:
- 20. yüzyıldan itibaren akademik çalışmalara konu oldu
- Fuad Köprülü’nün “Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar” eseri, modern Yesevi araştırmalarının temelini oluşturdu
- Türkiye, Kazakistan ve diğer Türk cumhuriyetlerinde Yesevi araştırma merkezleri kuruldu
- Anma ve Kutlamalar:
- UNESCO tarafından 2016-2017 yılları Hoca Ahmet Yesevi Yılı ilan edildi
- Doğum ve vefat yıldönümlerinde uluslararası sempozyumlar ve anma etkinlikleri düzenlenmektedir
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
1048, 18 Mayıs
Ömer Hayyam (1048-1131)
Tam Adı:
Gıyaseddin Ebü’l-Feth Ömer İbn İbrahim el-Hayyami en-Nişaburi
Doğum:
18 Mayıs 1048, Nişabur, İran (Büyük Selçuklu İmparatorluğu dönemi)
Ölüm:
4 Aralık 1131, Nişabur, İran
Mesleği ve Uzmanlık Alanları:
- Matematikçi
- Astronom
- Filozof
- Şair
Eğitimi:
- Nişabur’da başlayan eğitimini Belh, Semerkant ve İsfahan’da sürdürdü.
- Dönemin önde gelen alimlerinden ders aldı.
Bilimsel Çalışmaları:
- Matematik:
- Cebir alanında önemli katkılar yaptı.
- Kübik denklemlerin çözümü üzerine çalıştı.
- Pascal Üçgeni’ni Hayyam Üçgeni olarak geliştirdi.
- Astronomi:
- Malik Şah’ın isteğiyle Celalî takvimini hazırladı (1079).
- Bu takvim, Gregoryen takviminden daha dakik kabul edilir.
- Fizik:
- Özellikle mekanik ve optik alanlarında çalışmalar yaptı.
Felsefi Görüşleri:
- Yeni-Platoncu felsefeden etkilendi.
- Varlık ve yokluk üzerine düşünceler geliştirdi.
- Determinizm ve özgür irade konularını tartıştı.
Edebi Yönü:
- Rubaileriyle ünlüdür.
- Yaklaşık 1000 rubai yazdığı düşünülür, ancak kesin sayı tartışmalıdır.
- Rubailerinde hayat, ölüm, kader ve zaman gibi temaları işledi.
Önemli Eserleri:
- Bilimsel Eserler:
- Risale fi’l-cebr ve’l-mukabele (Cebir Risalesi)
- Zic-i Melikşahi (Astronomi tabloları)
- Nevruznâme (Takvim çalışması)
- Edebi Eserler:
- Rubaiyat (Dörtlükler)
Batı’da Tanınması:
- 19. yüzyılda Edward FitzGerald’ın İngilizce çevirisiyle Batı’da üne kavuştu.
- Rubailer, birçok dile çevrildi ve geniş bir etki yarattı.
Mirası ve Etkisi:
- Matematik ve astronomi alanlarında öncü çalışmalar yaptı.
- Felsefi düşünceleri ve şiirleri, yüzyıllar boyunca tartışıldı ve yorumlandı.
- İran’da ulusal bir kahraman olarak anılır.
- Adına krator (Ay’da) ve asteroid adlandırıldı.
Tartışmalar:
- Rubailerinin gerçekten ona ait olup olmadığı tartışma konusudur.
- Dini inançları ve felsefi görüşleri hakkında farklı yorumlar mevcuttur.
Ömer Hayyam, bilim ve edebiyat tarihinde önemli bir figürdür. Çok yönlü kişiliği ve eserleriyle hem Doğu hem de Batı kültürlerini etkilemiştir. Ancak, hayatı ve eserleri hakkında bazı belirsizlikler ve tartışmalar devam etmektedir.
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
1046-47 / 1053-54
Hassan Sabbah
Doğum:
1047-48 veya 1053-54, Kum, İran
Ölüm:
12 Haziran 1124, Alamut Kalesi, İran
Bilinen diğer adları:
Hasan-i Sabbah, Şeyhü’l-Cebel (Dağın Şeyhi)
Meslek:
Dini lider, siyasi figür, yazar
Önemli eserleri:
Sargüzeşt-i Seyyidina (Efendimizin Serüveni), çeşitli felsefi ve teolojik risaleler
I. Hayatı
A. Erken Dönem ve Eğitimi
- Şii bir ailede doğdu, ancak ilk eğitimini Sünni gelenekte aldı.
- Rey şehrinde eğitim gördü, dönemin önde gelen alimlerinden dersler aldı.
- Felsefe, matematik, astronomi ve İslami ilimlerde kendini geliştirdi.
B. İsmaili Mezhebine Geçiş
- Genç yaşta İsmaili davetçilerle tanıştı.
- 1071 yılında Kahire’ye seyahat etti ve Fatımi Halifeliği’nde İsmaili öğretilerini derinlemesine öğrendi.
- İsmaili mezhebinin Nizari kolunun lideri olarak öne çıktı.
C. Alamut Dönemi
- 1090 yılında Alamut Kalesi’ni ele geçirdi.
- Alamut merkezli Nizari İsmaili devletini kurdu.
- 1124 yılında Alamut Kalesi’nde öldü.
II. Siyasi ve Dini Faaliyetleri
A. Nizari İsmaili Devleti’nin Kurulması
- Alamut Kalesi’ni merkez alarak İran ve Suriye’de bir dizi kale ve yerleşim yerini kontrol etti.
- “Yeni Davet” (al-Da’wa al-Jadida) adı verilen bir reform hareketi başlattı.
- Selçuk İmparatorluğu ve diğer Sünni güçlere karşı direniş gösterdi.
B. Dava (Misyonerlik) Faaliyetleri
- Geniş bir dai (misyoner) ağı kurdu.
- İsmaili öğretilerini yaymak için sistematik bir yaklaşım geliştirdi.
- Gizli bir örgütlenme modeli oluşturdu.
C. Siyasi Stratejisi
- “Kaleler Stratejisi” olarak bilinen, dağlık bölgelerde güçlü kaleler inşa etme politikasını uyguladı.
- Asimetrik savaş taktiklerini geliştirdi.
- Diplomatik ilişkiler kurarak bazı güçlerle ittifaklar oluşturdu.
III. Öğretileri ve Felsefesi
A. Dini Görüşleri
- Batıni (ezoterik) İslam yorumunu benimsedi.
- Kur’an’ın ve dini metinlerin zahiri (dış) ve batıni (iç) anlamları olduğunu savundu.
- İmamet doktrinini merkeze alan bir inanç sistemi geliştirdi.
B. Felsefi Yaklaşımı
- Yeni-Platoncu felsefeden etkilendi.
- Akıl ve vahiy arasında bir denge kurmaya çalıştı.
- Evrenin hiyerarşik bir yapıya sahip olduğunu öne sürdü.
C. Sosyal ve Siyasi Düşünceleri
- Adil bir toplum düzeni kurmayı amaçladı.
- Mevcut siyasi ve dini otoritelere karşı eleştirel bir tutum benimsedi.
- Eşitlikçi bir toplum vizyonu geliştirdi.
IV. Fedai Sistemi ve Askeri Organizasyon
A. Fedailerin Eğitimi
- Özel olarak seçilmiş gençleri katı bir eğitimden geçirdi.
