Elvan Çelebi’nin yazdığına göre Baba Resul olayına katılan erenleri görevlendiren kişi Dede Garkın’dır.[1] Elvan Çelebi’nin yapıtının yakın zamanda incelenmesiyle bu bilgiye ulaşılmış ve bunun sonucu, olayın Alevilikle ilgisinin yeni bir boyutu ortaya çıkmıştır. Çünkü; Dede Garkın olarak anılan eren, Alevi mürşit ocaklarından birisinin kurucusudur. Ne var ki; şimdiye dek, araştırmacılar bu yeni boyutu yeterince görememiş, ayrıca, Dede Garkın’ın kimliğini ve kurduğu ocağı araştırmak için herhangi bir çaba harcamamıştır.
Dede Garkın ocağının en belirgin niteliği, ocağa bağlı dede ocaklarının ve bunların taliplerinin tümünün Türk kökenli olmasıdır. Ocağın etki alanı, Diyarbakır’dan Eskişehir’e dek uzanan geniş bir coğrafyadır.[2] Dede Garkın, “Garkın boyundan olan dede” ya da “Garkın boyunun dedesi” anlamında bir addır. Bilindiği gibi, Garkın, 24 Oğuz boyundan birisidir.[3] Her erenin doğuşta aldığı bir adı olduğu kuşkusuzdur. Menkıbesine göre Dede Garkın’ın bu adı Numan’dır:
İlahı Huda nesli Ali’dir, ismi Numan’ım meded
Lakabı Dede Garkın Sultan, Şah-ı Horasan ‘ım meded
İsmi Numan oldı namı şems ü afitab
Lakabı Sultan Dede Garkın nesli Ali‘dir fethi baba[4]
Ocak üyelerinin ad vurma geleneğinde Numan adı sıkça yer almaktadır.[5] Dede Garkın adı için başka bir olasılık daha vardır. Ocak geleneğinde Dede Garkın’a “Sultan Yusuf’; onun soyundan olanlara ise hem Dede Garkınlı hem de “Sultan Yusuf evladı” denmektedir.[6] Yusuf da İlyas gibi bir Eymür obasıdır.[7] Bu durumda; Garkın, bir Oğuz boyu değil, Dede Garkın’ın yaşadığı yerin adı olmakta, Yusuf ise onun obası olmaktadır. Yani; Yusuf obası, Garkın denen bir yörede yurt tutmuş olmaktadır. Bu olasılığa göre Dede Garkın da Baba İlyas gibi Eymür boyundan olmaktadır ki; iki eren arasındaki ilişkiyi açıklayıcı bir değeri vardır. Bu iki olasılığa karşın şimdilik Dede Garkın’ı, Garkın boyundan saymak daha erçekçidir. Çünkü; gerek ocağın elindeki belgelerde, gerekse aşağıda sunacağımız Osmanlı kayıtlarında Garkın boyunun adı geçmektedir.
Dede Garkın, Mardinlidir
Dede Garkın’ın yurdu, Halep-Urfa-Nusaybin-Musul tarihsel yolu ile Şanlıurfa-Mardin sınırını oluşturan Büyük Circip çayının kesiştiği yerdir. Günümüzde burası Dedeköyü’nün bir mezrasıdır. Dede Garkın’ın yurdu hakkındaki bu belirleme, gezgin notları, menakıbname, deyişler, tahrir kayıtları, Akkoyunlu ve Osmanlı kronikleri gibi çok çeşitli kaynaklara dayanmaktadır. Şimdi bunları sırasıyla aktaralım. Ocak üyesi olan Ednai’nin yazdığı Dede Garkın menakıbnamesindeki bilgiler, açık bir biçimde Mardin’i göstermektedir:
Gün bu kadar keramet-i evliya zuhur eyledi
Mardin’de idi Sultan İbrahim’e hali malum eyledi
Dede Garkın, Abdülaziz Dağı’nda sığın (geyik) otlatmaktadır:
Sabah sağar sığını Abdülaziz dağı otlağıdur
Evliyanın türbesinden iki gün ırağıdur
Ahşam gelür sağılur ol dağ sığın otlağıdur
Evliya hükmü budur ki hikmedini tanıdur[8]
Dede Garkın ocağı üyelerinden Sefil Nevruz’un[9] bir deyişinde Dede Garkın’ın Abdülaziz Dağı’nı mesken edindiği yer almaktadır:
Semerkant’tan Buhara’dan gözettim
Seyyid Sultan Dede Garkın görünür
Deşt-i İsfahan’dan, Çin-i Maçin’den
Seyyid Sultan Dede Garkın görünür
Musul sahralarına bir hubca seyran
Abdülaziz dağını eylemiş meskan
Mardin, Diyarbakır, Ergan(i) ilinden
Seyyid Sultan Dede Garkın görünür[10]
Sözü edilen Abdülaziz dağı, Ceylanpınar’ın güneyinde, Suriye toprağında, Circip çayının Habur ırmağına karıştığı yerin güneybatısındadır. Menkıbeye göre bu dağ, Dede Garkın’ın türbesine iki gün uzaklıktadır ki, bu uzaklık coğrafi gerçeğe uygundur.
