Hızır orucuna dair tarih ve içerik konusunda bazı nüanslara rastlanmaktadır. Biz bu konuda özellikle iki görüşü okuyucunun dikkatine sunmaya değer gördük. (1)
1. Görüş (2)
Eski toplumlarda yaşamı ve bu yaşamın kurallarını inançlar ve yaratılan gelenekler belirliyordu. Bu sadece doğanın acımasızlığına karşı bir sığınma duygusu değildir. Halklar kendilerini baskı altına almaya çalışan egemenlere karşı bir karşı duruş refleksi geliştirirken, bu tavır alışlarında ortaya çıkan gücün en önemli kaynaklarından biri bu gelenekler ve inanç sistemleri olmuştur. Bunun içindir ki tarih boyunca bu gelenekleri yaşatıp bugüne taşımışlardır. İnsanların beklentilerini ya da ihtiyaçlarını karşılayan gelenekleri yaratan halklar tarih sahnesinde her zaman varolmaya devam ederlerken, bu geleneklerden ya da inanç sistemlerinden yoksun olan halklar yok olup gitmişlerdir. Bu bir yanıylada halkların kendi kimliğinden, değerlerinden arındırılması anlamına gelir.Tarih sahnesinde yok olup giden halkların durumunu bu şekilde açıklamak gerekiyor.
Bu sonuç sadece devletin ya da egemen sınıfların asimilasyon, inançsızlaştırmaya da kendi inanç sistemlerine entegre etme isteğiyle ortaya çıkan bir sonuçta değildir. Halklar arasında etkileşim sürekli olduğu için, yeni değer ve gelenekler yaratamayan halklar kendilerinden daha güçlü geleneklere sahip halkların inaçları karşısında da yok olup gitmeye mahkumdurlar. Bu duruma Bulgaristan’daki Bogomilleri örnek verebiliriz. Hırıstiyanlığın Katolik inancına karşı bir duruş sergileyen ve eşitlikçi bir yaşamdan yana tavır alan Bogomiller, Osmanlı’nın Balkanları işgal etmesinin ardından buraya yerleştirilen Bektaşilerin içinde kendilerine yer edinmeye başlamalarının ve sonrasında tarih sahnesinden çekilmelerinin en önemli nedenlerinden biri budur.
Alevi toplumunu da bugüne kadar ayakta tutan en önemli güç yarattıkları geleneklerdir. Bu açıdan bakıldığında Alevilerin tarih boyunca yarattıkları gelenekleri iyi anlamakta yarar vardır. Babai isyanından bu güne kadar yaşanan katliamlara, baskı ve zulümlere rağmen Alevilerin inançlarını sürdürüp bugünlere gelebilmeleri, bu gelenek ve değerler sayesinde olmuştur diyebiliriz.
Özellikle ilk başlarda Selçuklu Devleti’nin, Sonrasında Osmanlının resmi dini ideolojisine ve devlet sistemine entegre olmak istemeyen ve bu yöndeki baskılara karşı direniş içinde olan göçebe Türkmen aşiretlerinin (ki burada Kürt Alevilerinide saymak gerekiyor) yarattıkları gelenekler bugünde halkların yaşamları için büyük bir öneme sahiptir. „Eline, beline, diline sahip ol“ düşüncesi bir halkın ahlak anlayışını ifade ederken, „dara çıkma“ olayı halkın adaletini temsil eder. Bu yanıyla halk kendi kültürünü, ahlak anlayışını, adeletini yaratıp uyguladığı için ayakta kalmayı başarmıştır diyebiliriz.
Alevi inancında olanların yarattığı geleneklerden biride her yıl Şubat ayının ikinci haftasında yapılan Hızır oruçlarıdır.
