Mahsuni Gül
Konuya geçmeden önce Alevilik hakkında kısa bir bilgi vermek gerekirse:
Alevilik veya o zamanın tanımlamasıyla Kızılbaşlık, doğayı merkez alan bir sevgi inancıdır. Dolayısıyla, doğada bulunan, canlı-cansız her şeye sevgi gözüyle bakar. Kendisini hiçbir varlıktan ne üstün ne de aşağı görür; sadece eşitler arasında birinci olduğunun bilinciyle, bütün varlıklara karşı sorumlu olduğunu hisseder ve ona göre davranır.
Aleviliğin insana bakışı ise tamamen hümanist niteliktedir. Avrupa’nın ancak XV. yüzyılında Rönesans’la idrak ettiği hümanizmi, Kızılbaş/Aleviler, asırlardır, inançlarının temel değeri olarak savunmaktadırlar. Buna göre bütün insanlar, eşit, özgür ve kardeştirler.
Aleviliğin, eşitlikçi, özgürlükçü ve demokratik yönü, devletin resmi ideolojisine aykırı düştüğü için, Alevi inancı hoş karşılanmamış, baskı altına alınıp yok edilmesi için her türlü yol ve yöntem denenmiştir. Alevilik, devletten hep uzak kalan, muhalif bir inançtır.
Alevilikten etkilendiği kadar, İslami öğelerini de hâlâ koruyan Bektaşilik ise, devletle hep sıcak ilişkiler içinde olmuştur. Devletin, bazı uygulamaları, inancın hümanist özüne aykırı olmasına karşın, söz konusu devletin çıkarı olunca, onun yanında yer almaktan asla sakınmamıştır. Bununla da yetinilmemiş, Alevi değerlerini kullanarak, sömürerek, bilinçsiz halkı da bu uğurda kullanmaya çalışmışlardır ve yer yer de başarılı olmuşlardır. Oysa Bektaşiliğin etkili olmadığı yerlerde Aleviler, bırakınız Ermeni kardeşlerine saldırmak, canları pahasına da olsa bu kardeşlerini korumuşlardır.
Aşağıdaki destan, gerçek adı Seyyid Gökçe (1869 – 1940), ama Mahzuni Seyyid veya Seyyid Gazi veya Zünubi gibi mahlasları kullanan Bektaşi bir ozan tarafından, 1895 yılında Sivas’taki Ermeni katliamı ve bu katliama katıldığı iddia edilen Alevi / Kürt aşiretlerinin sözde yapmış oldukları katliamı ve ardından yapılan talan hareketini coşkulu bir dille anlatmaktadır.
Destanda önce saldırının İslam’da ne anlama geldiğini anlatır. Ardından da saldırı emrini veren Sultan Abdülhamid’e övgüler ve dualar edilerek şöyle başlar:
Bir ahval söyleyeyim dinle birader
Guş eyle Can ile işbu beyanı
Hoş-şirin kelamdır şerhi beraber
Efendim anla bu tavrı, ünvanı
Evvela zümre-i bende-i Hüdayız
Saniyen ümmet-i hem Mustafayız
Saye-i destinde mir u gedayız
Mahrum etme bizi göster cinanı
Salisen penahım Çaryardır
Umum ehl-i İslam bend-i ikrardır
Bu Hazretlerine her kim inkarîdür
Vallahi billahi nardır mekânı (…)
Benim Es-Sultan İbnus-Sultanım
Sultan-ı berreyn u bahr Hakanım
Çok yaşasın Sultan Hamid Hanım
Avn eylesin Sultanların Sultanı
Efendime versin Hakk ömr-ü Nuh’u
Cemadata versin hem nutkula ruhu
Destanın bundan sonraki bölümünde kendince Ermenileri katletmenin haklı gerekçeleri anlatılır. Çünkü onlar özgürlük (Beylik) istiyorlardı. Budur katletmelerine neden olan ferman:
Velhasıl sözümde dinle ne derim Mülk-ü Osmanide ehl-i buldanı
Dest-i Osmanide ne denli inşa ne denli şehirler ne denli kura
İçinde bulunan hep alelumya Ermeniyan istedi beylik nişanı
Ermeniler yeni söküldü bendi Beylik ister iken şehri ve kendi
Bu sene kimi bey kimi efendi Hemince buldular Han-ı zamanı
Kimi der livayım kimi serasker Kimi kaymakam kimisi nefer
Kimi müşir kimi serir-i mihter Kimi ister binbaşılık nişanı
Beylik istediler alırız deyu Beylikle biz ebed kalırız deyu
Destanın bundan sonraki bölümünde Dersim aşiretlerinin, Ermenileri beylik sevdasından vazgeçirmek için çok uğraştılarsa da başarılı olamadıklarını yazar. Bunun üzerine Ermenilerin üstüne Kürt Dırejan Aşiretleri, Battal Efendi başkanlığındaki Atma aşireti ve Alişan Beyzade başkanlığındaki Koçgiri Aşiretlerinin bu olaya katıldıklarını yazmışsa da bunlar birer iddia olarak kalmaktadır, çünkü Osmanlı arşiv belgeleri bunu yalanlamaktadır. Bunun başlıca nedeni ise:
1- Bu tarihlerde Ermenilerin ulusal talepleri olmasına rağmen, bölgesel bir ayaklanmaları yok.