- Fedailere dini, felsefi ve askeri eğitim verildi.
- Mutlak itaat ve fedakarlık ilkelerini aşıladı.
B. Suikast Taktikleri
- Hedef odaklı, yüksek profilli suikastlar düzenledi.
- Bu taktikler, düşmanları üzerinde psikolojik etki yaratmak için kullanıldı.
- Suikastlar genellikle sembolik ve politik mesajlar içeriyordu.
C. Askeri Organizasyon
- Küçük ama etkili bir ordu oluşturdu.
- Savunma odaklı bir strateji benimsedi.
- İstihbarat ağını etkin bir şekilde kullandı.
V. Tarihsel Etki ve Miras
A. Siyasi Etki
- Ortadoğu’nun siyasi dengesini etkiledi.
- Seljuklar, Haçlılar ve diğer güçler üzerinde önemli bir baskı unsuru oldu.
- Asimetrik savaş taktiklerinin öncüsü olarak kabul edildi.
B. Dini ve Kültürel Etki
- Nizari İsmaili mezhebinin yayılmasında ve şekillenmesinde kritik rol oynadı.
- İslam düşünce tarihinde önemli bir figür haline geldi.
- Batıni İslam yorumunun gelişmesine katkıda bulundu.
C. Edebi ve Popüler Kültürdeki Yansımaları
- Ortaçağ İslam ve Hristiyan kaynaklarında sıkça bahsedildi.
- Batı edebiyatında ve popüler kültürde mitolojik bir figür haline geldi.
- “Assassin” terimi, Haşhaşin’den türeyerek Batı dillerine girdi.
VI. Tarihsel Değerlendirme ve Modern Araştırmalar
A. Kaynak Sorunları
- Hassan Sabbah hakkındaki birçok bilgi, düşmanları tarafından yazılan kaynaklara dayanmaktadır.
- Nizari İsmaililerin kendi kaynaklarının çoğu tarih boyunca yok edilmiştir.
B. Modern Tarihçilerin Yaklaşımları
- Son dönem araştırmaları, daha dengeli bir portre çizmeye çalışmaktadır.
- Oryantalist anlatıların eleştirel bir değerlendirmesi yapılmaktadır.
- Hassan Sabbah’ın dini ve felsefi motivasyonları üzerine yeni çalışmalar yapılmaktadır.
C. Güncel Tartışmalar
- Hassan Sabbah’ın siyasi ve dini liderlik rolü yeniden değerlendirilmektedir.
- Nizari İsmaili devletinin yapısı ve işleyişi üzerine yeni araştırmalar yapılmaktadır.
- Hassan Sabbah’ın İslam düşünce tarihindeki yeri tartışılmaktadır.
Sonuç:
Hassan Sabbah, Ortaçağ İslam dünyasının en tartışmalı ve etkili figürlerinden biridir. Kurduğu Nizari İsmaili devleti, dönemin büyük güçlerine karşı uzun süre direnebildi. Onun stratejileri, öğretileri ve organizasyon modeli, sadece dini ve siyasi alanda değil, aynı zamanda askeri taktikler ve istihbarat yöntemleri açısından da önemli etkiler bırakmıştır. Modern tarihçilik, Hassan Sabbah ve hareketini daha objektif bir şekilde değerlendirmeye çalışmakta ve onun İslam tarihi ve düşüncesindeki yerini yeniden konumlandırmaktadır.
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
922, 26 Mart
Hallac-ı Mansur’un Katledilmesi
Tarih:
26 Mart 922 (309 Hicri)
Yer:
Bağdat
Dönem:
Abbasi Halifeliği
Kurban:
Hüseyin bin Mansur el-Hallac (858-922), İranlı mistik, şair ve teolog
Suçlamalar:
- Zındıklık (sapkınlık)
- Küfür (Allah’a ortak koşma)
- Karmatilerle işbirliği yapma
Yargılama Süreci:
- 915’te tutuklandı ve yaklaşık 8 yıl hapiste kaldı.
- Uzun bir yargılama süreci geçirdi.
- Dönemin kadıları ve fakihleri tarafından sorgulandı.
- Halife Muktedir-Billah’ın emriyle idam kararı verildi.
İdam Süreci:
- Kırbaçlama: 500 veya 1000 kırbaç vurulduğu rivayet edilir.
- Uzuvların kesilmesi: Önce elleri, sonra ayakları kesildi.
- Göz çıkarma: Gözleri oyuldu.
- Dilin kesilmesi
- Asılma: Bir darağacına asıldı.
- Yakılma: Cesedi yakıldı.
- Küllerin nehre atılması: Külleri Dicle Nehri’ne serpildi.
İdamın Nedenleri:
- Dini: “Ene’l-Hak” (Ben Hakk’ım) sözü ve vahdet-i vücud öğretisi
- Siyasi: Karmatiler ve diğer muhalif gruplarla ilişkilendirilmesi
- Sosyal: Geniş halk kitleleri üzerindeki etkisi
Tarihsel Önemi:
- İslam düşünce tarihinde bir dönüm noktası olarak kabul edilir.
- Tasavvuf ve ortodoks İslam arasındaki gerilimi sembolize eder.
- Sonraki dönemlerde birçok sufi ve şair tarafından anılmış ve yorumlanmıştır.
Tartışmalar:
- Bazı alimler idamını haklı bulurken, diğerleri haksız ve zalimce olduğunu savunur.
- Hallac’ın sözlerinin yanlış anlaşıldığını ve mecazi olduğunu iddia edenler vardır.
- İdamının siyasi nedenlere dayandığını öne süren tarihçiler bulunmaktadır.
Kültürel Etki:
- Hallac-ı Mansur, İslam dünyasında “aşk şehidi” olarak anılır.
- Hayatı ve ölümü, edebiyat ve sanatta sıkça işlenen bir tema haline gelmiştir.
- Özellikle Fars edebiyatında önemli bir figür olarak yer almıştır.
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
869, 29 Temmuz
İmam Muhammed Mehdi
Doğum:
- Tarih: 15 Şaban 255 (Hicri) / 29 Temmuz 869 (Miladi)
- Yer: Samara, Irak
Ailesi:
- Baba: İmam Hasan el-Askeri (On birinci İmam)
- Anne: Nergis Hatun (bazı kaynaklarda Sevsen veya Saykal olarak da geçer)
Unvanları:
- el-Mehdi (Hidayete erdirilmiş)
- el-Kaim (Kıyam eden)
- el-Hüccet (Delil)
- Sahibü’z-Zaman (Zamanın sahibi)
İmamet:
- On İki İmam Şiiliğinde on ikinci ve son imam olarak kabul edilir.
- 874 yılında, beş yaşındayken imamet makamına geçtiği kabul edilir.
Gaybeti (Gizlenmesi):
- Küçük Gaybet (Gaybet-i Suğra):
- 874-941 yılları arasında
- Bu dönemde dört özel temsilci (naib) aracılığıyla toplumla iletişim kurduğuna inanılır.
- Büyük Gaybet (Gaybet-i Kübra):
- 941 yılından günümüze kadar devam ettiğine inanılır.
- Bu dönemde doğrudan iletişimin kesildiği kabul edilir.
İnançtaki Yeri:
- Şii inancına göre, İmam Mehdi halen hayattadır ve gizli bir şekilde yaşamaktadır.
