Birçok kültürde, kırk sayısına mistik anlamlar yüklenmiştir. Gerek Kitab-ı Mukaddes’te, gerekse sözlü kültürlerde kırk sayısına yüklenen anlamların Anadolu’da da çok yaygın olmasında, kolektif belleğinde “Kırklar söylencesi”ni yaşatan Alevi toplulukların önemli bir rolü vardır. ‘Kırklara karışmak’, ‘kırklanmak’, ‘kırkı çıkmak’, ‘kırk dereden kırk su getirmek’, ‘kılı kırk yarmak’, ‘bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı var’, ‘kırkından sonra azmak’, ‘kırk yılın başı’, ‘kırk yılda bir’, ‘kırk yıllık’, ‘kırk bir kere maşallah’ gibi, Türkçe’de içinde kırkı barındıran birçok deyim ve atasözü bulunmaktadır.

Alevilik, yazılı kaynaklardan çok sözlü kaynaklarla bugüne kadar gelmiştir ve bu sözlü kaynakların en güvenilir olanları ‘deyiş’, ‘semah’, ‘miraçlama’ gibi Alevi müziklerinin içeriğinde yer alan sözlerdir. Çünkü bu sözlerin ve yaratıcısı olan ozanların mahlaslarının değiştirilmesi kesinlikle yasaktır. Bu nedenle, çalışma boyunca miraclama ve Kırklar söylencesi ele alınırken, bu söylenceleri direk içeren ya da bu söylencelerle ilişkili olan müzik sözlerinden örnekler verilecektir.

Kırklar söylencesi, Hz. Muhammed’in Melek Cebrail tarafından miraca çıkarıldıktan sonra karşılaştığı Kırklarla arasında geçen diyalogu ve Kırklara katılmasını anlatan Alevi söylencesidir. Ancak ‘Kırklar söylencesi’nin ön safhası ‘miraclama söylencesi’ olduğuna ve ‘miraclama ve Kırklar söylencesi’ bir bütün olduğuna göre, öncelikle miraclama söylencesi üzerinde durmak gerekir.

Burak adlı atın üzerinde Muhammed’in, aslan donunda Ali’yle karşılaşmasını temsil eden minyatür

Söylenceye göre Melek Cebrail, Hz. Muhammed’i miraca çağırır, Burak adlı ata bindirip miraca çıkardıktan sonra, Burak’tan indirir ve belini bağlar:

Geldi çağırdı Cebrail/ Hak Muhammed Mustafa’ya/ Hak seni Mirac’a okur/ Dâvete Kadir Hüdaya

Muhammedin belin bağladı / Anda ahir Cebrail/ İki gönül bir oluben/ Hep yürüdüler dergâha.  

Hz. Muhammed, arş-ı aladaki dergâhın kapısından içeri girmeden önce kapıda bekleyen aslanın hamle kılmasından korkar. Cebrail, aslanın bir nişane istediğini söyler ve ‘hatem’i (nişane yüzüğü) aslanın ağzına koymasını emreder:

“Ey Muhammed! Aslan senden bir nişane ister. Yüzüğünü ağzına ver” (Vaktidolu, 2004: 13):

Vardı dergâh kapısına/ Gördü orda bir arslan yatar/ Arslan anda hamle kıldı/ Korktu Muhammed Mustafa. 

Buyurdu Sır-rı Kâinat/ Korkma Yâ Habibim dedi/ Hatemi ağzına ver ki/ Arslan ister bir nişane.

Cebrail, miraca almadan önce Hatemi Hz. Muhammed’e vermiştir. Hz. Muhammed, hatemi aslanın ağzına koyunca, aslan o an sakinleşir ve Hz. Muhammed’e yol verir:

Hatemi ağzına verdi/ Arslan orda oldu sakin/ Muhammed’e yol veruben/ Arslan gitti nihaneye. 

Söylencenin buradan sonrası Kırklar söylencesidir. Çünkü miraca alındıktan sonra, Hz. Muhammed’in yolu Kırklara uğrar ve Kırkların kapısına (dergâh eşiğine) secde kılar:

Gel benim sır-rı devletlim/ Sana tabiyim ey habibim/ Eğiliben secde kıldı/ Eşiği kıblegâhına. 

Tanrı’yla doksan bin kelam konuşur. Kelamın otuz bini sır-rı hakikat olup Ali’de kalır, altmış bini de şeriat olup yeryüzüne iner.

Doksan bin kelam danığtı/ ğki cihan dostu dostuna/ Tevhidi armağan verdi/ Yeryüzündeki insana. 

