Gerelateerde afbeeldingÜzerinde en çok konuşulan ve Anadolu’da en çok bilinen Anadolu Erenleri’nin başında Ahi Evren gelmektedir. Ahi Evren’in yaşamı, ör­gütçülüğü ve kişiliği konusunda çok söz söylenmiştir. Onunla ilgili ta­rihi bilgiler yeteri kadar çoktur. Ahi Evren’in de Hacı Bektaş, Geyikli Baba, Abdal Musa, Mevlana gibi Horasan pirlerinden ve onlarla arka­daş ve fikirdaş olduğu bilinmektedir. Bektaşi kültürüyle iç içe, yandaş ve kardeş görünümünde bulunmakta olup, Ahilik zamanla Bektaşilik içinde kaynaşmış ve bu tarikatla aynı konuma girmiştir.

Ahi Evren’in asıl adı Mahmud, lakabı ise Nasriü-din, künyesi Ebul Hakayik, nisbet adı da Hoyi olarak bilinmektedir. Ahi Evren eserlerinde kendi adını kullanmaktan özenle kaçınmış olmasına karşı yine de yükselen itibarı gölgelenememiştir. Kendisinden söz ederken bu fakir, bu zayıf gibi tabirler kullanılmıştır. 1215 tarihinde doğduğu tahmin edilir. Azerbaycan’ın Hoy kasabasından bir süre yaşadığı ve doğum memleketi olduğu  anlaşılmaktadır.

Ahi Evren ilk tasavvufi bilgilerini Ahmet Yesevi okulu öğretmen­lerinden almış, Horasan ve Maveraunnehr onun öğrenimini geçirdiği yerler olarak bilinmektedir. Hac taraflarına giderken burada Türk asıl­lı gezgin Evhadüddin-i Kirmani ile tanıştığı ardından Muhyittin Arabi ve Saadettin Konevi’nin babası ile birlikte Anadolu topraklarına ayak bastığı anlaşılmaktadır.

Alaaddin Keykubat zamanında Konya’ya gelmiş, başlangıçta Mev­lana ile iyi ilişkiler kurmuşken, sonraları fikirleri tutmadığından Mev­lana’dan ilişkilerini kesmiş bulunmaktadır. Mevlana, kent soylularla ilişki kurarken, Ahi Evren esnaflar ile köylülere ilgi duymuş, ilişkileri­ni onlarla sürdürmüştür. Daha sonra Konya’dan Kayseri’ye geçmiş ve arkadaşı ve Şeyhi olan Avhaüddin Kirmani’nin kızıyla evlenmiştir.

Ahi Evren’in Babailer olayı üzerine tutuklandığı, bunu Mevla­na’nın adamlarının sultana ihbarları sonucu olduğu bilinmektedir. Ahi­lik üzerine araştırmalar yapan Neşet Çağatay, bu konuda şunları yazmaktadır.

”Ahi lideri olan Ahi Evren tutuklanmış ve Ahi kuruluşlarının üyeleri olan Türkmenler Baba İshak’ın başkanlığında Amasya, Tokat, Çorum ve Kırşehir yöresinde 2. Gıyasettin Keyhüsrev‘in  zulüm ve adaletsizliğini öne sürerek isyan ettiklerini öne sürmektedir.”[1]

Bir başka kaynakta şu bilgiler var: “Türkmenler, Baba İshak başkanlığında Amasya, Çorum, Kırşehir bölgesinde 2. Gıyasettin‘in zulüm ve adaletsizliğini ileri sürerek isyan ederler. Kayseri‘de bir süre Evhaüddin ve Ahi Evren ‘in mahiyetinde kalan Hacı Bektaş da bu isya­na katılır.”[2]

“Ahi Evren ‘in Babai isyanı gibi siyasi bir olaya adı karışır. Beş yıl hapis yatar. Bu olayda pek çok Ahi Babaları tutuklanır.[3]

Bir süre Kayseri’de Debbağ (derici) atelyesi kurarak esnaflık yap­tığı, bu sırada tüm esnafı örgütlediği, esnaf kurallarını koyduğu bilini­yor. Hatta kurmuş olduğu örgüt yurt savunması yaparak Moğollar’ın 1243 yılında Kayseri İli’ni istila ettiklerinde Ahiler örgütü kenti savun­muş, hatta Ahi Evren’in eşi Fatma Bacı, Bacıyan-ı Rum adıyla bilinen Anadolu Bacıları örgütünü kurmuş, bu örgütle hem savaşlara katılmış, hem de Türkmen kadınlarnı örğütlemiş, eğitilmelerine katkıda bulun­muştur.

