Alevî-Bektaşî kültürünün yaşandığı bir yer, topluluk veya etkinlikte ilk dikkati çeken şeyler üçler, beşler, yediler, kırklar… gibi birtakım sayılar ile yeşil, kızıl, beyaz gibi birtakım renkler ve Hünkâr Hacı Bektaş-ı Velî’nin kucağındaki aslan ve geyik gibi hayvanlar olur. Alevî-Bektaşî kültürüne yabancı kimseler için “sır” veya “giz” olan bu sayı, renk, harf ve hayvanların bu kültürün mensuplarınca malûm olduğu ve bir “ortak dil” oluşturduğu açıktır. İşte bu bölümde de sırasıyla bunlar üzerinde durulacak, AlevîBektaşîlik “yol”unun sayı, renk, harf ve hayvanlarla oluşturulan gizler dünyasına bir ışık tutulacaktır.
Alevî-Bektaşî Kültüründe Sayıların Gizi ve Kutsal Sayılar
Üçler dü âlemde birliğe yetti
Beşler de anların dâmenin tuttu
Birlik lokmasını Yediler yuttu
Dâmeni pâk olan Pirler de birdir
On dört Masum-ı Pâk, On İki İmam
On yedi Kemerbest cümlesi tamam
(İlhamî) (Gülçiçek, 2004-2: 789)
Hak Muhammed Ali kurdu bu yolu
Dört kapı, kırk makam, on iki erkân
Ziya verir âleme balkıyan nuru
Dört kapı, kırk makam, on iki erkân
(Kul Budala) (Gülçiçek, 2004-2: 790)
Alevî-Bektaşî ozanlarına ait yukarıdaki şiirlerde, bu kültürde özel anlamları olan sayılara yer verildiği görülmektedir. Bu sayılar, dışarıdan bakanların dikkatini çektiği gibi, ne anlama geldiği, neyi, neleri sembolize ettiği de merak konusu olur.
Alevî-Bektaşî ibadet veya cemlerinde “Bism-i Şah, Allah Allah…” diye başlanarak okunan gülbank/gülbenklerde[2] “… Üçlerin, Beşlerin, Yedilerin, On iki İmamların, On dört Masum-ı Pâkların, On Yedi Kemerbestlerin, Kırkların, cümle erenlerin, evliyaların hüsn ü himmetleri ve keremleri üzerimizde hazır ve nazır ola!…” denilerek, birtakım sayılarla sembolize edilen ululardan bahsedilir.
Öyle ki, Alevî-Bektaşî kültüründe sayıların bu gizi kendisini, Alevîlik-Bektaşîliğin kutsal mekânlarının mimarîsinde de gösterir. Zira, bu kutsal ziyaret yerleri, dört kapı kırk makam esasına veya evren ağacı adı verilen gökyüzündeki oniki burcu simgeleyen bir mimarî özelliğine sahiptir. Meselâ, başta Hacı Bektaş Dergâhı olmak üzere, birçok dergâh sekizgen bir mimarî üzerine kurulmuşken, Pir Sultan Abdal Dergâhı ve İstanbul’daki Şah Kulu Dergâhı evren ağacı esasına göre, yani ortada kalın bir sütun veya direğin etrafında oniki kol üzerine yapılmıştır (bk. SAB: 32) ki, bu, tesadüf değil, son derece bilinçli bir uygulamayı ifade eder.
Bu sebeple, Alevî-Bektaşî kültüründe önemli bir yer tutan ve bu kültüre yabancı kimselerce “giz/sır” olan sayılar ve simgeleri üzerinde durmak gerekiyor.
Bir: Allah’ın birliğini (vahdeti) simgeler. Tasavvuf anlayışına göre, Allah nurunun bir tecellisi olan âlem, nasıl çokluk (kesret) içinde birliği (vahdeti) ifade ediyorsa, Alevîlik-Bektaşîlikte de Allah-Muhammed-Ali, diğer bir tanımla Allah-insan-evren üçlüsünün üçü bir, biri de üçtür. Alevî-Bektaşîlerin “Söz bir Allah bir, yol bir” deyişleri de buna başka bir örnektir.
İki: İki ilkenin varlığını simgeler: Yaradan-yaratılan, ruhbeden, kadın-erkek, karı-koca, yer-gök, güneş-ay vb. Ayrıca iyi-kötü, doğru-yanlış, gece-gündüz, iki âlem …gibi zıt varlık ve kavramları da simgeler. Tanrı’dan başka her şey çifttir, çift yaratılmıştır, inancı da halk arasında hâlâ yaşamaktadır.
