Mustafa Sazcı
İsmi Seyyid Ali bir ismi Bektaş
Cemale işledi o nurun Nakkaş
Muhibbi kaynatsa kazanda bir aş
Gülbangı var dilde Seyyid Ali’nin
“Nam-ı diğer Şahım Kızıldeli’nin.”
Fukara
(Umut Gürses)
“Vakit saatlerimiz hayrola, hayırlar feth ola, hayırlı kapılar açıla; şerler def ola, münkirler mat münafıklar berbat ola. Hakk saklaya, Hızır bekleye. Yolumuzu yolsuza, arsıza, uğursuza, pirsize, nursuza uğratmaya; neyleyim, ne edeyim dedirtmeye. Her vakit rehber, pir, mürşit elini üzerimizden eksik eylemeye. Cümle talibimizi, muhibbimizi namerde değil merde dahi muhtaç eylemeye. Üçlerin, beşlerin, yedilerin, oniki sadr-ı velayetin, ondört masum-u pakların, onyedi kemerbestlerin, kırkların, seksen bin rum erenleri, doksan bin Horasan Pirleri, yüz bin gayb erenlerin, yüzyirmi dört bin nebinin velinin, aşığın, sadığın, bağrı yanığın, sersemin, budalanın; Seyyit Battal Gazi’nin, Baba İlyas’ın, Baba İshak’ın, Dedegarkın’ın, Hacı Bektaş’ın, Ağuçan’ın, Kureyşan’ın, Baba Mansur’un, Sarı Saltık Kızıldeli’nin, Üryan Hızır’ın ve bilcümle rehber, pir, mürşit ocaklarımızın hüsnü himmet, keşfi kerametleri üzerimizde sayiban ola. Hakk erenler; hastalarımıza şifa, borçlularımıza eda, evlat isteyenlere hayırlı evlat, cümlemize de hayırlı bir devlet ihsan ederek; deryada-denizde, top- tüfek ağzında, sahrada-çölde-girdapta, darda-zorda kalıp da “Ya Ali, cârımıza yetiş!” diyenlerin cârına yetişe.
Dil bizden nutuk Hünkâr-ı evliyadan,
Nefes bizden, nüfus ceddi cemalimiz Mahmut Baba’dan, Tenci Baba’dan, Şahım Kızıldeli’den ola.”
Kızıldeli Seyyit Ali Sultan Ocağı:
Anadolu’da bulunan ocaklar içerisinde geniş bir talip kitlesine sahip bir Pir ocağıdır. Evladları ve talipleri tarafından “Yel Ocağı” yani şifa veren ocak olarak tanımlanmaktadır. Talipleri Türkiye’de Malatya, Antep, Hatay, Osmaniye, Antalya, İzmir, İstanbul, Sivas, Çorum, Amasya, Konya’da; İran Tahran, Şiraz, Kirmanşah, İsfahan, Desbul ve Ahvaz’da; Irak Bekova; Suriye’de Şam ile Halep’te ve Ürdün’de bulunmaktadır.
Kızıldeli Seyyit Ali Sultan Ocağı, Alevi-Kızılbaş ocakları içerisinde önemli bir yer teşkil etmesine rağmen alan araştırmacıları arasında Dersim merkezli ocaklar kadar dikkat çekmemiştir. Elbette bunun birçok sebebi olmasıyla beraber en önemlileri şunlardır:
- Kızıldeli Seyyit Ali Sultan ismi ile anılan hem Ağuçan grubundan hem de Hacı Bektaş grubunda(Dedegan) kolların hem de Bektaşi (Babagan) kolunun olması ve ilk araştırmaların, çalışmaların Bektaşi koluna ilişkin olması ile birlikte dedegan kolunun akademik çevreler açısından görünürlülüğünü yitirmesi.
- Kızıldeli Seyyit Ali Sultan ocağının evlatlarının ve taliplerinin derneklerin içerisinde çok fazla yer almaması.
- İsim benzerliği nedeniyle Ali Seydi Sultan Ocağı ile bilinçli/bilinçsiz karıştırılması. (Bilinçli ifadesini eklememdeki kasıt kimi araştırmacıların yüzlerce yıldır ocak evladları arasında aktarılan geleneksel bilgiyi görmezden gelerek hiçbir maddi temeli olmayan “Kızıldeli Seyyid Ali Sultan Ocağı” evladlarının ve taliplerinin aslında Ali Seydi’li oldukları” görüşüdür.)
- Talip kitlelerinin kahır ekseriyeti Abdallar, Teberler olan ocakların görmezden gelinmesi.