Ahi Evren, Kayseri’de kurmuş olduğu Ahi örgütünün öncülüğünde büyükçe bir sanayi sitesi kurmuş, burada usta-çırak ilişkilerini de ku­rallara bağlamıştır.

“Ahilik aristokrasiye karşı ince ince örülmüş bir isyandır. Öncelik­le Ahiler, aristokratlar gibi kendilerini tanrımn yeryüzündeki temsilci­si saymamaktadırlar. Tanrı mülkünü yönetmek gibi bir istekleri yoktur. Ellerinde büyük topraklar değil, örs, çekiç vb. araçlar vardır. Ve mül­kü bir insan grubu, dünyada ilk kez, tanrının değil, kendilerinin say­maktadır.”[4]

Temsil ettikleri sınıf bakımından Mevlana ile sürekli çekişme ha­lindedirler. 1. Alaaddin Keykubat’ın emriyle Kayseri’den gelerek Kon­ya’ya yerleşen Ahi Evren, burada yine esnaflarla örgütlenmeye giriyor. Aynı zamanda Müderrislik yaparak birçok öğrencinin yetişmesine ön­cülük yapıyor. Veziri Saadettin Köpek’in düzenlediği suikast sonucu öldürülen Sultan 1. Alaaddin Keykubat, Ahileri tutmaktaydı.

Sultanın öldürülmesinin ardından kenti terkederek bir süre için De­nizli taraflarında yaşamını sürdüren -Ahi Evren, Il. Gıyaseddin Keyhüs­rev’in öldürülmesinin ardından yeniden Konya’ya döner. Bu dönüşü de pek içten olmaz. Çünkü bir yandan Mevlana ve hocası Şemsi Teb­rizi, bir yandan Ahi Evren çekişmesi sürmektedir. Ahiler’in tertibiyle ve Mevlana Celalettin Rumi’nin oğlu Alaaddin Çelebi’nin düzenlediği suikastla birlikte Şemsi Tebriz’i öldürülür. Olayda Ahi Evren ve Ala­addin Çelebi’nin parmağı olduğu fikri ortaya atılır. Bundan sonra Mev­lana’nın oğlu ile Ahi Evren, Konya’da duramazlar ve birlikte Kırşe­hir’e yerleşirler.

Afbeeldingsresultaat voor ahi evran

Ahi Evran Anıtı – Kırşehir

“Ahiler ve Türkmenler, 2. Gıyaseddin ‘e karşı siyasi bir tavır alır­ken, Mevlana ve çevresi bu sultanın paralelinde siyasi bir tutum için­de bulunuyorlardı. Ancak Mevlana ve Ahi Evren arasındaki siyasi ih­tilaf Moğollar’ın Anadolu‘yu  işgal etmesinden sonra büyük boyutlar kazandı. Ahiler ve Türkmenler Moğollara karşı savaşırken, yer yer is­yan ederlerken, Mevlana ve çevresinin Moğol iktidarını destekledikle­ri görülmektedir.”[5]

Ahiler’in Moğol saldırılarına karşı koyuşlarına ve Moğol saldırgan­lığına karşı yurt savunmasında Ahiler’in nasıl yer aldıklarını o çağın büyük gezgin tarihçilerinden İbn-i Bibi, Moğol saldırısına ilk kıvılcımın Kayseri’de patlak verdiğini işaret etmektedir ki, bir dönem Ahi Evren Kayseri’de yaşamıştır. Ve Ahi örgütlenmesi Kayseri’de oldukça güçlüdür. Ahilerin bu hareketi onların ne derece yurtsever bir örgütlenme sergilemiş olduklarını göstermektedir.

