Hayatı

 

II. Mahmud’un, Hamdullah Çelebi hakkında aldığı sürgün kararından önce Çelebi’nin Kırşehir’de kurulan mahkemece yargılandığı bilinmektedir. Mahkeme heyetinin ağır ithamlarına karşın, Hamdullah Efendi idam kararını göze alarak yolundan dönmemiştir. Bu mücadeleci tavrının Alevî-Bektaşî toplumu için ayrı bir önemi vardır. Hamdullah Efendi’nin yargılanması bir trajedidir. Mahkemede Hamdullah Efendi pek çok yersiz ve çirkin suçlamayla karşı karşıya kalmıştır. Bu yargılamanın zabıtları ünlü “Hamdullah Çelebi’nin Savunması” adlı eserde bulunmaktadır. İsmail Özmen ile birlikte kaleme aldığı bu eserde Yunus Koçak, mahkeme zabıtlarının gerçekliğini şu şekilde ifade eder:

 

“Mahkeme kâtibi Mevlana İsmail Efendi’nin tuttuğu zabıtların yıllar sonra Kırşehir Askerlik Şubesi’nde imhası için yapılan işlem sırasında şube reisi Miralay Ahmet Edip Halim Efendi’nin bu zabıtları yok etmeyip sakladığı ve mirasçılarına bıraktığı, mirasçılarından Emekli Kıdemli Astsubay Çavuş Hasan Özdemir’e kaldığı, onun da 1965 yılında Sayın Yunus Koçak’a kelime kelime yazdırıp aktardığı bilgi ve belgelerden oluşmaktadır” (Özmen ve Koçak, 2007: 6).

 

Bu eserde geçen mahkeme zabıtlarında Hamdullah Efendi, onu yargılayan Kadı’nın meşrebinin ibadette Türkçe dua etmesine, kadın erkek bir arada ibadet etmesine dair anlamsız suçlamalarına, “Mensubu olduğum Gürûh-ı Nâcî toplumu olan bizler İslâm umdelerini yerine kusursuz olarak getiriyoruz… Bizler salât-ı daimdeyiz. Daima Allah’la beraberiz. Salât’ı inkâr etmiyoruz. Cem cemaatimizin toplantısında Türkçe dua ettiğimiz doğrudur… Bizim dergâhlarımızda, Kur’an’da sık sık geçen “ya eyyühelleziyne amenu” ayeti, Allah’ın kadın erkek ayırt etmeden eşitliğe hitabı olarak bilinir. Ayrıca tarihten gelen eşitliği kabul ederek Hacı Bektaş Velî’nin “Erkek aslan aslan da dişi aslan aslan değil midir? Kadınlar da sizin bir parçanızdır. Onlara cemaatinizde ayırt etmeden şereflice, hürmetlice değer verin.” dediği Alevilik-Bektaşilik Araştırmaları Dergisi / 2018 / 17 203 Bektaşi Tekkelerinin Kapatılması ve Hamdullah Efendi sözüne inanarak kadın erkek eşitliğine inanılmıştır.” diyerek cevap vermiştir (Özmen ve Koçak, 2007: 110).

 

Alevîler ve Bektaşîler arasında ismi saygı ile anılan Hamdullah Efendi, Hacı Bektaş-ı Velî dergâhının 23. postnişîni olup 1824 yılında Feyzullah Çelebi’nin Hakk’a yürümesi üzerine Hacı Bektaş-ı Velî Dergâhı’na postnişîn olmuş bir Bektaşî şeyhidir. Önce Yeniçeri Ocakları, ardından Bektaşî tekkelerinin kapatılması sonucunda 1827 yılında II. Mahmud tarafından çıkarılan bir fermanla Amasya’ya sürgün edilmiştir (Noyan, 1986: 92-93).

 

Sürgün kararının ardından Hamdullah Efendi Kırşehir’den Hacıbektaş kasabasındaki evine döndükten sonra, sürgün için evdeki eşyalarını toplayıp denklere hurçlara yerleştirirken bir efkâr gelmiş, Hünkâr Hacı Bektaş Velî’nin türbesini ziyaret edip vedalaştıktan sonra ellerini Allah’a açarak, Ey! Güzel Allah’ım deyip aşağıdaki şiiri söylemiştir (Özmen ve Koçak, 2007: 135).