Kırklar, Hz. Muhammed’e kim olduğunu sorarlar. Hz. Muhammed “Peygamberim, açın kapıyı içeri gireyim, siz erenler ile demi didar göreyim” dedi (Vaktidolu, 2004: 14). Kırklar, “Bizim aramıza peygamber sığmaz, peygamberliğini var git ümmetine eyle” dediler (Vaktidolu, 2004: 15). Hz. Muhammed tam geri dönmek üzereydi ki, Hak‘tan tekrar bir nida geldi: “Ya Hz. Muhammed ol kapıya var!”.

Peygamber Kırkların kapısına ikinci kez vardı. “Ben peygamberim. Açın içeri gireyim. Mübarek yüzlerinizi göreyim dedi” (Vaktidolu, 2004: 15). Kırklar tekrar aralarına resulün sığmadığını peygambere ilettiler. Tanrının elçisi tekrar o kapıdan geri döndü. Hak’tan tekrar ‘o kapıya git’ diye bir nida erişti.

Peygamber Kırkların kapısına üçüncü kez vardığında, Kırklar Hz. Muhammed’e tekrar kim olduğunu sordu. Bu kez Hz. Muhammed ‘öksüzüm, yetimim, fakirim’ dedi. Kırklar bu söz üzerine Hz. Muhammed’i aralarına alırlar. Bu kez Hz. Muhammed, Kırklara kim olduğunu sordu. Kırklar, Kırklarız dedi:

Canım size kimler derler/ ğahım bize Kırklar derler/ Cümleden ulu yolumuz/ Eldedir külli varımız. 

Hz. Muhammed niçin otuz dokuz olduklarını sorar, Kırklar Selman’ın yiyecek getirmek için dışarıya çıktığını ve birazdan içeri gireceğini söyler.

Madem size Kırklar derler/ Niçin noksandır biriniz/ Selman şeydullaha gitti/ Ondandır eksik birimiz. 

Hz. Muhammed, büyüğünüz ve küçüğünüz kim diye sorar. Kırklar büyüğümüz de büyük, küçüğümüz de büyük; birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için der. Kırklardan biri olan Ali, Kırkların bir bütün olduğunu ispat edebilmek için koluna neşter vurur, Ali ile birlikte otuz dokuzunun da kolu kanar:

Cümleden ulu yolumuz/ Eldedir külli varımız/ Birimize neğter vursan/ Bir yere akar kanımız.

Dışarıdaki Selman’ın kanının damlası da pencereden içeri girer. Nihayetinde içeri giren Selman, Hz. Muhammed’in paylaştıramadığı üzüm tanesini kırk kişiye paylaştırır: 

Selman şeydullahtan geldi/ Hü deyip içeri girdi/ Bir üzüm tanesini koydu/ Selmanın keşkullahına.

Kudretten bir el geldi/ Ezdi bir engür eyledi/ Hatemi parmakta gördü/ Uğradı bir müşkül hale. 

İslami aktörler aracılığıyla anlatılan Kırklar söylencesi, Aleviliğe ilişkin ritüellerin de ipucunu taşımaktadır. Alevilerin cemde Kırklar söylencesini canlandırdığı göz önünde bulundurulacak olursa, cemlerin özgün yapısında ‘dolu’ya (ritüel amacıyla içilen içki) yer vardır: Selman, içeriye girdikten sonra, getirdiği üzüm tanesini ezerek Kırklara dağıttığına, Kırklar da o şerbeti içerek ‘bir’e dönüştüğüne göre, arkaik Alevilik‘te o dolunun cem içinde temsili olarak içilmesi ve daha sonra da Kırkların esrik bir biçimde semah dönmeleri gerekir.

Ancak birlik ve beraberlik düşüncesinin, içinde içkinin de bulunduğu bir ritüelle uygulanması, içkinin haram olarak kabul edildiği Ortodoks İslam’la çelişir. Bu nedenle kamusal alana taşınırken marjinalliklerinin törpülenmesi adına Aleviler, bugün cemlerde doluyu (içki) şekerli su ile temsil etmeye başlamıştır. Dolu içilmiştir. Şah Hatayi’nin tevhid ve miraclamayı içeren müzik metninin bundan sonraki kısmı, artık Kırklar semahıdır, bu andan itibaren semaha kalkılır:

Ol şerbetten biri içti/ Cümlesi de oldu hayran/ Mümin müslüm üryan büryan/ Hep girdiler semaha

ve semah ‘Şah Hatayi’ mahlasıyla son bulur:

Şah Hatayi’m vakıf oldum/ Ben bu sırrın ötesine/ Hakkı inandıramadım/ Özü çürük ervaha. 