2- Adı geçen aşiretler Osmanlı Devleti ile sorunları olan aşiretlerdir.
Ermenilere yapılan katliamın birgün kendilerine de yapılacağından kuşkulanan Koçgiri aşiretleri 1920-21 yılları arasında Alişan Beyzade ve kardeşi Haydar Beyzade başkanlığında isyan edeceklerdir. Sivas’taki Ermeni katliamında, Kürt aşiretlerinden ziyade, bölgeye Abdülhamid tarafından yerleştirilen Çerkezler, Karapapak – Terekemelerin katıldıkları belgelerde açıkça görülmektedir; hatta bu konuda Mihralı Bey üzerinde söylenmiş pek çok destan, türkü ve hikâye de anlatılmaktadır.
Yeniden destana dönecek olursak; destan -yukarıda da açıkladığımız gibi çoğu temelsizdir- saldırı, katliam ve ardından gelen talan olaylarını çok net bir biçimde anlatmaktadır.
Dersim Beyleri hep hazır amade
Mecmuan geldiler suvar piyade
Ermeniler tuttular inat
Bize beylik deyu pir u cevanı
Dersimin neferleri geldi yanaştı
Zimmiyanın emvaline sataştı
Ermeniler Kelpeleri dolaştı
Mukarrer bildiler başile canı
Guluvv-i amm edip Dersim benamı
Nice kanlar döküp kıldı hengamı
Atma aşireti cümle namdar
Battal Efendidir onlara serdar
Hunrizi afettir böyle şanı var
Ol cihangir aşiretler merdanı
Arapgir şehrini fethetti ancak
Barekellah diyende anı duyuncak
Dest vurup tiğıne cenge duruncak
Tarumar eyler hep olan düşmanı
Alişan Beyzade geldi erişti
Hıristiyan olan başına üşdü
İslam olduk deyu payına düştü
Divriğinin bütün Ermeniyanı
Şatırzade neferler cem’ edip geldi
Hücum edip şehr-i Divriki aldı
Bu sırada Ermeniler bunaldı
Niceleri ister oldu emanı
Ve katliam anlatılır:
Nedenlu var ise Civar kura
Aşayiriz deyu oldular hempa
Hücum eylediler mir u geda
Efendim görmesin gözler yamanı
Hücum eylediler bir seher vakti
Serefraz olanlar kıldı dikkati
Aşiret olanın artsın kuvveti
Mert olanın keskin olsun seyfanı
Aşiretler doldu hep oymak oymak
İslam evlerinde dikildi bayrak
Kurşun emre bakar tüfekler tak tak
Bıçak hançer-i la’li giydi kaftanı
Evlere giruban ettiler talan
Pir u cevanı sağir u kebiran
Taife-I zenan iderler giryan
Urmadılar asla ehl-i zenanı
Urdular ateşi kalmadı konak
Ermeniler görüp kaldılar bitak
Kani no’ldu o durarşun armutak
Bu köylerde attırdılar dumanı
Yalnız keşişler yanuldı pürgam
Eksiğin koymayıp kıldılar tamam
Yani;
Ermeniler buldu belasın
Mükemmeldir hiç kalmadı noksanı
Aşiret ev be ev gezip dolaştı
Hatalar şuurlar başa güleşti
Bir üçü serhad-ı Şama ulaştı
Bir tarafı buldu Muşu ve Vanı
Yanmaz oldu kafir fanusu çerağlar
Bulgurla yarmadan doydu sokaklar
Sahibine küsmüş yanmaz ocaklar
Cenan beca görmemiş hergez duhanı
Kilise içine düştü bir telaş
Suret-i menhuse oldu hor duhan
Milletvekili hem geldi karabaş
Niceleri ister oldu emanı
Katliamdan sonra yağma başlar:
Kiliseler içre doldu aşiret
Pay pay ettiler kalmadı ziynet
Markus Keşişe kalmadı rağbet
Ne rahip koydular ve ne ruhbanı
Ne ala safaya erdi Mardrus
Meydan bizim derken Kirkor, Petrus
N’oldu Haçik Margermiyan Kortorus
Baş deftere kaydeyledim nişanı
Ayakta paymal oldu kitaplar
N’oldu senet defteriyle hesaplar
Et yüzünü görmez oldu kasaplar
Bilmeyen böyledir hükm-ü Furkanı
N’oldu demirciler uyanmaz oldu
Çilingir, kuyumcu dayanmaz oldu
Al yeşil boyaklar boyanmaz oldu
Kimi terk eyleyip kaçtı taş hanı
Biitibar oldu ol sim u zerler
Elmas küpe bilezikler kemerler
Kani no’ldu martiniler lorlar
Nadir gördüm acep oldum hayranı
Bir yandan çekilir davarlar mallar
Halılar kilimler taze çuvallar
Nice Trablus kumaşlar şallar
Ancak kürk giyenler tuttu meydanı
Nicesi dengiyle buldu sivayı
Çoğu çoğa kimse kimi zorbayı
Kimi mangal çeker kimi sopayı
Kimisi tahtadan yükler hayvanı
Evlerde kalmadı kürk yabalar
Münakkaş giyindi iller obalar
Kimi ben buldum diye çabalar
Arar ki, soya bir Hristiyan’ı
Ozan, bu olayların Ekim 1895 tarihinde meydana geldiğini şu sözlerle açıklar: “Bin üç yüz on birde kondu (okunamadı) hal Teşrin-i evvelde koptu bu ahval.” Ve devamında şunları yazar:
Allah din ve devlete zeval (zarar-ziyan) vermesin, Firdevs cennetinde tutsun vatanları.
Zavallı fakir ve aciz kul olarak hatalıyım, günahkârım, en değersizim,
Aciz, kimsesiz, günahkâr düşünceliyim, benim için yarattı isyan denizini.
(Zünubî) der üstadımdır, ağlamayı sığınak edinmişiz Osmanlı devletini.
Sabah ve akşam içim yanarak feryat ederim, Efendim esirge hep Müslümanı.
Destanın son mısrası okunduğunda bir zorlamanın, sipariş üzerine yazıldığına dair bir hava sezinleniyor. Ozan, kendisini bütün bu olaylardan masum göstermeye çalışırken, olaya katılan İslami unsurların korunmasını da Efendisinden (Tanrı’dan) diler.
Dışarıda bir gözlemci olarak olayı izleyen ozan, destanda olanı değil, olması gerekeni yazarak Alevi/Kürt aşiretlerini, devletin yanında yer aldıklarını göstererek onları töhmet altında bırakmaktadır. Bu aşiretlerin bu tür olaylara katılıp katılmadıklarını kesin olarak bilmiyoruz. Onun için Osmanlı arşivlerini incelemek gerekir. Bu ise, makalenin konusunu aşmakta ve bambaşka bir araştırmanın konusu olmaktadır. Sadece şu kadarını diyebiliriz ki, somut kanıtlara dayanmadan, sadece ozanların, yazarların, kendi duygu dünyalarına ve soyut düşüncelerine dayanarak ileri sürdükleri hakkında bir kanıya varamayız. Tarihi olaylar, soyut düşüncelerle değil, somut delillere (belgelere) dayanarak gün yüzüne çıkarılır. Bu ise tarihçilerin ve ciddi araştırmacıların görevidir.
Kaynak
Zünubi; Der Ahval-ı Şikest ve Garet-i Ermeniyan , Manzume-i Hikayet-i An
Siz de fikrinizi belirtin