Mardin’deki Dedegarkın zaviyesinin yerini tam olarak belirleyecek verilere sahibiz. Akkoyunlu tarihini anlatan yapıtta, zaviyenin bulunduğu yerin adı Dede Garhın olarak geçmektedir.[11] Osmanlılarla Safeviler arasındaki savaşlardan biri 1516 yılında Dedegarkın yöresinde cereyan etmişti. Osmanlı kuvvetlerinin başında Bıyıklı Mehmet Paşa, Safevi kuvvetlerinin başında Kara Han vardı. Osmanlı kronikleri savaşın yeri olarak “sahra-yı Dede-Karğın be- nezdik-i şehr-i köhne Koçhisar”, (Eski Koçhisar kentinin -Kızıltepe’nin yanındaki Dede Garkın düzlüğü) ifadesini kullanmaktadır.[12]
1664 yılında Dedegarkın köyüne uğrayan gezgin Tavernier, köyle ilgili ayrıntılı bilgi vermektedir: “Burada büyük bir kale var. Ancak, tümüyle harap durumda. Yalnızca kabardığı zaman çok genişleyen ırmağın üzerinde, yolcuların karşıya geçmelerine yarayan taştan yapılmış uzun ve çok sağlam bir köprü var. Köylülerin kayaların içindeki oyuklardan başka evleri yoktur. Yoldan geçenlere tereyağı ve peynir gibi şeyler satarlar. ”
Gezgin, Urfa’dan Dedegarkın köyüne on bir saatte, buradan Koçhisar’a (Kızıltepe’nin eski adı) ise sekiz saatte ulaşmıştı. Tavernier’in anlattığı Dedegarkın köyü, Habur ırmağının kollarından olan Circip çayının kenarındaki Dedeköyü’dür. Sözü edilen kalenin yeri bellidir, ancak, yıkıntısı günümüze ulaşmamıştır. 1664’te uzun ve çok sağlam olduğu belirtilen taş köprünün yalnızca birkaç ayak izi kalmıştır. Köyün yakınında, çayın her iki yanındaki mağaralar varlığını korumaktadır. Köyde üst kısmı koni biçiminde olan Dedegarkın adlı bir türbe vardır. Türbede herhangi bir kitabeye rastlanmamıştır.[13] Çayın iki yakasında otuza yakın kuyu vardır. Ednai’nin anlatımında da kuyu öğesi yer almaktadır. Dervişlerin su istemesi üzerine Dede Garkın bastonunu bir kayaya vurup su çıkarmış, oluşan kuyuya Mihrab Kuyusu adı verilmiş:
Ol dokuz güzide dervişler su ister ver bize
Sultan Numan urdu asasın daşa geçti tize
Mihrab Kuyusı denmekle meşhur oldı söz bize[14]
Tahrir kayıtlarında, bu yörede, kuyu adı içeren birçok yerleşim vardır. Yusuf Kuyusu, Körce Kuyu, Salı Kuyusu, Birce Kuyu…[15]
Osmanlı kayıtlarına göre burada bir zaviye vardı. Dedegarkın köyü, 1518’de 71 hane; 1526’da91 hane; 1640’da 226 neferan; 1564’te 212 neferan nüfusa sahipti. Köy, öteki köylere göre oldukça kalabalıktı ve bir de boyahanesi vardı. 1526 yılına ait kayıtta köydeki üç kişinin şeyh olduğu belirtilmiştir. Dedegarkın ve çevresindeki beş köy, Berriyecik livasının nahiyelerinden birini oluşturuyordu ve nahiyenin adı da Dedegarkın’dı.[16]
Mardin’deki bu zaviye, ocağın kuruluş yeri olmakla birlikte ocağa ait tek zaviye değildir. Dede Garkın’ın öteki zaviyeleri, Malatya’nın Kederbeyt nahiyesinde ve Maraş’ın Göksün köyündeydi. Bunlardan Malatya’da olanı Sultan Yusuf türbesi adıyla günümüze ulaşmış, Göksun’daki zaviyeden herhangi bir iz kalmamıştır.
Dedegarkın topluluğunun Güneydoğu Anadolu’daki varlığı günümüze dek ulaşmıştır. Diyarbakır-Kadıköy’de ocağın üyeleri ve talipleri vardır. On altıncı yüzyıl kayıtlarına göre bu köydeki topluluk, İshak Danişmendlü obasındandır.[17] İshak Danişmendli obası ile Dede Garkın ocağı öğelerinin aynı köyde ve aynı toplulukta yer alması, Baba İshak ile Dede Garkın ilişkisinin önemli bir kanıtıdır. Kadıköy’ün bulunduğu yörede Garkın boyunun ad verdiği Kargındere adlı bir köy ve akarsu vardı.[18] Bu akarsu Akkoyunlu kaynaklarında da geçmektedir. Uzun Hasan’ın babası Ali Beğ, Tebriz’den babasının yurdu olan Diyarbekir’e kaçarken Kargundere’de önünü kesen Kürtlerle çarpışmış ve Diyarbekir’e ulaşmıştı.[19]
On altıncı yüzyıl kayıtlarına göre, İshak Danişmendlü obasının barındığı köylerden bir başkası Urfa’daki Sınırkendi’dir.[20] Sırın adıyla günümüze ulaşan bu köyün halkının 1950’li yıllarda bile Dedegarkınlı olduğunu biliyoruz.[21] Garkın boyunun Mezopotamya’da ne zamandan beri var olduğunu tam olarak belirlemek güçtür. Şecere-i Terakime’ye göre, Garkın boyunun Irak’taki varlığı, on ikinci yüzyıl ortalarından önceye dek uzanmaktadır. Buna göre, Kazan’ın torunlarından Salur-Uğurcuk Alp, 1150-1250 arasındaki bir zamanda Karkınların dokuz yüz çadırlık bir nüfusuyla birlikte Irak’tan ayrılmış, Hazar denizinin güneyindeki topraklara yerleşmiştir.[22] Ednai’nin bu bilgiyle kısmen uyumlu olan beyitleri vardır. Beyitlerde Dede Garkın’ın Kerbela’da bir süre kaldığından söz edilmektedir:
Hazreti Hüseyin’e kendisi sefer kılur
Ol makam-ı alada bir vakit padişah karar kılur