Kısaca bunu maddeler halinde yazmışken ocak evladlarını da gerekli temsiliyeti sağlayamadıkları için eleştirmek mümkündür.
Ocağımıza ilişkin genel bilgiyi verdiğimize göre süreğimiz hakkında aktarılan ihtilaflı konuları naçizane dedemin aktardıklarından, ocağımızın kâmillerinden öğrendiğimizce açmaya, netleştirmeye çalışalım. Bu niyetimizi gerçekleştirirken eksiğimiz, noksanımız olursa cümle canların gönüllerine sığınıyoruz affola.
Küfrümüz, imandan sayıla.
Aşk ile…
“Mürşidlik Muhammed Ali’yedir Hakk
Gayrısı yalandır inanma mutlak
Her kişiye mürşid deme ey ahmak
Mürşidlik bir hâldir, nişanı gözet.”
Alevi-Kızılbaş yol-erkânı içerisinde dedelik kurumu üç kapıdan oluşur. Bunlardan ilki Rehberlik (Rayberlik), ikincisi Pirlik, üçüncüsü ise Mürşitlik makamıdır. Bu nedenle Alevi-Kızılbaş ocakları da Rehber, Pir, Mürşit ocakları olarak sınıflandırabiliriz.
Malatya ilinin Yazıhan ilçesine bağlı Fethiye köyünün Yukarı Tenci mezrası merkezli Kızıldeli Seyyit Ali Sultan Ocağı da bu ocak sınıflandırmaları içerisinde “Pir ocağı” olarak kabul edilir. Rehber kapısı ve Pir kapısı kendi içinde olan Kızıldeli Ocağının mürşidi Mineyikli İmam Zeynel Abidin Ocağı dedeleridir(Bu nedenle Ağuçan grubu ocaklara dahil edilir.) Uzun süre Seyyid İbrahim Mamo Temiz Dede’nin yaptığı bu hizmeti ondan sonra emmiuşakları (amcazâdeleri) devralmıştır. Şu an ise İmam Zeynel Abidin Ocağı dedelerinden “Uzun Hüseyin Dede” hizmet yürütmektedir.
Geleneksel anlatıya göre Kızıldeli Seyyid Ali Sultan’ın üç oğlu vardır ve bu oğullarından birinin adı Seyyid Ali, diğeri Seyyid Veli en küçükleri ise Seyyid Muhammed’dir. Seyyit Ali ve Seyyit Veli Dede ocağın “Pirlik” hizmetini yürütmüş, Seyyid Muhammed nam-ı diğer Tenci Baba ise “Rehberlik” hizmetini yürütmüştür. Yani Kızıldeli Ocağında her iki hizmeti yürüten dede de ocakzâdedir.
Peki Rehberlik, Pirlik, Mürşitlik kavramı Kızıldeli süreğinde ne anlam ifade ediyor, mevcut anlatı ve algı o anlamları karşılıyor mu?
Elbette ki sürekler de dönemin koşullarına göre yol-erkân usullerinde değişikliği yaparlar ancak bu değişiklik yolun temeline (özüne) zarar vermeyecek şekilde olmalıdır. Maalesef Kızıldeli süreğinde bu değişiklik yolun temellerini sarsmakla beraber süreğin devamlılığını sağlamasını da engellemiştir. Pirlik ve Mürşitlik makamı kendi varlığına idame ettirdiği için çok fazla bozulmaya uğramasa da Rehberlik makamı ocak özelinde yaşanan süreçler nedeniyle mevcut tanımlamayı karşılamıyor desek yanılmış olmayız.
İlkin Rehberlik hizmetine ilişkin bilgi vermek “el, ele; el, Hakk’a” düsturuna uyması nedeniyle daha doğru olacaktır.
Kızıldeli Süreğinde Rehberlik:
“Evveli kapıda ol İrahber Hakk’tır
Muhammed miraç da gel olduğu içün
Dört kapıdan ileriye yol yoktur
Hakk dört kapıda sır olduğu içün.