İnanca göre Hz Musa zamanında yaşayan Hızır ölümsüzlük suyunu içmiştir. Türkmen Alevilerinde 9 Mayıs’ta kutlanan Hıdırrellez şenlikleri buradan gelir. Yine inanca göre Hızır’ın bastığı yerde güller biter, ekinler yeşerir, bolluk ve bereket gelir. Bu nedenle yoksulluk ve kıtlığın yaşandığı yüzyıllarda Aleviler kırtlıktan kurtulmak için „ya Hızır yetiş“ diye seslenirler. Hızır’ın elini sürdüğü yerde ise dertler, hastalıklar ortadan kalkar.
Bazı inançlara göre Hz Ali ve Fatma oğulları Hasan ve Hüseyin hastalanır. Durumu Peygambere anlatırlar. O sırada bir Vahy iner ve çocuklarının iyileşmesi için üç gün oruç tutmaları söylenir. Hızır oruçlarıda buradan gelir.
Bazı inaçlara göre ise Nuh Peygamberin gemisi denizde fırtınaya yakalanır. Gemidekiler üç gün fırtınayla, azgın dalgalarla baş etmeye çalışırlar. Gemidekiler fırtına ile başedemeyeceklerini anladıklarında dua edip „yetiş Hızır. Bizi fırtınadan kurtar“ derler. Yapılan duaların ardından fırtına diner. Bunun üzerine üç gün hızır orucu tutulmaya başlanır.
Alevi inancında önemli bir yer tutan Hızır orucunun hemen ardından dilekler tutulur, kurbanlar kesilir, lokmalar dağıtılır, küskünler barıştırılır, cemler yapılır. Alevilerin yaşadıkları bölgelere göre bu törenlerde yapılanlar çeşitlilik gösterebilir.
Hızır oruçlarına ister bir efsanenin ürünü diyelim, isterse bir inancın önemli rütüellerinden biri diyelim burada önemli olan ilk olgu bu geleneğin Alevilerce yüzyıllardır yaşatılıp bugünlere taşınmasıdır. İkincisi ise bu önancın içinde var olan dayanışmanın, sahiplenmenin, küskünlerin barıştırılmasının bugünde insanların yaşamında önemli bir yer tutmasıdır. Üçüncü bir olgu ise tutulan dileklerdir. Burada baskıya, yoksulluğa ya da başka sorunlara karşısında, gidip kendisine zulmadenlerden aman dileme yerine, gücü kendi inancından almaya çalışmak vardır.
Bugünde ihtiyaç duyduğumuz bazı değerleri halkların yaşam biçimlerinde arayıp bulmak mümkün. Alevi inancı bu gelelenklerden birçoğuna sahiptir. Hızır oluçları ve bu orucun ardından düzenlenen törenler bunlardan sadece biridir. Toplumları ayakta tutan değerlerin hızla yok olup gitmeye başladığı, yok olup gitmesi için sistemli bir politikanın uygulandığı günümüzde, bu geleneklere sahip çıkıp yaşatmak daha çok önem kazanıyor.
Bunca sözün ardından daha iyi, daha güzel, yaşanılası bir dünya için dilek tutalım. Bu dileğin yarın hemen yerine getirilip getirilmemesi önemli değil. Önemli olan insanlık için bir dilekte bulunmak ve bunun gerçekleşmesi için inançları diri tutmak ve mücadele etmektir. Bunu başaramadığımızda yanıbaşımızda yaşanan onca sorunu görmek mümkün değildir. Geleneklere ve değerlere sahip çıkmakta mümkün değildir.
2. Görüş (3)
Hızır, tüm Aleviler için önemli bir evliyadır; buna rağmen, onun adıyla anılan merasimlerin bölgelere ve topluluklara göre değişiklik gösterdiğinin altı çizilmeldir. Örneğin, Hatay yöresinde oldukça yoğun karşılaşılan Hızır türbeleri ve ziyaret mekanları bu boyutta diğer bölgelerde yoktur. Yine 5/6 Mayıs’ta Hızır-İlyas adı altında yapılan kutlamalar da belirli bölgelerde öne çıkmaktadır. Hızır orucu açısından da durum farklı değildir.