Üç: Allah-Muhammed-Ali, başka bir tanımla Allah-insanevren üçlüsünü simgeler. Allah-Muhammed-Ali üçlemesi, AlevîBektaşî inancının temelini oluştururken, Hacı Bektaş Veli’nin “Eline, diline, beline sahip ol.” şeklindeki öğüdünde yer alan “el-dil-bel” üçlemesi de bu kültürün temel ahlâk kurallarını simgeler.
Dört: Alevî-Bektaşî kültüründe “dört kapı” diye tabir olunan “şeriat, tarikat, marifet, hakikat”i simgeler.
Hak Muhammed Ali kurdu bu yolu
Dört kapı, kırk makam, on iki erkân
(Kul Budala)
Dört sayısı ayrıca, dört temel unsuru (ateş, su, toprak, yel), dört peygamberi (Hz. Musa, Hz. Davut, Hz. İsa, Hz. Muhammed), dört kutsal kitabı (Tevrat, Zebur, İncil, Kur’an), dört büyük meleği (Cebrail, Mikâil, İsrafil, Azrail), dört yönü (doğu, batı, kuzey, güney), dört mevsimi (ilkbahar, yaz, sonbahar, kış) ve dört dilimli “Ethem-î tac”ı simgeler.
Beş: “Âl-i Abâ” olarak bilinen ve Hz. Muhammed, Hz. Ali, Hz. Fâtıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’den oluşan Hz. Peygamber’in Ehl-i Beyt’ini simgeler. Ehl-i Beyt için ayrıca “Pençe-i Âli Aba” tâbiri kullanılır ki, Tanrı’nın kudret elini simgeleyen bir elin beş parmağı şeklinde ifade edilir. Beş parmaktan baş parmak Hz. Muhammed’i, şehadet parmağı Hz. Ali’yi, ortanca parmak Hz. Fâtıma’yı, yüzük parmağı Hz. Hasan’ı, serçe paröağı da Hz. Hüseyin’i simgeler.
Cem birleme hizmetinde, kendileri ve bütün bacılar adına iki rekâtlık tarikat namazını kılan, böylece Kırklar Cemi’nde bu hizmeti gördüğüne inanılan Hz. Havva, Hz. Meryem, Hz. Asiye, Hz. Hative, Hz. Fâtımâ’yı sembolize eden “beş bacı” da beş sayısı ile ilgilidir.
Beş sayısı beş ayrı evren veya âlemi, yani “lâhut” (Tanrı âlemi), “ceberut” (Tanrı’ya varmanın üçüncü basamağı), “melekut” (melekler ve ruhlar âlemi), “nasut” (insanlık âlemi) ve “misâl” (semboller âlemi) âlemleriyle de ilgilidir (Gülçiçek, 2004-II: 790).
Altı: Altı yön (sağ, sol, ön, arka, alt, üst) ile “Hz. Allah-Hz. Muhammed-Hz.Ali, Hz. Fâtıma, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin” altılısını simgeler. Kudret ve olgunluğun simgesi olarak altı köşeli bal peteği de altı sayısının sırrı ile ilgili görülür.
Yedi: Alevîlik-Bektaşîlikte öncelikle, Hz. Muhammed ile eşi Hz. Hatice, kızı Fâtıma, damadı Hz. Ali, torunları Hz. Hasan, Hz. Hüseyin ve Selman-ı Farisî’den oluşan “Yediler”i simgeler.
Ayrıca, Hz. İmam Musa Kâzım’a kadar olan yedi imama da “Yediler” veya “Yedi İmamlar”ı, Alevî-Bektaşî edebiyatında önemli yerleri olan “yedi ulu ozan”ı (Nesimî, Hatayî, Fuzûlî, Yeminî, Viranî, Pir Sultan Abdal, Kul Himmet), yedi erkânı (pîr, rehber, mürşid, iki musahip ve eşleri), yedi sıfat veya vücut organını (göz, kulak, boyun, el, bel, ayak), haftanın yedi gününü de simgeler (Daha geniş bilgi için bk. Gülçiçek, 2004-II: 791).
Sekiz: Arınmış, günahsız ruhların varacağı cenneti, yani “sekiz uçmak”ı simgeler.