İlham-ı Hak içün zemin-i Birlcüğe vaki olur
Haceri yöridür, yerinde kendisi karar kılur[23]
Dede Garkın ocağının günümüzdeki merkezi, Malatya’nın Yazıhan ilçesinin Dedegarkın köyüdür. Ocak üyelerinin bir bölümü on sekizinci yüzyılda bile göçebe idi. Halep’te yaşayan Dr. Russel’in 1764 yılında düzenlediği listeye göre Dede Karkınlılar Antep yöresinde bin çadırlık bir nüfusa sahiptir.[24] Dedegarkın obasının bir başka kolu Malatya’da Haşan adlı birisinin malikane reayası idi. Osmanlı devleti 1734 yılında bunları Malatya-Sivas yolundaki Alacahan’a yerleştirmek istediyse de başarılı olamadı.[25] Malatya’nın Dedegarkın köyünü kuranlar bu Dede Garkınlılardır. Bunların bir kolu 1740’larda Çorum’un köylerine göçmüştür. Günümüzde, Halep’in Fevkan mahallesinde Dede Garkınlıların kırk hanelik bir nüfusu vardır. Obanın bir kolu da Gaziantep’tedir.[26]
Dede Garkın ’ın Yaşadığı Zaman Dilimi
Dede Garkın, on ikinci yüzyıl sonlarıyla on üçüncü yüzyılın ilk yarısında yaşamıştır. Menkıbesinde Mardin’ in yer aldığı dizeden sonra yer alan ifade şöyledir:
Sultan Ibrahim, evliyaya bir gez gör neyledi
Bir yük şarab ile esrarı padişaha yolladı[27]
Sultan İbrahim, başkenti Mardin olan Artuklu devleti hükümdarlarındandır. Artuklu devletinde İbrahim adlı iki hükümdar vardır. Bunlardan birisi, 1104 yılında tahta çıkan Sokman oğlu İbrahim, öteki ise 1203 yılında tahtta olan Nizam-al Din İbrahim’dir.[28] Menkıbede adı geçen hükümdar, ikincisi olmalıdır.[29]
Elvan Çelebi ’ye Göre Garkın ile Sultanın Görüşmesi
Elvan Çelebi, yapıtına Dede Garkın’ı anlatarak başlamıştır. İlk beyitleri eksik olan bu bölümde zamanın sultanının Dede Garkın’ı ziyaret ederek onun kerametini gördüğü ve on yedi köyü Şeyh’e vakıf olarak verdiği anlatılmaktadır.
Araştırmacılar, bu sultanın Anadolu Selçuklu hükümdarı Alaeddin Keykubad olduğunu sanmaktadır.[30] Oysa, Dede Garkın, Artuklu devleti topraklarında yaşamıştır ve asıl zaviyesi bu devletin topraklarındadır. Dolayısıyla; bu sultan, Anadolu Selçuklu sultanı Alaeddin Keykubad değildir. Zaten Elvan Çelebi’nin, Dede Garkın’ı anlattığı bölümde olayın önderlerinin tümü Şam diyarındadır. Alaeddin yanılgısının bir başka nedeni; Elvan Çelebi’nin yapıtındaki ilgili beyitlerin yanlış anlaşılmasıdır. Elvan Çelebi’nin yapıtını yayınlayanlar, Baba İlyasla sultan Aladın (Alaeddin) görüşmesini anlatan beyitleri, Dede Garkın ile zamanın sultanının görüşmesine ait beyitler sanarak sultanın veziri ve öteki yakın adamlarıyla şeyhi görmeye geldiğinden söz etmişlerdir.[31] Oysa; Dede Garkın ile sultanın görüşmesi 78-105 beyitlerini içeren bölümde anlatılmıştır. Burada vezirden söz edilmez. Baba İlyas ile sultanın görüşmesi, 338-353 beyitlerini içeren bölümde anlatılmıştır. Sultanın vezirle gelmesi bu bölümde anlatılmaktadır.
Konuya dönecek olursak, beyitlerin eksikliğine karşın, bir şikayet gereği, sultanın Dede Garkın’ı denetlemek amacıyla ziyarete geldiği anlaşılmaktadır. Görüşmenin ayrıntıları şöyledir:
Sultan, Dede Garkın’ın on yedi âşığına bir haksızlık yapmış olacak ki; Dede, sultana: “Hak Teala, bu on yedi âşığın hesabını kuşkusuz senden soracaktır” der. Bunun üzerine sultan, yanındakilere “Ey dostlar ne olmuş bir bakın” diye buyurur. Bu buyruk üzerine aşk ateşiyle yanmış olan on yedi aşık, bulundukları yerden alınıp getirilir. Orada bulunanlar, bakarlar ki aşıklar tümüyle yanmış. Sultan, “Böyle olmalarına sebep nedir? Ne ateş ne odun varken bunlar nasıl oldu da yandı?” diye sorar.[32] Dede, “Bunları aşk ateşi yaktı” diye yanıt verir. Sultan, yaptığı yanlışlığın farkına varır ve özür diler. On yedi köyü Dede Garkın’a vakıf olarak bağışlar ve gider:
On yidi pare kend vakf olsun
Hak taala kabul dek kılsın[33]
Araştırmacıların Tahmininin Tersine, Dede Garkın, Orta Anadolulu Değildir
Araştırmacıların tümü, hemen hemen tüm Alevi erenleri Fırat’ın batısında, genellikle de Orta Anadolu’da arama eğilimindedir. Dede Garkın için de aynı şey geçerlidir. Bu eğilim, Vilayetname ve Göksun’da bulunduğu kaydedilen zaviyeyi temel alarak Dede Garkın’ı Elbistan çevresinde aramayı uygun bulmaktadır.[34] Bu görüş, konu hakkında yapılmış ciddi bir araştırmaya dayanmayıp Faruk Sümer’in tahrir kayıtlarında Elbistan yöresinde Dede Garkın adlı bir zaviyeye “rastlamış olmasını” temel almaktadır. Oysa; görüş sahipleri bu konuda ciddi ve ayrıntılı bir araştırmaya yönelseydi durumun hiç de öyle olmadığını, asıl zaviyenin Mardin’deki olduğunu göreceklerdi.