- Ahir zamanda ortaya çıkacağına, dünyayı adaletle dolduracağına ve İslam’ı hâkim kılacağına inanılır.
- Zuhur (ortaya çıkış) zamanı bilinmemektedir.
Tarihsel ve Teolojik Tartışmalar:
- Doğumu ve varlığı konusunda Sünni ve Şii kaynaklar arasında görüş ayrılıkları vardır.
- Bazı Sünni alimler, Mehdi inancını kabul etmekle birlikte, on ikinci imamın Mehdi olduğu fikrini reddeder.
- Mehdi inancı, İslam dünyasında çeşitli siyasi ve sosyal hareketlere ilham kaynağı olmuştur.
Kültürel Etki:
- İmam Mehdi inancı, Şii kültüründe derin bir iz bırakmıştır.
- Edebiyat, sanat ve günlük yaşamda sıkça referans verilen bir figürdür.
- Her yıl doğum günü (15 Şaban) birçok Şii toplumunda kutlanır.
Akademik Çalışmalar:
- Mehdi inancı ve on ikinci imam konsepti, hem İslam araştırmacıları hem de dinler tarihi uzmanları tarafından incelenen bir konudur.
- Bu inanç, eskatoloji (kıyamet bilimi) çalışmalarında önemli bir yer tutar.
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
868, 24 Haziran
İmam Ali Naki’nin Vefâtı
İmam Ali Naki (829-868), on iki imam Şiiliğinde onuncu imam olarak kabul edilen önemli bir dini lider, 3 Recep 254 (24 Haziran 868) tarihinde Samara’da vefat etmiştir.
Vefât Tarihi ve Yeri:
- Tarih: 3 Recep 254 (Hicri) / 24 Haziran 868 (Miladi)
- Yer: Samarra, Irak (o dönemde Abbasi Halifeliği’nin başkenti)
Vefât Yaşı:
Farklı kaynaklara göre 40, 41 veya 42 yaşında vefat ettiği rivayet edilmektedir.
Vefât Sebebi:
İmam’ın vefat sebebi hakkında iki ana görüş bulunmaktadır:
- Doğal sebepler: Bazı kaynaklara göre eceliyle vefat etmiştir.
- Zehirlenme: Özellikle Şii kaynaklarda yaygın olan görüşe göre, Abbasi halifesi Mu’tezz’in emriyle zehirlenmiştir.
Vefatın Tarihi Bağlamı:
- İmam Ali Naki, vefatından önceki 20 yıl boyunca Samarra’da gözetim altında tutulmuştu.
- Bu dönem, Abbasilerin Şii imamlar üzerindeki baskısının arttığı bir zamana denk gelmektedir.
Defin:
İmam Ali Naki, Samarra’da bugün “Askeriyyen Türbesi” olarak bilinen yerde defnedilmiştir. Oğlu ve halefi olan on birinci imam Hasan el-Askeri de daha sonra aynı türbeye defnedilecektir.
Vefatının Etkileri:
- İmamet makamı oğlu Hasan el-Askeri’ye geçmiştir.
- Şii toplumu üzerindeki baskılar artmış, bu durum takiyye (inancı gizleme) uygulamasının yaygınlaşmasına neden olmuştur.
- İmam’ın vefatı, Şii tarihinde gizlilik döneminin başlangıcı olarak kabul edilir.
Tarihsel Önem:
İmam Ali Naki’nin vefatı, Şii İslam tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır. Bu olay, Şii toplumunun karşılaştığı zorlukları ve Abbasi yönetimi altındaki baskıyı yansıtması açısından tarihsel öneme sahiptir.
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
858
Hallac-ı Mansur (858-922)
1. Erken Yaşamı ve Eğitimi:
– 858 yılında İran’ın Tur kasabasında doğdu.
– Babası pamuk atıcılığı yapıyordu, bu nedenle “Hallac” (pamuk atıcısı) lakabını aldı.
– Küçük yaşta Kur’an’ı ezberledi ve hadis ilmine yöneldi.
– İlk eğitimini Vasıt’ta aldı, ardından Basra’ya gitti.
– Basra’da ünlü sufi Sehl bin Abdullah et-Tüsteri’nin öğrencisi oldu.
2. Sufi Yolculuğu:
– 18 yaşında Bağdat’a giderek Cüneyd-i Bağdadi’nin derslerine katıldı.
– Kısa sürede kendi fikirlerini geliştirmeye başladı ve geleneksel sufi öğretilerinden ayrıldı.
– Üç kez hacca gitti, her seferinde uzun süreler Mekke’de kaldı.
– Hindistan, Türkistan ve Horasan’a seyahatler yaptı, buralarda vaazlar verdi ve takipçiler edindi.
3. Öğretileri ve Fikirleri:
a) Vahdet-i Vücud:
– Tüm varlığın Tanrı’nın bir tezahürü olduğu düşüncesi.
– Bu fikir, daha sonra İbn Arabi tarafından sistematize edildi.
b) “Ene’l-Hak” (Ben Hakk’ım) sözü:
– Bu ifade, Hallac’ın en tartışmalı öğretisidir.
– Bazıları bunu küfür olarak yorumlarken, diğerleri ilahi aşkın en yüksek ifadesi olarak gördü.
c) Hülul ve İttihad:
– Tanrı’nın insan bedenine hulul etmesi (girmesi) ve insanın Tanrı ile birleşmesi fikri.
– Bu düşünce, ortodoks İslam alimleri tarafından şiddetle reddedildi.
d) İlahi Aşk:
– Tanrı’ya duyulan aşkın, insanı Tanrı ile birleştiren en yüce yol olduğunu savundu.
– Şiirlerinde ve vaazlarında bu temayı sıkça işledi.
4. Eserleri:
– Kitab al-Tawasin: Tasavvufi sembolizm ve metaforlarla dolu bir eser.
– Diwan al-Hallaj: Şiirlerini içeren koleksiyon.
– Akhbar al-Hallaj: Sözleri ve öğretilerini içeren derleme.
– Bunların yanı sıra birçok risale ve mektup yazdı, ancak çoğu günümüze ulaşmadı.
5. Yargılanması ve İdamı:
– Fikirleri ve vaazları nedeniyle birçok düşman edindi.
– 908’de ilk kez tutuklandı, ancak serbest bırakıldı.
– 915’te tekrar tutuklandı ve Bağdat’ta hapse atıldı.
– Yaklaşık sekiz yıl hapiste kaldı.
– 922’de zındıklık, sapkınlık ve Karmatilerle işbirliği suçlamalarıyla yargılandı.
– 26 Mart 922’de Bağdat’ta idam edildi. İdamı oldukça vahşi bir şekilde gerçekleştirildi:
* Önce kırbaçlandı
* Elleri ve ayakları kesildi
* Gözleri oyuldu
* Dili kesildi
* Son olarak asıldı ve cesedi yakıldı, külleri Dicle Nehri’ne atıldı.
6. Mirası ve Etkisi:
– Ölümünden sonra fikirleri İslam dünyasında geniş bir etki yarattı.
– Farisi edebiyatında önemli bir figür haline geldi, Attar, Rumi ve Hafız gibi şairler ondan etkilendi.
– Bazı sufi tarikatları onu şehit ve veli olarak kabul etti.
– Modern dönemde, Louis Massignon gibi oryantalistler tarafından detaylı olarak incelendi.
