Mustafa Sazcı


“Aşık burda demsiz kalmaz,

Burda ölen orda ölmez

Aşıkları ölüm almaz

Korkmam ölümden ölümden.”

Kul Hüseyin

Cennet ile Cehennem

“Ölmez ha gurban ölmez. Şimdi çoğu söylerken ayetin (nefesin) bu bölümünü söylemez, çoğu da bilmez zatı (zaten). Gerçi bu unutulduğundan değil artık ne gerçek kaldı, ne aşık kaldı ne de ölmeden evveli ölen. Babam Aşık Ali Dede çok anlatırdı: “Artık biz yükümüzü topladık goyup göçüyok, sanmayın öldük, gönlünün möhrünü çezene (çözene) görüneceyik bir vakit.”

Öyle işte oğlum, şimdi herkes oturmuş arş-ı kürşü, onsekizbin alemi yaradan, evirip/çeviren Allah ile cennet/cehennem pazarlığı yapıyı. Heç olacak şey mi bu. Hizmette, ibadette Hakk için, Hakk’ın emr-i rızası içün değil mi? Devrin alimleri insanlara korku ile iman sahibi yapıylar oysa ki korku ile iman aynı bedende bulunmaz. İman; sevgiden, muhabbetten, aşktan doğmuştur; korku başıma bir şey gelecek mi ya da getirecek mi endişesinden hasıl olur. Şerrinden, belasından korktuğuna şeksiz, gümansız iman edemezsin. Hakiki iman şek şüphesiz teslimiyet ve aşkın meyvesidir.”

Aşık Ali Dede oğlu Hasan Sazcı

كُلُّ نَفْسٍ ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِۜ وَنَبْلُوكُمْ بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةًۜ وَاِلَيْنَا تُرْجَعُونَ

“Her nefis mutlaka ölümü tadacaktır. Biz sizi, gerçek değerinizi ortaya çıkarmak için şerle de hayırla da imtihan ediyoruz. Sonunda zâten bize döneceksiniz.” Enbiyâ Sûresi(21) 35. Ayet

”Ölüm aşıkların miracıdır.” diyordu derviş. Ne mübarek şeydir ki o; can canana kavuşur, sağir olan kebirle bütünleşir, hasret son bulur. Aşıkların, maşuğuna kavuştuğu Sırat köprüsüdür ölüm. Aşığa cennet, fasığa cehennemdir. Ezcümle Hakk’ın cemâline mazhar olmak ise cennet peki cehennem ne ola?

Maşukundan cüda düşen âşıklar
Ruz-ü şeb ah eder ağlar da gezer.

ERZURUMLU EMRAH (19.YY)

Bunun cevabını almanın birkaç yolu var ancak Tarîk-ı Muhammed Ali’ye intisap etmişler içün en sahih kaynak Rehberlerin, Pirlerin, Mürşitlerin yanı sıra; bu insanı kâmillerin şeriat orağı ile biçip, tarikat değirmeninde öğütüp, marifet teknesinde yoğurup, hakikat ocağında pişirip meydana sundukları her bir nutku “Kelamullah” olan Aşık-ı Sadıkların nefesleri ve nutuklarıdır.

Bugün değineceğimiz konuyu ise yine Aşık Ali Dede’nin ceddi Ali Hoca Babalardan, Hasan Hüseyin Dedelerden, Durmuş Ali Dedelerden, Mahmut Babalardan aktardıkları ve yine aşık-ı sadıklarımızın nutukları üzerinden anlatmaya çabalayıp, onların pürü pak olan hikmetlerine leke kondurmamaya gayret edeceğiz.

Yazımızın başından itibaren vermiş olduğumuz alıntılar genel itibariyle Aşık Ali Dede’nin ölüme ve  ölümden sonra ki hayata ilişkin görüşlerini yansıtmaktadır ancak açmakta yarar görüyoruz. Alevi itikatında Cennet ve Cehennemi anlamak evvela yaratılışı anlamakla mümkündür. Kısacası ebu ceddimizden aktarılan anlatıyı anlatalım.