Moğollarla yakın ilişki içerisinde bulunan Şems-i Tebrizi, büyük ihtimalle her bakımdan etki alanına aldığı Mevlana’yı, bu yönden etki etmesi olasılığı yüksektir. Erzurum ve Erzincan taraflarından Anado­lu’ya ayak basan Moğolları, Konya üzerine göndererek sultanlığı da baskı altına alınmasını sağlayan zattır Şemsi Tebrizi. Konya’yı muha­sara altına alan Moğollar, bu bölgede ne kadar Ahi örgütü ve Ahi yan­lısı varsa hepsine de büyük zulüm yapmaktan çekinmemişlerdir. Hatta Mevlana’ya yakınlığı bulunan Ahiler’e hiç dokunulmadığı dikkatler­den kaçmamıştır. Sultan Veled Divanı’nda şu bilgileri de bulmaktayız. “Mevlana ‘nın ölümünden sonra da Mevlevilerin Moğollarla iyi iliş­kileri ve Türkmenlere karşı düşmanca tutumları devam etmiştir.”[6]

Mevlana ili ilişkilerini bozan Ahi Evren, Kırşehir’e yerleştikten sonra eski mesleği olan Debbağlık görevini yürütmüş, burada da yine Ahileri örgütlemiştir. Kendisi büyük bir bilgin ve örgütleyici yönüyle de çok sevilip, sayılmaktadır. Hatta Mevlana’nın oğlu ile birlikte Kır­şehir’de dostane ilişkiler içerisinde yaşamaktadır. Ne var ki Mevlana tarafından Kırşehir Emirliğine Moğollar’a tayin ettirilen Emir Nurettin Caca, hem Mevlana’nın oğlunu hem de Ahi Evren’i öldürtmüştür. Mevlana, böylece Şems-i Tebrizi’nin öcünü, hem kendi öz oğlundan, hem de Ahi Evren’den almaktadır, Tarih 1 Nisan 1261.

Ahi Evren’in en yakın arkadaşlarının başında Hacı Bektaş Veli gel­mektedir. Bu iki arkadaşın yedikleri içtikleri ayrı gitmemektedir. Her olayda her harekette birbirlerine danışırlar, birbirlerini bilgilendirmektedirler.

Hacı Bektaş Vilayetnamesi Ahi Evren’den sık sık söz etmekte­dir. Velayetname bilgileri de Hacı Bektaş’la Ahi Evren’in ilişkilerinin çok samimi olduğunu, birbirlerine her konuda yardım yaptıklarını, fi­kirlerini birlikte ortaya koydukları, Anadolu’nun Türkleşmesinde ve Alevi kültürünün, Türkistan safiliğinin gelişmesi yönündeki çalışma­larda her zaman aynı doğrultuda düşündüklerini göstermektedir. Hatta Velayetname’nin bir yerinde şöyle bir tümce göze çarpar. Bu tümce bu ilişkilerin ne derece samimi ve sıcak olduğunu belgelemeye yetmekte­dir. “Hacı Bektaş’la Ahi Evren birbirlerini çok severlerdi. Hatta bir sohbet anında Ahi Evren ‘Her kim bizi Şeyh edinirse, aslında onun Şeyhi Hacı Bektaş Hünkardır,”[7]

Kaynakların ortak kanısı şunu kesinlikle ortaya koymaktadır. Ahi Evren, bir gün öldürülmesi anında karısının ve çocuklarının tek sığına­cakları yerin Hacı Bektaş Veli Tekkesi olabileceği düşüncesindedir. Sonuçta yine öyle olmuştur. Ahi Evren’in Nurettin Caca tarafından öldürülmesinin ardından ailesi ve çocukları Hacı Bektaş’a sığınmışlardır.

Irene Melikoff, Ahilerle Bektaşi ilişkileri konusuna değinirken bu konudaki görüşlerini şöyle sürdürmektedir. “Fasit gezgin Ibn-i Batuta, Anadolu ‘da bulunan Ahi localarını anlatırken onların, çok yaygın ol­duğunu söylüyor. Ülkelerde yolculuk sırasında çoğu kez, Ahi konukse­verliği  derinden yaralamıştır. Bu belgelerden Ahi Iocalarla dervişlerin tarikatı arasındaki bağın çok sıkı olduğu anlaşılmaktadır. Ahilerde Şii etki hakimdi. Pirleri Selmani Farisi idi.”[8]

Yine aynı yazar iki bilim adamı ve tarihçiden yararlanarak şunları söylüyor: “Velayetname’ye göre Hacı Bektaş, Rum Abdalların başı idi. Abdallar ve Ahiler, daha sonra Bektaşilik içinde belirginleştiler. Ve onunla bütünleştiler. Bektaşilik aynı şekilde başka öğeleri, bilhas­sa Safavi taraftarları göçer zümrelerin oluşturduğu Kızılbaşları da içi­ne alacaktır.”[9]