Buna inanmayan sultan olamaz
İnanmayan kişi iman bulamaz
Üç sünnetle, yedi farzı bilemez
O da yedi elekten geçdüğü içün”
Rehber, Farsça “yol” anlamına gelen rah ile “getiren, taşıyan” anlamlarına gelen bar kelimesinden oluşur. Sözlük anlamı ise “Birinin doğruyu bulmasına yardımcı olan, yol gösteren kimse veya şey, delil.” olarak geçmektedir. Kızıldeli Süreğindeki genel kabule göre ise “Birbirini tamamlayan yol-erkân hizmetlerini icra eden dedelerden biri olan Rehber; talibi eşiğinde destur alacağı kapının ilmiyle donatan, ikrârını alan, Pir’in desturuyla ve gözetiminde tarıktan geçiren ocakzâde olması gereken bir yol hizmetkârıdır.” diye tanımlanır. Bunun yanı sıra birbirini tamamlayan bu hizmetleri yapan her dede bulunduğu kapının rehberidir. Bunun daha net anlaşılması için kısaca açalım.
“Şeriat kapısında bulunan kişi henüz tariki müstakıyme girmediği için henüz “kalıptır” iş o ki kalıp kişi kendine bir mürebbi bula sürünerek “Tarikat” kapısının kilidi İrahber’e vara. İrahber üç kez yinelete, kalıp kişi üç kez serini dal ede İrahber huzuruna çıka. İrahber cemaati toplaya kişiyi kalıplıktan talipliğe almak içün ehl-i tarikatın rızasını ala, ikrarın ala, tarık çala… Rehber, Tarikat kapısında talibin yükün doldurduktan kerli talibi deniye, talip ikrarında sabit kadem durup nefsine galip gelirse İrahber onu Marifet kapısının kilidi Pir’e teslim ede. Pir o dur ki İlmi Ledün’e vakıf ola, nefsini yenerek taliplikten “Galip” olan kişiyi marifet kapısının ilmi ile donata, Ariflik makamına eriştire… Marifet kapısının süzeği üçdür, üç kez deneye, “galip” kişi kellesin koltuğa aldıysa Pir onu Hakikat kapısının kilidi Mürşid’e teslim ede. Mürşid’de onu irşad ede Adem-ül vücud’dan özün ayırıp, Vacib-ul Vücud ile birleye, ummana düşen damla misali Hakk’ın varlığında erite. Evliyaların, enbiyaların katarına yetire.”
Hasan Dedemin, Aşık Ali Dede’den aktardığı bu bilgilerden anlayacağımız üzere Rehber Tarikat, Pir Marifet’, Mürşid Hakikat kapısının yol göstericisidir (rehberidir).
Kızıldeli süreğinde rehberi kısmen de olsa anlattığımıza göre emanatçısı olduğu evliyalara değinmek de iyi olacaktır. Rivayet o dur ki Kızıldeli Seyyit Ali Sultan’ın uyardığı Delil-i Şah-ı Merdan, Şah Hüseyn-i Deşt-i Kerbela’nın (Tuba Ağacından) beşiğinden yapılmış 7 tarık (evliya, erkân) ve Erdebil Dergâhından verilmiş kara taşdır. Bu emanetler hakkında ocağımızın talipleri ve evladları birçok keramet anlatısını nesilden nesile aktarır. (Bu anlatıları geleneksel hafızayı diri tutmak adına en son yazacağım.)
Son olarak Rahberlik makamı konusunda yanlış aktarılan bir konuya vurgu yapmakta oldukça yarar görüyorum. Rehber ile Mürebbi, Kızıldeli süreğinde iki farklı hizmettir. Mürebbi Şeriat kapısındaki talibi rehbere yetiren ikrar u iman sahibi herhangi bir taliptir. Bu meyanda ikrar erkânında talibi boynunda tığbend ile Rehber ve Pir’in huzuruna getiren de “mürebbi”dir. Mürebbi her köyde farklı olabilir ancak her bölgenin yalnızca bir Rehberi vardır.
Ocağımızın Seyyit Muhammed Tenci Baba kolunun evladı olan Seyyit Mahmut Baba’da ocağın son hakikatli “İrahber kapısı” idi. Seyyid Mahmut Baba’dan sonra evladları çeşitli nedenlerle posta oturmayınca yörenin kamillerinden Haydar Dede, Durmuş Ali Dede hizmetleri yürütmüştür. Onların Hakk’a yürümesinin ardından ise Pir kapısının aldığı yanlış tutum nedeniyle ocağın emanetleri nâhakların eline geçmiş, Delil-i Şah-ı Merdan gamlanmış; talibi, muhibbi ve hane-i efradı tarumar etmiştir.
“Gör Delil-i Şah-ı Merdan uyandı,
Aman Kızıldeli gel imdat eyle,
Zalımın zulümü arşa dayandı,
Aman Kızıldeli gel imdat eyle.”