Göçebe topluluklarla ilgili tahrir kayıtlarından oluşan bir deftere göre, Maraş’taki Karkın obalarından üçü, Göksun’daki Dede Garkın zaviyesinin hizmetkârıdır. Defterde, birisi beş, öteki dört haneye sahip olan iki oba “hidmetkaran-ı zaviye-i Dede Karkın” olarak, on haneli üçüncü bir oba ise “kurbandaran-ı zaviye-i Dede Karkın” olarak kayıtlıdır.[35]
Kayıtları yayınlayan Faruk Süfner, Mardin’in güneyinde ve Birecik’te Dede-Garkın adlı köylerin bulunduğundan söz etmektedir. Mardin’in güneyindeki köy, incelediğimiz Dedegarkın’dır. Birecik sancağıyla ilgili kayıtlarda Dede Garkın değil, Garkın adında bir köy kayıtlıdır.[36] Bu nedenle araştırmacının, öteki araştırmacılar gibi Birecik ile Berriyecik’i karıştırmış olduğunu düşünmek gerekiyor. Sümer, konunun uzmanı olmasına karşın, kayıtlarda rastladığı “Birecik’te Mazı dağında kışlarlar” ibaresine bir anlam veremeyerek ibarenin sonuna soru işareti koyma gereğini duymuştur.[37] Oysa kayıtta Birecik’ten değil Berriyecik’ten söz edilmektedir.
Mardin’in Mazıdağı yöresi, Berriyecik’tedir. Göksun’daki Dede Garkın zaviyesine hizmet ettiği kaydedilen Karkın obalarının nerede kışladığı belirtilmemiştir. Bu obaların, az önce verdiğimiz örneğe uygun olarak Dulkadırlı topluluklarının bir bölümü gibi Berriyecik’te kışlaması olasılığından söz edebiliriz. Bu durumda Mardin’deki Dede Garkın topluluğuyla Göksun’daki Karkın topluluklarının aslında aynı topluluklar olduğu sonucuna varabiliriz. Kısacası, araştırmacıların sandığının tersine, Dede Garkın Maraş’ta ya da Elbistan’da yaşamamıştır. Konunun başında da belirttiğimiz gibi o, Mardinlidir.
Dede Garkın’ın Halifeleri de Kuzey Mezopotamyalıdır
Ednai, Dede Garkın’ın on yedi dervişinin olduğunu belirtmiş, dört halifesinin adına yer vermiştir.[38] Bunlar; Şeyh İbrahim Hacı, Ali Şeydi, Baba Arslanoğlu ve Dirge Baba’dır:
Yayla dağlarında üç ere muayyen eylenür
Bizden artuk evlad kimdür deyü vasfı çağlanur
İbrahim Hacı da der ki Baba Arslanoğiu kaiur
Sultan Numan erleriyle hikmetin ayan olur[39]
İbrahim Hacı ve Ali Şeydi, Malatya, Sivas, Tokat, Amasya, Çorum, Eskişehir, Manisa, Denizli, İçel, Kars, Erzurum, Kahramanmaraş gibi yörelerde talibi olan dede ocaklarıdır. Bu iki ocak musahiptir. Mürşitleri, Dede Garkın ocağıdır. Yayla dağlarının yerini belirleyebilmiş değiliz. Şeyh İbrahim Hacı, “İbrahim Hacı topluluğunun şeyhi” anlamında bir addır. İbrahim topluluğu, Kızıltepe’nin güneybatısındaki İbrahimiyye köyünde ve Viranşehir’deki İbrahimiyye Circibi çayı yöresinde[40] yurt tutmuştu. Şeyh İbrahim Hacı ocağına bağlı oymak ve obalar, Nusaybin, Kızıltepe ve Bismil kökenlidir.[41] Ali Şeydi ocağının zaviyelerinden birisi, Malatya’nın Yazıhan ilçesi kırsalındaki Yir Ağaç köyündeydi.[42] Burası, Dede Garkın türbesinin yakınındadır.
Baba Arslanoğlu, Diyarbakır kırsalındaki Arslanoğlu adlı iki köy kuran Arslanoğlu topluluğunun babasıdır. Bu köyler, tahrir defterlerinde Arslan Oğli Ülya ve Arslan Oğli Süfla olarak kaydedilmiştir. 1518 yılı tahririne göre Yukarı Arslanoğlu köyünde bir, Aşağı Arslanoğlu köyünde iki olmak üzere üç kişi zaviyedardı.[43] İlgili kayıtta, yoldan gelip geçenlere yiyecek vererek hizmet edenlerin zaviyeye mutasarrıf olacağını belirten eski bir kaydın esas alındığı belirtilmiştir.[44]
Gerek Aşağı Arslanoğlu, gerekse Yukarı Arslanoğlu halkının ad vurma geleneği, Alevi ad vurma geleneğiyle uyumludur.[45] Menkıbede adı geçen Dirge Baba adlı halifenin kimliğini aydınlatacak bir bilgiye ulaşmış değiliz.
Dede Garkın ve Hacı Bektaş
Menkıbesine göre Dede Garkın, Hacı Bektaş ile yoldaştır. [46]Topluluklar düzleminden bakıldığında menkıbenin bu ifadesinin gerçeği yansıttığı görülmektedir. Hacı Bektaş’ın “hacısı” olduğu Bektaş topluluğu Mardin, Yeni-İl ve Elbistan’da Garkın topluluğuyla birliktedir. (Bektaş obasının bu yolculuğunu Hacı Bektaş bölümünde sunacağız.)