Mikail Bayram, Ahi Evren’in devlete karşı suç işlediği ve isyan et­tiği için cenaze namazının bile kılınmadığını, hatta Mevlana’nın oğlu Alaaddin Çelebi’nin de cenazesi Konya’ya getirilmiş ve “devlete kar­şı isyan sırasında öldürülmüş olduğu için olacak Mevlana oğlunun ce­naze namazını kılmamıştır.”[10]

Ahi Evren bir teşkilatçı, savaşçı olduğu kadar büyük bir bilim ada­mıdır aynı zamanda. Onun yazdığı birçok yapıt vardır. Çeşitli Ahi ocaklarında, tekkelerinde Ahi Evren’in kitapları yıllarca ders kitabı olarak okutulmuştur.

Ahi Evren, teşkilatlanmaya başladığı andan başlayarak, daha doğ­rusu Anadolu topraklarına ayak basar basmaz, geniş incelemelerde bu­lunmuş, Türkler için yurt edinilmiş olan bu toprakların iman, düzeni, teşkilatlanması, örgütlenmesi, üretim ve tüketim birliktelikleri kurul­ması yönünde büyük umarları olmuştur. Hatta sultanlara bu konularda büyük öğütleri vardır. Devletin destek ve korumacılığında insan yığınlarını hem işsizlikten kurtarmak, hem de belirli dallarda, hem eğitimi­ni sağlamak, hem de üretime katkıda bulunmak için çalışmalar yapmış­tır. Hatta kendisi de sanatkar olarak dericilik mesleğini de sürdürmüş, örnek davranışlar sergilemiştir. Ahilik adıyla diğer meslek kollarını bu organizasyon içinde toplamayı başarmıştır. Bir halk filozofu vasfıyla bu ocaklarda usta çırak ilişkilerini ve çırak larına, kalfa ve kalfaların dini eğitimi ve sosyal durumlarıyla yakından ilgilenmiştir.

Ahi Evren’in meslek örgütlerinin kurallarını, koşullarını, mesleki ahlakın niteliklerini belirlediği kurallar bütünlüğü bugün bile Türk es­naflarında yürütülmektedir.

HACI BEKTAŞ VİLAYETNAMESİ’NDEN*

Hacı Bektaş – Ahi Evren

O zamanlar, Kırşehri’nin adı, Gülşehri’ydi. Camileri, mescitleri, medreseleri çoktu, mamurdu. Şehirde müderrisler, bilginler, olgunlar vardı. Bunların içinde, Ahi Evren adlı bir er de vardı ki Denizli’den Konya’ya, ordan Kayseri’ye gelmiş, Kayseri’den de kalkıp Gülşehri’ne gelerek yerleşmişti. Fütüvvet ehlinin ulusuydu, fakat aslını, soyu­nu, nereli olduğunu kimse bilmez, çünkü gayb erenlerindendir. Onu, Sadreddin-i Konevi aleme bildirdi. Bu erin birçok kerameti vardır, gün gibi meşhurdur.

Hacı Bektaş’la Ahi Evren,birbirlerini pek severlerdi. Hatta Ahi Ev­ren, bir gün sohbet ederken kim dedi, bizi şeyh edinirse onun şeyhi, Hacı Bektaş Hünkar’dır.

Molla Celüleddin’i, Şems-i Tebriz, derviş yaptı. Nasıl derviş yap­tığını anlatırsak anlatacağımız şeyleri anlatmaya vakit kalmaz. İsteyen Molla’ya ait manakıpta bulur. Molla, derviş olunca şehrin bütün bilgin­leri, Selim Han-ı Gazi oğlu Kılıçarslan’ın oğlu Sultan Aliyyüddin, Keyhusrev’e gidip bir derviş geldi dediler, ne yaptıysa yaptı, Molla Ce­laleddin’i bizden ayırdı. Emret, gene bize katılsın. Padişah, o dedi, bunca kitap okumuş, bunca bilgili bir er, erenlerden biri gelmiş, onu derviş yapmış, o da dervişlere katılmış, şimdi ben gel, dön, onlara ka­tılma diyemem, bu doğru bir şey değil, ben diyemem.

Bilginler, padişahın bu sözüne incindiler. Yanından çıktılar, böyle zalim bir padişahın hükmettiği şehirde oturmamız caiz değil dediler. Hepsi birden, bir perşembe günü Konya’dan çıkıp Arabistan’a doğru yola koyuldular.