– İslam mistisizminde radikal düşüncenin ve ilahi aşkın sembolü olarak görülmeye devam ediyor.
7. Tartışmalar ve Yorumlar:
– Bazı alimler onu kafir ilan ederken, diğerleri onun sözlerini mecazi olarak yorumladı.
– İbn Arabi gibi sonraki sufiler, onun fikirlerini savundu ve açıklamaya çalıştı.
– Günümüzde bile, Hallac-ı Mansur’un fikirleri ve hayatı İslam dünyasında tartışma konusu olmaya devam ediyor.
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
846, 4 Aralık
İmam Hasan Askeri
İmam Hasan Askeri (232-260 Hicri / 846-874 Miladi), Şii İslam’ın Oniki İmam mezhebinde on birinci imam olarak kabul edilen önemli bir dini şahsiyettir. Tam adı Ebu Muhammed el-Hasan bin Ali el-Askeri’dir.
Doğumu ve Ailesi:
- 10 Rebiülahir 232 Hicri (4 Aralık 846 Miladi) tarihinde Medine’de doğdu
- Babası: Onuncu imam Ali Naki
- Annesi: Süleyl (veya Hadis) olarak bilinir
- Hz. Muhammed’in soyundan gelmektedir
Lakabı ve Künyesi:
- Askeri: Samarra şehrindeki Asker mahallesinde yaşadığı için bu lakapla anılır
- Zeki, Hadi, Refik gibi lakaplarla da bilinir
- Künyesi: Ebu Muhammed
Eğitimi ve Yetişmesi:
- Babası İmam Ali Naki’den dini ilimleri öğrendi
- Küçük yaşlardan itibaren üstün zekâsı ve bilgisiyle tanındı
İmamlık Dönemi:
- 254-260 Hicri (868-874 Miladi) yılları arasında imamlık yaptı
- 22 yaşında iken babasının vefatı üzerine imamlık makamına geçti
Siyasi Ortam ve Yaşamı:
- Abbasi halifeleri Mu’tez, Muhtedi ve Mu’temid dönemlerinde yaşadı
- Çoğunlukla Samarra’da gözetim altında tutuldu
- Siyasi baskı ve kısıtlamalar altında yaşadı
İlmi Kişiliği ve Faaliyetleri:
- Derin dini bilgisi ve takvası ile tanındı
- Kelam, fıkıh ve tefsir alanlarında önemli katkıları oldu
- Sınırlı özgürlüğüne rağmen öğrenciler yetiştirdi ve Şii düşüncesinin gelişimine katkıda bulundu
Kerametleri ve Menkıbeleri:
- Şii kaynaklarında, olağanüstü yetenekleri ve kerametleri anlatılır
- Gaybı bilme, hasta iyileştirme gibi mucizevi olaylar ona atfedilir
Ailesi ve Soyu:
- Eşi: Nergis Hatun (bazı kaynaklarda Sevsen olarak da geçer)
- Oğlu: Muhammed el-Mehdi (on ikinci imam, Şiilerin beklenen Mehdi’si)
Vefâtı ve Türbesi:
- 8 Rebiülevvel 260 Hicri (1 Ocak 874 Miladi) tarihinde Samarra’da vefat etti
- Şii kaynaklarına göre Abbasi Halifesi Mu’temid’in emriyle zehirlenerek şehit edildi
- Samarra’da, babası İmam Ali Naki’nin yanına defnedildi
- Türbesi, “Askeriyeyn” olarak bilinen kutsal mekanlardan biridir
Önemi ve Mirası:
- Şii inancının korunması ve yayılmasında önemli rol oynadı
- Takiyye (inancını gizleme) prensibini etkin şekilde uyguladı
- Öğretileri ve rivayetleri Şii literatüründe önemli yer tutar
- Oğlu Muhammed el-Mehdi’nin doğumu ve gizlenmesi konusundaki inançlar, onun döneminde şekillenmeye başladı
Tarihsel Tartışmalar:
- Hayatı ve imamlığı hakkında Sünni ve Şii kaynaklar arasında farklı anlatımlar mevcuttur
- Oğlu Mehdi’nin varlığı ve doğumu konusunda tarihsel tartışmalar vardır
İmam Hasan Askeri’nin Şii İnancındaki Yeri:
- Şii inancında, on bir imamın sonuncusu olarak büyük saygı görür
- Vefat yıldönümü, Şii takvimine göre önemli bir anma günüdür
- Onun dönemi, Şii inancının gizlilik ve baskı altında yayılma dönemini temsil eder
İmam Hasan Askeri, Şii İslam tarihinde kritik bir dönemde yaşamış, baskılara rağmen inancını ve takipçilerini korumayı başarmış önemli bir şahsiyettir. Onun hayatı ve öğretileri, Şii düşüncesinin şekillenmesinde ve on ikinci imam inancının oluşmasında büyük etki yaratmıştır.
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
835, 25 Kasım
İmam Muhammed Taki’nin Vefâtı
İmam Muhammed Taki (811-835), Şii İslam’ın Oniki İmam mezhebinde dokuzuncu imamdır. Vefatı, İslam tarihinde önemli ve tartışmalı bir olay olarak bilinir.
Vefat Tarihi ve Yeri:
- 29 Zilkade 220 Hicri (25 Kasım 835 Miladi) tarihinde vefat etti
- Bağdat şehrinde hayatını kaybetti
- Vefat ettiğinde henüz 25 yaşındaydı
Vefatı Öncesi Olaylar:
- Abbasi Halifesi Mu’tasım tarafından Medine’den Bağdat’a çağrıldı
- Siyasi baskı ve gözetim altında tutuluyordu
- Halife’nin kızı Ümmü’l-Fazl ile evliydi, bu evlilik siyasi gerilimlere neden olmuştu
Vefatının Nedenleri Hakkında Rivayetler:
- Zehirlenme İddiası:
- Birçok Şii kaynağına göre, Halife Mu’tasım’ın emriyle zehirlendi
- Bazı rivayetlere göre eşi Ümmü’l-Fazl aracılığıyla zehirlendiği iddia edilir
- Doğal Nedenler:
- Bazı tarihçiler, İmam’ın doğal nedenlerle vefat ettiğini savunur
- Sağlık sorunları nedeniyle öldüğü görüşü de mevcuttur
- Siyasi Gerilim:
- Artan nüfuzu ve takipçilerinin çokluğu nedeniyle öldürüldüğü iddia edilir
Vefatının Etkileri:
- Şii toplumunda büyük üzüntü ve protestolara yol açtı
- Abbasilerle Şii toplumu arasındaki gerginliği artırdı
- İmamet anlayışının pekişmesine ve Şii kimliğinin güçlenmesine katkıda bulundu
- En genç imamın vefatı, Şii inancında imamların kutsallığı düşüncesini etkiledi
Defni ve Türbesi:
- Kazımiye’de (Bağdat) dedesi İmam Musa Kazım’ın yanına defnedildi
- Mezarı zamanla önemli bir ziyaret merkezi haline geldi
- Günümüzde Kazımiye Camii olarak bilinen kompleks içinde yer alır
Vefatının Şii İnancındaki Yeri:
- Şii inancında, İmam Muhammed Taki’nin şehit edildiğine inanılır
- Vefat yıldönümü, Şii takvimine göre önemli bir yas günüdür
- İmam’ın genç yaşta şehadeti, Ehl-i Beyt’in çektiği sıkıntıların bir sembolü olarak görülür
Tarihsel Tartışmalar:
- Vefatının nedeni hakkında Sünni ve Şii kaynaklar arasında görüş ayrılıkları vardır
- Bazı modern tarihçiler, olayın siyasi boyutlarını ve dönemin karmaşık güç dengelerini vurgular
Mirası ve Önemi:
- Kısa ömrüne rağmen Şii İslam düşüncesinin gelişimine önemli katkılarda bulundu
- Öğretileri ve rivayetleri, Şii hadis ve fıkıh literatüründe önemli bir yer tutar
- Genç yaşta imamlığa geçmesi ve vefatı, imamların ilahi bilgiyle donatıldığı inancını güçlendirdi
İmam Muhammed Taki’nin vefatı, İslam tarihinde siyasi ve dini açıdan önemli bir olay olarak kabul edilir. Onun kısa hayatı ve ölümü, Şii İslam’ın gelişiminde ve Ehl-i Beyt sevgisinin pekişmesinde önemli bir rol oynamıştır. Vefatının ardındaki tartışmalar ve rivayetler, dönemin siyasi ve dini çatışmalarını yansıtması açısından da tarihsel öneme sahiptir.