Seyyit Muhammed Tenci Baba’nın evladlarının isimlerinin bilinmemesinin yanı sıra son İrahber Seyyid Mahmut Baba’nın babasının Seyyid Hasan Hüseyin Dede olduğu torunları tarafından söylenmektedir. Kızıldeli Süreğinde Rehber kapısı “Rehber Südüğü” olarak talipler tarafından bilinirdi. Rehber’in her sene Pir hanesine uğraması Pir hanesinde, Hakk divanında görgüden geçmesi, taliplerin verdiği Hakkulah’ın üçte birini Pir hanesine vermesi şarttı. Ömrünün son dönemlerinde Pir kapısına olan sitemini ve bu siteme rağmen muhabbetini Aşık Ali Dede bir nefesinde şöyle getirmiştir:
“Hazan değmiş Erzincan’ın bağları
Dumanlıdır Erzurum’un dağları
Pir yolunda geçti ömrüm çağları
Geçirdim ömrümü bilmem nedendir.”
Kızıldeli Süreğinde Pirlik:
Kızılbaş Ocak sisteminde İrahber kapısından sonraki kapı “Pir” kapısıdır. Pirlik hizmeti Kırklar ceminde Şah-ı Merdan Ali’den kalmıştır. Bu nedenle Pir makamına yöremizde “Ali makamı” denilir ve hizmet ehline hürmette kusur edilmezdi. Buyruk’un ışığında yol-erkân hizmetlerini düzenleyen ocağımızda bir ocak evladının Pirlik hizmetini yürütebilmesi için sadakat, ehliyet, liyakat ilkeleri gözetilmekteydi. Rahberlik hizmetini anlatırken Pir’in hizmetlerine de değinmiştik ancak kısaca bahsedelim.
Kızıldeli süreğinde Pir; ikrar, görgü, müsahip, dâr-didâr, dârdan indirme (düşürme) gibi erkânları yürüten kendine bağlı olan taliplerin arasındaki husumeti “rızalık” mekanizması ile çözen. Toplumsal rızalaşmanın sağlanmasında büyük bir rolü olan bir yol hizmetkârıdır. Pir’in talibi görmesinin yanı sıra beraber hizmet yürüttüğü, kendi olmadığı zamanda da (müsahiplik erkânı dışında) tüm bu hizmetleri eda eden Rehber’i de görür. Ocağımızın rehberlerinin ocakzâde olmasına rağmen el ele, el Hakk’a düsturu nedeniyle Pir’ine bağlı olması yılda bir kez görgüden geçmesi farzdır. Rehber’in Pir’e karşı sorumluluğunun olmasının yanı sıra, Pir’de İrahber’ine karşı sorumlulukları vardır. Pekala bunlar nedir:
Bir Pir hangi erkânı yürütecekse öncesinde Rahber’inin rızalığını gözetmesi gerekir. Öyledir ki “Pir mum ise İrahber’i o mumun nurunu aşikar eden alevdir. Pir, derya ise; Rahber gemidir. Talip, rahberin marifetiyle Pir’in yaydığı hakikatinin nurundan nurlanır, o kemâlât deryasında seyran eyler.”
Talip’in Rehber’in, Rahber’in Pir’in eleğinden geçmesi gibi Pir’de Mürşid’in eleğinden geçmelidir. İşte Talip, Rahber, Pir, Mürşit bir ikrâr olursa ocağın varlığından söz edilebilir. Aksi takdir de Buyruk’da “Bir Pir’in ırkı geçse ol talipler her kime özü yatarsa andan el tuta amma ehl-i kâmil ola (Nesl-i Resûl).” diye buyrulduğu içün ocağının Pir’i, Rehber’i geleniye kadar başka ocağın hizmet ehline bağlanması, görülmesi münasiptir. “Ne zaman ki ocağının İrahberi, Pir’i erişir ona yeniden ikrâr etmek erkândır.”.
Pir’in hizmetlerine kısmen değindiğimize göre ocağımızda “Pirlik” hizmetini yürüten dedelerimize ilişkin bilgi aktarayım.
Ocağımızın Pirlik hizmetini yürütenler Pir Seyyid Ali Dede’nin evladları olarak bilinir. Bilinmeyen bir tarihte Malatya Fethiye’ye bağlı Yukarı Tenci mezrasından Antep Düztepe yerleşen Pir ailesi hâlâ ocağın hizmetlerini devam ettirmektedirler. Pir ailesinin elinde şecere bulunmamakla birlikte hatırladığımız kadarıyla bugün hizmet yürüten Ali Kızıldeli Dede’den 5 göbek ileriye götürebiliyoruz. Bunlar ise Ali Kızıldeli Dedenin, Büyük Mustafa Dede’nin, Doğan Kızıldeli Dede’nin babası Pir Ali Efendi, onun da babası Hasan Efendi, onun da babası Mehmet Efendi, onun da babası Ali Efendi’dir.