Ertesi Cuma günü, Konya’da, hiçbir yerde ezan okunmadı. Bu ha­li, padişaha bildirdiler. Sultan Aladdin,bir adam gönderdi, olayı Şeyh Sadreddin-i Konevi’ye bildirdi. Bilginleri geri getirmeye bir çare bul­sun dedi. 0 gün, Sadreddin’in tekkesinde bir topluluk vardı, pilavlar zerdeler pişmiş, türlü türlü yemekler hazırlanmıştı. Konya’daki ne ka­dar yoksul varsa oraya toplanmıştı. Sadreddin-i Konevi padişahın gön­derdiği adamdan bu sözü duyup şu olayı öğrenince nakıybini çağırdı, tez dedi, katırıma bin, Denizli’ye git. Bağda, bir bağcı var, şu şekilli.

Bizden selam söyle, şeyh, seni çağırıyor de; ikiniz de katıra binip hemen gelin.

Nakıyb, katıra binip gidince Sadreddin-i Konevi, yemekleri indirt­ti, yalnız bir kişilik yemek ayırttı. Katır, kırk adımda Denizli’ye vardı, bir bağın kapısının önünde durdu. Nakıyb, içeri girip, bağcıya, Şeyh’in selamını söyledi, davetini bildirdi. Ahi Evren, bağ sahibine gidip bize sefer düştü dedi, gel, bağına sahip ol. Bağ sahibi, bu gelen kimseye as­madan üzüm devşir, ver de yesin dedi. Ahi Evren, o söylediğin asma dedi, nerededir? Bağ sahibi, bunca zamandır burdasın, asmayı bilmi­yor musun deyince Ahi Evren, ben dedi, bağı beklemeye söz verdim, asmayı dikmeye, bellemeye değil. Bağ sahibi, kendisi gitti, o asmadan bir nice salkım üzüm getirdi, yediler. Sonra ikisi de katıra bindiler, ge­ne kırk adımda Konya’ya geldiler. Ahi Evren, hemen yürü dedi, o bil­ginleri şehre çevir, cumanın vakti geçmeden gelsinler.

Ahi Evren, Şeyh’in izniyle kalktı, üç adımda, Çarşamba Suyu’nun üst yanında bilginlere erişti. Bundan böyle dedi, gitmeye yo1 yok size. Bilginler, Ahi Evren’in sözünü dinlemediler. Ahi Evren, ey yer dedi, tut bunları. Yer, bütün bilginlerin atlarını, develerini, katırlarını, dizle­rine kadar yuttu.

Bilginler, aman dediler, yer bizi salıversin, dönelim. Ahi Evren, ey yer dedi, bırak bunları. Yer, hemen bunları salıverdi. Bunun üzerine gene gitmeye başladılar. Ahi Evren, yer dedi, tut bunları. Yer, bu sefer de dizlerine kadar yuttu. Amana geldiler, salıverdi. Gene gitmeye ko­yuldular, Ahi Evren, hiddetle, yer dedi, tut. Bu sefer, hepsini, memele­rine kadar yuttu. Özür dilediler, gene salıverdi, döndüler. Ahi Evren, çabuk olun dedi, cumanın vakti geçmesin. Ama kuşluk şimdi dediler, nerden varacağız. Ahi Evren, gözlerinizi yumun dedi, yumdular. Açın dedi, açtılar. Bir de baktılar ki Konya’nın içindeler. Hepsi yerli yerine vardı, cuma kılındı. Bundan sonra Şeyh Sadreddin, Ahi Evren’in beli­ni bağladı, icazet verdi ona. Bir zaman Konya’da kaldı, sonra Kayse­ri’ye gitti. Ahi Evren, yedi renkte bir sahtiyan boyardı. Bu, üstü örtülü bir kapta dururdu. Biri gelip deri istese besmeleyle elini atar, ne renk­te ve kaç tane sahtiyan istiyorsa çıkarır verir, parasını alırdı. Kaç yüz sahtiyan istense verirdi. 0 zaman, zenaat ehlinden, bir vergi almak adetti. Gammazlar, Kayseri sancak beyine, burda ulu bir üstad tabak var, işçileri, çırakları çok; her gün, dilediği kadar deri satıyor, ondan da -vergi almak gerek dediler. Kayseri Beyi, birkaç adam gönderdi, yarın, o  da şu kadar mal versin, yoktur derse bu şehre geleli işlediği günün vergisini alın dedi. Kullar, tabakhaneye gittiler, baktılar ki kapı kapalı, ortada kimsecikler görünmüyor. Kapıyı açıp içeriye baktılar, bir de ne görsünler? Tabak hanenin içi evrenle dopdolu. Hepsinin gözleri, kül-han alevi gibi parlamada; ağızlarını açıp kendilerine karşı kükrüyorlar. Akılları başlarından gitti, kaçarak Beye geldiler, gördüklerini haber verdiler.