 

Zât-ı pâkinden haberdâr olduğum mudur suçum?

 

Emrine her dâim boyun eğdiğim midir suçum?

 

Halk-ı âlem atlas-ı zîbâya gark olmuş gezer

 

Ben garîbin bu abâyı giydiğim midir suçum (Ulusoy, 2014: 249).

 

Hazırlıklarını tamamlayan Hamdullah Çelebi, Kırşehir’e gider mahkemeden sürgün fermanını alır. Kırşehir Kadısı’na ve Şeyhülislam’a verilmek üzere bir mektup verir. Mektup içinde bir de deyiş bulunmaktadır (Ulusoy, 2015). Sinan ULUSOY’un bahsettiği deyiş:

 

Delâlet demişsin behey sofu ne bâtıl insansınız

 

Gece gündüz ezberiniz küfürlü lisânınız

 

Hüve-l bâkî ne demektir bilmezsin dalâliniz

 

Hak’ka râzı ol deyince küsüp darılansınız (Ulusoy, 2014: 253).

 

Sürgün yıllarında, Amasya’da halk arasında dinî sohbetler yapmıştır. Yine onun pek çok keramet gösterdiği anlatılır. Aynı zamanda iyi bir şair olan Hamdullah Çelebi’nin Hakk’a yürümesinden sonra bu çevrede yaşayan Alevîler, 1847 yılında mezarının üzerine bir türbe yaptırmışlardır (Koçak, 2000: 71-77). 204 Forschungszeitschrift über das Alevitentum und das Bektaschitentum / 2018 / 17 Serkan ERDUĞAN

 

Alevî-Bektaşî geleneğinde ve birçok eserde Hamdullah Çelebi’nin vefatının 1836 yılında olduğu bilgisi bulunmaktadır. Fakat iki farklı Osmanlı Arşiv Belgeleri’ne bakıldığında bu bilginin doğru olmadığı düşünülmektedir. Öncelikle Hamdullah Çelebi’nin affedilmek için müracaatta bulunduğu 1840 tarihli (BOA, İ.DH; 32/1518) belge dikkat çekmektedir. 1840 yılında Hamdullah Efendi, affedilmesi için bir müracaatta bulunmuş, on üç seneden fazla süredir sürgünde bulunduğundan hareketle zarurete düştüğünü, vatan-ı asliyesine dönmesinde bir mahzur olup olmadığını sormuştur (Maden, 2013: 91).

 

13 Ekim 1842 tarihli diğer bir belgede (BOA, C.EV, 26/1294), Hacı Bektaş-ı Velî tekkesi vakfının gelirlerinin on beşte üçünün maaş olarak Hamdullah Çelebi’ye ayrıldığı görülmektedir (Maden, 2013: 92). Bu bilgiler doğrultusunda Hamdullah Çelebi’nin 1836 yılında vefat etmesinin mümkün olmadığı görülmektedir.

 

Hamdullah Çelebi, 1840 yılında affedilmiş, Hacıbektaş’a gitmesine izin verilmiştir. Ancak memleketi Kırşehir’e dönmeyerek Amasya’da kalmış ve 1846 yılında vefat etmiştir. Vefatının üzerine Amasya’da Pirler mevkiine defnedilmiş ve 1847 yılında mezarı üzerine türbe yapılmıştır (Maden, 2013: 92).

 

Halk arasında anlatılan söylentilere göre Hamdullah Çelebi, “Öldüğümde benim türbemi yapın, eğer yaptırmazsanız Amasya’yı sel alır” demişti. Ancak Amasya halkı ile vali, bunu önemsemedikleri için türbeyi yapmamışlardır. Bunun üzerine Hamdullah Çelebi’nin ölümünden sonra Amasya’yı büyük bir sel almış ve bu olaydan sonra şimdiki türbe yapılmıştır (Kutanoğlu, 1999: 21). Hamdullah Efendi türbesi, Amasya’da hem Alevî hem de Sünnîler tarafından ziyaret edilmektedir. Türbede tüm kalbiyle inanan ve samimi bir şekilde dua eden insanların duası ile dileğinin kabul olacağı inancı, halk arasında yaygındır. Burada her tür dilek ve sıkıntı için dua edilir ve adak kurbanları kesilir (Kutanoğlu, 1999: 21).