Şimdi ise yol-erkân hizmetlerini Doğan Dede’nin oğlu Orhan Dede ve Ali Dede, Büyük Mustafa Dede’nin eşi Melek Ana ve Küçük Mustafa Dede yürütüyor. (Ancak hiçbiri posta oturmuyor bu nedenle ikrar, görgü-sorgu hizmetleri de yürümüyor.)
Diğer bir Pir ailesi de Seyyid Veli Dede’nin evlatlarıdır. Benim bildiğim yol süren son evlâdı Antep’li Aşık Hasan Hüseyin Dede’dir. Onun evladları ise şu an Hatay’da yaşamaktadır ancak cem yürütmez, yol sürmezler.
Kızıldeli süreğinde Pir hanesini ve güncel durumunu anlattığımıza göre Ocağımızın Mürşit kapısından bahsetmekte de yarar görüyorum.
Kızıldeli Süreğinde Mürşit:
Kızılbaş Ocak sisteminde Pir’den sonraki kapı “Mürşid” makamıdır ve ocaklar arasında ise başka ocakların mürşidliğini yapan “12 Mürşid Ocağı” vardır. Bu ocaklardan başlıcaları “Hacı Bektaş, Ağuçan, Dede Garkın, Seyyid Savun…” bunların başlıcaları olmakla beraber nihayetinde hepsini gören iki ocak vardır bunlardan birisi Hacı Bektaş, diğeri ise Ağuçan’dır. Ocağımızın Malatya kolu ise bu ocaklar arasında Ağuçan grubuna dahildir.
Bu meyanda ocağımızın Mürşid kapısı da yine Ağuçan grubuna dahil olan İ. Zeynel Abidin Ocağı’dır. Bu ocağın merkezi de aslından Malatya Arguvan Mineyik (Kuyudere) köyüdür ancak ocağın evladları, Antep, İstanbul ve Diyarbakır Seyithasan Köyünde de vardır.
Mürşid ocağımıza ilişkin teknik bilgileri verdiğimize göre şunu belirtmek yararlı olacaktır. Tüm bu ocaklarımızda özellikle Kızıldeli Ocağının Rehber, Pir ve Mürşid kapısından kül tükenmek üzeredir. Bu ocağın yine tüm hakikatiyle taliplerini pişirmesi hizmet ehlinin hizmete başlaması yeni nesilin taşın altına elini koyması ile mümkündür.
Son olarak İrahber kapısının emanetleri ve ocağın son Hakikatli İrahberi Seyyid Mahmud Baba hakkında talipleri ve evladları tarafından anlatılan keramet anlatılarını yazacağım. Dileyen canlar okumadan geçebilir.
Delil-i Şah-ı Merdan’ın ve Evliyaların (Tarıkların) Cemi:
İrahber Mahmud Baba’nın Hakk’a yürümesinden sonra emanetlerin mihmandarlığını Aşık Ali Dede üstlenmiş. Bir gün Aşık Ali Dedem ile Elif Anabacı misafirliğe gider ancak bu durumdan haberi olmayan bir bacı bir tas un almak için eve gider. Kapıyı açar içeriye girer ancak içeride yedi er cem kurmuş bir baba sultan da ortada semah dönüyor. Bacı görünce hiç ses etmeden dışarı çıkar evine dönmek için yola koyulur. Tam öğle vaktinde niçin cem tutulduğunu düşünürken yolda gelen Aşık Ali Dede’yi görür. Yanına varır ve “Ali Dede bende bir tas un almak içün geldim idi, emme evinizde cem vardı geri döndüm. Misafiriniz kim?” der. Aşık Ali Dede ise “Ne cemi gurban evde kimse yoğudu.” Der ve eve doğru yürürler. Kapıyı açar bakarlar ki Delil-i Şah-ı Merdan ortada, yedi tane tarıkta etrafında meydanda duruyor.