Bundan sonra Ahi Evren, Kırşehir’e geldi, orda yerleşti. Birçok ke­rametler gösterdi, isteyenler manakıbında bulalar.

Ahi Evren’e, Hünkar’dan bahsettiler, kerametlerini söylediler. Hünkür’ı görmek, onunla görüşmek istedi, Sulucakaraöyük’e doğru yola çıktı. Bu hal, Hünkar’a malüm oldu, o da Kırşehir’e doğru yola düştü. Kırşehir’in yakınında bir tepe vardı, ordan Kırşehir görünürdü. O  tepenin üstünde buluştular. Oturup sohbet ettiler. Sonra vedalaştılar, Hünkar, Sulucakaraöyük’e döndü, Ahi Evren de Kırşehri’ne gitti.

Hacı Bektaş, bir kere daha, Ahi Evren’i görmek için Kırşehir’e ha­reket etti. Ahi Evren’e malum oldu, o da karşı çıktı, tepenin üstünde birbirleriyle buluştular. Sohbet sırasında Ahi Evren, Erenler Şahı dedi, ne olurdu, burda bir pınar olsaydı da abdest almaya, içmeye yarasaydı Hünkar,mübarek eliyle bir yeri eşti,arı,duru güzelim bir su çıktı.Akmaya başladı. Ahi Evren, gene Erenler Şahı dedi, bir gölgelik ağaç da olsa, sıcak günlerde gölgelenilirdi. Hünkür, ne olur Ahi’im dedi. Ahi Evren’in kayak ağacından kesilmiş bir sopası vardı, onu aldı, bir yeri kazıp dikti. Bir anda yeşerdi, yapraklandı. Biraz daha sohbet ettiler, ve­dalaşıp -yerlerine gittiler.

O ağaç büyüdü, nice zaman durdu. Sonra Kırşehir’den biri geldi, o ağacı kesti, evine kullandı. Ahi Evren oğulları, iyi etmedin dediler; orası Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli ile Ahi Evren’in buluştuğu yerdi, aşıklarımın, muhiplerin ziyaret yeriydi; sana hayırlı olmaz bu. Gerçekten de az bir zaman sonra o adam öldü, evi yıkıldı, onunla beraber o ağacı kesenler de yok oldular, mir müddet geçti, pınar da battı. Fakat yeri hala bellidir.

Hacı Bektaş-ı Veli, gene bir kere Ahi Evren’i ziyaret için yola çık­tı. Ahi Evren de onu karşıladı. Buluştular, esenleştiler.Biraz sohbetten sonra Ahi Evren padişahım dedi bugün lütfetseniz de bize gitsek. Hünkar kabul etti.Ahi Evren’in tekkesine gittiler.

Kirşehir halkı, duyup geldi, Hünkar’la görüştüler, elini ayağını öp­tüler, himmetini aldılar. 0 sırada, Kal’acuk kadısı, Padişah’ın emriyle Kırşehir’i teftişe gelmişti. Ahi Evren’in tekkesine geldi. Erenlerin bir araya toplanmış olduğunu gördü. Hünkar’ın elini öptü. Yer gösterdiler, geçip oturdu. Hünkar, kadıya ne için geldiniz diye sordu. Kadı, padi­şah emretti, bu şehirde bir olay olmuş, onu teftişe geldim dedi. hün­kar, bari adamakıllı teftiş edebilecek misin dedi. Kadı, adamakıllı tef­tiş edemeseydim beni memur etmezlerdi deyince Hünkar, biz dedi bunca zamandır teftiş edelim dedik, bil düşünceyi ‘güttük, fakat sonu­cunda şaşırdık kaldık, künhüne eremedik gitti. Bu söz, kadıya pek te­sir etti. 0 sırada Hünkar’ın yüzüne baktı, kendisine bir hal geldi, coş­tu, esridi, üç gün kendisine gelmedi. Üç gün sonra kendisine geldi­ğinde, kadılığı, teftişi bıraktı, Hünkar’ın ayağına düştü, teslim oldu. Hünkar, yanındaki halifeye emretti, halife, kadıyı traş etti, tac giydirdi.