 

Kare planlı tek kubbeli olarak düzenlenen türbe Amasya’nın Pirler mevkiinde yer almaktadır. Türbe bir avlu duvarıyla çevrili olup, kuruluk, ocak ve kesim yeri gibi müştemilata da sahiptir (Doğanbaş, 2001: 105-113). Türbe, değişik zamanlarda orijinal biçiminden uzaklaşacak şekilde tadilata uğramıştır (Menç, 2000: 338). Türbede bir adet de kitabe yer almaktadır. Hamdullah Efendi türbesinin 1263 hicri (1847) tarihli, beş dize halinde ta’lik hatla yazılmış olan kitabenin orijinal metni aşağıya çıkarılmıştır: Alevilik-Bektaşilik Araştırmaları Dergisi / 2018 / 17 205 Bektaşi Tekkelerinin Kapatılması ve Hamdullah Efendi

 

1. Postnişin-i āsîtān-ı Ḥacı Bektāş-ı Velî, hem daḫi evlād-ı Ḥünkār nesli şahı-ı evliyā

 

2. Şübhesiz seyyîd Ḥüseyin en-nesebi ‘Ali ḥaseb, çāker-i isna ‘aşerem ḫādim-i faḳr-u fenā

 

3. Maẓharı feyżi bidāyet-i mürşid-i kāmil idi, oldı mir‘āt-ı kemāli ṣalikāne Ḫaḳ nemā

 

4. Ẓāhiren etsün ziyāreti ḳabrini hep zā‘irān, es̱nā-ı rūhî olsun baṭınen al-i ‘abā

 

5. Çıḳdı ḥāfıẓ çardeh ma‘ṣum tariḫ görün, etdi Ḥamdullah Efendi Ḫaḳ deyü ‘azm-i ḫüdā

 

Sene-1263 “1847” (Doğanbaş, 2001: 105-113).

 

Edebi Yönü

 

Hamdullah Çelebi, duygu yüklü bir dünyaya sahip olduğundan dolayı, yüreği ve kalemi güçlü olan şair ruhlu bir Hak âşığıdır. Onun şiirlerinde insan sevgisi başta olmak üzere, Tevhid, Kur’an, Ehl-i Beyt ve On İki İmamlar ön planda yer almaktadır. Amasya’ya sürgüne gelinceye kadar “Hamdullah” mahlasını; sürgünden sonra ise, “Hasretî” mahlasını kullanmıştır. Bu da, memleketi olan Hacıbektaş’a hasretinden dolayı olsa gerektir. Şiirlerinden onun iç dünyasının çok geniş ve zengin olduğu anlaşılmaktadır.

 

Hamdullah Çelebi’nin özellikle miraçlama ve tevhid türündeki deyişleri, Alevî-Bektaşî cemlerinde söylenmektedir (Doğanbaş, 2001: 105-113). Hamdullah Çelebi, derin tasavvuf kültürüne sahip bir şairdir. “Miraçnâme”si cem ayinlerinde söylenilen meşhur bir şiirdir. Konu gereği kullanmaya mecbur olduğu birtakım dinî ve tasavvufî terimler dışında dili oldukça sade, şiir tekniği sağlam bir şairdir (Kaya, 2004). Türkiye’deki kamberler, cem törenlerinde çoğunlukla Şah Hatayî’nin, Feyzullah Çelebi’nin ve Hamdullah Çelebi’nin miraçlamalarını icra ederler (Doğan, 1998: 164).