Dokuz: Hz. Âdem’in tecelli ettiğine inanıldığı “aded-i kül” veya “tüm sayı”sını, “dokuz kat gök”ü (yedi kat gök+ arş ile kürsi) ve “dokuz ata”yı ifade eder.
On: Olgunluğun, yetkinliğin simgesi olan on sayısı, Alevîlik-Bektaşîlikte dört kapının onar makamını da simgeler.
On Iki: Alevîlik-Bektaşîlikte en önemli sayılardan biri olan on iki, en başta “yol”un altın zinciri olan “on iki imamı” ( İmam Ali, İmam Hasan, İmam Hüseyin, İmam Zeynel Âbidin, İmam Muhammed Bâkır, İmam Cafer-i Sâdık, İmam Musa Kâzım, İmam Hulk-ı Rıza, İmam Muhammed Tâkî, İmam Aliyyü’n-Nâkî, İmam Hasan el-Askerî, İmam Muhammed Mehdî), cem âyinindeki “on iki hizmet” ile “on iki postu”, on iki dilimli “Hüseynî/Haydarî tac”ı, kâmil insanın ifadesi olan “ney”deki on iki deliği, yılın “on iki ayı”nı, “on iki burç”u simgeler.
On Dört: İmamların, çocuk yaşta şehit edilen “on dört mâsum-ı pâk” olarak da bilinen erkek çocuklarını simgeler. Büyük bir bölümü Kerbelâ’da şehit edilmiştir.
On Yedi: Hz. Ali’nin kemer (kılıç) bağladığı ve çoğunluğu Sıffiyn savaşında şehit düşen on yedi ulu kişiyi simgeler. “On yedi kemerbest” diye bilinirler.
Yirmi Dört: Kerbelâ’da İmam Zeynel Âbidin’in etrafında pervâne gibi dönüp dua ederek İmam’ı Yezid askerinin şerrinden koruduğuna inanılan, Hz. Hüseyin’in yanında bulunan eşi, kızları, kız kardeşleri ve akrabasından oluşan “yirmi dört bacı”yı simgeler.
Kırk: Hz. Ali birlikte Kırklar Cemi’nde bir araya gelen kırk ulu kişiyi simgeler. Bunlar, Tanrı’nın ruhları yarattığında yaratılan, her devir ve zamanda yeryüzünde bulunduklarına inanılan kırk ermişlerdir. Kırk sayısı ayrıca “dört kapı”ya bağlı “kırk makamı” da simgeler.
Yetmiş iki: “Yetmiş iki Kerbelâ şehidi”ni, kıyamet gününe yakın Müslümanların ayrılacağı “yetmiş iki fırkayı”, dünyada bulunan “yetmiş iki milleti” simgeler.
Üç yüz altmış: Alevî-Bektaşîlerin “Serçeşmesi” Hünkâr Hacı Bektaş Velî’nin icazet verdiğine inanılan “üç yüz altmış dervişi/halifeyi” simgeler.
Bin bir: Balım Sultan’ın binbir halifesini simgeler.
On sekiz bin: Altı bini bitkilere, altı bini hayvanlara, altı bini insanlara ait olan, birbirinden ayrı olmayan ve Tanrı ile kuşatılan “on sekiz bin âlemi” simgeler.
Doksan bin: Pîr-i Türkistan Hoca Ahmet Yesevî’nin halifeleri olan “Horasan Erenleri”ni, “Türkistan Pîrleri”ni simgeler.
Yüz yirmi dört bin: Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar gelmiş olduğuna inanılan yüz yirmi dört bin peygamberi simgeler:
İlâhî Mustafa Murtaza hakkı
İnsan-ı kâmilden ayırma bizi
Yüz yirmi dört bin enbiya hakkı
İnsan-ı kâmilden ayırma bizi (Sıdkı)
(Gülçiçek, 2004-II: 793)
Alevî-Bektaşî Kültüründe Renklerin Gizi ve Renk Simgeciliği
Alevî-Bektaşî kültüründe renklerin de özel anlamları vardır. Bu cümleden olarak, beyaz Hz. Muhammed’e, kırmızı Hz. Ali ve Hz. Hüseyin’e, açık yeşil ve sarı Hz. Hasan’a, pembe ve yeşil Hz. Hüseyin’e, kara/siyah ise Hz. Fâtıma’ya yakıştırılır. Kırsal kesimde yaşayan Alevî-Bektaşî kadın veya kızlarının baş örtülerinin rengi de bu açıdan ayrı bir önem arz eder. Meselâ; yeşil baş örtüsü kadının ehlibeyt soyundan geldiğini işaret ederken, kırmızı baş örtüsü kadının evli olduğunu, siyah baş örtüsü ise yas ve olgunluğu simgeler.