Kadı, derviş olduktan sonra Kalacuk’a gitti, orda Hünkar’ın kera­metlerini anlattı. Birçok kimseyi muhip etti. Bunların önüne düştü. Hünkar’ı ziyarete gitmek için yola düştüler. Yolda otlu, sazlı bir ala­na geldiler. Gördüler ki, orada bir bölük kara canavarı yatmada. İçlerinden biri üstlerine vardı, canavarcıhlar kaçtılar. O adam bir yavru yakaladı. Birinde bir çan varmış, canavarın boynuna takıp salıvermek istedi. Kadı gelin, etmeyin. Erenler ziyaretine gidiyoruz. Bu doğru bir iş değil. Hayvanlar bunun sesini duyanca korkudan, kaçmadan kendi­lerine helak ederler dediyse de dinletemedi.

Yavrunun boynuna çanı taktılar. O, öbürlerine yetişeyim diye koş­tukça çan sesinden ürken canavarlar, kaçmaya koyuldular. Adamlar da bunu görüp gülüştüler. Yollarına revan oldular. Yara yara Kırşehri’ne geldiler.

O sıralarda Hünkar, Kırşehir’e gitmişti. Abi Evren’le Gölpına­rı’nda sohbet ediyordu. Bunlar da Hünkar’ın orada olduğunu duyup geldiler, Hünkar’ın elini, ayağını öptüler. Hünkar, bunlara bakıp dedi ki: O hayvancıklar, size ne yaptı da o yavruyu tutup boynuna çan taka­rak bırakırsınız; çanın sesini işiten hayvancıkların kimisi kaça kaça he­lak olur, kimisi ölüm haline gelir. Hak’ka giden hak uğrum hakkı için hiçbir yerde alnımız terlemedi, ancak o yavrucuğun ardından yetişip boynundan o çanı alıncaya dek alnımız terledi, işte o yavruya taktığınız çan.

Hünkar, çanı gösterince hepsi de şaşırdı, elini ayağını öperek özür dilediler. Erenler, suçlarını bağışladı. Kadılıktan dönüp derviş olana da senden dedi, dervişlik kokusu gelmede. Derviş olanın, hiçbir yaratılmı­şa eziyet etmemesi gerekir. Kadıya icazet verdi, sofra, çırağ, alem sun­du, o yerin beyine selam söyle, seni ona şirin gösterelim, dilinden biz söyleyelim de o köyü sana vakfetsin dedi.

Kadı, muhiplerle kalkıp yola düştü. Kal’acuk’a varınca beye selam söyledi. Bey, Hünkar’ın dediği gibi orasını kadıya. vakfetti. Şimdi, onun soyuna oralarda Şeyhoğulları derler.

Gülağ Öz

Kaynakça


[1]  ÇAĞATAY, Neşet; Bir Türk Kurumu Olarak Ahilik, Selçuk Üniv. Yay.s.58

[2]  BAYRAM, Mikail;Türk Kültürü, Sayı 191

[3]  GÜLAOĞLU, ADİL, Ahi Evren ve Ahilik s.9

[4] Tuncer, Ömer; Bilim ve Ütopya Aralık 1995 Ankara

[5] BAYRAM, Mikail : Ahi Evren ve Ahi Teşkilatının Kuruluşu s.92

[6] EFLAKİ, Ahmet : Ariflerin Menkıbeleri s.74,75

[7] Hacı Bektaş Veli Velayetnamesi, Ahi Evren Bölümü

[8] MELİKOF, İrene: Uyur İken Uyardılar,s38

[9] MELİKOF, age. S.160

[10] BAYRAM, Mikail : Ahi Evren ve Ahi Teşkilatının Kuruluşu; Aktarma : Menakubil Arifin c.1 8.85 A. Baki Gölpınalı, Mevlana Celalettin s.93 B. Furuz-fer Mevlana Celalettin s.103

http://www.huseyingazi.org.tr/makale-19-ahi-evren.html

/sö