“Hakkın kandilinde gizli nihanda
La mekan elinde sır idi Ali
Küntü kenzin hep esrarı andadır
Dünya kurulmadan var idi Ali

Feriştahlar kendi nurundan oldu
Sen kimsin diye Cibril’e sordu
Cibril bilemedi kanadı yandı
Ol zaman kandilde nur idi Ali

Ol vakit “Kün” dedi dünya kuruldu
Ademi balçıktan yaptı yoğurdu
Kendi anasını kendi doğurdu
(Be) nokta altında bir idi Ali

Adem’in bezminden Şit’e erişti
Müminin evrakı ona karıştı
Ayin oldu Yasin ile görüştü
Evrakı ezelden dür idi Ali

Kur’an’da Ali’dir İncil’de İlyâ
Zebur’da Papa’dır Tevrat’ta Ulya
Yoktan var eyledi bu cümle eşya
Devranî kapında kulundur Ali”

Emlekli Aşık Devrani (1928-1993)

Hakk “kün” emri ile yerin, göğün binasını çatmadan evvel kendi nurunu şahlayıp (ikiye bölüp) Muhammed Ali’nin nurunu yarattı. Muhammed Ali’nin nuru bir yeşil kubbenin içine kondu.  O anda “Kün” emri hasıl oldu ve yerin göğün, arşın kürşün binası çatıldı. Hakk ondan kerli de Muhammed Ali’nin yüzü suyu hürmetine Adem’den Hatem’e 124 bin nebi, 128 bin velinin ve bilcümle insün cinsün, dev ile perinin ruhunu yarattı ve sordu “Ey kullarım sizi özünüze şahit tutuyorum; o halde ikrar getirin ben sizin Rabbiniz değil miyim?” cümle mahlûkat hep bir ağızdan “Kalu belî” dediler yani “Evet, sen bizim Rabbimizsin.” Tüm ruhlar vakti çatıp bir vücuda girecekleri güne kadar bu ahdin yapıldığı yerde (Bezm-i Elest) durdular. Hakk’ın emriyinen Azrail yer yüzüne indi dünyanın dört köşesinden balçık aldı getirdi, Allah o balçıktan Adem atanın vücudunu yaptı ve ruhunu içine üfledi. Adem ata ilk defa ten gözüyle etrafına baktı, baktı ki ne görsün karşısında olanca ışıltısı ile bir yazı. “La İlahe İllallah, Muhammeden Resulullah, Aliyyün Veliyullah” yazılı olan hattı okudu ve nurundan gözlerinin kamaştığı, Hakk’ın cemaline dönerek sordu. “Ey yerin, göğün sahibi kudretinden sual sorulmayan, şahitlik ederim ki ilahım yalnızca sensin ancak Muhammed Resullulah, Aliyyün Veliyullah kim?”

-“ Ey Adem; her ne kadar sen ilk insan ve ilk peygamber olsan dahi ben cemi, cümleyi onların yüzü suyu hürmetine yarattım. Sana ve senden sonrakilere de farzdır ki onlara şeksiz, gümansız sıdkı iman ile ikrarınızı bağlayın. Onlar ki benim Hanedan-ı Ehlibeytimdir.”

Adem Ata bu manayı öğrendikten sonra her iki yanına nazar eyledi, gördü ki bir tarafında üç tane birbirinden güzel kuşlar bir tarafında da üç tane birbirinden çirkin, yapmacık mı yapmacık kuşlar. Sual buyurdu kuşlara:

“ Siz kimsiniz ey mahluklar?”

O güzel kuşlardan biri buyurdu “Ben ilim, irfanım.”

Yerin nere diye buyurdu Adem ata:

“İnsanın aklı yerimdir sultanım.” Dedi kuş.

İkinci kuşa sual buyurdu

“Edep ve haya” dedi kuş

Yerin neresi diye buyurdu Adem ata

“İnsanın yüzü ve gözüdür” dedi kuş

Üçüncüye sordu

“İkrâr û imanım Sultanım” dedi kuş,

Yurdun neresi dedi Adem Ata

“İnsanın göğsüdür” dedi kuş.