Türk kültüründe yönlerin renklerle ifade edilmesi özelliğinin Alevî-Bektaşî kültüründe de bilinip yaşatıldığına tanık oluruz. Buna göre,: mavi doğunun, ak batının (Akdeniz), kızıl güneyin (Kızıl Deniz), kara kuzeyin (Karadeniz) ifadesidir. Bu anlamda, eski Şaman inancına göre dört tanrının “Gökhan”, “Akhan”, “Kızılhan” ve “Karahan”ın renklerle ifade edilmiş olması ve Alevî-Bektaşîlerce bilinmesi de ayrıca anlamlıdır (bk. Gülçiçek-II: 790).
Alevî-Bektaşî Kültüründe Harflerin Gizi ve Harf Simgeciliği
Tamamen harf gizemciliğine dayanan ve esasları Esterâbâdlı Fazlullah tarafından kurulan Hurûfîliğin etki ve izlerine AlevîlikBektaşîlikte de rastlıyoruz.
Hurûfîliğe göre, Mutlak Varlık olan Tanrı, kendini görmek ve göstermek isteyince ilk önce kelâm (söz) şeklinde tecelli etmiş, harflerle ortaya çıkmıştır. Kâinat, Mutlak Varlık’ın zuhurundan ibaret olduğuna göre, varlığın zuhuru sesledir. Sesin kemâli söz veya kelâmdır. Sesin ve sözün de aslı harftir. Hurûfîlere göre Tanrı’nın özü Kur’an alfabesindeki harflerin seslendirilmesinde apaçık görülür. Ezelî kudret, kemâl ve celâlini insan çehresinde göstermiştir. Dolayısıyla Kur’an/Arap alfabesindeki yirmi sekiz harf ile Farsçada ilâve edilen dört harfle toplam otuz ikiye ulaşan harfi, insan yüzünde görmek mümkündür. Yani insanın yüzünde Allah’ın adı yazılıdır. Burun Arap alfabesindeki “elif”, burnun iki yanı “lâm”, gözler “he” harfi ile sembollenir, bunlar yan yana gelirse Arapçadaki yazılışıyla “Allah” adını oluşturmuş olur (Geniş bilgi için bk. Tökel, 2003: 5357; Gülçiçek, 2004-II: 794; Gülçiçek, 2004-III: 1231-1234).
Alevîlik-Bektaşîlikte de, kemâle ermiş insanın yüzü (cemâli) didâr-ı Hakk’tır. Tıpkı Mihrabî’nin şu dörtlüğünde olduğu gibi:
Kur’anîdir sözümüz
Rahmanîdir yüzümüz
Hak’kı görür gözümüz
Aldanmayız hayâle
(Gülçiçek, 2004-II: 794)
Alevîlik-Bektaşîlikte, Hacı Bektaş Veli’ye ait “Eline, diline, beline sahip ol!” sözü, önemli bir düsturdur. Bu düsturda geçen “el”in /e/si (elif), “dil”in /d/si (dal), “bel”in /b/si (be) Arap dili ve yazı sistemine göre sırasıyla bitiştirilirse, “edeb” kelimesini meydana getirir. Dolayısıyla, Hünkâr Hacı Bektaş-ı Velî’ye ait bu sözde “edeb” kavramı/kelimesi şifrelenmiş sayılır ki, doğrudan doğruya Hurûfîlikteki harf simgeciliği ile ilgilidir.
Alevî-Bektaşî Kültüründe Hayvanların Gizi
Arslan: Alevî-Bektaşî kültüründe, yiğitlik, mertlik ve cesaret timsali Hz. Ali’nin mâhlası olur ve onun yiğitlik ve mertliğini simgeler. Türkçe’nin “Arslan”ı, Arapça’da “Haydar”, Farsça’da “Şir” veya “Şir-i Yezdan” olur.
