Hıdır Eren Bektaş


Şubat ayı geldiğinde, Anadolu’nun kederli ve bereketli topraklarında, insan ruhunun derinliklerinden kopup gelen eski bir hatıranın yankıları duyulmaya başlar. Hızır Ayı, bir takvim yaprağından çok daha fazlasıdır; o, insanın tabiatla, zamanla ve kendisiyle hesaplaştığı bir eşiktir. Ve bu eşikte, ne bir gece tam anlamıyla karanlıktır ne de bir gün mutlak aydınlık. Hayatın bu gelgitli akışında, Hızır Ayı, insanın kendi varoluşunun bir aynasıdır.

Hızır, işte bu aynada beliren bir surettir. Ancak o, salt bir suret olmaktan çok daha öte, bir de mananın kendisidir. Efsaneler onun, ölümsüzlük suyundan içtiğini, darda kalanlara el uzattığını ve gökteki yıldızlar gibi sürekli yeryüzünde dolaştığını söyler. Onun adı, zamanın kendi ritmine direnen bir durak gibi, insanlığın ortak hafızasında yankılanır. Yanında ise denizlerin sakini İlyas vardır. Karada Hızır, denizde İlyas; biri toprağa kök salmış sabrı, diğeri dalgaların üstünde süzülen ümidi temsil eder. Her yıl bahar geldiğinde, bu iki dostun buluştuğuna ve dünyaya bereket taşıdığına inanılır. Tam da bu noktada Şubat ayı, bu buluşmaya giden yolu hazırlayan bir bekleyiştir.

Üç günlük Hızır Orucu, insanın kendi içindeki keşmekeşi dindirmek için bir fırsattır. Sabahın alacakaranlığında başlayan oruç, güneşin son ışıklarıyla nihayet bulur. Açlığın sessizliğinde ruhun sesi yükselir, nefsin şikayetlerinde sabrın çiçekleri boy verir. Neden üç gün diye sorarsanız, cevabı sırlarla örülüdür: Allah, Muhammed, Ali üçlemesinin bir yankısı mı, yoksa geçmiş, şimdi ve geleceğin insan ruhundaki akisleri mi? Belki de doğum, yaşam ve ölüm döngüsünün sessiz bir ilanıdır bu sayı. Kim bilir?..

Bu oruç, sadece bireysel bir ibadetten ibaret değildir. Anadolu’nun bağrında, bu zamanın ruhuna uygun şekilde cemler toplanır, lokmalar paylaşılır ve dualar okunur. Kadim dualar, eski zamanların yankıları gibi göğe yükselir; Hızır’ın yardımını, bereketini ve koruyucu elini çağırır. Semah dönen bedenler, insanın tabiatla ve kendi ruhuyla kurduğu bağın birer mecazı olur. Lokmalar bölünür, tabaklar paylaşılır; çünkü bu ay, açlığın değil, insanın birbirine sunduğu huzurun ve dayanışmanın zamanıdır.

Hızır’ın bereketle ilişkilendirilmesi, insanoğlunun toprağa olan kadim güveninden gelir. Şubat, kışın çekilirken tabiatın uyanmaya hazırlandığı, karların altındaki tohumların sabırla gün ışığını beklediği bir aydır. Hızır, bu uyanışın simgesidir; onun elinde, sadece bolluk değil, aynı zamanda insanın ruhunu yenileyen bir diriliş vardır.

Fakat bu gelenek, ne tek bir dine ne de tek bir kültüre sığar. o hem İslam öncesi kadim inançların, hem İslami tasavvufun ve  hem de Alevi-Bektaşi öğretisinin izlerini taşır. Hızır Ayı, bu nedenle, sadece geçmişin bir yankısı değil, aynı zamanda bugüne ve geleceğe uzanan bir köprüdür. Anadolu’nun her köşesinde farklı şekillerde kutlanır; bazen niyazlarla, bazen taşlarla yapılan ritüellerle, bazen de Hızır Sofraları ile.

Bugün, Hızır Ayı’nı kutlayan insanlar, bir yandan bu geleneğin köklerine saygı gösterir, diğer yandan onun ruhunu modern hayata taşır. Çünkü Hızır Ayı, zamana direnerek bugüne ulaşmış bir gelenektir. Şubat’ın ayazında yanan bir mum ışığı gibi, her yıl yeniden hatırlanır, yeniden yaşanır.

Hızır Ayı, insana neyi hatırlatır? Belki de hayatın asıl güzelliğinin bekleyişte, sabırda ve umutta olduğunu… Belki de insanın kendiyle yaptığı sessiz bir hesaplaşmayı… Ve nihayetinde, her şeyin geçici olduğu bu dünyada, birbirimize verdiğimiz desteğin ve sunduğumuz lokmanın asıl kalıcı olan olduğunu… İşte, Hızır Ayı’nın hikmeti burada yatar: Hayat, bir bekleyiştir. Ama bu bekleyişin içinde sabırla çiçeklenen umudu görebilmek, ancak Hızır’ı kendi kalbimizde bulmakla mümkündür.

Varlıkta Yokluk, Yoklukta Varlık

Ey can, sor Hak’kı bilene, varlık nedir, kimdir?
Hızır bir ayna gibidir, gören gözü kimdir?
Sırrın içinde sır saklı, her zerre deryadır,
Her nefes bir Hak tecelli, aşk ile meyandır.

İlyas suyun sesindedir, Hızır taşta, toprakta,
Arif olan varlık görür yokluğun aynasında.
Zaman ne bir son’dur ne ilk, üç gün ki haldir,
Geçmiş bir düş, gelecek hayal; an hakikattir.

Kimdir Hızır? Kimdir İlyas? Bir’den gelen nida,
Biri ateş, biri su’dur, aşk oldur ki feda.
Zemheri ayazında sır, baharın soluğu var,
Her kışın bağrında vuslat, her baharda bir yar var.

Ey Hak yolcusu, dön kendine, özün de bir deniz,
Umman ki Hızır orda, var edenin her bir nefis.
Lokma ki hakka adanır, dua ki canlar yakar,
Her an içinde bir ömür, aşk her bir yolu akar.

Bu meydan ki varlık meydanı, yokluk burada nurdur,
Her cem, her niyaz, her semah aşkın bize vusludur.
Ey can, aşk pazarından al, satma nefsin dirhemle,
Hızır gelir, İlyas söyler, her an hakikat demle.

* Etraflıca düşünme