Konuya Hacı Bektaş ocağı anlatım geleneğinden bakıldığında, geyik derisinden başlık giyen İbrahim Hacı, Hacı Bektaş’a mensuptur:
‘İbrahim Hacı kendisine muhip olanlara geyik derisinden tac giydirdi. Kendisinin ölümünden sonra Dede Garkın oğulları geldiler. İbrahim Hacı ’nın oğullarına bu geyik derisi tac Dede Garkın ’indir, siz bu tacı nerden aldınız dediler. Onlar da, atamız Ibrahim Hacıya Hünkar Hacı Bektaş Veli giydirdi; bizim meşrebimiz ondandır diye cevap verdiler. Garkın oğulları, Bektaş’ın tacı Elifi ve Hüseyni’dir, geyik derisi Dede Garkın’indir. Bu meşhurdur dediler. Hasılı arada birçok tartışma oldu. Sonunda, geyik derisini zorla Dede Garkınlılara verdiler. Fakat, İbrahim Hacı’nın Hacı Bektaş ’a mensup olduğu muhakkaktır. ”[47]
Görüldüğü gibi, Vilayetname, Dede Garkın’ın halifesi olan Şeyh İbrahim Hacı‘yı, doğrudan Hacı Bektaş mensubu olarak sunmaktadır ki; bu durum tarihsel gerçeğe uygun değildir.
Şeyh İbrahim ocağı, Dede Garkın ocağına bağlıdır. Bu hiyerarşinin Vilayetname’nin oluştuğu süreçte de geçerli olduğu anlaşılmaktadır. Vilayetname yazarı, Dede Garkın zincirini koparıp İbrahim Hacıyı doğrudan Hacı Bektaş’a bağlamak isteyerek tipik bir davranış sergilemiştir. Dede Garkın geleneği ise her iki ereni eş göstererek Dede Garkın’ı, Hacı Bektaş’dan daha aşağıda göstermeme çabasındadır.
Durum ne olursa olsun; Dede Garkın’ı ve Hacı Bektaş’ı anlatan yapıtlardan aldığımız bu bölümler, her iki erenin aynı sosyal ortamı paylaştığını ifade etmektedir. Bu iki erenin ilgili olduğu toplulukların da aynı sosyal ve coğrafi ortamı paylaştığını zaten belirlemiş durumdayız.
Dede Garkın ve Rufai Problemi
Elvan Çelebi, Dede Garkın ile Rufai adlı bir erenin keramet yarışından söz etmektedir:
Seyyidü’l halk u hulk şayh-ı kebir
Ol Rufai ki gün g ib i balkır
Mar-ı sengin elinde şir-i jayan
Üzre binmiş gelür ki kanı fulan[48]
Rufai’nin kim olduğu araştırılmış, bu konuda değişik görüşler ortaya atılmıştır. Bu görüşlere göre Elvan Çelebi’nin verdiği bilgi güvenilir değildir. “Çünkü, Rufailik tarikatının kurucusu olup Bağdat’ta yaşayan ve 1182’de ölen ‘Ebu’l Abbas Ahmed b. Ali Abbas Ali er Rifai’ ile Dede Garkın hem çağdaş, hem de aynı coğrafyada yaşamış olamaz.”[49]
Bu görüş, doğal olarak, Bağdatlı olan Rıfai ile, Orta Anadolulu kabul ettiği Dede Garkın’ı bir arada düşünememekte ve Elvan Çelebi’nin bu kişiyi kastetmediğini sanmaktadır. Gölpınarlı, bu kişinin Amasyalı Seyyid Ahmed-i Küçek-i Rifai olması gerektiği görüşündedir. Ocak da aynı görüştedir.[50] Oysa, Elvan Çelebi, yakın coğrafyanın ve aynı zaman diliminin iki ünlü kişisini yarıştırmaktadır ki, bu gayet doğaldır. Dede Garkın’ın Amasya ile bir ilgisi yoktur. Yarışanlar, Bağdatlı Rifai ile Mardinli Dede Garkın’dır. Dolaysıyla, Elvan Çelebi’nin bu konuda verdiği bilgileri yanlış saymak ve Orta Anadolu’da bir Rufai aramak için bir neden yoktur.
Aşıkpaşazade, Dede Garkın’dan Haberdar Değil midir?
Elvan Çelebi, Baba İlyas’ın mürşidinin Dede Garkın olduğunu uzun uzun anlatarak belirttiği halde, aynı ailenin torunlarından olan Aşıkpaşazade, yapıtında birçok derviş adına yer vermesine karşın Dede Garkın’dan hiç söz etmemektedir.[51] Alevi-Bektaşi karşıtı görüşleriyle tanınan, ancak yine de yapıtında birçok Alevi erene yer veren Aşıkpaşazade’nin bu tavrı bir gizlemeyi içermektedir. Ayrıca; Baba Resul olayının iki aktörünün Dede Garkınla ilişkisi, bu erenlerin sosyal ve coğrafi kökenleri açısından gayet doğaldır. Bu yönüyle, Elvan Çelebi’nin verdiği bilgi, birçok veri tarafından desteklenmektedir. Dolaysıyla, Aşıkpaşazade Dede Garkın ile Baba İlyas ilişkisini okurdan gizlemiştir. Aşıkpaşazade’nin Elvan Çelebi’nin yapıtından haberdar olmadığı söylenemeyeceği gibi, ailenin anlatım geleneğinden Dede Garkın’ı duymamış olması da düşünülemez.