“E yeriyize girin” dedi, kuşlar yerine girince Adem Ata rahatladı.

Birbirinden yapmacık olan kuşlara döndü “Sizler kimsiniz?” diye buyurdu Ata:

“Ben kibirim ey Adem” dedi

Yerin neresi diye sual buyurdu Adem Ata:

“ İnsanın başı” dedi kuş.

“E orası aklın yeridir” dedi Adem Ata, kuş cevap verdi:

“Ben geldikten sonra insanda akıl kalmaz.” dedi.

Diğerine sordu o da:

“Ben Hırs ve tamahım” dedi kuş

Yerin nere dedi Adem Ata

“İnsanın yüzü ve gözüdür” dedi.

“Orası Edep ve hayanın yeri” dedi Adem Ata

“Ben gelirsem insanda ne edep kalır ne de haya” dedi kuş.

Son kuşa sorunca o da dedi ki “Benim de adım Haset ey adem.”

Adem ata buyurdu “Orası ikrar imanın, ilim irfanın yeridir” dedi.

“Ben gelirsem insanda ne ikrar-iman ne de ilim irfan kalır.” dedi kuş

Adem Ata yüzünü buruşturdu ve kuşlar çekip gittiler. Dolayısıyla o demden bu deme yaratılan tüm ademler cihana masum-u pak olarak gelir ancak yaşadığı süreç boyunca kirlenir; benlik, kin, kibir sahibi olur ve dolayısıyla o yapmacık kuşlar bedenini ele geçirir. Ya da o şeytani sıfatlardan uzak durarak içinde bulunan Rahmani nura teslim olur, dolayısıyla insanı kâmillik mertebesine erişir.

Velhasılı ademiyetten maksat İnsan-ı Kamilliktir.

Ölüm hususuna gelecek olursak Alevi-Bektaşi-Melami gibi birçok tarikin ulularından saydığı Yunus Emre’nin kelamı bahsi açmamız için çok önemli bir girizgah olacaktır. “Ölür ise ten ölür canlar ölesi değil.” nutkunda Derviş Yunus’un buyurduğu üzere vakit gelip Hakk’ın emri rızası çattığında tinin, tenden; canın bedenden ayrıldığı olaya “Ölüm” denir. Lakin bu tariki müstakıyme (dosdoğru yola) giren her can bilmektedir ki ten zaten fanidir, baki olan candır. O daim diri olan (Hayy) Hakk’ın bir parçası olduğu için ölümsüzdür.

Yine hem Mevlevî hemde Bektaşî yoluna intisap etmiş ve kendi muhabbetlerindeki beyanlarında açık olduğu üzere Edip Harabi’den çok etkilenmiş olan Konyalı Abdallardan Aşık Haydar Pekaşık’ın şu kelamı seyri sülukunu tamamlamamış insanın ölümünü çok güzel anlatıyor:

“Beden bir elbisedir, ihtiyacın bitince çıkarırsın yeni elbiseler giyersin, toprak ana evladını hiç yer mi? Aslında korkacak bir şey yok. Bedenine duyacağın en büyük saygı o bedeni zinadan, haramdan ve kötülüklerden korumaktır. Sen, ben yok sultanım, biz varız, daha ilerisi hepimiz O’yuz…”

Evet, beden bir elbisedir. Zamanı gelince bir başkasını giyersin ta ki seyri süluk dediğimiz o kemalata erme sürecini tamamlayana kadar. Aşık-ı sadıkların buyurduğu üzere tarikat ilminden nasiplenmiş kimse ölümü dert edinmez onun yegane derdi içinde bulunduğu bedende seyrini tamamlamaktır. Bu meyanda üç çeşit ölüm vardır. Bu ölümleri başlıklar halinde aktaralım.