Güvercin: Alevî-Bektaşî kültüründe, barışın ve mazlumun simgesidir. Bilindiği gibi, “İncinsen de incinme.”, “Düşmanının bile insan olduğunu unutma.” diyen Hacı Bektaş Veli’nin, bir barış elçisi gibi, Anadolu’ya “güvercin donunda” geldiğine inanılır.
Turna: Türk kültüründe, özellikle Halk Müziğimiz ve Halk Edebiyatımızda çok önemli bir yeri olan bu göçmen kuş, halk inançları içerisinde uzun yaşamın, bereket ve refahın simgesi olurken, Alevî-Bektaşî külütüründe de bu önem ve özelliklerinini yanında, Hazret-i Şâh’ın avazı (sesi) olma, Hoca Ahmet Yesevî donunda görünme, Hz. Ali’den ve Hacı Bektaş Velî’den haber getirme gibi olağanüstülükler yüklenen bir hayvan, kuştur. Bunu AlevîBektaşî kültürünün en önemli ritüellerinden olan semah törenlerinde de görürüz. Semah dönen canların bu dönüşü turna dönüşünden mülhemdir.
Hazret-i Şah’ın avâzı,
Turna derler bir kuştadır.
(Pir Sultan Abdal)
Turnalar Hicaz’dan sökün eyledi
Muhammed Mehdi’yi yakın eyledi
Hakikat ehlini memnun eyledi
Eğlen turnam eğlen, Ali misin sen
Yoksa Hacı Bektaş Veli misin sen
(İlhamî) (Gülçiçek, 2004-II: 795)
Geyik: Hacı Bektaş-ı Veli’ye ait heykellerde aslanla birlikte yer alan geyik, sulak yerlerde yaşayıp kirli yerlerden atlayarak geçtiği ve pisliğe, yani mecazen kötülüklere bulaşmadığı, suyla arındığı ve arıttığı için günahlardan arınmanın simgesi olur. Genel anlamda da yenileşmenin, uzun yaşamaın, yumuşaklığın, barışın, masumiyetin de simgesi olan geyik, kötülüğün ve günahkârlığın simgesi olan zehirli yılanların da düşmanıdır.
Alevîlik-Bektaşîlikte, Abdal Musa Sultan’ın yedi ulu şairden biri olan Kaygusuz Abdal’a “geyik donu”nda göründüğüne inanılması da, bu cümledendir.
Hacı Bektaş-ı Velî heykellerinde Hünkâr’ın bir kolunda aslanın, diğer kolunda da geyiğin yer alması da, birbirinin zıddı ve düşmanı olan iki hayvanı barıştırıp bir araya getirmek suretiyle, insanlara sevgi, hoşgörü ve barışın telkin edilmek istendiğine yorulur.
Tavşan: Eski Türk inancında, özellikle Şaman geleneklerinde tavşan, kutlu bir hayvan sayıldığı için eti yenilmez ve avlanmazdı. Şaman geleneklerinde totem kabul edilen tavşan, Alevî-Bektaşîlerce de eti yenilmeyen bir hayvandır. Ancak, kutlu bir hayvan olarak görülmeyip tam tersine, Muaviye’nin kedisi olarak nitelenip uğursuzluğun simgesi sayılır.
Sonuç:
“Sır” kelimesini açıklarken de belirttiğimiz gibi, birçok tarikatta olduğu gibi, Alevîlik-Bektaşîlikte de “yol”un mensuplarının bildiği özel bilgi veya “tarikat sırrı” anlamında hem “dede” ile “tâlip” arasında, hem de söz konusu toplulukça Alevî-Bektaşî olmayanlara karşı saklanıp muhafaza edilen birçok “sır/giz” vardır. “Ser verilir, sır verilmez.” düsturu gereği, “yol”un bu gizli bilgileri, gizliliğini koruyarak gönülden gönüle aktarılır; yazılmaz ve söylenmez, sadece yaşanır.