Dede Garkın Ocağı ve Baba Resul Olayı
Gerek Elvan Çelebi’nin verdiği bilgiler, gerekse olaya katılan toplulukların kökeni dikkate alındığında Dede Garkın’ın, Baba Resul olayının önderleriyle yakın ilgisi açık olduğu halde, Dede Garkın ocağı anlatım geleneğinde Baba Resul olayı yer almamaktadır. Yalnızca, Ednai’nin yazdığı bir bölüm, bu duruma bir istisna sayılabilir:
Zikrolan on yedi dervişlere sultan kudreti
Dervişler ile otururken neyler sultan kudreti
Hırka altına yatub mahvoldı gitti
Dervişler bakdı görünmez zahiri Numan sıfatı
Çıkdı birden sırrı zuhur hırka geyindi zatı
Sırça parmağı ucunda kanı var gör mucizatı
Dervişler Sultan’a der sırra gitdugin nedir
Sultan der mahvoluben çün gittiğim Rum’dadır
Muhiblerin birisini Rum’da at seğirdirken yıkılur
Eriş pirim mededkar ol deyüben haykırur
Dört ayağından anın cehdedüb dutduğumdadır
Kanı sırça parmağının mıhının perçinidir[52]
Bu ifadeye göre Dede Garkın, on yedi dervişi ile otururken hırka altında görünmez olmuş,[53] bir süre sonra ortaya çıktığında sırça parmağında kan izi görülmüştür. Dede Garkın, muhiplerinden birinin Rum’da zor durumda kalıp yardım istemesi üzerine Rum’a gidip onu kurtarırken parmağına kan bulaşmıştır. At koşturan muhip ve kan öğeleri bir çarpışmanın belirtileridir. Rum’daki muhip, Baba İlyas ya da Baba İshak olarak yorumlanabilir.
Ocağın anlatım geleneğinde Baba Resul olayının iz bırakmamış olması bir problemdir. Ocağa ait soy kütüklerinin birinde Şeyh İlyas adı geçmektedir ki; Baba İlyas’ı anımsatması yönüyle ilginçtir. Baba İlyas’ ın Şeyh İlyas olarak da nitelendiğini biliyoruz. İlyas obasının Dede Garkın ocağı talibi olduğunu yukarıda belirtmiştik. Ne var ki; bütün dede ocaklarında olduğu gibi, Dede Garkın ocağı soy kütükleri de güvenilir değildir.[54]
Dede Garkın’m Ölümü
Dede Garkın’ın Mardin’deki yurdundan Anadolu içlerine gelip gelmediği kesin olarak belli değildir. Olaya bizzat katılmamasına bakılırsa onun olay sırasında Anadolu içlerinde olmadığı kesindir. Bununla birlikte, ömrünün son yıllarında Malatya’ya geldiği düşünülebilir. Çünkü; Dede Garkın ocağı üyelerinin ve ocağa bağlı dede ocaklarının üyelerinin tümü, Malatya’nın Zeyve köyünde türbesi bulunan erenin Dede Garkın (bir başka adlamayla Sultan Yusuf) olduğunu kabul etmektedir. Bu köy, adından da anlaşılacağı gibi bir zaviyenin ürünüdür. On altıncı yüzyıl kayıtlarına göre Zeyve köyünde Ali adlı bir kişi zaviyedardı.[55] On yedinci ve on sekizinci yüzyıla ait belgelerde de burasının Dede Garkın evladının yurdu olduğu belirtilmektedir.[56] Hem Mardin’deki türbede hem de Malatya’daki türbede Dede Garkın’ın olduğu söylenen mezarlar vardır. Bu türbelerden birisinin makam olduğu da düşünülebilir.[57]
Sonuç
Dede Garkın, “Garkın boyundan olan dede” ya da “Garkın boyunun dedesi” anlamında sosyal bir addır. Onun asıl adı Numan’dır. Dede Garkın Alevi mürşit ocaklarının en büyüklerinden birisinin kurucusudur. Vekayinamelere, deyişlere, gezgin notlarına, tahrir kayıtlarına, türbesinin yerine ve ocağın anlatım geleneğine göre Dede Garkın, Mardinlidir. Onun halifeleri ve talip toplulukları da aynı yöre kökenlidir.
-Hamza Aksüt-
Dipnotlar
[1] Elvan Çelebi’nin bu konuda verdiği bilgileri Baba İlyas bölümünde aynntılı olarak sunacağız.
[2] Dede Garkın ocağına bağlı dede ocaklarının tarihi ve talip topluluklann listeleri için bk., Hamza Aksüt, Şeyh İbrahim Ocağının Talibi Olan Oymak ve Obalann Tarihi, Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, s.30; aynı yazar, Ali Şeydi ve Seyit Ali Ocaktan, Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, s. 31
[3] Kaşgarlı Mahmud’un listesinde bulunmayan Garkın boyu, Reşideddin’in listesinde ve Şecere-i Terakime’de Oğuz boylan arasında sayılmıştır. Yazıcızade Ali’nin listesinde de Garkın, bir Oğuz boyu olarak geçer. Faruk Sümer, Oğuzlar, s. 170, 171
[4] Rahime Kışlal-AIi Yeşilyurt, aynı yapıt, s. 158, 162
[5] Rahime Kışlal-AIi Yeşilyurt, aynı yapıt, s. 183
[6] Rahime Kışlal-AIi Yeşilyurt, aynı yapıt, s. 198; Dede Garkın ‘a bağlı olan Şeyh İbrahim ve Ali Şeydi ocağı üyeleri hem ‘Dede Garkın’ hem de ‘Sultan Yusuf Evladı’ ifadesini kullanmaktadır.
[7] Faruk Sümer, Oğuzlar, s. 254
[8] Rahime Kışlat-Ati Yeşilyurt, aynı yapıt, s. 162
[9] Sefil Nevruz, Tarsus’un Bağlarbaşı mahallesinde yaşamıştır.
[10] Rahime Kışlal-Ali Yeşilyurt, aynı yapıt, s. 163
[11] Ebu Bekr-i Tihrarıi, Kitab-ı Diyarbekriyye, s.38. Kitaptaki ibare, “Mardin ile Dede Garkın arasında Akkoyunlu’yu zayıf düşürdü” biçimindedir.
