Dört kitabın manasın
Okudum hâsıl ettim
Aşka (ışığa) gelince gördüm
Bir uzun hece imiş
-Yunus Emre-
Alevi sözcüğünün “Ali” kaynaklı bir deyim olmayıp “Işık İnsanı” anlamına gelen kadim “Luvi” sözcüğünün, Türkçe’ deki söylenişi olduğunun kanıtlarından birisi, Alevilerin geçmişte uzun bir süre Işık İnsanı (Işık Taifesi) olarak tanınmış olmalarıdır. 16 yy’ in son çeyreğine kadar, Osmanlı padişah fermanlarında ve yazışmalarında Aleviler, Işık Taifesi olarak anılmışlardır.
Baki Öz tarafından derlenerek kitaplandırılmış, “Alevilik ile ilgili Osmanlı belgeleri” adlı kitapta, bu tezi doğrulayan kimi yazışmalardan bazı bölümler şöyledir:
- 23 Ramazan H. 966 (M. 1558) tarihli bir padişah fermanı şöyle başlamaktadır;
SEYDİGAZİ IŞIKLARININ YOLA GETİRLMESİNE DAİR;
Eskişehir Kadısına hüküm ki;
“Şu sıralar mektup gönderip, yüce hüküm gelip, kutlu anlamından kavranıldığı gibi, Eskişehir ve Seydigazi kazalarında yaşayan Seydigazi Işıklarının bazılarının fesat ehli olup, böylelerini yakalayıp güvenilir adamlara teslim edip…“
- 19 Zilkade H. 966 (1558) günlü bir başka padişah fermanı;
BAYRAMLARDA IŞIK TAİFESİNİN KOS VE NAKKAZE ÇALARAK ŞEHİRLERDE GEZMELERİNE DAİR;
Edirne Kadısına hüküm ki;
“Aşure günlerinde Işık taifesi dahi sancaklar kaldırıp dabul ve nakkaze ve def ve dümbelek ile açıkça şehirde gezip Müslümanların hakimlerine bu tür şeriata aykırı hareketlerin yasaklanması gerekir iken, izin verilip yasaklanmadığı işitildiğinden imdi…”
- 19 Sefer H. 975 (M. 1567) diğer bir padişah fermanı;
AHYOLU’DAKİ IŞIK TAİFESİ’NİN TAKİP EDİLMESİNE DAİR;
Ahyolu Kadısına hüküm ki;
“Mektup gönderip, Ahyolu ilçesi’ ne Hatun İli Bucağı’na adalet üzere Işık Taifesi toplanıp, Bahçeli adındaki başkanları Tur adlı Işık için (haşa), peygamber diye inandığından başka Ehl-i Sünnet ve Cemaat’ ten ibadet üzre Müslümanlara “Boş yere aç gezersiniz ve başınızı yere koyarsınız” deyip Feraız kitaplarına Saman ve Kepekten ibarettir, samanı hayvan soyu ve kepeği köpek yer. O kitapları okuyan da hayvan ve köpektir” diye çekiştirip söverek…”
- H. 984 (M. 1576) padişah fermanı;
FİLİBE’DEKİ HURUFİ MEZHEBİNDEN OLANLARIN CEZALANDIRILMALARINA DAİR;
Filibe Kadısına hüküm ki;
“Maad adlı köyden Mustafa, Işık Huruf mezhebinden olup Müslümanlığı dinsizliğe sürüklemekten geri durmayıp…”
…
Anadolu topraklarında 16. ýüzyılın üçüncü çeyreğine kadar “Işık Taifesi” tanımı, geçen yüzyıllar içinde tamamen unutuldu. 16. Yüzyıl Osmanlı-Safavi çatışmasının en yoğun olarak yaşandığı yüzyıl oldu. Bu çatışmalarda, o günkü ismi ile Işık Taifesi bugünkü ismi ile Aleviler, Safaviler’den yana olmuşlardır. Osmanlıların, Safaviler ile olan savaşlardan üstün çıkmasıyla, Osmanlı ülkesinde Işık Taifesine yönelik sürek avı başladı. Osmanlıya göre Işık Taifesi, kafirden de kötü bir taife idi. Peçevi tarihinde Işık Taifesi şöyle anlatılmıştı. “Ehl-i İslam’da Işık Taifesi mezmum (ayıp) bir taife gibi, kafirlerden daha kötü bir taifedir.”
Prof. Süleyman Uludağ, Tasavvuf terimleri sözlüğünde Işık karşılığı için şu açıklamayı veriyor;
“Osmanlı zamanında bazen Bektaşilere, Alevilere, Hurufilere ve Rafizi eğilimli derviş zümrelerine Işık ve Işık Taifesi adı verilmiştir. Bunlar adına tesis edilecek vakıfların şer’an geçerli olmayacağı kaydedilmiş, fermanlarda bu zümreye dikkat çekilmiştir.”
Kafirlerden daha kötü bir taife olan ve vakıfları şer’an geçerli olmayan Işıklar, Osmanlı ülkesinde sürek avlarının ve katliamların hedefi olmuşlardır. Yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kaldılar ve kurtuluş olarak çeşitli kelime oyunlarının arkasına sığınarak kendilerini korumayı seçtiler. Işık Taifesi bugünkü Alevilere, 17. yüzyıldan önce verilen isimdi. Ellerinde bağlamaları ile köy köy dolaşarak, bu inanışın yazılmasını ve yerleşmesini sağlayan misyoner ozanlara da Işık deniyordu.