Hızır orucu daha çok Dersim, Erzincan, Erzurum, Varto, Elazığ, Sivas, Malatya, Maraş ve bu bölgelerden Sarız, Çorum ve Kars gibi yerlere göç etmiş Aleviler tarafından tutulur. Yanısıra Tahtacı olarak adlandırılan Alevi toplulukların yalnız Mersin yöresinde ikamet edenlerinin bu orucu tuttuklarına dair bilgiler mevcuttur.
Bu bölgelerde Hızır orucu ile ilgili kabul gören belirli kurallar uygulanır:
1- Oruç, sabit tarih vermek yerine, salı-çarşamba-perşembe esas alınarak genelde üç gün olarak tutulur. Az sayıda bölge ve kişi orucu perşembeden perşembeye yedi güne çıkarmaktadır;
2- İster üç, ister yedi gün tutulsun -12 İmam orucu hariç, diğer tüm oruçlarda olduğu gibi, son gün her zaman perşembe olmaktadır. Bu akşam yapılan Hızır cemi ve adanan Hızır kurbanı inanç açısından oldukça önemlidir;
3- Hızır orucu için bir tarih verildiğinde bu genelde 30 Ocak’tır. Yaygın bir söylem Hızır’ın bir ayağının Ocak diğer ayağının ise Şubat ayında olması gerektiğini aktarır;
4- 30 Ocak her zaman salı gününe denk gelmediğinden, pratik bir çözüm olarak, bu günden önceki Ocak ayının son veya Şubat ayının ilk salı günü oruç başlatılır ve takip eden perşembe tamamlanır;
5- Hızır orucunun bir cem merasimi ve kurbanla kapatılması önem arz ettiğinden, pirlerin hazır bulunması gerekmektedir. Onların da aynı hafta tüm talip bölgelerinde bulunmaları mümkün olmadığı için, kendi güzergahlarına göre Ocak ayının ikinci haftasından başlatmak üzere her haftayı bir bölgeye ayırarak görevlerini yerine getirmiş olurlar. Böylelikle Hızır oruçları kabaca Ocak ayının ortalarından başlayıp Şubat yarısına kadar sürmektedir.
Hızır orucu için esas alınan 30 Ocak sıradan bir tarih olmanın ötesinde önemli bir geleneğin sembolüdür. Hızır için belirlenmiş bu gün, 21 Aralık’ta başlayan kış mevsimi süresince bölgede uygulanan Gağan, Kara Çarşamba ve son olarak da Hawtemal/Heftemal bağlamında ele alınmalıdır. Bu bayramlar ve kutsal günler için kabul gören tarihler, 90 günlük kış mevsimini 40-20-30’lu dilimlere ayıran eski bir gelenekle ilişkilidirler. Bu bağlamda Gağan ile başlayan ilk kırk günlük dilim ”Büyük Çile” (çile, Kurmanci ve Farsça’da kırk anlamına gelir) olarak adlandıırlır ki, bu da 30 Ocak’ta kapanır. İlk kırk gün aynı zamanda dervişlerin çile çekme dönemlerine denk gelir ve bu Hızır Orucunun başladığı gün bitirilmiş olur. 30 Ocak’tan 20 Şubat’a kadarki süreye ise ”Küçük Çile” denmektedir. Küçük Çile’nin başlangıcı Hızır Orucu’na, sonlandığı 20/21 Şubat ise kime yörelerde Hıdırnebi kutlamalarına vesile olur. İklim açısından ele alındığında bu aynı zamanda kış mevsiminin en soğuk ve fırtınalı günleriyle özdeşleştirilir. 21 Şubat’tan sonra kış çözülmeye başlar ve aşamalı olarak gelecek baharın habercileri doğada görünürler. Böylece, Kara Çarşamba ve Hawtemal/Heftemal için hazırlıklar da başlamış olur.