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
829, 8 Eylül
İmam Ali Naki
Hayatı ve Kimliği:
- Tam adı: Ali bin Muhammed el-Hadi
- Doğum: 5 Recep 214 Hicri (8 Eylül 829 Miladi), Medine
- Vefat: 3 Recep 254 Hicri (20 Haziran 868 Miladi), Samarra
- Lakabı: el-Hadi (Hidayete erdiren), Naki (Temiz)
- Şii İslam’ın Oniki İmam mezhebinde onuncu imam
Ailesi:
- Babası: Dokuzuncu imam Muhammed Taki
- Annesi: Sumaneh (veya Semaneh)
- Eşi: Hadise Hatun
- Oğlu: On birinci imam Hasan Askeri
İmamlık Dönemi:
- 220-254 Hicri (835-868 Miladi) yılları arasında imamlık yaptı
- 6 yaşında iken imamlık makamına geçti
Siyâsi Ortam:
- Abbasi halifeleri Mu’tasım, Vasık, Mütevekkil, Muntasır, Musta’in ve Mu’tez dönemlerinde yaşadı
- Özellikle Halife Mütevekkil döneminde sıkı gözetim ve baskı altında tutuldu
Samarra’ya Sürgün:
- 233 Hicri (848 Miladi) yılında Halife Mütevekkil tarafından Medine’den Samarra’ya çağrıldı
- Ömrünün geri kalanını Samarra’da gözetim altında geçirdi
İlmi Kişiliği:
- Derin dini bilgisi ve takvası ile tanındı
- Kelam, fıkıh ve tefsir alanlarında önemli katkıları oldu
- Birçok öğrenci yetiştirdi ve Şii düşüncesinin gelişimine katkıda bulundu
Vefâtı ve Türbesi:
- Şii kaynaklarına göre zehirlenerek şehit edildi
- Samarra’da defnedildi, türbesi “Askeriyeyn” olarak bilinen kutsal mekanlardan biridir
Önemi ve Mirası:
- Şii inancının korunması ve yayılmasında önemli rol oynadı
- Takiyye (inancını gizleme) prensibini etkin şekilde uyguladı
- Öğretileri ve rivayetleri Şii literatüründe önemli yer tutar
İmam Ali Naki, Şii İslam tarihinde zor bir dönemde yaşamış, baskılara rağmen inancını ve takipçilerini korumayı başarmış önemli bir şahsiyettir. Onun hayatı ve öğretileri, Şii düşüncesinin şekillenmesinde büyük etki yaratmıştır.
Not:
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
818, 5 Eylül
İmam Ali Rıza’nın Vefâtı
İmam Ali Rıza (765-818), Şii İslam’ın Oniki İmam mezhebinde sekizinci imam olarak kabul edilen önemli bir dini şahsiyettir. Vefâtı, İslam tarihinde önemli ve tartışmalı bir olay olarak bilinir.
Vefat Tarihi ve Yeri:
- 29 Safer 203 Hicri (5 Eylül 818 Miladi) tarihinde vefat etti
- Tus şehrinde (günümüzde İran’ın Meşhed kenti) hayatını kaybetti
Vefatı Öncesi Olaylar:
- Abbasi Halifesi Me’mun tarafından Medine’den Merv’e çağrıldı (816)
- Veliaht ilan edildi, ancak bu durum siyasi gerginliklere yol açtı
- Me’mun’un kızı Ümmü Habib ile evlendirildi
Vefatının Nedenleri Hakkında Rivayetler:
- Zehirlenme İddiası:
- Birçok Şii kaynağına göre, Halife Me’mun’un emriyle zehirlendi
- Bazı rivayetlere göre zehirli üzüm veya nar ile zehirlendiği iddia edilir
- Doğal Nedenler:
- Bazı tarihçiler, İmam’ın doğal nedenlerle vefat ettiğini savunur
- Sağlık sorunları veya yaşlılık nedeniyle öldüğü görüşü de mevcuttur
- Siyâsi Gerilim:
- Veliahtlığının yarattığı siyasi gerilimin bir sonucu olarak öldürüldüğü iddia edilir
Vefatının Etkileri:
- Şii toplumunda büyük üzüntü ve protestolara yol açtı
- Abbasilerle Şii toplumu arasındaki gerginliği artırdı
- İmamet anlayışının pekişmesine ve Şii kimliğinin güçlenmesine katkıda bulundu
Defni ve Türbesi:
- Tus şehrinde, Harun Reşid’in mezarının yanına defnedildi
- Mezarı zamanla önemli bir ziyaret merkezi haline geldi
- Günümüzde İmam Rıza Türbesi olarak bilinen kompleks, Meşhed şehrinde bulunur ve önemli bir hac merkezidir
Vefatının Şii İnancındaki Yeri:
- Şii inancında, İmam Ali Rıza’nın şehit edildiğine inanılır
- Vefat yıldönümü, Şii takvimine göre önemli bir yas günüdür
- İmam’ın şehadeti, Ehl-i Beyt’in çektiği sıkıntıların bir sembolü olarak görülür
Tarihsel Tartışmalar:
- Vefatının nedeni hakkında Sünni ve Şii kaynaklar arasında görüş ayrılıkları vardır
- Bazı modern tarihçiler, olayın siyasi boyutlarını ve dönemin karmaşık güç dengelerini vurgular
İmam Ali Rıza’nın vefâtı, İslam tarihinde siyasi ve dini açıdan önemli bir olay olarak kabul edilir. Onun hayatı ve ölümü, Şii İslam’ın gelişiminde ve Ehl-i Beyt sevgisinin pekişmesinde önemli bir rol oynamıştır.
Not:
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
811, 30 Nisan
İmam Muhammed Taki
İmam Muhammed Taki (811-835), Şii İslam’ın Oniki İmam mezhebinde dokuzuncu imam olarak kabul edilen önemli bir dini şahsiyettir. Tam adı Ebu Cafer Muhammed bin Ali el-Cevad’dır. “Taki” (takva sahibi) ve “Cevad” (cömert) lakaplarıyla da anılır.