Bazı Alevi köylerinde doğumdan sonra çocuğun yakın akrabaları, doğumu kutlamak için elden ele gezdirerek dolu içer. Bu geleneğin kökeni de, yaratılışa ve doğuma kutsallığın atfedildiği ve dolunun önemli bir yere sahip olduğu Kırklar söylencesiyle ilişkilidir. Tam da bu noktada bir deyişi anmak gerekmektedir. Çünkü bu deyiş de, insana ve yaratılışına kutsallığın atfedildiği düşünceyi net bir biçimde yansıtmaktadır:

Zulmet (karanlık) deryasında kapıldım sele / Girdim bir mekâna candan içeri… (Tokuğ Köyü/Sivas)

dizeleriyle bağlayan deyiş, insanın ‘la mekân’ elinden gelerek mekân tutmasını betimlemesi ve bunu müzik ve sözler aracılığıyla yüceltmesi açısından önemlidir.

Alevilik’te yaratılışın, insanın kendi özünden kendisini halk etmesiyle gerçekleştiğine inanıldığı için, ruhların yaratıldığı ilk yer olan ‘bezm-i elest’, Kırklar meclisinin toplandığı cem meydanıdır. Dolayısıyla Alevilik’te sevgilinin yüzü, Hak’kın yüzüdür.

“Okunacak Kur’an insanların cemalinde gizlidir. Hakikat burada yazılıdır. İnsan kendi gönlünde Hak’kı bulduktan sonra ona her yer mabet vemkihrap, her yer bir tur, her saniyesi mirac olur.”

(Dönmez, 2004: 64).

Dolayısıyla Hak’kı özellikle karşı cinste görebilmek mümkündür:

“…gelenek içinde Tanrı’nın görünüşü olan kişi; kadın ya da erkek, belirli sınırlamalar nedeniyle soyut, ideal modeller değil; gerçekten de etli, kanlı, canlı kadın ya da erkeklerdir.” (Yalçınkaya, 1996: 61).

Bu nedenle, çoğu deyişte kendisine ‘sultan’, ‘sevgili’, ‘dost’, ‘yar’ olarak hitap edilenin Tanrı mı, pir mi, yoksa sevgili mi olduğu pek ayırt edilemez. Tasavvufta sözü edilen mecazi sevginin Tanrı’ya mı, yoksa sevgiliye mi ait olduğu muğlaktır.

Kırklar söylencesinin, Alevi Bâtıniliğinin merkezinde yer aldığını söylemek abartı olmaz. Alevilikte Kırklar meclisi ve bu meclisin oluşturduğu Kırklar cemi (Kırklar toplantısı), Tanrı’yla arasındaki perdeyi kaldırmış, Tanrı katı olan arş-ı âleme çıkmış, Tanrı’yla bir olmuş insanları ifade eden bir söylencedir. Sufi bir düşünceyle tahayyül edilen bu söylenceye göre Kırklar, Tanrı’nın tüm sıfatlarına sahiptir. Başka bir deyişle Alevilikte insan, semavi dinlerdeki gibi balçıktan ya da Âdem’in altıncı kaburga kemiğinden yaratılmamıştır, doğumla halk edilmiştir. Dolayısıyla Kırklar söylencesi, aynı zamanda insanın ‘yaratılış’ söylencesidir:

“Alevi söylencesinde ilk Ayin-i Cem, insanın yaratıldığı Kırklar Meclisi’nde yürütülmüştür” (Çınar, 2005: 112).

“Alevilerin cem ayini’nin (Ayin-i cem), yaratılıştan önce Arş-ı âlemde yer almış olan Kırklar Meclisini anma” olduğu Melikoff tarafından da ifade edilir (Melikoff, 1997b: 56).

Bu nedenledir ki cem içindeki gülbanklarda (Alevi duası) ‘döndüğünüz semah Kırklar semahı ola’, ‘yaptığınız cem Kırkların cemi ola’ veya ‘birimiz kırk, kırkımız bir’ ifadeleriyle, Kırklar söylencesinin Alevi cem ritüellerinde canlandırıldığı doğrulanmış olur.