Hâm Ervah’ın Ölümü

Bir kişi Hakikat yoluna girmemiş; nefsinden kininden, kibirinden velhasılı nefs-i emmareden arınmayı kendine düstur bellememiş ise Şeriat ehlidir, bir diğer deyişle ham ervahtır. Kişi bu hal ile son nefesini verdiğinde Hakk onun cennet cemaline mazhar olmasına razı olmaz. Kaldığı yerden seyrine devam etmesi içün yeni bir bedende yeniden can verir. Dolayısıyla bu kişi Cehennem’e tekrardan dönecek ızdırap çekmeye devam edecek ancak bunun farkına varamayacak, ta ki ademiyete adım atana kadar.

Adem’in Ölümü

Adem’de tıpkı ham ervah gibi nihai hedefe ulaşasıya kadar tekrar tekrar başka donlarda gelir cihana. Ancak bu merhalede ölen Adem’in farkı şudur. Ham ervah devrettiğinin farkında değildir. Yani içinde bulunduğu cehennemi idrak etmekten gayet tabi uzaktır. Ancak tarikat ilminden nasip almış adem bunun farkındadır. Muhammed Mustafa’nın zindan dediği bu dünyaya tekrardan gelişinin ızdırabını hisseder. Ruhunun tekamül etmesi için hizmat eyler. Yanı sıra Adem için dünya cehennem değil Araf’tır. O da bunun fehmindedir, dolayısıyla ızdırabı diğerinden daha büyüktür.

İnsan-ı Kâmil’in Ölümü

Hakikat babından (kapısından) içeri giren kişi Hakk’ı Hakk’el Yakin gördükten sonra fenafillah mertebesine erişir. Tıbben ölümü gerçekleşmeden nefsini öldüren bu aşıkların canı Hz. Maşuk’a kavuşur. Yani kesret aleminden vahdet alemine geçerler, bu ise kendi bedeninde kendini öldürüp, Hakk’ın bedeninde kendini var etmekten geçer. Binaenaleyh devrini tamamlayan adem artık Hakk’ın cemaline mazhar olmuş, ona karışmış yani cennet ile ödüllendirilmiştir. Artık onun görevi kendinden önce gelenlerin yaptığı gibi kemalat yoluna girmişlerin elinden tutmak, onlara ışık tutmak, cârlarına yetmektir.

Yazının başında Aşık Ali Dede’nin söylediği “gönlünün möhrünü çözenlere görüneceyik bir vakit” kelamının manası da budur işte. Aşık Ali Dede; ceddi Mahmut Baba gibi erenlerin, evliyaların, enbiyaların farklı zamanlarda, farklı biçimlerde göründüklerini söylemektedir. Yine geçenlerde bir aşığımızın da dilinde duyduğum Hasan Dede’min de söylediği bir hususa değinecek olursak dedem bu muhabbetler her açıldığında. Bir kişi herhangi bir ereni rüyasında, esridiği bir anda gördüğünü anlattığında “Ahir zaman, vakit tamam. Onlar gelecek, zulüm bitecek. Hakk, batıla galip gelecek. Vakit tamamdır” derdi. Ona göre dünya yedi kere dolmuş, boşalmış bizlerde bir demin sonuna yaklaşmıştık. Bir perde kapanacak, bir perde açılacak.

Ezcümle Cennet-Cehennem-Araf mehfumu Kızıldeli Ocağı evlatlarından Aşık Ali Dede’nin anlayışında böyledir. Hakk bizleri onların kemalından, cemalından cüda düşürmesin.

Son sözü yine Hasan Dedeme bırakalım:

“Damla deryaya düştü, karıştı. Söyle bana oğul damla mı deryada kayboldu, derya mı damlada? Deryanın sırrını damladan anlıyorsak o halde sağir ne, kebir ne, damla ne, derya ne?”

“Ademdir rahmeti rahman,

Ademdir gevheri her kan

Alem cismidir, adem can

Gel ademe, gel ademe”

Oğlanlar Şeyhi İbrahim Efendi (17.Yy.)

HÛ!