Doğumu ve Ailesi:
- 10 Recep 195 Hicri (30 Nisan 811 Miladi) tarihinde Medine’de doğdu
- Babası: İmam Ali Rıza (sekizinci imam)
- Annesi: Hayzuran (bazı kaynaklarda Sebike olarak geçer)
- Hz. Muhammed’in soyundan gelmektedir
Eğitimi ve Yetişmesi:
- Küçük yaşlardan itibaren üstün zekâsı ve bilgisiyle tanındı
- Babasından ve dönemin alimlerinden dini ilimleri öğrendi
- Çocuk yaşta bile karmaşık dini ve felsefi sorulara cevap verebilmesiyle ünlendi
İmamlığa Geçişi:
- 818 yılında, henüz 8 yaşındayken babası İmam Ali Rıza’nın vefatı üzerine imamlık makamına geçti
- Genç yaşta imamlığa geçmesi bazı tartışmalara yol açtı, ancak bilgisi ve hikmeti ile bu şüpheleri giderdi
Siyasi Ortam ve İlişkileri:
- Abbasi halifeleri Me’mun ve Mu’tasım dönemlerinde yaşadı
- Halife Me’mun, İmam’ın bilgisinden etkilenerek kızı Ümmü’l-Fazl ile evlendirdi (825)
- Bu evlilik, siyasi bir hamle olarak görülse de İmam’ın nüfuzunu artırdı
İlmi Kişiliği ve Faaliyetleri:
- Genç yaşına rağmen derin dini bilgisiyle tanındı
- Kelam, fıkıh, tefsir gibi İslami ilimlerde otorite kabul edildi
- Birçok öğrenci yetiştirdi ve Şii düşüncesinin gelişimine katkıda bulundu
- “Altın Silsile” olarak bilinen hadis rivayetinde yer aldı
Kerâmetleri ve Menkıbeleri:
- Şii kaynaklarında, olağanüstü yetenekleri ve kerametleri anlatılır
- Gaybı bilme, hasta iyileştirme gibi mucizevi olaylar ona atfedilir
Vefatı ve Şehadeti:
- 29 Zilkade 220 Hicri (25 Kasım 835 Miladi) tarihinde Bağdat’ta vefat etti
- Bazı Şii kaynaklarına göre, Abbasi Halifesi Mu’tasım’ın emriyle zehirlenerek şehit edildi
- Kazımiye’de (Bağdat) dedesi İmam Musa Kazım’ın yanına defnedildi
Mirası ve Önemi:
- Şii İslam düşüncesinin gelişimine önemli katkılarda bulundu
- Genç yaşta imamlığa geçmesi, imamların ilahi bilgiyle donatıldığı inancını güçlendirdi
- Siyasi baskılara rağmen Şii toplumunu bir arada tutmayı başardı
- Öğretileri ve rivayetleri, Şii hadis ve fıkıh literatüründe önemli bir yer tutar
İmam Muhammed Taki’nin hayatı ve öğretileri, Şii İslam inancında ve tarihinde önemli bir yere sahiptir. Onun genç yaşta gösterdiği bilgelik ve liderlik, Şii imamların kutsallığı ve ilahi rehberliği düşüncesini pekiştirmiştir
Not:
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
799
İmam Musa Kâzım’ın Vefâtı
İmam Musa Kâzım (745-799), Şii İslam’ın Oniki İmam mezhebinde yedinci imam olarak kabul edilen önemli bir dini şahsiyettir. Şehadeti, İslam tarihinde önemli ve tartışmalı bir olay olarak bilinir.
Hayatı ve İmamlığı:
- 745 yılında Medine’de doğdu
- Babası İmam Cafer-i Sadık’ın vefatından sonra 765 yılında imamlık görevini üstlendi
- Takva sahibi, bilgili ve cömert bir kişilik olarak tanınırdı
Siyasi Ortam:
- Abbasiler döneminde yaşadı
- Halife Harun Reşid’in yönetimi sırasında siyasi baskılar arttı
- İmam’ın artan nüfuzu ve takipçileri, yönetimi rahatsız ediyordu
Tutuklanması ve Hapsedilmesi:
- 795 yılında Medine’den Bağdat’a götürüldü
- Çeşitli hapishanelerde tutuldu
- Basra ve Bağdat’taki zindan hayatı yaklaşık 4 yıl sürdü
Vefâtı:
- 799 yılında Bağdat’taki Sindi bin Şahik zindanında vefat etti
- Ölüm nedeni hakkında farklı rivayetler vardır:
- Zehirlenerek öldürüldüğü
- İşkence sonucu hayatını kaybettiği
- Hapishane koşulları nedeniyle vefat ettiği
Defni ve Türbesi:
- Bağdat’ın Kazımiye semtinde defnedildi
- Türbesi zamanla önemli bir ziyaret merkezi haline geldi
- Günümüzde Kazımiye Camii olarak bilinen kompleks içinde yer alır
Etkileri ve Önemi:
- Şehadeti, Şii toplumunda derin üzüntü ve protestolara yol açtı
- İmamet anlayışının pekişmesine ve Şii kimliğinin güçlenmesine katkıda bulundu
- Abbasilerle Şii toplumu arasındaki gerginliği artırdı
İmam Musa Kâzım’ın şehadeti, İslam tarihinde siyasi ve dini çatışmaların bir yansıması olarak görülür. Onun hayatı ve ölümü, Şii İslam’ın gelişiminde ve Ehl-i Beyt sevgisinin pekişmesinde önemli bir rol oynamıştır.
Not:
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
765, 29 Aralık
İmam Ali er-Rıza
Doğum:
1 Zilkade 148 (29 Aralık 765), Medine
Vefat:
17 Safer 203 (24 Ağustos 818), Tus (şimdiki Meşhed, İran)
Tam Adı:
Ali bin Musa bin Cafer bin Muhammed bin Ali bin Hüseyin bin Ali bin Ebi Talib
Künye:
Ebu’l-Hasan
Lakapları:
- er-Rıza (Allah’ın rızasına nail olmuş)
- Zeki
- Sabır
- Sırac-ı Allah (Allah’ın Kandili)
Aile:
- Baba: İmam Musa el-Kazım
- Anne: Ümmü’l-Benin Necme (aslen Nübiye’li)
- Eş: Sebike (veya Hayzuran)
- Çocuk: İmam Muhammed et-Taki (Cevad)
Eğitim ve İlmi Kişiliği:
- Babasından ve dönemin önde gelen âlimlerinden eğitim aldı
- İslami ilimlerin yanı sıra, felsefe, tıp ve astronomi gibi alanlarda da bilgi sahibiydi
- Münazaralardaki başarısı ve ikna kabiliyeti ile tanındı
Öğretileri ve Katkıları:
- Kelam ve Akaid:
- Tevhid anlayışını derinleştirdi
- İmamet doktrinini sistemleştirdi
- Fıkıh:
- “Altın Silsile” olarak bilinen hadis zincirinin önemli bir halkası oldu
- Caferi fıkhının gelişimine katkıda bulundu
- Tıp ve Sağlık:
- “er-Risaletü’z-Zehebiyye fi’t-Tıbb” adlı tıp risalesi ona atfedilir
Siyasi Hayatı:
- Abbasi halifesi Me’mun tarafından Merv’e davet edildi (816)
- Veliaht ilan edildi (817)
- “Yeşil Kubbe” olayı: Me’mun, Abbasilerin siyah bayrağını yeşile çevirdi
Veliahtlık Dönemi:
- Kısa sürdü (yaklaşık 1 yıl)
- Siyasi gerilimler ve saray entrikalarıyla karşılaştı
- Bazı kaynaklara göre, veliahtlığı gönülsüz kabul etti
Vefâtı ve Tartışmalar:
- Tus şehrinde vefat etti
- Şii kaynaklar, Me’mun tarafından zehirletildiğini iddia eder
- Sünni kaynaklar genellikle doğal nedenlerle vefat ettiğini belirtir
Türbesi ve Ziyaret:
- Meşhed şehri, onun türbesi etrafında gelişmiştir
- İran’ın en önemli dini ve turistik merkezlerinden biridir
- Yıllık ziyaretçi sayısı 20 milyonu aşmaktadır
Kültürel Miras:
- “Sekizinci İmam” olarak anılır ve büyük saygı görür
- Adına yazılmış çok sayıda şiir, ilahi ve mersiye vardır
- İran’da birçok eğitim kurumu, hastane ve cadde onun adını taşır
Tarihsel Önemi:
- Abbasi-Alevi ilişkilerinde bir dönüm noktası oldu
- İslam düşünce tarihinde önemli bir yere sahiptir
- Şii-Sünni yakınlaşmasında sembolik bir figür haline gelmiştir
Rivayetler ve Sözleri:
- “Akıl, insanın dostudur; cehalet ise düşmanı.”