[12] Nejat Cöyünç, aynı yapıt, s.25-26
[13] Nejat Göyünç, aynı yapıt, s.25. Nejat Göyünç, bu türbeye 1967 ve 1986’da ik i kez uğramış ve inceleme yapmıştır. Burada verdiğimiz bilgiler, yazann 1967 yılına a it izlenimleridir. Türbeyi 2003 yılında inceleme olanağı buldum. Circip çayının üzerindeki köprü kalıntısı güçlükle fark edilecek haldedir. Türbenin çatısı biraz tahrip edilmişse de onanlmıştır. Kubbe dört kemer üzerindedir. Köy halkı 1958 yılında burayı iki Arap ailesinden satın alarak yerleşmiştir. Türbenin yanından Circip çayına kadar olan hafif eğimli arazi mezarlarla kaplıdır. Köy halkı bu mezarlann çok eski olduğunu söylemektedir. Circip çayının iki kenannda otuza yakın kuyu vardır. Çayın güney yakasında her biri bin, bin beş yüz koyun alacak büyüklükte onlarca mağara, kuzey yakasında kale kalıntısı ve küçük mağaralarıyla burası tam bir kışlak görünümündedir.
[14] Rahime Kışlal-Ali Yeşiyurt, aynı yapıt, s. 159
[15] Tufan Gündüz, Anadolu’da Türkmen Aşiretleri, s. 155-159
[16] Nejat Göyünç, aynı yapıt, s. 25, 61
[17] Tufan Gündüz, aynı yapıt, s. 156
[18] Muzaffer Ankan-…, Diyarbekir Vilayeti Mufassal Tahrir Defteri, s. 212
[19] Kitab-ı Diyarbekriyye, s.65
[20] Tufan Gündüz, aynı yapıt, s. 156
[21] Rahime Kışlal-Ali Yeşilyurt, aynı yapıt, s. 185
[22] John E. Woods, Akkoyunlular, s.69
[23] Rahime Kışlal-Ali Yeşilyurt, aynı yapıt, s. 159
[24] Faruk Sümer, Oğuzlar, s. 348
[25] Yusuf Halaçoğlu, XVIII. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunun İskan Siyaseti ve Aşiretlerin Yerleştirilmesi, s. 107-108
[26] Rahime Kışlal-Ali Yeşilyurt, aynı yapıt, s. 186
[27] Rahime Kışlal-Ali Yeşilyurt, aynı yapıt, s. 162
[28] İslam Ansiklopedisi, Artuklular maddesi
[29] Menkıbesine göre Dede Garkın, Kirman padişahı İsmail’in oğludur:
Ceddi alasın sorarsan Sultan Numan’m
Sultan İsmail’dür padişah Kirman’ın
Oğuzlann Kirman’la ilgisini biliyoruz ancak, Garkınların burayla bir ilgisinin olup olmadığı hakkında şimdilik bir şey söyleyemiyoruz. Ednai’nin bu ifadesi, büyük bir olasılıkla Horasani nitelemesi gibi bir geleneğin ürünüdür.
[30] Ahmet Yaşar Ocak, Babailer İsyanı, s. 99. Ocak’ın bu konuda kullandığı tümce şöyle: “Menakıbu’l Kudsiyye’ye nazaran -çok muhtemel olarak
Moğol istilası yüzünden- kendi müridleriyie Anadolu’ya gelerek yerleşmiştir. Devrin -l. Alaeddin Keykubad olması kuvvetle muhtemel bulunan- sultanı, bu zatın meziyetlerini görerek onunla dostluk kurmuş ve bunun sonucu kendisine on yedi köyü vakıf olarak vermiştir.”
[31] İsmail E. Erünsal, A hm e t Yaşar Ocak, Menakıbu’l Kudsiyye..-., s.XLI
[32] Mertol Tulum, aynı yapıt, s.26
[33] b.101. Buradaki on yedi sayısı bir geleneğin ifadesidir. Alevi gelenekte on yedi, kemerbestlerin sayısıdır. Elvan Çelebi’nin yazdığına göre Dede Garkın’ın yanında on yedi aşık vardır:
Hak ta’ala bu on yidi aşık / Sorusın sinden alısar bayık (b. 78)
Ednai’nin yazdığına göre de Dede Garkın, on yedi derviş ile birlikte hareket halindedir:
On yedi derviş ile Furad yana azm eyliyen / On yedi derviş ile Murad’a ubur eyliyen (Rahime Kışlal-…, aynı yapıt, s. 158)
Elvan Çelebi, on yedi sayısını sıkça kullanma eğilimindedir. Muhlis Paşa’yı anlattığı bölümde bile on yedi sayısı bir simgedir:
On yidi pare şehr içinde tamam /Oirdi zindana düşdi bende tamam (b.847)
[34] Ahmet Yaşar Ocak, s. 99. Ocak, bir tümcede üç kez olasılık öğesi kullanarak şöyle diyor: “Dede ’nin yerleştiği yerin Vilayetname yardımıyla Elbistan olduğunu tahmin edebilmek mümkündür.” Araştırmacı, Vilayetname’den aldığı yardımı belirtmemiş olmakla birlikte, sanırız Hacı Bektaş ile İbrahim Hacı arasındaki diyalogu izleyen yorumu kastetmektedir. Bu yorumda Dede Garkın ’ın Elbistanla ilgisini kuracak en küçük bir ipucu bile yoktur.
[35] Faruk Sümer, Bozoklu Oğuz Boylanna Dair, s. 102
[36] Ali Yılmaz, XVI Yüzyılda Birecik Sancağı, s. 136
[37] Faruk Sümer, Bozoklu Oğuz Boylarına Dair, s. 102
[38] Ednai, menkıbenin başında bu on yedi dervişin adlannı saymış olmalıdır. Ne var ki, yukarıda belirttiğimiz gibi bu bölüm de kayıptır.
[39] Rahime Kışlal-Ali Yeşilyurt, aynı yapıt, s. 159 Ednai’nin yapıtı eksik olarak günümüze ulaşmıştır. Ozan, başka halifelerin de adını vermiş olabilir ki, bu bilgiler elimize ulaşmayan bölümlerde kalmış olmalıdır.