Ozan Ahmet Edip Harabi, Tanrı-insan özdeşliği ve insanın insanı halk edişiyle ilgili olarak şu dizeleri söyler:

Daha Allah ile cihan yoğ iken/Biz anı var edip ilan eyledik

Hak’ka layık hiçbir mekân yoğ iken/Hanemize aldık mihman [konuk] eyledik

Kendisinin henüz ismi yok idi/İsmi şöyle dursun cismi yok idi

Hiçbir kıyafeti, resmi yok idi/Şekil verip tıpkı insan eyledik 

Allah ile işte burada birleştik/Nokta-i âmâya [kör nokta] girdik yerleştik

Sır-rı küntü kenzi [gizli hazinenin sırrı] orda söyleştik/İsm-i şerifini rahman eyledik

Ozan Ahmet Edip Harabi’nin bu nefesi, insan-Tanrı özdeşliğinin ve insanın halk edilişinin anlatımıdır. İlk dörtlükte Tanrı, haneye alınmış bir konuktur; ikinci dörtlükte Tanrı’nın nasıl ‘insan’ suretinde var edildiği anlatılıyor. Üçüncü dörtlükte Allah ile birleşilen nokta-i âmâ (kör nokta) dile

getiriliyor. Künt-ü kenz’in (gizli hazine) sırrının bu kör noktada bulunduğu dile getiriliyor.

Kırklar söylencesini betimleyen diğer bir ozanın nefesi de aşağıdadır. Âşık Sıtkı’nın bu nefesi, ünlü bağlama virtüözü Ali Ekber Çiçek tarafından ileri bir çalım tekniği ile popülarize edilmiştir:

On dört bin yıl gezdim pervanelikte/Sıtkı ismin buldum divanelikte

İçtim şarabını mestanelikte/Kırkların ceminde dara düş oldum

 Güruh-u naciye özümü kattım/Âdem sıfatından çok geldim geçtim

Bülbül oldum Firdevs bağında öttüm /Bir zaman gül için zare düş oldum

Semah-Fikret Otyam

İlk dörtlükte pervanelikte, yani gök kubbede gezen ozan, doğduktan sonra Sıtkı ismini buluyor. Burada bahsi edilen içilmiş ve mest etmiş şarap, Selman’ın ezerek Kırklara dağıttığı, Kırkları ‘bir’ eden şaraptır. Belki de ‘aşk şarabı’ deyimi, şarabın bu şekilde algılanmasını sağlayan Alevi geleneğinden Türk diline geçmiştir. Ozan bu şarabı içerek ‘dara düş olur’, yani ‘darda’ durur. İkinci dörtlükte ozan, güruh-u Naci’ye, yani seçilmiş varlığa özünü kattığından söz etmektedir. Kalan dizelerde de açıkça görüleceği gibi ozan, yine insan-evren-Tanrı özdeşliğini yorumlamaktadır. Ozan, “Âdem sıfatından çok geldim geçtim” diyerek, bu dünyaya sürekli insan suretinde gelmekte olduğunu ifade eder, değişik nesnelere dönüşümünü ele alırken (âdem, bülbül) ruhun ölümsüzlüğünü ve ruh göçünü, Uzak Doğu‘da kullanılan deyimi ile reenkarnasyonu anlatır. Tasavvufta, genelde bülbül erkeği, gül de kadını metaforize etmek için kullanılan sözcüklerdir. Dolayısıyla ozan, bülbül olup gül bahçesinde öterek gül için, yani sevgili için gamlanmıştır.

Son olarak Kırklar söylencesini betimleyen Yunus Emre’nin dizelerine göz atılmalıdır:

“Ata belinden bir zaman anasına düşdi gönül / Hak’tan bize destur oldu hazineye düştü gönül

Anda beni can eyledi et ü sünük kan eyledi/ Dört on günü diyiceğez değritmeye düştü gönül”

(Tatcı, 1998: 167)

Yine Yunus’tan örnek vermek gerekirse:

Sabr ile kana’atı virübidüm bunlara/Kırkını bir gönleğe kanaat kılan benem

Ol kırkından birisine çaldumıdı neşteri /Kırkından kan akıtıp ‘ibret gösteren benem.

(Tatcı, 1998: 193)

Yunus Emre tarafından tertip edilen yukarıdaki bu beyitler de, Kırklar söylencesini anlatmaktadır. Kırklar söylencesini betimleyen daha birçok ozanı örneklemek mümkündür.

Banu Mustan DÖNMEZ*

*) Dr. İnönü Üniversitesi, Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesi, Müzik Bölümü, Müzikoloji Anabilim dalı Öğretim Görevlisi

Kaynakça

Donmez Banumustan

/sö