- “İlim öğrenmek her Müslüman erkek ve kadına farzdır.”
- “İnsanların en değerlisi, insanlara en çok faydalı olandır.”
İmam Ali er-Rıza, İslam tarihinde ilmi, ahlaki ve siyasi yönleriyle öne çıkan önemli bir şahsiyettir. Onun hayatı ve öğretileri, İslam düşüncesinin gelişiminde önemli bir rol oynamıştır. Günümüzde de hem Şii hem de Sünni Müslümanlar tarafından saygıyla anılmakta ve eserleri incelenmektedir.
Not:
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
765, 14 Aralık
İmam Cafer-i Sadık’ın Vefatı
Tarih:
25 Şevval 148 (14 Aralık 765)
Yer:
Medine, Hicaz (günümüzde Suudi Arabistan)
Yaş:
Yaklaşık 63-65 yaş
Vefat Nedeni:
- Resmi kaynaklarda doğal nedenlerle vefat ettiği belirtilir
- Bazı Şii kaynaklar zehirlendiğini iddia eder, ancak bu iddia tartışmalıdır
Son Günleri:
- Oğlu Musa Kazım’ı imam olarak tayin ettiği rivayet edilir
- Yakınlarına ve öğrencilerine son vasiyetlerini ilettiği aktarılır
- Hasta yatağında iken bile ilmi sohbetler yaptığı söylenir
Cenaze Merasimi:
- Medine halkının yoğun katılımıyla cenaze namazı kılındı
- Dönemin Medine valisi ve çeşitli mezheplerin önderleri merasimde hazır bulundu
- Cenaze namazını, rivayete göre, oğlu Musa Kazım kıldırdı
Defin Yeri:
- Baki Mezarlığı, Medine
- Babası Muhammed Bakır, dedesi Zeynelabidin ve büyük dedesi Hasan bin Ali’nin yanına defnedildi
Vefatının Etkileri:
- Dini ve İlmi Sonuçlar:
- Şii inancında imamet, oğlu Musa Kazım’a geçti
- Bazı takipçileri İsmail’in imametini iddia ederek İsmailiye mezhebini kurdu
- Kurduğu ilim meclisi ve yetiştirdiği öğrenciler faaliyetlerine devam etti
- Siyasi Etki:
- Abbasi yönetimi üzerindeki manevi baskı nispeten azaldı
- Ehl-i Beyt taraftarları arasında yeni bir liderlik dönemi başladı
- Toplumsal Yansımalar:
- Medine’de ve İslam dünyasının çeşitli bölgelerinde yas tutuldu
- İlim ehli arasında büyük bir kayıp olarak algılandı
Tartışmalı Noktalar:
- Vefat tarihi konusunda bazı küçük farklılıklar mevcuttur
- Ölüm nedeni hakkında Şii ve Sünni kaynaklar arasında görüş ayrılıkları bulunur
- İmamet meselesi konusunda farklı gruplar arasında anlaşmazlıklar çıktı
Anma ve Ziyaret:
- Vefat yıldönümünde Şii toplulukları tarafından anma programları düzenlenir
- Baki Mezarlığı’ndaki kabri, ziyaretçiler için önemli bir mekândır
- Şii dünyasında “Sadık Alu Muhammed” olarak anılır ve dualarla yâd edilir
Tarihsel Bağlam:
- Vefâtı, Abbasi halifesi Ebu Cafer el-Mansur dönemine denk gelir
- Bu dönem, Abbasi yönetiminin güçlendiği ve İslam dünyasında yeni bir düzenin kurulduğu bir zaman dilimiydi
Mirası:
- İlmi çalışmaları ve öğretileri, öğrencileri tarafından devam ettirildi
- Caferi fıkhı ve Şii kelamının temel kaynağı olarak kabul edildi
- Sünni kaynaklarda da güvenilir bir hadis ravisi ve fakih olarak anıldı
İmam Cafer-i Sadık’ın vefâtı, İslam dünyasında, özellikle Ehl-i Beyt takipçileri arasında derin bir etki bırakmıştır. Onun ilmi ve manevi mirası, vefatından sonra da İslam düşüncesini şekillendirmeye devam etmiştir. Şii İslam’da altıncı imam olarak kabul edilen Cafer-i Sadık’ın vefatı, İslam ilim ve düşünce tarihinde önemli bir dönüm noktası olarak görülür.