[40] Nejat Göyünç, aynı yapıt, s.63 ve ilg ili harita. İbrahimiyye köyünün günümüzdeki adı Işıklı ‘dır. Köy, Kızıltepe ilçesine bağlıdır. Şeyh İbrahim Ocağı için bk., Hamza Aksüt, Şeyh İbrahim Ocağının Talibi Olan Oymak ve Obalann Tarihi, Gazi Üniversitesi Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, sayı. 30
[41] Salmanlı oymağı, Şekerhacı, Çanakçı g ib i Şeyh İbrahim ocağına bağlı obalar bu yöredendir. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bk., Hamza Aksüt, Şeyh İbrahim Ocağının Talibi Olan Oymak ve Obaların Tarihi
[42] Bu konuda bakınız, Refet Yinanç, Mesut Elibüyük, Malatya Tahrir Defteri, s. 216; Hamza Aksüt, Anadolu Aleviliğinin Sosyal ve Coğrafi Kökenleri, s. 142-152; Hamza Aksüt, A li Şeydi ve Seyit A li Ocakları, Gazi Üniversitesi Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, sayı. 31
[43] Mehdi İlhan, Some Notes On The Settlements And Population Of The Sancak Of Amid According To The 1518 Ottoman Cadastral Survey,
Tarih Araştırmalan Dergisi, cilt: XIV sayı: 25, 1981-1982 s: 424 dipnot. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, Tarih Araştırmaları Enstitüsü yayını,
Ank. 1982;
[44] Muzaffer Ankan- …, Diyarbekir Vilayeti Mufassal Tahrir Defteri, s. 166
[45] Arslan Oğlu-i Süfla köyünde 1568 yılındaki vergi nüfusunun adları şunlardır: Ali, Veli, Veled, Bünyad, Şeyhi, Han Aziz, Halil, Velid, Mümin,
İbrahim, Tahir, Hızır, Gaffar, Hızır, Pir Budak, Necati, Pir Mehmed, Veli, Eynel, İne Bey, Karamanlı, Mahmud Allahverdi, Cuma, Cavid, Cömerd, Piri, Ali, Murad, Oruç, Mehmed, Ayvaz, Elvend, Haşan, İlyas, Hüseyin, Yol Kulu, Kadir Kulu, Şah Veli, Ümmet, Haydar, İne Bey, Ank, Kara Şah Kulu Şahabeddin, Ahmed, Mahmud, Satılmış, Maksud, Murad Daylı, Kadir Kulu, Şeyh Kasım, Mustafa, Musa, Yakub Muslu, Ramazan, Halil, Mahmud Harbudi, Aydoğmuş, Ahmed Sabi, Menteş, Tannverdi, Mehdi, Allah Kulu, Bayram, Mehmed, Murad, İbrahim.
Köydeki zaviyede Şeyh Kasım oğlu Şeyh Mehmed, zaviyenin mutasarnfıdır.Mehmed’in, Şeydi Ali, Kasım ve Maksud adlı oğullan vardır. (Muzaffer Ankan-…, Diyarbekir Vilayeti Mufassal Tahrir Defteri, s. 166-167)
Yukarı Arslanoğlu köyündeki ad listesi ise şöyledir: Polad, Mehmed, Kaya, Balı Mansur, Ali, Piri Han, Nur Ali, Yar A li, Emir Ali, Murad Dur Ali, Şah Kulu Ali, A li İshak, Satı Dilenci, İsmail, Uğurlu, Cemşid, Sultan Kulu, Isa, Hüseyin, Ali, Kıran Güdü, Ayvaz, Satılmış, Mehmed, Yusuf, Mahmud Cavid, Veli Ali, Yadigar, Bayezid, Rüstem, Hacı, Bostan, Hüseyin, Mahmud, Murad, Ahmed, Şeydi, Kulu, Kulu, Halil, Şahverdi, Ali, Hüseyin Mehmed, Köse Veli Durak, Kalender, Pir Ali, Şeydi, Hacı Ali. (aynı yapıt, s. 182)
[46] Rahime Kışlal-Ali Yeşilyurt, aynı yapıt, s. 158: “Hacı Bektaş Veli’yi kendiye hemrah eyledi.”
[47] Vilayetname, s. 22
[48] b. 130, 131
[49] Ahme t Yaşar Ocak, İsmail E. Erünsal, Menakıbu’l Kudsiyye…, s.XLV/XLIU
[50] Abdülbaki Gölpınarlı, Vilayetname-Açılama bölümü, s. 137; İsmail. E.
Erünsal-Ahmet Yaşar Ocak, Menakıbu’l Kudsiyye…, s. XII 1
[51] Aşıkpaşaoğlu Tarihi, s. 50, 193
[52] Rahime Kışlal-Ali Yeşilyurt, aynı yapıt, s. 160-161
[53] Söylencesine göre, Şeyh Ahmed Yesevi de bu şekilde kaybolup gitmektedir.
[54]Dede ocaklarının elindeki soy kütükleri konumuz olmadığından burada ayrıntıya girmiyoruz. Yayına hazırladığımız Alevi Topluiuklann Kökeni kitabında bu konuda aynntılı bilgi sunulacaktır.
[55] Refet Yinanç-Mesut Elibüyük, Malatya Tahrir Defteri, s. 140
[56] Rahime Kışla!-…, aynı yapıt, s. 144
[57] Bütün Alevi erenler gibi Dede Garkın’ın da bazı deyişlerinin olduğu anlaşılmaktadır. Menakıbu’l Kudsiyye’nin son varağında yer alan ve sonradan kaydedildiği anlaşılan bir beyit şöyledir:
Dede Garkın aydur ben sana yar oldum
Bilimezsün anın üçün ağyar oldum
(İsmail E. Erünsal-…, Menakıbu’l Kudsiyye, XLIII)