Günümüzde şehirlerde Hızır orucunu düzenlemek için pirlerin gelmesini esas almaya gerek kalmadığından, üç günlük oruç dönemini sabitleme ihtiyacı anlaşılabilir. Bunun için de bir aylık Hızır orucu döneminin dağılımını belirleyen 30 Ocak en uygun tarih olarak görülebilir. Çünkü bu hem pratikte yapılan uygulamalar tarafından desteklenir, hem de geleneksel değerlerle açıklanabilir.
Öyleyse, Alevi kurumları tarafından belirlenmiş 13-14-15 veya 7-8-9 Şubat neye dayandırılmaktadır? Belirttiğim gibi pratikte bu tarihlere odaklanarak Hızır orucu tutan bir bölge yoktur. Kimileri bunu açıklamak için eski (Rumi) ve yeni (Miladi) takvim geleneğine işaret etmişlerdir. Onlara göre, 30 Ocak sonrası tutulan Hızır orucu Rumi takvime göre belirlenmiş bir gündür; bu, Miladi takvime çevrildiğinde artı 13 gün eklendiğinden, 13-14-15 Şubat günlerine denk gelmektedir. Bu doğru bir saptama değildir. 30 Ocak, 21 Aralık’ı esas alarak belirlenmiştir; bu tarih eski takvime göre saptanmış olsaydı o zaman 7 Aralık ve 17 Ocak esas alınmalıydı. Yine başka bir iddiaya göre, yeni yılın 1 Ocak’ta başladığı kabul edildiğinde, 40 gün sonrası 9 Şubat’a tekabül eder. Bu da oruçların neden bu tarih civarında tutulması gerektiğine bir açıklama olarak görülebilir. Fakat 1 Ocak’ın bölgede yeni yıl olarak kabul görmesini destekleyen herhangi bir gelenek yoktur. Bunun yerine belki Gağan kutlamaları öne sürülebilir. Az sayıda bölgede Gağan Aralık ayında değil de, Ocak başlarında kutlanır. Bu kabul edildiğinde 13-14-15 Şubat için bir açıklama verilmiş olur; fakat ne gariptir ki, Gağan’ı ocak başlarında kutlayan Mazgirt yöresinde de Hızır oruçları için esas alınan tarih 30 Ocak’tır. Hatta bu bölgede bir söylem Hızır orucunun en geç Mart ayından 25 gün önce başlamasını belirtir ki, bu da orucun 6/7 Şubat çivarında sonlandırılması anlamına gelmektedir. Ayrıca Hızır orucunu 13-14-15 Şubat olarak işaretleyen Alevi kurumlarının bunu Gağan’ı esas alarak açıklamadıklarını belirtmek gerekmektedir, çünkü onların Alevi İnanç Takvimi olarak sundukları bilgilerde Gağan bir bayram veya önemli bir gün olarak geçmemektedir.
Dolayısıyla, bu tarihlerin Alevi kurumları tarafından neden öne çıkartıldıkları sorusu cevap beklemektedir. Bunun geçen yüzyılın son döneminde şehirlerde oluşan cemevleri ile birlikte ortaya çıktığı muhakkak; fakat bu karar alındığında Hızır orucu geleneğine sahip bölgelerin uygulamalarının esas alınmadığı da kesindir. Her halükarda, en muhafazakar Alevi kurumların bile, en azından bu meselede, gelenekle ilişkilerinde sorunlu bir konum aldıklarını görmek ilginçtir.
Her şeye rağmen, bu orucu tutan topluluğun ruhuna sadık kalarak, kimseyi incitmeden, hangi gün esas alınırsa alınsın; güçsüzlerin, yoksulların ve yardıma muhtaç olanların evliyası Hızır için önümüzdeki dört haftadan birinde oruç tutmanın oldukça makbül bir görev olduğunu belirterek yazıyı sonlandırmak herhalde en doğru olanıdır.
Kaynakça
(1) Yolpedi/edit
(2) Baki Düzgün/AABF Inanc Kurulu Ikinci Baskani
(3) Erdal Gezik/https://www.alevinet.com/2018/01/17/hizir-orucu-ne-zaman-tutulur-erdal-gezik/
/sö