Köy yollarında dolaşarak başı açık, yalın ayak, korumasız dolaşan, elinde sazından başka dayanağı olmayan “Işıklar” sürek avlarının başlaması ile ağır zulümlere maruz kaldılar, aşağılandılar, yok edildiler. Işıklar bu zulümden ve yok oluştan kurtulmak için, bir kelime oyunu ve bir ses benzerliğnin ardına sığındılar. Aşk, Aşık ve Işık sözcükleri, o dönemde Osmanlı ülkesinde kullanlan Arap alfabesi ile neredeyse aynı harflerle yazılıyordu. Okunuşları da birbirlerinden pek farklı değildi. Misyoner ozanlar, kağıt üzerinde Işık yazısını aşık olarak okuyarak kendilerine “Aşık” dediler. Böylece Işıklara yönelik öfke ve şiddeti, kendi üzerlerinden savuşturdular.
Anadolu’da ve Rumeli’de Alevi inanışının önderleri olan Işıklar, yok oluştan kurtulmak için Aşık adını alırlarken, isimlerinin önüne bir tanımlama koydular “Horasan Pirleri”. Horasan İran’ın kuzey doğusunda bir bölgenin adıdır. Bu inanışın önderlerinin bu tanımla anılmaları ilk bakışta bu insanların, Anadolu ve Rumeli’ye İran’ın kuzey doğusundan geldiklerini düşündürüyordu, ancak 10. yüzyıldan başlayarak akın akın Anadolu’ya göç eden Türkmanlerin ata yurdu Orta Asya’ ydı. Buradan kalkarak Anadolu’ya göç etmişlerdi. Horasan, Türkmenler’in Orta Asya’dan başlayan, Anadolu’da son bulan göç yolarının üzerinde, onlarca bölgeden biri idi. Göçerler, kondukları yerlerde geldikleri bölgenin adı ile anılırlar, göç yolları üzerinde uğradıkları herhangi birinin adı ile anılmazlar. Horasan sözcüğünün anlamına bakıldığında işin sırrı anlaşılır. Fars kökenli Horasan sözcüğü “Güneşin Yeri” anlamındadır. Bu insanlar Güneşin yerinden geldiklerini ve Işık olduklarını usta bir düzenleme ile üzeri örtülü de olsa ifade ediyorlardı. Asıl isimlerini ve sırlarını, kelimelerin arkasına saklamışlardı.
İlhan Erten tarafından derlenmiş eski bir Alevi deyişinde Işıklar’ın bu saklanışı şöyle anlatılmıştır;
Biz aşığız ne söylesek
Sözümüzde yalan olmaz
Sır içinde sır saklarız
Hiç kimseye âyân olmaz
Gubari’nin ünlü nefesinde Aşıkların aslında Işıklar olduğu çok açık ifade edilmektedir.
Aşıklarız Işıklarız elhak gedalarız
Şeydalarız felek-zedeleriz müptelalarız
(Aşıklarız ışıklarız doğrusu fakirleriz)
(Delileriz feleğin zulmüne uğramış tutkunlarız)
Belirtmek gerekir ki, 16. yüzyıldan önce söylenmiş Alevi nefeslerinde Ali, Hasan, Hüseyin, Kerbela isimlerine pek rastlanmaz. 14 yüzyılda yaşamış ünlü Alevi bilgesi ve ozanı Yunus Emre’nin Divanı, buna en güzel örnektir. Yunus Emre, Hz. Ali, Ehl-i Beyt, Kerbela sözcüklerini şiirlerine hiç almamıştır. Yunus Emre’nin nefeslerinde onun bir “Işık İnsanı“ olduğu bir çok yerde vurgulanmıştır.
Oruç, namaz, gusul, hac
Hicaptır aşıklara
Aşk ondan münehhez
Hâlis heves içinde
…
Ey aşıklar, ey aşıklar
Aşk (ışık) mezhebi dindir bana
17. yüzyıldan sonra Işıklar, Aşık olarak anılmış, Işık sözcüğü yerini Aşık sözcüğüne bırakmış olsa da, gerçek kelimelerin ve deyişlerin içinde, kuşaktan kuşağa aktarıldı ve günümüze ulaştı. Alevi sözcüğü de yine aynı tarihlerde, 16. yüzyılın son çeyreğinden sonra kullanılmaya başlandı. Bu sözcük son derece bilinçli bir seçimdi. Işık taifesi hükmedenlerin gözünde “kafirlerden de kötü bir taife” idi. Bu isimden süratle kurtulmak gerekiyordu, o noktada Alevi sözü imdada yetişti. Alevi sözcüğü, Işık Taifesi’nin kadimdeki adıydı ve “Işık İnsanı” anlamında idi. Asıl önemlisi Alevi sözcüğü ile İslam’ın dördüncü halifesi Hz. Ali’nin adı arasında büyük bir ses benzerliği vardı. Bu ses benzerliğinin arkasına sığınmak ve böylece ardı arkası kesilmeyen saldırılardan korunmak, hem dahice bir fikir hem de çaresizliğin bir sonucu oldu.
Kaynakça
http://www.aleviweb.com/forum/showthread.php?t=27907