Dolayısıyla, Alevî-Bektaşî Türk topluluğunun çok rahatlıkla gizli dil sınırları içerisinde değerlendirilebilecek kavram, kelime, deyim ve semboller dünyası olduğuna hükmedilebilir. Şüphesiz bu kelime, terim ve semboller tarikat veya tasavvuf kültürü içinde değerlendirilebilir. Zira, “Ünlü mutasavvıf Kuşeyrî, Risâle ismiyle tanınan eserinde; herhangi bir ilim dalına, mesleğe ve san’ata mensûb olan kişilerin, çalışma alanlarıyla ilgili hususları birbirine anlatmak için kendilerine özgü birtakım terimler kullandıklarını, bu cümleden olmak üzere sûfîlerin de tasavvufî bilgileri ve hâlleri yekdiğerine aktarmak için aralarında müşterek bir dil kullandıklarını, kendilerine özgü bilgi ve hâllerin yabancılar tarafından öğrenilmesini kıskandıklarından, bu hususları onlardan saklamak maksadıyla anlamları açık olmayan birtakım terimler kullandıklarını ifade eder.” (Uludağ, 1995: 5)
Biz de bu düşüncelere katılıyoruz. Elbette, Alevîlik-Bektaşîlik “yol” veya kültürünün diğer tasavvuf okullarıyla birleşen kelime veya terimleri az değildir. Ancak, konuya biraz dikkatli bakılınca görülecektir ki, bu İslâm tasavvufunun ortak kavram ve terimlerinin çok normal olan ortaklığına rağmen, tarih boyunca ibadet ve dualarında Türkçeye ayrı bir yer ve önem vermiş olan AlevîBektaşîler, diğer tarikatlarda bulunmayan, kendilerine özgü birçok deyim, kelime/terimi Türkçeden türetip kullanmış ve kullanmaktadırlar. Bu anlamda, yukarıda verdiğimiz 50’ye yakın deyimin Türkçe kelimelerden kurulması, 70’e yakın basit veya birleşik kelimenin de yine Türkçenin kavramlaştırma yollarından olan “deyim aktarması” (arı, bal, bezirgân, erçiçeği, Erenler Cellâdı, iç gömlek, pervane, şah…vb.) ve “ad aktarması” (Akyazılı, Kızıl Deli, Kamber, kara kazan, lokma… vb.) yoluyla oluşturulmuş olması dikkati çekmektedir.
Biz, çalışmamızda seçme bir listeyi sunarak Alevî-Bektaşî erkânındaki bu Türkçeyi tercih edişe ve Türkçe hâkimiyetine bilhassa dikkati çekmek istedik. Tabi ki, bu Türkçe kelime ve deyimlerin sadece Alevî-Bektaşî kültürüne mensup vatndaşlarımızca bilinip kullanılmasının da bir “gizli dil” teşkil ettiğini göz ardı etmeden dikkatlere sunmaya çalıştık.
Alevî-Bektaşî kültüründe belli birtakım renk, sayı, hayvan ve harflerin gizi, yani birtakım kavramların simgesi olarak kullanılması da oldukça dikkat çekicidir.
Necip Âsım (Yazıksız), yazarı meçhul bir yazmaya dayalı olarak hazırladığı “Bektaşî İlmihali” adlı çalışmasında; “ … Kitapçığa ‘Bektaşi İlmihali’ adını ben verdim. Böylece ‘Bektaşi sırrı’ denilen ünlü giz’in bir kesimi artık açıklandı. Daha kalan varsa bir gün o da anlaşılır. Aslında, bundan böyle sır saklamak olanağı kaldı mı?” (Birdoğan, 1996: 14) diyor. Aynı düşünce ve amaçla biz de, küçük bir Alevîlik-Bektaşîlik terimleri sözlüğü olan bu bildirimizle, yüzyıllarca sırlar dünyasına gömülmüş, öz be öz bizim/Türk olan Alevî-Bektaşî kültürüne söz varlığı ve semboller dünyasından bir pencere açmaya çalıştık. Başarabilmişsek, ne mutlu bize!
Ahmet Günşen
DİPNOTLAR
[1] Bu bölümdeki bilgi ve örnekler için büyük ölçüde Gülçiçek (2004-II: 788-796)’ten yararlanılmıştır.
[2] Gülbank/Gülbenk, Alevî-Bektaşî toplantı ve cem âyinlerinde, bütün canlar secdede iken, pîr veya mürşidin yaptığı uzun duadır (Çağlayan, 2002: 179).
TARANAN VE YARARLANILAN KAYNAKLAR
Birdoğan, Nejat (1996); Alevi Kaynakları-1, İstanbul: Kaynak Yay.
Cebecioğlu, Ethem (1997); Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Ankara; Rehber Yay.
Çağlayan, Alper (2002); Çubuk Yöresinde Erkân, Ankara: Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Merkezi Yay.
Eröz, Mehmet (1990); Türkiye’de Alevîlik ve Bektaşîlik, Ankara.