 

Hasretî mahlasından anladığımız, muhtemel Amasya’da sürgün günlerinde kaleme aldığı bir şiirinde çektiği sıkıntıların, üzüntülerinin bir gün biteceğini, sürgünde yaşadığı bu zor günleri kış mevsimine benzeterek ve bu kışın sonunda yaz var diyerek ölümü güzel günlerin başlangıcı ve Hak’ka kavuşma olarak gördüğünü ifade etmiştir. Yine aynı şiirindeki bu ifadelerinde bir döngüyü, Alevî-Bektaşî toplumunun ‘Devriye’ inancını görmekteyiz.

 

Garip bülbül niçin gamlı yaslısın

 

Geçer kış günleri yaz var ucunda

 

Gül açılır gonca ile beraber

 

Güller solar sonra güz var ucunda (Ulusoy, 2014: 297).

 

Sürgününden yedi yıl kadar sonra merkezi hükümete gönderdiği bir arzuhalde, affedilmesi isteğinde bulunup, Amasya’ya bazı kötü niyetli kişilerin iftirası sebebiyle sürgün gönderildiğini dile getirerek, evlat ve akrabalarının yanına gitmesine müsaade edilmesini talep etti. Ayrıca vakıf gelirlerinden faydalanamamasından dolayı fakir düştüğünü, ailesinin perişan olduğunu, hatta günlük yiyeceklere dahi muhtaç duruma geldiklerini belirtti. Ancak şeyhin bu isteğine o tarihte olumlu bir cevap verilmedi (Maden, 2013: 89). Bu zor şartların içinde bile sürgün hayatı boyunca belki de her şeyden çok onu, gönlündeki Hacı Bektaş’a olan özlemi üzmüştür. Bir şiirinden aldığımız şu dörtlük buna en güzel örnektir:

 

Feleğin deryâsı derin geçilmez

 

Ayrılık şerbeti acı içilmez

 

Çiçekler açılır gönlüm açılmaz

 

Yaz bahar ayında kışım var benim (Ulusoy, 2014: 301).

 

Hamdullah Çelebi şiirlerinde İslâm tarihi içinde önemli yeri olan pek çok olay, kavram ve mekândan söz etmiştir. Alevî-Bektaşî toplumunun inanç felsefesinin temellerini oluşturan olaylar, rol model aldığı tarihi kişiler onun şiirlerinde yer tutar. Hamdullah Efendi, hem ferdi olduğu toplumunu bir arada tutan, yol gösterici, rol model bir lider olmuş hem de kendi iç dünyasında sıkıntılarıyla uğraşan, özlem çeken bir birey olmuştur. Şiirlerinden anlaşılacağı üzere bağlı bulunduğu toplum ve bu toplumdaki konumunun ondan beklediği gibi alçak gönüllü bir kişidir.

 

Alevî-Bektaşî inanç felsefesinin temelini oluşturan “Dört Kapı Kırk Makam” anlayışına Hamdullah Çelebi, Hasretî mahlasıyla kaleme aldığı bir şiirinde yer vermiştir. Bu anlayış Alevî-Bektaşî’nin hem günlük hayatını hem de ahîret hayatını düzenleyen kurallardır.

 

Şeriat bâbında hizmet ederken,

 

Tarîkat kuşağı çezili geldi.

 

Marifette lâm elife giderken

 

Hakîkat üstüme düzülü geldi (Ulusoy, 2014: 294).

 

Hamdullah Çelebi’nin sürgün edilmesi ve ölümü üzerine de pek çok Hak âşığı şiirler kaleme almıştır. Âşık Veli, hem büyük saygı ve sevgi duyduğu Hamdullah Efendi’nin sürgün edilmesinden duyduğu üzüntüyü ifade etmek için hem de Anadolu’da yaşayan Alevî-Bektaşî toplumunun önderinden haberdar olması için şu dizeleri kaleme almıştır.

 

Bugün mü’minlerin Kerbelâ günü

 

Mürvet Pîrim Şâh Velâyet gel yetiş

 

Medine’de duyan Uhd’daki ünü

 

Mürvet Pîrim Şâh Velâyet gel yetiş

 

Çelebi Hamdullah sürgüne gitti

 

Zâlim sekbanlar çok kötülük etti

 

Aç, yayan, işkence canına yetti

 

Mürvet Pîrim Şâh Velâyet gel yetiş (Ulusoy, 2014: 226).