Evliyaların (Tarıkların) Karayılan Olması:
Tencilli aşiretinin büyüklerinden ve Kızıldeli Seyyid Ali Sultan Ocağı’nın kemâlât ehli taliplerinden ve keman ile cemlerde zakirlik yapan belleğinde ise 300’ü aşkın nefes, türkü, ağıt dillendiren Kemanacı Salman gençliğinde bir gün herkes tarafından anlatılan Delil-i Şah-ı Merdan’ı görmek ister ve bunun üzerine Mahmud Baba talipleri ile birlikte ataşın başında muhabbet bağlarken gizliden gizliye Mahmud Baba’nın çadırına girer emanetlerin içinde bulunduğu sandığı tam açması ile korkudan bayılması bir olur. Uyandığında ise etrafında diğer canları görür bu halini sorduklarında Delil-i Şah-ı Merdan’ın içinde bulunduğu sandık da yedi tane karayılanı gördüğünü söyler. (Bizim aşirette kara yılan kutsaldır. Hem emanetin hem de hanelerin bekçisi olarak görülür o nedenle öldürülmesi büyük günahdır.)
Mahmud Baba’nın Kasırga’yı Geri Çevirmesi:
Oba, yaylaya çıktığı günlerden bir gün ikindi vakitlerinde göğü bulutlar kaplar ve obaya doğru bir kasırga çıkar. Kasırga öyle büyüktür ki çadırların etrafındaki “kab-kacak” uçar gider. Kasırga obaya yaklaşınca obalılar Mahmud Baba’nın çadırına gider. Derler ki “Ya Mahmud Baba, sen çol-çocuğumuzun yüzüne bakasın. Medet Ya Mahmud Baba” derler. Bunun üzerine Mahmud Baba elini obanın çok yakının da olan kasırgaya doğru kaldırır “Ya mübarek, masumların yüzü suyu hürmetine geri dön.” der. Bunun üzerine kasırga çadırların yanından öyle döner, gider.
Mahmud Baba’nın Ağuyu Süzmesi:
Mahmud Baba, Kemah’daki eşinin de mensup olduğu obaya gider, gittiğinde eşine göz koyan Hasan adında bir talip, cem bağlandıktan sonra ataşın başında postunda oturan Mahmud Baba’ya içinde zehir olan bir torba tütünü verir. Mahmut Baba bunu alır ve sabaha kadar birkaç tane kalasıyaca içer. Gizli gizli Mahmud Baba’yı gözleyen Hasan, Mahmud Baba’nın tütünü içtiğini görünce büyük bir neşeyle çadırına gider. Ertesi sabah erkenden uyanan Hasan büyük bir heyecan ile Mahmud Baba’nın bulunduğu çadıra doğru yönelir. Bakar ki Mahmud Baba dünkü gibi bir elinde çay bir elinde sigara ateşin başında oturuyor. Bunun üzerine büyük bir korku ile kendine bakan Hasan’ı fark eden Mahmud Baba, “Gel Hasan gel, gel. Bize münasip gördüğün bu şifadan sende faydalan” der.
Mahmut Baba korktuğunu anlayınca sol avcunun içinden damlayan zehiri gösterir. Hasan bunu görünce postuna niyaz edip el aman diler.
Ne Biz Kırklardan Ayrıyız, Ne De Kırklar Bizden:
Mahmut Baba bir gün taliplerini ziyaretten dönerken Adana’da çadırda oturan talipleri, kırk atlının kendilerine doğru geldiğini görür ve ürkerler. Bunun üzerine içlerinden biri bağırır “Bakın canlar gelenler Kırklardır.” Atlar biraz daha yaklaştığında ise sadece bir atın var olduğunu ve onun da Mahmut Baba’nın atı olduğunu görürler.
Atından inince bu durumu Mahmud Baba’ya danışırlar. Mahmut Baba’da cevaben:
“Ne biz Kırklardan ayrıyız, ne de Kırklar bizden ayrı.” der.
Mahmud Baba ile Ali Hoca Baba’nın Mezarlarının Bir Olması:
Mahmud Baba bir gün talipleri ile birlikte cem tutarken ceddinin onu çağırdığını, sabaha karşı canını canana teslim edeceğini naaşını ise Durhasan Dede köyündeki dayısın ziyaretinin yanına sırlamalarını söyler ve son olarak taliplerine ve evlatlarına nasihatta bulunur.
Mahmud Baba herkesin rızalığını aldıktan sonra hanesine çekilir, uyur. Sabaha karşı haneden feryad figanlar yükselir. Söyledikleri doğrultusunda dayısının yanına sırlanır. Ertesi gün ise evlatları ve talipleri gittiğinde her iki mezarın birleştiğini görürler. Bugün ise hem köylülerin hem de taliplerinin ziyaret yeridir.
Siz de fikrinizi belirtin