Not:
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
747-750
Eba Müslim Horasani’nin Ayaklanması
Tarih:
747-750
Yer:
Horasan bölgesi (günümüzde İran, Afganistan ve Orta Asya’nın bir kısmı)
Lider:
Eba Müslim Horasani (tam adı: Abdurrahman bin Müslim el-Horasani)
Amaç:
Emevi hanedanının devrilmesi ve Abbasi hanedanının iktidara getirilmesi
Tarihsel Bağlam:
- Emevi yönetiminin zayıflaması ve halk arasında hoşnutsuzluğun artması
- Arap olmayan Müslümanların (mevali) eşit haklara sahip olmak istemesi
- Ehl-i Beyt taraftarlarının Emevi karşıtı tutumu
Ayaklanmanın Gelişimi:
- Hazırlık Aşaması (745-747):
- Abbasi propagandacılarının Horasan’da gizli faaliyetleri
- Eba Müslim’in Abbasi ailesi tarafından görevlendirilmesi
- Ayaklanmanın Başlaması (747):
- Merv şehrinde siyah sancakların açılması
- Horasan valisi Nasr bin Seyyar’a karşı ilk askeri harekatlar
- Yayılma ve Zaferler (748-749):
- Horasan’ın büyük kısmının ele geçirilmesi
- Irak’a doğru ilerleme ve Kufe’nin alınması
- Nihai Zafer (750):
- Emevi halifesi II. Mervan’ın yenilgiye uğratılması
- Abbasilerin hilafeti ele geçirmesi
Ayaklanmanın Özellikleri:
- Geniş halk desteği (özellikle İranlılar ve diğer Arap olmayan Müslümanlar arasında)
- Etkili propaganda ve gizli örgütlenme
- Askeri taktikler ve stratejik planlama
- Dini ve siyasi motiflerin birleştirilmesi
Sonuçları:
- Siyasi Sonuçlar: • Emevi hanedanının sonu ve Abbasi hilafetinin kurulması • İslam dünyasının siyasi merkezinin Şam’dan Bağdat’a kayması
- Sosyal ve Kültürel Etkiler: • Arap olmayan Müslümanların statüsünün yükselmesi • İran kültürünün İslam dünyasında daha etkili hale gelmesi
- Dini Sonuçlar: • Şii hareketlerin geçici olarak desteklenmesi, ancak sonradan bastırılması • Sünni İslam’ın devlet ideolojisi olarak güçlenmesi
Eba Müslim’in Akıbeti:
- Abbasi halifesi Ebu Cafer el-Mansur tarafından 755 yılında öldürüldü
- Ölümü, Horasan’da yeni isyanlara ve dini hareketlere yol açtı
Tarihsel Önemi:
- İslam tarihinde bir dönüm noktası olarak kabul edilir
- Ortaçağ İslam dünyasının şekillenmesinde büyük rol oynadı
- İran ve Orta Asya’nın İslamlaşma sürecini hızlandırdı
Eba Müslim Horasani’nin ayaklanması, İslam tarihinin en önemli olaylarından biridir. Bu hareket, sadece bir hanedanın değişmesine değil, aynı zamanda İslam dünyasının siyasi, sosyal ve kültürel yapısının yeniden şekillenmesine yol açmıştır. Ayaklanmanın etkileri, sonraki yüzyıllarda da hissedilmeye devam etmiştir.
Not:
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
745, 6 Kasım
İmam Musa Kâzım
Doğum:
745, Ebva (Medine yakınlarında)
Vefat:
799, Bağdat
Tam Adı:
Musa bin Cafer el-Kazım
Lakapları:
- Kâzım (Öfkesini yenen)
- Babü’l-Havaic (Hacetler kapısı)
- Abdü’s-Salih (Salih kul)
Kimliği ve Önemi:
- Şii İslam’da On İki İmam’ın yedincisi
- Sünni İslam’da saygın bir âlim ve fakih olarak kabul edilir
Ailesi ve Soyu:
- Babası: İmam Cafer-i Sadık
- Annesi: Hamide el-Berberiyye
- Hz. Muhammed’in soyundan, Ehl-i Beyt mensubu
Eğitimi ve İlmi Kişiliği:
- Babasından ve dönemin önde gelen âlimlerinden eğitim aldı
- Fıkıh, hadis, tefsir ve kelam alanlarında derin bilgi sahibiydi
- Özellikle ahlak ve maneviyat konularında örnek bir şahsiyet olarak tanındı
Öğretileri ve Düşünce Sistemi:
- Fıkıh ve Usul:
- Caferi fıkhının gelişimine katkıda bulundu
- Akıl ve nakil dengesine önem verdi
- Ahlak ve Tasavvuf:
- Sabır, tevekkül ve affedicilik üzerinde durdu
- Nefis terbiyesi ve manevi arınmaya önem verdi
- Sosyal Adalet:
- Toplumsal eşitlik ve adalet konularında hassasiyet gösterdi
- Yoksullara ve muhtaçlara yardımı teşvik etti
Siyasi Duruşu:
- Abbasi yönetimine karşı genellikle pasif bir tutum sergiledi
- Buna rağmen, Abbasi halifelerinin baskı ve takibine maruz kaldı
- Siyasi otoriteyle doğrudan çatışmadan, ilmi ve manevi liderliğini sürdürdü
Hapsedilmesi ve Şehadeti:
- Abbasi halifesi Harun Reşid tarafından birkaç kez hapsedildi
- Son olarak Bağdat’ta hapsedildi ve rivayete göre zehirlenerek şehit edildi
Eserleri ve Rivayetleri:
- “Müsnedü’l-İmam Musa el-Kazım” adlı bir eser ona atfedilir
- Birçok hadis ve rivayet ona dayandırılır
- Dua ve münacatları meşhurdur
Öğrencileri ve Etkileri:
- Birçok âlim ve fakih yetiştirdi
- Öğretileri, Şii düşüncesinin gelişiminde önemli rol oynadı
Vefatı ve Mirası:
- Bağdat’ta vefat etti, Kazımiye semtinde defnedildi
- Kabri, önemli bir ziyaret merkezi haline geldi
- İlmi ve manevi mirası, sonraki imamlar ve âlimler tarafından devam ettirildi
Tarihsel Önemi:
- Abbasi döneminde Ehl-i Beyt’in en önemli temsilcilerinden biri oldu
- İslam düşünce ve ahlak anlayışının gelişmesinde etkili oldu
- Şii-Sünni ilişkilerinde birleştirici bir rol oynadı
İmam Musa Kazım, İslam tarihinde ilmi, ahlaki ve manevi yönleriyle öne çıkan önemli bir şahsiyettir. Sabrı, hikmeti ve affediciliğiyle tanınan İmam, zorlu bir dönemde yaşamasına rağmen İslami ilimlerin ve ahlaki değerlerin yayılmasında büyük rol oynamıştır. Günümüzde de hem Şii hem de Sünni Müslümanlar tarafından saygıyla anılmaktadır.
İnternette erişime açık muhtelif bilgi ve belgeler bu maddenin oluşumunda kaynak olarak kullanılmıştır.
733, Ocak - Şubat
İmam Muhammed Bakır’ın Vefâtı
Tarih:
Hicri 114 Zilhicce (Miladi 73 Ocak/Şubat)
Yer:
Medine, Hicaz (günümüzde Suudi Arabistan)
Yaş:
Yaklaşık 57-60 yaş
Vefat Nedeni:
- Resmi kaynaklarda doğal nedenlerle vefat ettiği belirtilir
- Bazı Şii kaynaklar zehirlendiğini iddia eder, ancak bu iddia tartışmalıdır
Son Günleri:
- Oğlu Cafer-i Sadık’ı imam olarak tayin ettiği rivayet edilir
- Takipçilerine ve ailesine son vasiyetlerini ilettiği aktarılır
Cenaze Merasimi:
- Medine halkının geniş katılımıyla cenaze namazı kılındı
- Dönemin önde gelen âlimleri ve Ehl-i Beyt mensupları merasimde hazır bulundu
Defin Yeri:
- Baki Mezarlığı, Medine
- Babası İmam Zeynel Abidin’in yanına defnedildi
Vefâtının Etkileri:
- Dini ve İlmi Sonuçlar:
- Şii inancında imamet, oğlu Cafer-i Sadık’a geçti
- Kurduğu ilim meclisi ve yetiştirdiği öğrenciler faaliyetlerine devam etti
- Siyasi Etki:
- Emevi yönetimi üzerindeki manevi baskı nispeten azaldı
- Ehl-i Beyt taraftarları arasında yeni bir liderlik dönemi başladı
- Toplumsal Yansımalar:
- Medine’de ve İslam dünyasının çeşitli bölgelerinde yas tutuldu
- İlim ehli arasında büyük bir kayıp olarak algılandı
Tartışmalı Noktalar:
- Vefat tarihi konusunda farklı rivâyetler mevcuttur
- Ölüm nedeni hakkında Şii ve Sünni kaynaklar ara